OSMANLI DEVLETİ’NDE YAPILAN TANZİMATREFORMLARININ EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ, UYGULAMALARI VE SONUÇLARI (1839-1876)
Necati CEMALOĞLU 01 Ocak 1970
Tanzimat öncesi Osmanlı Devleti’nin siyasi durumu
Osmanlı Devleti geniş ülkesi içinde ve evrensel şekli altında çeşitli kitleleri ve
milletleri barındırmış bir devletti. Türkler bu devletin kurucusu ve hakim unsuru oldu.
Osmanlı Devleti, hâkimiyetin kaynağı bakımından yapılan klâsik ayrıma göre, despotik
olmayan mutlak bir imparatorluktu. Bu devlet tipi, Osmanlı’nın ilerleme devrelerinde
Avrupa’da rastlanan bir tipti. Osmanlı Devleti benzerlerine kıyasla daha demokratik
özelliklere, hatta bazı üstünlüklere sahipti. Durma ve gerileme olarak isimlendirilen
devrelerde sözü geçen özellikler kayboldu ve despotik bir mutlakiyet idaresi kuruldu.
Osmanlı Devleti’nde asıl karakteri teokratik olmasıydı. Bir ailede (Hanedânı Âli
Osman) toplanmış olan hakimiyet, toplumun dışında ve üstünde, beşeri ve dünyevi
olmayan bir kaynaktan geliyordu: Böylece, Batı’daki benzerlerinde olduğu gibi,
Osmanlı Devleti’nde da hakimiyetin sahibi millet değil Tanrı idi. Halk bu sistemde,
devletin bir organı değil, sadece bir unsuruydu: “Reaya” (Halk) çalışır, eker, biçer, asker
olur, devletin gelir kaynağını teşkil eder, fakat devlet iradesine katılmazdı. Osmanlı
Devleti’nun kuruluşu, gayesi, yani hâkimiyetin kimler tarafından ve nasıl kullanılacağı,
devletin nasıl idare edileceği, ferde ve devlete ait kaidelerin tümü hep İslami esaslarla
açıklanmak istendi. Bu esasların bütününe “şeriat” adı verilir. Şeriat, Tanrı’nın kulları
için koymuş olduğu din ve dünya kaidelerinin tümü olarak kabul edilir. Adalet, devletin
sınırları içinde şeriatın yerine getirilmesidir. Devletin bu ödevini, herkesten önce
devletin, padişahı gerçekleştirir. O, devlet örgütünün beynidir (Williamson, 1987: 26).
Osmanlı Devleti’nin anayasası dinsel esaslara dayanması şeklinde bir beklinti
vardı. Fakat gelişme boyunca ortaya çıkan gerçek şu oldu: Dinsel esaslar, anayasa
müesseseleri, devletin teşkilat ve faaliyetleri bakımından eksikti. Bu gerçekten hareket
edilerek, dinsel esasların nazara alınmadığı, fakat zamanın gerektirdiği yeni örgütler
kuruldu. Var olanların düzeltilmesine gidildi. Yeni siyasi ve yönetsel ilkeler saptandı.
Bu suretle dinsel alanın yanında hukuki bir alan oluştu. Yeni alandaki prensipler dinsel
değildi. Hukuki alan yeniliğe, reforma açılmış bir kapı oldu. Osmanlı Devleti’nun
teokratik temelli devlet teşkilatını ve organlarını tamamen kaplayıcı, halk üzerinde etkili
bir sınıfın oluşmasına katkıda bulundu (Kabaklı, 1976: 15).
Osmanlı Devleti’nin iki temeli, ulema ve askerlerdi. Askerin fonksiyonu sadece
memleketin müdafaasıdır, siyasete karışmamalıdır. Bu takdirde siyaset sahnesinde bilim
adamları kalacaktır. Padişah bu sınıfın desteği sayesinde devleti yönetmelidir. Bilim
adamları, devlet içinde en geniş, yaygın ve organize siyasi kuvvettir. Devletin diğer bir
kuvveti olan ordu bilim adamlarının yanındadır. 1826 tarihine kadar durum bu
şekildedir. Devletin yönetimine tamamen hakim olan bu sınıfların bozulmaları, Devletin
gerileme sebeplerinin başında geldi. Bilim adamları, maddi destekten mahrum
kalmasına rağmen, radikal reformlara direndiler. Batılılaşma, çağdaş bir toplum ve
özgürlükçü esaslara dayanan bir devlet kurmak üzere girişilmiş teşebbüslerdi. Bu
olaylar zayıf veya kuvvetli, çekingen veya kesin, mevcut fikir hareketleri ve
araştırmalarla beslendi (İnalcık, 1993: 29).
Tanzimat dönemi
Tanzimat, 3 Kasım 1839 Tanzimat Fermanı’nın ilânından 1876 yılına kadar olan
dönemin adıdır. Tanzimatın başlangıcını, II.Mahmut ve hatta III.Selim’e kadar indirenler
olduğu gibi, sonunu 1908 II.Meşrutiyet’e kadar uzatanlar da bulunmaktadır (Kazamias,
1966:56; Maoz, 1968:21). Kavram olarak Tanzimat, Türk siyasi, idari, iktisadi ve sosyal
hayatında topyekün bir değişmeyi ve yeniden yapılanmayı ifade eder. Kelime olarak
Tanzimat, “düzenleme”, “nizamlama”, “yapılanma” ya da “reorganizasyon” anlamına gel–
mektedir. Tanzimat hareketi farklı şekillerde tanımlandı. Şöyle ki, bu hareketi; Avrupa’dan
mülhem, programlı bir reform hareketi olarak görenlerin yanında, Osmanlı Devleti’ne
Avrupa’ya benzer bir idare şekli verme gayreti (Eren, 1970) diyenlerde oldu. Diğer
taraftan Tanzimat’ı hukuki değil siyasi bir eser olarak tanımlayanlar da oldu. Bütün
bunlara rağmen, Tanzimat şu şekilde tanımlanabilir: Başlangıçtan itibaren ortaya çıkan
fikir hareketleri ile o devirden günümüze kadar cereyan eden tarihi olayların neticelerine
bakarak, Türkiye’de meşruti bir idarenin kurulmasına, İslam-Hıristiyan alemlerinin
birbirine yaklaşmasına ve barışmasına zemin hazırlayan bir kültür ve ıslahat hareketidir
(Gencer, 1990: 7-8)
Tanzimat devresi olarak isimlendirilmiş olan reform dönemi, Osmanlı’ların sosyal
gelişmeleri içinde birdenbire ortaya çıkan, özellikleriyle bir adacık halinde görünen bir
olay değildir. Reformları devam ettiren, onları sonraki aynı çeşit hareketlere bağlayan
bir zincir halkasıdır (Tunaya, 1999: 79). Tanzimat hareketinin Türkiye’nin modernleşme
sürecindeki yeri son derece önemlidir. Lewis, Tanzimat’ı değerlendirirken bu durumu
şu şekilde ifade etmektedir: “Ondokuzuncu ve yirminci yüzyıllar dünyasında, Türkiye
ya modernleşmek, ya da mahvolmak durumundaydı; Tanzimatçılar da, bütün
başarısızlıklarıyla birlikte, daha sonra yapılacak olan daha köklü modernleşme için
zorunlu temeli kurdular (Lewis, 1996: 78; Mardin, 2000: 9), ifadesiyle, Tanzimatın
haklı gerekçelerine dikkat çekmektedir.
Yüzyıllardır süregelen kökleşmiş yapıyı değiştirecek yeni kurallar, ilkeler
getirmek, bunların hemen benimsendiği ve uygulandığı anlamına gelmez. Yeniliklerin
benimsenmesi için toplumun belli bir evrimden geçmesi gerekir. Bu bağlamda örnek
alınabilecek Fransız İhtilali 1793 tarihine kadar iç yapısını pekiştirmiş, sonra dışa
taşmış, 1800’lerden itibaren Napolyon’un iktidarı ile kurumsallaşmış, yasal nitelik
kazanmıştı. Ancak 1830’larda Avrupa’da hem hükümetler hem aydınlar hem de halk
tarafından benimsenmeye başlanmıştı. Fransız devriminin başlamasından 50 yıl sonra
Osmanlı Devleti’nde mutlakiyetçi aydın, damgası taşıyan ve Fransız devriminin bazı
ilkelerine ulaşmak amacı ile bir hareket görüldu. Bu farklılaşma, ayrışma Osmanlı’nın
18. yüzyılın sonuna kadar devam etti (Mardin, 2000: 9; Karpat, 2001: 90).
Tanzimatın idari yapıda meydana getirdiği yenilikler
Yönetim yapısında yapılan reform, valilerin yetkilerinin azaltılması amacını
gütmekteydi. Bu amaçla, valilere yalnız güvenlik işleri bırakılmış, mali işler merkezden
Padişah tarafından atanan geniş yetkili amirlerin eline verildi, diğer taraftan yönetimin
her kademesinde halkın katıldığı merkez ve taşra meclisleri oluşturuldu. Eyalet yönetim
yapısındaki reform, adli sistem mensuplarını da daha sık merkeze bağladı. Kadılar,
eskisi gibi şeyhülislâmlığa, bağlı kalmakla beraber, kadı vekilleri diğer memurlar gibi
aylık maaşa bağlandı. Bunların doğrudan doğruya görevleriyle ilgili olarak aldıkları
resm-i tereke ile ilâm (Bir davanin mahkemece nasıl bir hükme bağlandığını gösteren
belge), hüccet (tanıt), mürâsele, izinnâme (Bir nikahın kıyılmasi için kadı tarafindan
verilen izin kağıdı), keşfiyye (Suç mahalline yapılan ziyaret), seferiyye (yolluk) ve şer’i
(din-i) diğer senetlerden aldıkları resimleri kendi adlarına toplamaları yasaklandı.
Aylıkları muhassıllıktan (Osmanlı Devleti’nde Tanzimattan once vergi tahsildarına
verilen isim) verildi. Bu mahkeme resimleri, hâsılât-i mahkeme (mahkeme gelirleri)
olarak doğrudan doğruya muhassıllık tarafından alındı (İnalcık, 1994: 363).
Tanzimat’ın hemen öncesinde başlayan ve Tanzimat’la köklü bir biçimde devam
eden idari reformlarla gerek Bab-ı Ali (Osmanlı Hükümeti) ve gerek Bab-ı Defteri
(Maliye) yapısal değişikliklere uğradı. Tanzimat sonrası salnamelerde (yıllık) bünyesinde
Dahiliye (İçişleri), Hariciye (Dışişleri) ve Devai Nezaretleri (Saglık Bakanlığı) ile Şura-ı
Devlet (Meclis) kurulmakla birlikte, Bab-ı Ali (Osmanlı Hükümeti), anlamında
kullanılmaktadır. Bab-ı Defteri’de (Maliye Teşkilatı) olarak gelişme gösterdi. Taşra
Teşkilatında valiler birer devlet memuru haline getirildi. Her bakımdan adım adım
modern merkezi devlet teşkilatı oluşturulmaya çalışıldı. Yeni yönetim sistemin en
belirgin özelliği rasyonel sistematizasyon çabaları içine girilmesi ve profesyonel sivil
bürokrasinin oluşturulmasıdır. Bu yenileşme uygulamalarının en önemli özelliği, Orta
Çağa ait bir devlet sisteminden hukukî manada yeni, muasır bir devlet teşkilatına
geçilmiş olmasıdır (Turhan, 1997: 165).
Modern devlet anlayışı, merkezi devlet olarak gelişme gösterdi. Merkezileşmenin
temel özelliği bürokrasinin oluşmasıdır. Bürokrasi ile keyfilikten, bireysellikten
uzaklaşıldı; memurların hakları görevleri, yetkileri ve sorumlulukları hukuki olarak
tanımlandı, bir devlet memuriyeti anlayışı geliştirildi. Bürokrasiden emin olunması için
yetki ve sorumlulukların cezai hükümlerle sınırlandırılması ilkesi getirildi. Bürokrasi,
iktidarı padişahtan devralacak ve devleti yönetecektir (Velidedeoğlu, 1989: 3). Bürokrasi
terimi, hem bir yönetsel örgütlenme kalıbı, hemde bu örgütlenmede çalışan kişiler
olmak üzere iki anlamlı bir kullanıma sahipti (Findley, 1996: 1).
Reşit paşa hükümet işlerinde başarılı olunmasını bürokratik kurumların kurulması
ve bu anlayışta bir yönetim geleneği kazanılması ile mümkün olacağını düşünmekteydi.
Tüm yetkilerin bir padişahta toplanması yerine kurumların ve sivil bürokrasinin devlet
yönetiminde daha önemli hale gelmesi demektir. Bu modernleşme sürecinde Weber’in
ilk örgüt kuramlarında “bürokrasi” teorisinin uygulanması görülmektedir. Tarihi ve
karşılaştırmalı yöntemi kullanan Weber, 20. yy. başında Avrupa’da meydana gelmiş
değişmelerin etkisinde kalmış, eski örgüt şekillerinin geçmişte kırsal, geleneksel bir
toplumun ihtiyaçlarını karşılamada yeterli olmalarına rağmen, sanayileşen ve
modernleşen Avrupa Devletleri için artık başarı sağlayamayacakları kanısına vardı. Bu
eski organizasyon şekillerinin yerini Weber’in “bürokrasi” dediği yeni örgüt tipi almaya
başladı (Heper, 1974: 16).
Devlet sisteminde yeni reformların yapılabilmesi, parçalanmış yetki ve hakların
koordinasyonu, otoritenin merkezileşmesi sayesinde olmaktadır. “Otoritenin merkezi–
leşmesi örgütlerin yetki ve sorumluluğuna dayanan dikey hiyerarşik yapısı içerisinde,
her bir üst otorite kademesinin astları üzerinde artan ölçüde bir kontrol imkanı ile
donatılması anlamına gelmektedir”. Tanzimat mimarları da ülkenin kurtuluşunu güçlü
ve merkezi bir yönetimde görüyordu. Nitekim Mustafa Reşit Paşa, padişahın otoritesini
ve karar alma yetkisini bürokrasiye devretmek amacındaydı. Tanzimat zihniyeti
kurumlara da yansıdı. Meclisi Vâlâyı Ahkâmı Adliye (Mahkeme), Danıştay ve Yargıtay
yetkilerine sahip, Tanzimat doktrinini hukuk alanına çıkaracak en önemli organ olarak
kurulmuştur. Ceza Kanunnamesi Hümayunu, 1846 tarihli İdari Kanun ve Ticaret
Kanunu bu heyetin çalışmalarının eseridir. Kaza alanında da önemli bir değişme
kaydedildi. Adalet teşkilatındaki bir çeşit laikleşmenin eski mahkemelere ilişilmeden
ortaya çıktığını görmek mümkündür. Şer’iye Mahkemeleri yanında Hiristiyan unsurun
ihtilaflarını çözmekle ödevli Cemaat Mahkemeleri ve Genel Karma Ticaret ve Asliye
Mahkemeleri kuruldu (İnalcık, 1993; Karpat, 2001; Davison, 1997)
Orduda çağdaşlaşma yönünde kaydedilen birlik, ilerleyen zaman içerisinde daha da
kuvvetlendirildi. Doğulu kadro ve Batılı teknik ikiliğinin kaldırılıp, ilk defa olarak
askerliğin milli bir ödev olarak tesisi ve eşitlik esaslarına bağlanması, yeniçeriliğin
ilgasından beri birliğe kavuşmuş olan bu müesseseyi daha mütecanis ve Batılı bir
yapıya kavuştu. Tanzimat ikiliği, askeri alanı tesiri altında bırakmadı. Ordu fikri ve fiili
çatışmaların dışında kalarak kendine has gelişme serbestliğine kavuştu. Kendisinden
sonraki devrelere ıslahat metodunun kaynağı olan Tanzimat, II.Mahmut sisteminin
doğal ürünüdür. Tanzimat aynı zamanda bir zihniyettir. Bu zihniyettin devamını
I.Meşrutiyet’te, kısmen de olsa II.Meşrutiyet’te elle tutulur bir şekilde görmek
mümkündür. Bu da göstermektedir ki, Osmanlı Devleti’nun yıkılışına kadar, ıslahat
taraftarları Tanzimat’ın koyduğu ıslahat metodunu devam ettirdiler. Tanzimat’ın en
önemli özelliği, devletin amacını da kurumları gibi açıkça ikileştirmiş olmasıdır.
Bundan böyle Osmanlı’nın dayandığı manevi temeller, bu çifte amaca dayanacaktır,
sosyal ve siyasi değer hükümleri bu iki amaca kıyasen verilecektir. Buna göre iyi olan
her şey İslamidir ve Osmanlı’dır. İki amaç arasında tezatlar bulunabilir, hatta bunların
birbirini inkâr ettikleri sonucuna dahi varılabilir, fakat bunun fazla bir zararı yoktur.
Tanzimat, birbirini inkâr eden fikirler ve kurumlar arasında bir bocalama dönemi olma
özelliği gösterdi (İnalcık,1993; Karpat, 2001; Davison, 1997; Williamson, 1987).
Tanzimat döneminde eğitim sistemindeki gelişmeler
1839 tarihli Tanzimat Fermanı’nda eğitimle ilgili herhangi bir açıklama
bulunmamaktadır. Mustafa Reşit Paşa ve arkadaşları, yeni bir toplum oluşturabilmek için,
yeniliklerin kalıcılığı için bilgili bir toplum, yeni bir seçkin tipi ve kadro oluşturmak
gerektiğini biliyorlardı. İlk uygulama örgün ve yaygın eğitim kurumlarının açılmasıyla
başladı. Eğitimde yenileşme hareketleri hem tarihi süreç içinde kaçınılmaz görünüyordu,
hem de Avrupa kamuoyunu böylece kazanmak düşünülüyordu. Avrupa’nın baskıları da
yönlendiriciydi (Akyüz, 1999: 139). Eğitim reformlarının karşı karşıya kaldığı en önemli
sorun, devletin kendi yapısından değil ulema grupların direnmelerinden kaynaklanıyordu.
Eğitimde batılılaşmaya direnme ve laik eğitim anlayışını reddetmeye yönelikti. 19.
yüzyıldaki Türk modernleşmesi, geleneksel sistemi korumayı amaçlamıyordu, ancak
görünürde de bir çatışma ortamı yaratmamaya özen gösteriyordu (Kazamias, 1966: 56).
Seyhülislamın, murakabesi altında ve vakıfların bünyesi içinde kurulmuş olan
“Mekatib-i Rüşdiye Nezareti”ni, Milli Eğitim merkez örgütünün bir çekirdeği gibi
sayanlar oldu (Unat, 1964: 15). Adli Nezaret olmasına rağmen, Seyhulİslamın denetimi
altında ve vakıfların bünyesi içinde görevli bir genel müdürlük görevini yürütüyordu.
Tanzimat döneminde, milli eğitim alanında yeni bir yönetim yapılanmasına gidildi.
Tanzimat Fermanı’nın yayımından sonra Milli Eğitim alanında yapılması kararlaştırılan
reformları gerçekleştirmek için gerekli tedbirleri düşünmek ve lüzumlu nizamları
gerçekleştirmek üzere bir “Geçici Eğitim Meclisi”nin kurulması uygun görüldü. O
zamana kadar eğitim işleri hakkında karar veren merciler ise, hiyerarşide aşağıdan
yukarı doğru şunlardı: (Takvim-I Vekayi, 1851; Akt. Akyüz 1989).
1) Meclis-i Umur-u Nafia, (Kuruluşu: 7 Temmuz 1838),
2) Dar-ı Şura-i Bab-ı Ali,
3) Divan-ı Ahkam-ı Adliye, (Kuruluşu: 31 Mart 1838).
Muvakkat Maarif Meclisi, Reis-ül Ulema Meclis-i Vala azasından Abdülkadir
Efendi’nin başkanlığında göreve başladı. Altı üyeden oluşan bu meclis Hükümdar
Abdülmecid’in tasvibine şu kararı sundu: (Unat, 1964: 18).
1. Öğretimde ilk basamağı teşkil eden ilkokulların düzenlenmesi,
2. Orta basamak olarak kurulması düşünülen ortaokulların çoğaltılıp nizamlanması,
3. Üniversitelerin açılması,
4. Milli Eğitim Bakanlığının kurulması.
Bu karar üzerine, 6 üye ve 1 katipten oluşan “Meclisi-i Maarif-i Umumiye”
kuruldu. Osmanlı devlet kuruluşları içinde Milli Eğitim işlerinden doğrudan doğruya
sorumlu ve hükümet başkanına bağlı ilk örgütün çekirdeğini, bu meclis oluşturdu. Bu
meclisin gösterdiği lüzuma dayalı olarak o tarihe kadar vakıfların yönetimi altında
bulunan okullar ayrı bir yönetime bağlanmak ve bu işler için Maarif Meclisinin bir icra
organı olmak ve meclis üyelerinden biri tarafindan meclise bağlı olarak idare edilmek
üzere 08.11.1846 tarihinde teşkil edilen “Mekatib-i Umumiye Nezareti”de mevcut
okulların idaresi için yukarıda ifade edilen manada kurulmuş bir genel müdürlük
durumundadır. Devlet kuruluşları içinde Milli Eğitim işlerinden doğrudan doğruya
sorumlu ve hükümet başkanına bağlı ilk örgütün çekirdeğini bu meclis oluşturur
(Akyüz, 1999: 165). Bu meclis, eğitime yeni bir örgütlenme modeli getirdi.
Muvakkat Maarif Meclisi oluşturulurken bir üniversite kurulmasına karar verildi.
Aynı zamanda da, burada okutulacak fen kitaplarının hazırlayacak bir “Danışma
Meclisi” (Karar aşamasında alınacak kararlara ilişkin farklı görüşlerin sunulduğu,
tartışıldığı meclis) kurulmasına da karar verildi. (Takvim-I Vekayi, 1845; Akt. Akyüz,
1989). İlk milli akademimizi oluşturan bu heyet, aralarında Türkçe-İngilizce, İngilizce-
Türkçe gibi büyük lügatlerin sahibi J.W. Radhouse (1811-1869) Muverrih Hammer
(1774-1856) ve Bianchi (1783-1864) gibi ünlü batılıların da bulunduğu Türk, Rum,
Ermeni ve yabancı 30 kişilik dış üyeler kadrosuna da sahip bulunuyordu. 18 Temmuz
1851 yılında da padişahın da hazır bulunduğu bir törenle çalışmalarına başlamış, okullar
için lüzumu bulunan ders kitaplarıyla, açılacak üniversiteyi, okutturulacak kitaplar telif
veya tercüme ettirmek yoluyla hazırlamaya başladı (Unat, 1964: 20). Danışma Meclisi
tüm çabalara rağmen gerekli çalışmaları ortaya koyamadı. Bu durumun önemli sebepleri
arasında zamanının Milli Eğitim örgütü içinde yer alan ve eksikliği daima duyulmuş
olan güçlü bir eğitim yapısının olmamasından kaynaklandığı ileri sürülebilir.
Tanzimat Fermanı’nın ilânı, ortaya çıkan yeni durum gerek Osmanlı halkında
gerekse dışarıda memnunluk yaratmadığı bilinmektedir. Kırım savaşı sırasında diğer
ülkelerle yapılan görüşmelerde bulunan padişah Abdülmecit’in 18 Şubat 1856 tarihinde
ikinci bir ıslahat fermanı yayımlamak ve büyük devletlere, Osmanlı Hıristiyan
tebaasının vatandaşlık hakları yönünden yeni teminat vermek zorunluluğu duyduğu ve
böylece Osmanlı Devleti’nun Avrupa devletleriyle daha yakın bir temas devresine
geçtiği dönemde, hükümet yapısında bir takım degişmeler yapıldığı görülmektedir.
Bunlardan birisi de, Milli Eğitim işlerinin daha büyük bir önemle ve Meclisi kabineye
dahil bir bakan tarafindan yönetimi sağlayacak olan Maarif-I Umumiye Nezareti”nin
kurulmasıdır (17 Mart 1857) (Unat, 1964: 20). Bu dönemde Maarif Nezaretinin görev
ve yetkilerini belirten talimatname yayınlanmış ve Müsteşarlık ihdas edilmiştir (Koçer,
1987: 71). Bu dönemden itibaren Osmanlı’da fiilen bir Eğitim sisteminin yürürlüğe
girdiği anlaşılmaktadır.
Bakanlığın kuruluşundan dört yıl sonra (3 Mart 1861), Milli Eğitim teşkilatının esasları
yayımlandı. Dokuz madde olarak yayımlanan hükümler şunlardır: (Unat, 1964: 22).
1. Kara Harp Okulu, Deniz Harp Okulu ve Tıp Fakültesi’nin dışındaki bütün
okullar, Milli Eğitim Bakanlığına bağlanacaktır.
2. Genel okulların birincisi ilkokullar, ikincisi ortaokullar üçüncüsü Mekatib-i
Funun-i Mutenevvia (Fen Bilimleri) olmak üzere üç dereceye ayrılmıştır. Birinci derece
okullar okumak ve yazmak ve din esaslarını belirlemekle görevli oldukları için
müslümanlar ile diğer dine mensup olanlar farklı okullarda okuyacaklardır.
3. İkinci basamağı teşkil eden Rüşdiye okulları “Devletçe lüzumu olan ve mucib-i
medeniyet ve mamuriyet bulunan fünuna” ve üçüncü derece okullara girmek için şart
koşulan temel bilgileri öğretmeye mahsus olduklarından muhtelit olacaklardır.
4. Üçüncü derece sayılan okullarda hendese, maadin, yollar, ticaret, ziraat ve hiref-
u sanayi ve mimarlığa dair ilim ve fenler öğretilecek ve mevcut bulunan harbiye (savaş),
Bahriye (deniz) Tıbbiye okulları da aynı basamaktan sayılacaklar ve hepsi muhtelit
olacaklardır.
5. Her basamaktaki okuldan bir üst basamağa sınavla girilecektir.
6. Ikinci ve üçüncü derece okullarda öğretim Türk diliyle yapılacak, bu amaçla
lüzumlu kitaplar tercüme ettirilecek ve öğretmenler Türk diliyle öğretime muktedir
kimselerden seçilecektir.
7. Yukarıdaki esasları uygulamak üzere görevli bir meclis kurulacaktır.
Milli Eğitim merkez örgütü bürolari, idari ve ilmi işleri için devamlı ve uzman
danışma organlarına sahip olmuş ve birçok konuda maarif meclisi ile Nezaret arasında
ortaya çıkan yetki ve sorumluluk anlaşmazlıklarından kurtulmuş bulunuyordu. Maarifi
Umumiye Nizamnamesinin 1 Eylül 1869’da yayımlandı. Maarifi Umumiye Nizamnamesi’nin
bazı maddeleri şunlardır: (Antel, 1940: 451; Akyüz, 1989: 181-182).
1. Her mahalle ve köyde en az bir sıbyan mektebi bulunacak, Müslüman-hıristiyan
karışık yerlerde her toplum için ayrı bir mektep bulunacaktır.
2. Sıbyan mekteplerinin inşa, tamir ve öğretmen masrafları ilgili toplum tarafından
karşılanacaktır.
3. Öğretmenler (yapılacak) nizamnameye göre seçilip atanacaktır.
4. Sıbyan mektepelrinin öğretim süresi 4 yıldır ve programı şöyledir: Ûsûl-i Cedide
veçhile Elifba, Kur’an-ı Kerim, Tecvit, Ahlâk risaleleri, İlmihal, Yaz Talimi, Muhtasar
fenn-i Hesap, Muhtasar Tarih-i Osmanî, Muhtasar Cografya, malûmat-ı Nafia risaleleri.
5. 4 yıllık süreden sonra hafızlığa çıkmak isteyen öğrenciler bir süre daha okulda
kalabilirler. Hıristiyan sıbyan mekteplerinde kendi dinleri ve Osmanlı tarihi kendi dilleri
ile okutulacaktır.
6. Kızların 6-10, erkeklerin 7-11 yaşları arasında mektebe devamları zorunludur.
7. İlköğretim zorunluluğunun uygulanışı ve buna uymayan ana babalara verilecek
para cezalarıyla ilgilidir. Nizamname, yalnızca bedenî-ruhî önemli kusuru olan
çocukların, ailesinin geçimini sağlamak zorunda olan çocukların, en az yarım saat
uzaktabir okula gitmesi gerekenlerin, evinde okuyup yazma öğrenenlerin vs. devam
zorunluluğundan muaf tutulduklarını belirtiyor.
8. Bir yerde iki sıbyan mektebi varsa, bunlardan b,ir, kızlara, öteki erkeklere
ayrılacaktır. Böyle olmayan yerlerde, kızlara mahsusu mektepler yapılıncaya kadar
onlar erkek çocuklarla aynı mektebe gidecekler, fakat onlarla karışık oturmayacaklardır.
9. Aynı kız sıbyan mekteplerinin hoca ve dikiş ustaları kadın olacak, fakat yeterli
sayıda ehliyetli muallimler yetişinceye kadar “musin ve edip adamlardan muallim tayini
caiz” olacaktır.
10. Rüşdiyelerin 500 evi geçen kasabalarda kurulması zorunludur. Okulların
yapım masrafları ve muallim maaşları illerin maarif idaresi sandığından karşılanacaktır.
Öğretim süreleri 4 yıldır ve sıbyan mekteplerini bitirip şehadetname alan öğrenciler
sınavsız kabul edilir. Nizamname erkek ve kız rüşdiyelerinin programlarını da ayrıntılı
olarak ifade etmiştir.
11. Ortaöğretimin üst basamağını teşkil etmek üzere il merkezlerinde okullar
açılmasını öngörmüş ve bunlara da Sultaniye demiştir. Bu okullar, Rüşdiye üzerine 6
yıllık bir öğretim vereceklerdir.
12. Maarif-i Umumiye Nizamnamesi, İstanbul’da bir Darülfûnün-ı Osman-î
kurulacağını belirtmektedir. Ayrıca, ayrıntılı programı da belirtilmektedir.
13. Nizamname, Osmanlı tebaasının ve yabancıların özel okul açma esaslarını ve
ceza usul ve uygulamalarını da belirlemiştir.
Maarifi Umumiye Nizamnamesi (1869), Maarif Nezaretinin yönetim bakımından
hem merkezde hemde il merkezlerinde güçlendiren bir takım esaslari ihtiva etmektedir.
Bu durum hem sosyal hem de Milli Eğitim sistemimizin yönetim örgütü açısından bir
dönüm noktası olma özelliği gösteriyordu. Yönetim işleri ve örgütünü kanuni bir statüye
kavuşturan bu nizamname, “Idare-i Maarifin Merkez-i Umumisi” olmak üzere Milli
Eğitim Bakanının başkanlığında ilmi ve idari olmak üzere iki daireye ayrılan “Büyük
Meclis-i Maarifi” kurmaktadır ki, bu meclis Osmanlı Devleti’nun son zamanlarına kadar
hayatını sürdürdü. (Unat, 1964: 23). Bu kanun 1846’dakinden çok daha bütünsel,
ilköğretimden üniversiteye kadar parçaların bir dereceye gelişigüzel olan gelişimini
düzenli bir model haline getirerek, eğitim sistemini rasyonalize etme yonunde bir
girişimdi. Hem yalnız bu gerekçeyle değil, Osmanlı eğitim sistemindeki inkar edilemez
eksikliklerin ondokuzuncu yüzyıl uygarlığının gereklerini karşılaması amacıyla
düzeltilmesinin zorunlu olduğu gerekçesiyle de haklı çıkartıyordu (Davison, 1997: 18).
İdari daireler, yarı yarıya müslim ve gayrı müslim iki muavin dört muhakkik ile üçte
biri gayri müslim altı üyeden ve bir başkatipten oluşan ve her gün toplanarak okulların,
maarif meclislerinin, müze, kütüphane ve matbaaların idaresiyle öğretmenlerin personel
işleriyle meşgul olacak, maarife taalluk eden tahkikat ve muhakemeleri yapacak, maarif
bütçesini hazırlayacak ve meclisin genel kuruluna sunacaktır. Dairelerin mahiyetinde bir
yaziişleri bir de muhasebe bulunacaktır. İllerde ise “Maarif Müdürü” ünvanını taşıyan
kişinin uhdesinde bir “Maarif Meclisi” kurulacaktır. Gereğine göre bir müslim diğeri gayri
müslim olacaktır. Sancak merkezlerinde de icabına göre biri müslim diğeri gayri müslim
vilayet makamına bağlı iki müfettiş olacaktı. Nizamname bu hükümleriyle yönetim örgütü
dış kuruluşlarının temelini attığı gibi, öğretim hizmetlerinin teftiş yoluyla denetlenmesini
de resmi bir görevlinin sorumluluğuna bırakıyordu. (Unat, 1964: 24). Bu yasal
düzenlemelerin geleceğe yönelik umut içermesine rağmen, maddi olumsuzluklar, çabaların
amacına ulaşmasını engelledi.
1869 nizamnamesi, eğitimin örgütlenmesini ve farklı tipteki eğitim kurumlarının
oluşmasına uygun ortam yaratıyordu. Özellikle ortaöğretim kurumları yeniden organize
edildi. Okullar dini ve etnik gruplar için yeniden düzenlendi. İdadiler hem Müslüman
hem de Müslüman olmayan gruplardan öğrenci aldı. Osmanlı bu nizamnameden sonra laik
eğitimin temellerini attığı gibi, batılılaşmanında temelleri atıldı (Kazamias, 1966: 65).
21 Ocak 1871’de yayımlanan İdare-i Umumiye Vilayet Nizamnamesinin 25. ve 26.
maddeleri de Maarif Müdürlerinin görevlerini ve yetkilerini tayin ederek vilayet
kuruluşları içindeki yerlerini ayrıca gösterdi. Bununla birlikte ilk maarif meclisleri Tuna
ve Bağdat vilayetlerinde teşekkül ettirildi. Daha sonra kaza merkezlerine kadar getirilen
Maarif meclisleriyle birlikte 16 Şubat 1882’de Sivas Vilayetine bir maarif müdürü ile
maiyetine bir müfettiş tayin edilmek suretiyle uygulama başlatıldı. Ayrıca 1870 yılında
“Telif ve Tercüme Nizamnamesi” yayımlandı (Birinci tertip Düstur, 1870). 1872’de
Meclis-i kebir-i maarif iki daire halinde çıkararak üye sayısının da bir miktar azaltıldığı
görülmektedir. Ihtisas hizmetlerine göre, teftiş sahaları ve konuları değişen bir kısım
müfettişlerle de takviye olunan bu kadronun bünyesindeki esaslı değişme, Nezarete ait
işlerin beş daireye bölünerek her bir dairenin başına Meclisi maarif üyelerinden birinin
getirilmesi ve mevcut memurların bu daireler arasında taksimi suretiyle 1879 yılı
temmuzunda olmuştur ki, bugün hala devam eden öğretim basamaklarına göre
ayarlanmış bulunan merkez örgütünün esası, böylece atıldığı ileri sürülebilir. Bu
dağılıma göre Bakanlık, 1) Yükseköğretim, 2) Ortaöğretim, 3) İlköğretim, 4) Telif ve
tercüme, 5) Matbaalar. Meşrutiyetin ilanından sonra, lüzumundan fazla memur ve üye
ile doldurulmuş bulunan bütün devlet merkez teşkilatı gibi, maarif nezareti de bir
tensike tabi tutulmuş ve meclisi kebiri maarif bir başkan ve 5 üyeden kurulu daimi bir
encümen haline getirilmiş ve Nezaret daireleri şu isimler altında yeniden
teşkilatlandırıldı. 1) Ortaöğretim, 2) İlköğretim, 3) Özel okullar, 4) Yazi İşleri, 5)
Muhasebat, 6) Sicil, 7) İstatistik, 8) Levazim, 9) Evrak. 1910 yılındaYükseköğretim
dairesi kurulmuş, müstakil bir kütüphaneler dairesi ihdas olunmuş ve Nezaret
Müfettişliği (Denetim Birimi) ihdas olunmuş ve Nezaret Müfettişleri Meclis-i Kebir-i
Maarif’e (Eğitim Bakanlığı) bağlandı.
Tanzimat dönemine kadar Osmanlı Devleti bünyesinde eğitim-öğretim işlerinin
planlandığını gösterir bir bilgi ve belge mevcut değildir. 12 Nisan 1845 tarihinde
Muvakkat Maarif Meclisinin kuruluşuyla ele alındığı ve ilk planın bu meclis tarafindan
hazırlandığı bilinmektedir. Türk Milli Eğitim işlerini tam anlamıyla zamanın şartlarına
ve ihtiyaçlarına uygun olarak derleyip toplayan ve istikrarlı bir programa bağlayan 1
Eylül 1869 da “Maarif-I Umumiye Nizamnamesi”nin kabulüyle yayımlanması olayıdır.
Maarif, sadece okullarla sınırlı kalmayıp, müze, kütüphane ve her türlü kültür kurumunu
da etki alanı içerisinde değerlendirmektedir. İlköğretimin mecburiliği ilk defa bu
nizamnamede ifade edilmektedir (Başgöz, 1968: 3). Okulların sınıflara ayrılması,
öğretim yöntem ve tekniklerinin geliştirilmesi, okul programlarının hazırlanması,
öğretmenliğin gerekli formasyonla birlikte bir meslek olarak ele alınması, milli eğitimin
merkez ve taşra teşkilatlarının kurulması, sınav usul ve esaslarının belirlenmesi, bilim
kurullarının geliştirilmesi, bilim adamları için bilimsel ve yönetim özerkliğinin
sağlanması, ödeme usüllerinin belirlenmesi bu nizamname ile sağlanmıştır. Maarif-i
Umumiye Nizamnamesi, yabancı okullarla ilgili yasal düzenlemeleri de gerçekleştirdi.
Başıbozuk ve dağınık sistemi toparlamaya çalıştı (Unat, 1964: 25). Maarif-i Umumiye
Nizamnamesi ile ilk defa eğitim sistemi teşkilatlı hale geldi. Nizamname eğitim
sistemini dini grupların etkisinden kurtarmak ve dünyevileştirmek amacıyla, devlete
bağlı bir sistem niteliği kazandırdı. Eğitim işlerinin yürütülmesi amacıyla merkezi
İstanbul’da olan Meclis-i Maarif kuruldu. Meclis-i Maarif, Daire-i ilmiye ve Daire-i
idare olmak üzere iki kısma ayrıldı. (Antel, 1940: 456; Kazamias, 1966: 71)
Sonuç ve Tartışma
1650 ile 1839‘a kadar geçen süre Osmanlı Devleti’nin toprak kaybetmeye kısmen
de toprak kazanmaya, Avrupa Devletleri karşısında zayıf düşmeye başladığı dönemdir.
Bu zaman içerisinde Osmanlı Devleti’nin kötü gidişini durdurmak icin pek çok proje
üretildi. Üretilen projelerin bir kısmı uygulamaya konuldu, bir kısmı ise uygulanamadı.
Yenileşme faaliyetlerin temel gerekçesi, Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü korumak,
yeniliklere ayak uydurmak ve geçmişteki gibi zaferlere tekrar yönelmekti. Özellikle
Avrupa’ya eğitim amaçlı gönderilen Türkler, Osmanlı’nın askeri, siyasi ve ekonomik
alandaki uygulamalarını sert bir şekilde eleştiriyor, devlet sisteminde ciddi anlamda
degişiklikler yapılmasını ileri sürüyorlardı. Osmanlı Devleti 19.yüzyılın ikinci
çeyreğinde, içte ve dışta maruz kaldığı sıkıntıları atlatabilmek için Avrupa’ya dayanma
ihtiyacını hissetti. Tanzimat’ın ilânında, Mısır sorunu vesilesiyle Osmanlı Devleti’nin iç
ve dış işlerine sürekli olarak karıştıkları gibi, devletin sınırları içerisinde yaşayan
ortodoksların korunması gerekçesiyle sık sık beliren Rus baskısını kırmak amacında
olan Avrupa Devletleri’nin büyük etkisi olmuştu. Bir yandan devletin varlığını
sürdürebilmek için geniş kapsamlı ve köklü reformlara duyulan ihtiyaç, öte yandan
Avrupa Devletleri’nin Hıristiyan halka eşitlik ve güvence tanınması yolundaki istekleri,
1839 yılında Tanzimat döneminin açılmasıyla sonuçlanmıştı. Tanzimat’ın en önemli
ayırıcı niteliği, teokrasiyle bütünleşmiş olan mutlak monarşinin yetkilerinin, belli hukuk
ilkeleri ve yasalarla sınırlandırılmak istenmesidir. Dış ve iç baskılar karşısında zayıf
düşen padişah, 1839 yılında Tanzimat Fermanı’nı ilan etmek zorunda kaldı. Tanzimat
Fermanı’nın esas maddeleri, a. Mal, can ve namus emniyeti, b. Vergi adaleti, ve c.
Asker alma şekli ve hizmet süresi” ile ilgili hükümler oluşturmaktaydi. Tanzimat
Fermanı Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan azınlıklara önemli sayılabilecek hak ve
yetkiler sunuyordu. Padişahın yetkilerini sınırlıyor ve pek çok kamu dairesinin
açılmasına, memuriyetin meslek haline gelmesine, merkezi yapının güçlenmesine
olanak sağlıyordu. Tanzimat döneminde bürokrasinin temel amacı, topluma hakim
olmaktı. Merkezi yönetim, gücünü ülkenin her yöresinde etkili hale getirmek için çalıştı.
Bir taraftan dış baskılar, diğer yandan içerde müslüman olmayan toplulukların istekleri,
Avrupa kaynaklı yönetim kurumlarının benimsenmesi sonucunu doğurdu. Osmanlı
Devleti, 1860’lı yıllarda ülke yönetimini Fransız yönetim sistemine göre yeniden
biçimlendirmeye çalıştı. Bu bakımdan yönetim yapısı, Fransız yönetim sisteminin bir
kopyası niteliğindedir. Memuriyet, tanzimat döneminde meslek haline getirildi. Memur
olmak için uzun bir süre çalışma kapasitesine sahip olma ve belirlenmiş bir eğitimden
geçmek, genel kurallara bağlı özel sınavlardan geçmek gereklidir. Memurların göreve
bağlılığı feodal ve patrimonyal yönetimlerdeki gibi kişisel değil, işlevseldir. Memurların
sosyal konumu ve rütbe sırası emredici kurallarla belirlenir. Bu durumda, hiyerarşinin
üst değer olduğu Osmanlı Devlet sisteminde kolayca uygulama alanı buldu.
Tanzimat’tan sonra eski Osmanlı bürokrasisi bozulmaya başladı. Devletin güçlü
zamanlarında, bürokratların “padişah ve hanedan”a mutlak bağlılığı vardı. Tanzimat’la
birlikte bu bağlar zayıfladı. Bürokrasi kendini düşünen bir sınıf haline geldi. Rüşvet,
yolsuzluk ve adam kayırma, Tanzimat sonrası Osmanlı yönetiminin hastalığı olmaya
devam etti. Bu hastalığı önlemek için çıkarılan kanunlar, söz konusu hastalıkları
azaltmadı, aksine artırdı. Bürokrasi nedeniyle resmi işlemlerin uzun zaman aldığını
gören halk, memurlara rüşvet vererek bunları hızlandırma yolları aradı. Bahşiş, rüşvetin
karşılığı olarak bu dönemde ortaya çıktı. Tanzimat’ta bürokrasi-halk zıtlaşması daha
belirgin hale geldi. Reformlar, halkın günlük hayatında gözle görülür bir iyileşme
getirmedi. Osmanlı bürokrasisi, kendi halkından daha çok, dış çevrelerin talep ve
etkilerine açık hale geldi. Tanzimat’tan sonraki bürokrasinin açık bir görünüşü de
“siyasetçi” oluşudur. Bürokrasinin merkeziyetçi yapısı, bireylerin en güvenilir iş olarak
memurluğu seçmesi, işe girmede kayırmacılık, memurların iyi ücret alması, toplumda
seçkin bir sınıf olarak görülmesi gibi özellikler Osmanlı’nın Cumhuriyet yönetimine
devrettiği mirastır. Devlet kavramına atfedilen kutsallık memurların itibarını artıran
temel faktör oldu. Devlet memuriyetine yönelik talebin artmış olması, sanayileşme ve
teknik alandaki mesleklerin gelişimini de engelledi. Tanzimat kendinden sonraki
dönemlerdeki etkileri güçlü olan bir dönemdir. Tanzimat Fermanı aslında, Türk yönetim
tarihinde bir kilometre taşı özelliği taşımaktadır. Ferman daha sonra yapılacak olan
köklü modernleşme için zorunlu temeli kurdu. Tanzimat’ın belki de en önemli ayırt
edici özelliği, teokrasi ile bütünleşmiş olan mutlak monarşinin yetkilerinin, belli hukuk
ilkeleri ve yasalarla sınırlandırılmak istenmesidir. Ferman büyük ölçüde bozulan kamu
düzenini yeniden inşa etmeye yönelik ilkeler içermektedir. Devlet yönetiminde
yüzyıllardır süren keyfiliğe karşılık “kanun” ve “düzeni” toplumsal güvensizlik yerine
de “güveni” ikame etmek amacını taşıyordu. Bu “yasa” anlayışının hakim kılınması
demektir. Şüphesiz Tanzimat’ın bu olumlu yanlarından başka, olumsuz olan bir takım
gelişmeleri de vardır. Tanzimat yönetimi geniş halk kesimlerinin hayatında kayda değer
bir iyileştirme sağlayamadı. Siyasi ve idari alandaki modernleşmenin faturası Osmanlı
maliyesi ve ekonomisine yüklendi. Tanzimat bürokratları, otoriter bir yönetim
anlayışının temsilcileri oldular. Tanzimat ve sonrasında yönetim gücü, hep az sayıda
kişinin elinde toplandı, halka inemedi (Başgöz, 1968; Lewis, 1996; İnalcık, 1993;
Gencer, 1990; Mardin, 2000; Kazamias, 1966).
Tanzimatçıların eğitim görüşünde laiklik egemen olmuştur. Bu bağlamda eğitimi
geleneksel yapısından kurtararak devletin gözetim ve denetimi altına alan eğitim reformu
hedeflenmişti. Bunun bir göstergesi olarak Reşid Paşa’nın Fransız Kamu Yönetimi
Modelini bazı değişikliklerle bizdeki kamu yönetimine uyguladığı görülmüştür. Bu
uygulama bugünkü eğitim sistemimizin çekirdeğini oluşturmuştur. Piramit içindeki bu
yapıda eğitim yöneticisinin yerini bulduğu anlaşılmaktadır (Balcı, 2004: 23). Bu dönemde
Osmanlı Devleti sınırları içerisinde, eğitim kurumları açılıyor, eğitim yönetimi yapısının
temel dayanakları oluşturuluyordu. İl merkezlerinde ve eyaletlerde görev yapan Milli
Eğitim müdürleri, yetki ve sorumluluk alanları yasal temellere dayandırılıyordu. İlk Mili
Eğitim örgüt şemasının Tanzimat döneminde ortaya çıktığı, öğretmenlikle ilgili ilk yasal
düzenlemelerin kabul edildiği bir dönemdir. Yapılan reformlar, reformların dayanakları ve
ilkeleri açısından mektep ve medrese ayrımını körüklüyor, bu durumda ileride yeni çatışma
alanlarını ortaya çıkartıyordu.Tanzimat döneminde okullarda görev yapan öğretmenlerin
pek çoğu yetersizdi. Eğitimi tanımlayan en önemli kavramlardan biri ezber, diğeri ise sıkı
disiplindi. Karekter eğitiminin belirleyici ise, duvarda asılı duran sopaydı. Tanzimatçılar,
hedefleri olan merkeziyetçilik ile eğitim arasındaki bağlantıyı daha başta fark ettiler. 1830 ve
1840’larda başlayan ilkokul kurma girişimleri bunun göstergesidir (Findley, 1966: 140).
Müslüman Osmanlı’ların yeni tip okullar yaratma çabalarında karşılaştıkları belki de
en önemli sorun, din görevlilerinin mektep ve medreseler uzerindeki etkileriydi. Bu etki,
yapılan çabalara rağmen ortadan kaldırılamadı. Osmanlı reformcularının mektepleri ıslah
etme düşüncesi, 1840’lı yıllarda ortaya çıkmasına karşın, ilköğretimde sorumluluğun
Seyhulİslamlıktan Maarif Nezaretine verildigi 1916 yılına kadar ulemanın (Bilginlerin) bu
muktesep (kazanılmış hak) hakkına doğrudan müdahale etmedi. O zamana değin eğitim
reformcuları varolan mekteplerden daha üst düzeyde oldukları ileri sürülen iptidai gibi üst
düzeyde eğitim kurumları açmakla, eğitim araç-gereci sağlamakla yetindiler (Findley,
1996: 140).
Tanzimat döneminde açılan okullar, memleketin bir ihtiyacını karşılamaya yönelik
olmasına rağmen, bu ihtiyaçları karşılamaktan uzak özellikler gösteriyordu. Alanında
yeterli olmayan öğretmenler, sistemsiz ve plansız bir yapılanmada eğitim faaliyetlerini
sürdürüyordu. Ancak, sosyal yapının beklentileri bu uygulamayı zorunlu kılıyordu. Bu
uygulamaların amacı, geçmişe ait yanlış uygulamlardan kurtulmaktı (Turhan, 1997: 172).
Medrese, Tanzimat’a da karşı koydu. Tanzimat milli eğitim alanında medreseye
dokunmadı, fakat metoduna sadık kalarak onun yanında üniversite, ilkokullar ve
ortaokullar kurdu. Birbirini reddeden akılcı ve skolastik iki zihniyetin temsilcileri bir
arada ve aynı ödevlere sahip olarak bırakıldı. Medrese, teokrasinin, yeni okullar ise
çağdaşlaşmanın lideri oldu. Medrese ve ulema ilk fırsatta nüfuz ve hâkimiyetlerini
sınırlayan Avrupa örneğinde kurulmuş eş müesseselerden kurtulmak istediler. Doğu ile
Batı’nın yanyana yaşatılmak istenmesi bu devrede kesin şeklini aldı. Bu durum,
Devletin son günlerine kadar, ıslahat hareketleri belli ve değişmez meselelere uygun
olarak gerçekleşme yoluna girdi. Tanzimatla birlikte, birbirine tamamen zıt insan tipleri
yetişen bir dönem başladı. 1876 Anayasası’na kadar ve 1876 Anayasası dahil olmak
üzere Tanzimat Fermanı okunuşundan sonraki yirmi yıllık reform döneminde giriştikleri
belli başlı tasarıların hepsinin hedefi, Devletin bütünlüğünü korumaktı (Davison, 1997:
15). Heterojen yapıya sahip olan Osmanlı Devleti’nu koruma çabalarının gerekçelerinin
tartışılması bile anlamsızdı.
Tanzimat döneminde gerek eğitim yönetimi alanında gerekse de, eğitimin değişik
kademelerinde görülen sistematik hata, Avrupa’nın askeri, siyasi ve ekonomik
üstünlüğünü doğuran kültürel temeli hiç kimse ya görmemişti ya da görmek istemedi. Bu
çabaların göze çarpan en önemli özelliği, reformların sadece giriş özelliği göstermesiydi.
Arap ve İran’ın etkisi altında kalan medresenin devlet üerindeki hakimiyeti, Tanzimat
döneminde de aşılamadı. Batı medeniyetinin sahip olduğu eğitim kurumlarına Osmanlı
Devleti sahip olamadı. Bu durum hiçbir şey yapılamadığı anlamına gelmez. Tanzimat
döneminde yapılan yenilikler, daha önce yapılan yeniliklerden daha fazla öneme ve güce
sahiptir (Antel, 1940: 460-461).
Türk eğitim sisteminde 2004’lü yıllarda sorun olarak görülen, merkezileşme, atama
ve yükseltmelerde kayırma ve iltimas, yetki ve sorumluluk arasındaki dengesizlik,
kaynak yetersizliği, yenileşme uygulamalarındaki acelecilik ve inceleme ve araştırmaya
tabi tutmadan yeniliklerin uygulamaya konulması, Tanzimat döneminden başlayan ve
kuşaklara miras olarak kalan sorunlu uygulamalardır. Osmanlılar Avrupa’nın ilerlediği
dönemlerde teknolojiyi, gelişimi takip edemedi. Avrupa”ya ait araçların, kurumların,
yasaların gerekli olduğu inancı Osmanlı’da yer ettikten sonra yenileşme hareketleri
görüldü. Tanzimat dönemi’nde diğer yenilik hareketleriyle birlikte eğitim yönetimi
alanındaki uygulamalarda doğrudan Fransız modeli olarak alındı. Fransa’ya uygun olan
bu modeller hiç bir inceleme ve araştırmaya tabi tutulmadan, uyarlanmadan doğrudan
farklı bir yapı ve kültüre sahip olan Türk toplumuna uygulandı. Bu durum genelde,
günümüz kamu yönetiminin esasını oluştururken, özelde ise, eğitim sisteminin büyük,
hantal ve bürokratik yapısının oluşmasına ortam yarattı.
EKLER
Tanzimat döneminde eğitim alanında yapılan yenilikler
(1839-1876) (Akyüz, 1999: 387-388)
3 Kasım 1839
Tanzimat Fermanı’nın ilanı
Ocak 1845
Abdulmecid’in Eğitime önem verilmesi gerektiği hakkındaki
fermanı
12 Nisan 1845
Muvakkat Maarif meclisinin kuruluşu
Agustos 1845
İlk kadın ebelerin Tıbbiye’de yetiştirilmesi
8 Kasim 1846
*Mekatib-I Umumiye Nezaretinin kuruluşu
*Rüşdiyelerin açılıp çoğalmaya başlaması
Nisan 1847
Sıbyan mektebi hocaları için bir Talimat’in yayımlanması
1847-1850
Rüşdiyelerde usul-I cedid hareketlerinin başlaması
16 Mart 1848
Darulmuallimin-i Rüşdin-in açılması
Eylul 1848
Kemal Efendi’nin Mekatib-I Umumiye Nazırlığına atanması
1850
Darulmaarifin açılması
1 Mayis 1851
Darulmualliminin İlk Nizamnamesi
Temmuz 1851
Encümen-I Danışı’ın kuruluşu
Subat 1856
Islahat Fermanı’nın ilanı
15 Mart 1857
Maarif- Umumiye Nezareti (Eğitim Bakanlığı)nın kuruluşu
Kasim 1857
Mekteb-i Osmaninin Paris’te açılması
Ocak 1859
İlk Kız Rüşdiyesi olan Cevri Kalfa Rüşdiyesinin açılması
12 Subat 1859
Mekteb-i Mülkiye’nin açılışı (Siyasal Bilgiler Fakültesi)
Aralik 1860
Darulmuallimin-i Rüşdi ögrencilerinin bu okulun dışından
öğretmen atanmasının “usulsüz” olduğu şeklinde Sadrazama
dilekçe vererek, ilk kez mesleğin korunması yönünde, çok anlamlı
ve cesurca bir tepki göstermeleri
13 Ocak 1863
Darulfununda halka açık derslerle öğretime başlanması
Haziran 1863
Mithat paşanın Niş’de Islahhane adıyla okullar açmaya başlaması
16 Eylul
1863 Robert Kolejinin açılışı
Mart-Nisan 1864 Istanbul’da ilk kıraathanenin açılışı
Subat 1867
Fransa’nın, eğitimde yenileşmelere ilişkin olarak bir nota vermesı
Mayıs 1867
Askeri Tibbiye’nin içinde Mekteb-i Tibbiye’yi Mülkiye’nin açılması
21 Haziran 1867
Islahhaneler Nizamnamesi
1 Eylul 1868
Mekteb-i Sultan-i (Galatasaray Lisesi) nin açılışı
1869
Kiz Rüşdiyelerinin açılışı
1 Eylul 1869
Maarif- Umumiye Nizamnamesinin yayımlanması (Regulations for
General Education)
Subat 1870
Darulfun-un açılması (Universite)
Nisan 1870
Darulmuallimatin açılması
1870-1872
İlk mekteplerde usul-I cedit hareketlerinin başlaması
1873
Daruşşafaka’nın açılması
1874
Rehnuma-yi Muallimin-in basılışı (Selim Sabit Efendi)
1875
Tasrada Darulmuallimlerin açılmaya başlaması
Agustos 1876
II. Abdulhamit’in tahta çıkışı
KAYNAKÇA
AKYÜZ, Y. (1999). Türk Eğitim Tarihi, Başlangıçtan 1998’e (Gözden geçirilmiş 3.
baskı) İstanbul: Alfa yayınları.
ANTEL, S. (1940). Tanzimat Maarifi. İstanbul: Maarif matbaası.
BALCI, A. (2004). Türkiye’de Eğitim Yöneticii ve Eğitim Müfettişi Yetiştirme
Uygulamaları: Sorunlar ve Öneriler. Çağdaş Eğitim, Mart 2004, Sayı:
307 (22-40).
BAŞGÖZ, İ. ve and WILSON, H. (1968). Educational Problems in Turkey 1920-
1940. Netherlands: Indiana University Press.
BERKES, N. (2002). Türkiye’de Çağdaşlaşma. İstanbul: YKY yayınları.
Birinci Tertip Dustur, C. II. Pp. 231-244 (14 Mayıs 1870).
CEMALOĞLU N. (1999). Egitimde Yeniliklerin Uygulanmasını Etkileyen Faktörlerin
Analizi. Yayımlanmamış Doktora Tezi. Ankara: Gazi Üniversitesi.
Eğitim Bilimleri Enstitüsü.
DAVISON, R. (1997). Reform in The Ottoman Empire I.Cilt. Istanbul: Papirus yayınları.
EREN, A.C. (1970) Tanzimat, ‘IA’., C.11. 710, Istanbul: Papirus yayınları.
ERYILMAZ B. (1993), Kamu Bürokrasisi, İzmir : Akademi Kitabevi.
FINDLEY, C.V (1996). Kalemiyeden Mülkiyeye: Osmanlı Memurlarının
Toplumsal Tarihi. Istanbul: Numune matbaacılık.
GENCER, A. (1990). Tanzimat Fermanı’nın İlanı ve Tatbiki Meseleleri. 150.
Yılında Tanzimat.Istanbul: Aydınlar Ocağı Yayını.
HEPER, M. (1974) Bürokratik Yönetim Geleneği. Ankara, ODTÜ İdari Bilimler Fak.
Yay. No:23,
İNALCIK, H. (1993), Osmanlı Devleti. Toplumu ve Ekonomisi. İstanbul:Eren
yayınları, 1993)
KABAKLI, A.(1976). Bürokrasi ve Biz. Istanbul: Boğaziçi yayınlar.
KARPAT, K. (2001). The Politization of Islam. New York:Oxford University Press.
KAZAMIAS, A. (1966). Education and The Quest for Modernity in Turkey.
London: George Allen&Unwin Ltd.
KOÇER, H.A. (1987). Turkiye’de Modern Eğitimin Doğuşu. Ankara:Uzman yayınları.
LEWIS, B. (1996). Modern Türkiye’nin Doğuşu, (Genişletilmiş 6. baskı) (Çev: Metin
Kiratli). Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
MARDIN, Ş. (2000). The Genesis of Young Ottoman Thought: A Study in the Moder–
nization of Turkish Political Ideas. Syracuse: Syracuse University Press.
MA’OZ, M. (1968). Ottoman Reform in Syria and Palestine, 1840-1861. London:
Oxford University Press.
TUNAYA, T.Z. (1999). Batılılaşma Hareketleri. Istanbul:Yeni Gün yayınları.
TURHAN, M. (1997). Kültür Değişmeleri. (Genişletilmiş 3.basım). İstanbul: Marmara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi yayınları.
UNAT, F.R. (1964). Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış.
Ankara: Milli Eğitim Basımevi.
VELDET, H. (1989). Kamulaştırma Hareketleri ve Tanzimat Tanzimat I, Istanbul:
Numune matbaacılık.
WILLIAMSON, B. (1987). Educational and Social Change in Egypt and Turkey, A
Study in Historical Sociology. London: Macmillan Press.