« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

31 Eki

2011

YAHYA KEMAL’İN AÇIK DENİZ BAŞLIKLI ŞİİRİ ÜZERİNE GÖRÜŞ VE DÜŞÜNCELER…

Rıfat ARAZ 01 Ocak 1970

Yahya Kemal’in şiirlerindeki temel duygu ve düşüncelerin kaynağını gösteren,
O’nun hayata bakışının ve dünya görüşünün bir bakıma anahtarı mesabesinde olan “Açık
Deniz” başlıklı şiiri; sonsuzluk duygusunun hâkim olduğu mekânda “ilerleme”, mekânda
“genişleme”, mekânda “yayılma” ve “yaşama” idealinin tahassürlerinden neşet eden bir ‘iç
sıkıntısı’nın çığlığıdır. Mahzûn sınırların ötesinde kalan vatan topraklarının dinmeyen
feryâdı, bitmeyen ağrısıdır. Bu şiirde milletin mâzideki ideali, idrâki, iz’anı, irfânı yirminci
asrın duyuş ve telakkileriyle muhâkeme edilerek mukayeseli bir tarzda, ahenkli ve estetik
bir şiir diliyle ortaya konulmuştur. Şairin ruh haline hâkim olan bu ince melâl, bu sosyal iç
sıkıntısı; bir zamanlar dünya hâkimiyetini kuran ve yaşatan Osmanlı Devletinin çöküşüyle
birlikte aydınlarımız nezdinde başlayan, daha sonra da devam eden bir dağılma, bir yıkılış
psikolojisinin derin akislerini, estetik tahassürlerini taşır.
Açık Deniz başlıklı şiir, Yahya Kemal tarafından 1911 yılından 1925 yılına kadar
geçen on dört yıllık bir zaman zarfında işlenmiş ve üç bölümden teşekkül ettirilmiştir.
Beyitler halinde düzenlenen şiir; “aa, bb, cc, dd...” gibi mesnevî nazım şeklinde bir kafiye
örgüsüne sahiptir. Klasik Türk şiir geleneğine bağlı olarak yirminci asırda Türkçeyi, aruz
veznini ve şiir dilinin ahenk unsurlarını çok iyi bilen, bunu şiirlerine başarılı bir şekilde
yansıtan Yahya Kemal, şiirde hassaten kulağa ve gönüle hitap eden, bu itibarla da Türk
edebiyatına kalıcı şiirler bırakan usta şairlerimizden birisidir.
Açık Deniz adlı şiir, aruz vezninin;
Bal kan şe / hir le rin de / ge çer ken ço / cuk lu ğum
_ _ . / _ . _ . / . _ _ . / _ . _
Mef û lü / fâ i lâ tü / me fâ î lü / fâ i lün
kalıbıyla yazılmıştır. Hakiki kıvamına ancak bin yıl gibi uzun bir zaman diliminde
yetişerek millî bir hüviyet kazanan, haklı olarak da Türk aruzu adını alan bu vezinle şair,
kulağı ve gönlü dolduran ahenkli, anlamlı mısralaşmış melodiler terennüm etmiştir.
Devrine göre son derece tabiî, sade, pürüzsüz ve akıcı bir dil, şairin bu şiirinde kendisini
açıkça ortaya koyar ki bu durum, O’nun üslûbuna hâkim olan hareketliliğin, dinamizmin
ve canlılığın belirgin bir tezahürüdür.
Açık Deniz şiirinde, sonsuzluk ihtirasının ve bu ideale duyulan hasretin, birbiriyle
irtibatlandırılmak suretiyle verilmiş olması, bu şiirin Türk edebiyatı ile Türk kültür ve
san’at tarihindeki ehemmiyetini de ortaya koyar. Her ne kadar divan şiirinin tesirinde
kalarak, bir kısım şiirlerinde eski dilimizi kullanmış olduğu görülse de Türkçeyi: “Bu dil
ağzımda annemin sütüdür”1 diyecek kadar seven ve ona sahip çıkan Yahya Kemal,
1 Nihad Sâmi Banarlı, Şiir ve Edebiyat Sohbetleri 1, Kubbealtı Neşriyâtı , 2. Baskı, İstanbul 1982, s.167.
yaşadığı döneme göre Açık Deniz şiirinde vezin, kafiye ve iç ahengi kuvvetle duyuran
gösterişsiz, sade ve akıcı bir dil kullanmıştır. Şiirdeki bu üst dilin teşekkülüne ve mimarî
yapısına son derece hassasiyet gösteren şair; şiirde bediî tefekkür unsurları dediğimiz his,
fikir, hayal, inanç ve idealleri terennüm eden kelimeleri, kelime gruplarını ve kavramları
dikkatle seçer. “Yahya Kemal’in büyük önem verdiği ‘derunî ahenk’ kelimeler arasındaki
fonetik münasebetlerden doğduğu gibi, hisler, düşünceler ve hayaller de kelimelerden
doğar.”2 Bu kelimeler, şiirin muhtevî yapısına uygun mısra mimarisî ve şiire has
bölümlerin içinde ileriye, dâima ileriye doğru pürüzsüz ve ahenkli bir akış gösterirler.
Mısra, beyit ve bölümlerin yüklendiği muhtevî yapı, bir kısım şairlerin ısrarla kullandıkları
şiirde örtülü yahut kapalı söyleyişin hilafına o kadar sade ve açık, o kadar derin, hareketli
ve anlaşılır bir üslûp hususiyeti içinde işlenerek verilmiştir ki ses, kelime ve mısraların
derunî ahengiyle teşekkül ettirilen bu ihtişâmlı san’at, Türk edebiyatına Açık Deniz gibi
Süleymaniyede Bayram Sabahı gibi şâheserler kazandırmıştır.
Yahya Kemal’in sadece Açık Deniz şiirinde değil, diğer şiirlerinde de dil, şekil ve
muhteva unsurlarının kullanılmasında hiçbir zorlama ve sunîlik yoktur. Bu konuda
Mehmet Kaplan şunları söyler: “Halk şiirinden sonra, yüksek edebiyatta, bize sade ifade
ile derin ve güzel şiirler yazılabileceğini Yahya Kemal ispat etmiştir… Kelimeler vezne
uydurulmak için ezilip büzülmez. Cümle içinde kelimelerin yerleri, tabiî söyleyişe
uygundur.” Kullandığı şiir dilinin yapısını zihniyle ve kulağıyla dikkatle kontrol eden, sesi
şiirin esası olarak gören şâirin3, konuşulan Türkçe ile yazdığı ölçülü, ahenkli, anlamlı ve
estetik şiirlerinin edebiyatımız üzerinde uyandırdığı yankılar çok derin olmuş, bu durum
kendisinden sonra gelen şâirlerin üzerinde de derin tesirler bırakmıştır.
Vezinsiz, kafiyesiz, ahenksiz, anlamsız ve kural tanımayan şiire şiddetle karşı
koyan Yahya Kemal: “Şiirin nesirle de kabil olduğunu zannedenler gaflettedirler. Şiir
muhakkak vezinle ve kafiye ile vücuda gelir. Şiir musikinin hemşiresidir, âletsiz taganni
edilmez”4 diyerek hakiki şiirin dile ve şekle taalluk eden değişmez unsurları ile muhtevî
hususiyetlerini kesin çizgilerle belirler. Şairin şiir anlayışında; sesin, kafiyenin, redifin, iç
ahengin ve ölçünün yeri son derece büyüktür.5 Açık Deniz şiirinde olduğu gibi diğer
şiirlerine de hâkim olan derunî ahenk, onun şiirde mûsikîye verdiği önemin, bilhassa klasik
Türk musikîsine olan hayranlığının bir göstergesidir. Şiir dilinin, üstâdının elinde baştan
başa bir ahenge dönüşebileceğini:
Üstâd elinde ser-te-ser âhenk olur lisan
Mızraba ses verir kelimâtiyle tel gibi6
şeklindeki mısralarla ifade eder. Şair eski mûsikîye olan hayranlığını:
Çok insan anlayamaz eski mûsikîmizden
Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden”7
diyerek bir çok insanın eski mûsikîmizi gerçek mânâda anlayamadığını, bu mûsikîyi
anlayamadıklar için de kendisini ve kendisi gibi düşünenleri anlayamayacaklarını açıkça
2
Mehmet Kaplan, Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar 2, Dergâh yayınları, İstanbul 1987, 1. Baskı, s.280
3
Prof. Dr. Orhan Okay, “Yirminci Yüzyılın Başından Cumhuriyete Yeni Türk Şiiri,” Türk Dili Aylık Dil
Dergisi Türk Şiiri Özel Sayısı, IV Çağdaş Türk Şiiri, S.481-482 / OCAK – ŞUBAT 1992, s.293,301.
4 Mehmet Kaplan, Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar,2, Dergâh yayınları, İstanbul, 1987, s.281.
5 Dr. Rıfat Araz, Şiir İncelemeleri, Alp yayınları, Ankara 2005,s.122
6 Mehmet Kaplan a.g.e.s.252
7 Yahya Kemal, Kendi Gök Kubbemiz, İstanbul Fetih Cemiyeti, 11.Baskı, İstanbul 1997, s.40.
ortaya koyar. “Yahya Kemal’in şiirlerinde musiki fikri, hem tem, hem yapı unsuru olarak
önemli yer tutar.” 8 diyen Mehmet Kaplan, şairin şiirde önem verdiği musikiye işaret eder.
Nihad Sâmi Banarlı da Yahya Kemal’in şiir anlayışını: “Şiir, “ritm”in lisan haline
gelmesi, yani söyleyişin bir “musiki cümlesi” olabilmek sırrına ulaşmasıydı”9 şeklinde
özetler.
I.
Yahya Kemal’in şiirine başlık olarak seçtiği “Açık Deniz” sembolü, insanımıza
tarihî şuur içinde evrensel bir mâhiyet kazandıran, “sonsuzluk ihtirâsı”na ve “hudutları
aşma” iştiyâkına duyulan özlemin bir neticesidir.‘Hülyâ’, ‘hâyal’,‘akıncı ihtirası’,‘asırlarca
süren koşu’, ‘rüyâ’,‘fâtihane zan’, ‘ufuk’,‘sonsuz ufuk’, ‘mahzun ufuklar’, ‘deniz’, ‘engin
denizler’, ‘gökyüzü’,‘limân’,‘meydan’, ‘ruh’, ‘kıyı” gibi büyük bir hassasiyetle seçilen ve
şiirin kelime mimarisine itinayla yerleştirilen kelime ve kavramlar, hep bu sonsuzluk
idealinin ve ecdadın “akıncı ihtirası”nın saikıyla söylenmiş mazmunlardır.
Alman edebiyatına ve dehâsına Ortaçağ Cermenliğine yeniden dönüşü ve buna
özleyişi kazandıran romantizm anlayışı, İngiliz ve Fransız edebiyatını da derinden
etkilemiştir. Bilhassa Fransız şairlerini etkisi altına alan, hayata bakışıyla Yahya Kemal’e
de tesir eden İngiliz şairi Byron (1788–1824), İngiltere tarihinin en ihtişâmlı devresinde
yaşamasına rağmen, Ortaçağ Cermenliğine derinden bir özleyiş duymuş, bunu tasavvur
etmiş, şiirlerinde de bu millî romantizm iştiyakını dile getirmiştir. Yahya Kemal de Açık
Deniz şiirinde aynı özlemi, aynı hissiyatı derinden duyan bir şairdir.
Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum;
Her lâhza bir alev gibi hasretti duyduğum.
Kalbimde vardı "Byron"u bedbaht eden melâl
Gezdim o yaşta dağları, hulyâm içinde lâl,
Aldım Rakofça kırlarının hür havâsını,
Duydum, akıncı cedlerimin ihtirâsını,
Her yaz, şimâle doğru asırlarca bir koşu,
Bağrımda bir akis gibi kalmış uğultulu...
Mağlûpken ordu, yaslı dururken bütün vatan,
Rü'yâma girdi her gece bir fâtihâne zan.
Hicretlerin bakıyyesi hicranlı duygular,
Mahzun hudutların ötesinden akan sular,
Gönlümde hep o zanla berâber çağıldadı,
Bildim nedir ufuktaki sonsuzluğun tadı!
Bir gün dedim ki "istemem artık ne yer ne yâr!"
Çıktım sürekli gurbete, gezdim diyar diyar;
Gittim o son diyâra ki serhaddidir yerin,
Hâlâ dilimdedir tuzu engin denizlerin!10
Ecdadın üç kıt’a üzerinde fethettiği toprakların birer birer elden çıkması, Yahya
Kemal’i derin bir sosyal hüznün ve iç sıkıntısının içine düşürmüş, kendisini alev gibi
kavuran bu melâl ile ufuktaki sonsuzluğun tadını aynı gönül ikliminde birleştirerek
tefekkür etmiştir. Ecdat idealinin bir ifadesi olarak: “Her yaz şimâle doğru asırlarca bir
koşu”nun akislerini bağrında duyan, bu hasreti gerçekleştirememenin verdiği sosyal
ızdırapla: “Rü'yâma girdi her gece bir fâtihâne zan.” diyerek hudutları aşma ihtirasını
8 Mehmet Kaplan, Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar 2, Dergâh yayınları, Birinci Baskı,İst. 1987,s.252.
9 Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1978,s.1175
10 Yahya Kemal, Kendi Gök Kubbemiz, İst. Fatih Cemiyeti, Özal Matbaası, 11. Baskı, İst. 1997, s.14 -16.
rüyalarında ve “Bildim nedir ufuktaki sonsuzluğun tadı!”, “ Gezdim o yaşta dağları,
hulyâm içinde lâl,” diyerek muhayyilesinde yaşatmağa çalışan Yahya Kemal, bu duygu ve
tasavvurlarıyla adeta geçmiş hâlde yaşar gibidir.
Millî romantizmi, derinden tedkik ve tefekkür eden Yahya Kemal; siyasî, askerî,
içtimâi ve iktisadî bakımdan yıkılıp dağılan Almanya’nın, yeniden yükseliş sırrının millî
romantizm idrâkînden doğduğuna inanmıştı.11
“Byron’u bedbaht eden (bu) melâli”;
kalbinde, kendisini “Her lâhza bir alev gibi…” yakan tahassürle “Rakofça kırlarının hür
havasında”, “akıncı cedlerinin ihtirâsı”yla derinden duyan ve yaşayan şair; bir Iğdır, bir
Edirne, bir Van kadar bizim olan, İslâm olan, özünde Türk İslâm kültür ve medeniyetinin
güzelliklerini, değer ve dinamiklerini taşıyan ancak, birer birer kaybedilmiş Balkan
şehirlerinin hasretiyle kavrulur.
Eski Türk akıncılarının torunları, vatan haline getirdikleri topraklardan geri
çekilmek zorunda bırakılmıştır. Şairin Rakofça kırlarında dolaşırken : “bağrında uğultulu
bir akis gibi kalmış” olan “akıncı cedlerinin” gerçekleştirdikleri “her yaz, şimâle doğru
asırlarca bir koşu” maalesef hüzünle, acıyla, elemle son bulmuştur.12 Bu köklü, samimi ve
hayat bulmuş idealin, bu dinmeyen ihtiras ve iştiyâkın yerini:
Hicretlerin bakıyyesi hicranlı duygular,
Mahzun hudutların ötesinden akan sular,
gibi hüzün dolu, acı ve ızdırap dolu hasret duyguları doldurmuştur.
Batının “hasta adam” diye nitelendirdiği Osmanlı Devleti feci şekilde dağılmış,
Yahya Kemal ise bu dağılmanın son demlerini çocukluk döneminde bizzat görmüş ve
yaşamış bir şairdir. Önceden bize ait olan hudutlar ve bu hudutların ötesinde kalan sular
mahzun; asırlarca zaferden zafere akan ordu mağlup; sürekli toprak kaybına uğrayan
dolayısıyla da sosyal kurtuluş umudunu yitirmiş olan “bütün vatan yaslıdır”. Batının
uyanışına, toparlanışına, birlik ve beraberliğine, bilim, teknik ve teknolojik gücüne
çarparak çaresiz kalan “hasta adam”, gerçek ma’nâda kendini toparlayamamış, üç kıt’aya
hâkim olan koca bir imparatorluk maalesef parçalanmıştır. Bu itibarla “ufukları aşma”
ihtirası, “sonsuzluk” iştiyâkı gibi “içtimaî akıncılık” idealinin bu safhada
gerçekleşememesi hakikati, derin bir tarih şuuruna sahip olan Yahya Kemal’de sosyal bir
hüzne, dinmeyen bir ağrıya dönüşerek O’nu bedbin, sıkıntılı bir psikolojik yapının içine
sürüklemiş ve başka arayışlara sevk etmiştir. “Duydum, akıncı cedlerimin ihtirâsını,”,/
“Her yaz, şimâle doğru asırlarca bir koşu,”/ “Bildim nedir ufuktaki sonsuzluğun tadı!”;/
“Gittim o son diyâra ki serhaddidir yerin,” / “Hâlâ dilimdedir tuzu engin denizlerin!” gibi
eskilerin “mısra-ı berceste” dedikleri tek başına değer ve mânâ ifade eden müstakil
mısralar ile:
Mağlûpken ordu, yaslı dururken bütün vatan,
Rü'yâma girdi her gece bir fâtihâne zan.
….
Bir gün dedim ki "istemem artık ne yer ne yâr!"
Çıktım sürekli gurbete, gezdim diyar diyar;
11 Nihad Sâmi Banarlı, Şiir ve Edebiyat Sohbetleri 2, Kubbealtı Neşriyâtı, İstanbul 1982, s.25.
12
Sermet Sami Uysal, Şiire Adanmış Bir Yaşam Yahya Kemal Beyatlı, Yahya Kemal’i Sevenle Derneği
yayınları, İstanbul 1998, S.65
şeklinde tarihî şuurun, idealizmin, sonsuzluk duygusunun, hasret, hüzün, melâl ve iç
sıkıntısının hâkim olduğu beyitlerde hep bu arayışları görüyoruz. Derûnî ahenge sahip bu
mısra ve beyitlerde şiirin dil ve muhtevasına sirayet eden “akıncı” ve “rindane” duygu ve
düşünce terennümleri, O’nda “dünyayı” ve “sonsuz ufukları” aşma iştiyakına duyulan
derin bir özlem hâlinde akseder. Yahya Kemal’in sadece “Açık Deniz” başlığını taşıyan bu
şiirinde değil hemen bütün şiirlerinde sıkça rastlanan “deniz”,”ufuk”, “gök” gibi enginliği,
genişliği, sınırsızlığı, aktifliği, hareketliliği ve dinamizmi gerekli kılan motifler, O’nun
ufuklara sahip olma, o sonsuzluk tadını tekrar duyma özleminin bir tezahürüdür.
İdealist ve dinamik bir iç yapıya sahip olan Yahya Kemal’in, bu duyuş ve düşünüş
yaklaşımında; “ufuktan ufuklara”, “enginden enginlere” doğru kanat açan taze bir söyleyiş
güzelliği, ince bir san’at estetiği vardır. Ecdâdın, Allah’ın rızasını kazanma yolunda gerek
dışta ve gerekse içte gerçekleştirdiği “İ’lâ’yı Kelimetullah” inancını, kısmen de olsa Yahya
Kemal’in bir akıncı idealizmiyle hissedip söylediği:“Cihân vatandan ibârettir
îtikadımca.”13 tefekküründe buluyoruz. Bu seciyede, bu duyuş ve tezekkürde başlangıçtan
buyana bir milletin yüksek inancı ve içtimaî karakteri vardır. Yahya Kemal’in özlemini
duyduğu bu ideal, Oğuz Kağan’ın:
“...
Demir kargı olsun orman
Av yerine yürüsün kulan
Daha deniz daha müren
Güneş bayrak gök kurukan” 14
şeklindeki söyleyişinde yatan ‘cihâna hâkim olma’ mefkûresinden pek de farklı bir duyuş
ve düşünüş değildir. Gökyüzünü ülkesinin çadırı, güneşi ise bu ülkenin bayrağı olarak
tahayyül eden Oğuz, görünen ve görünmeyen ufukları aşmayı kendisine hedef edinmiş, bu
hedefi aynı zamanda oğullarına, beylerine de gösteren gerçek ma’nâda bir cihân
hâkimidir.15 Tarih içinde yaşanan bu ideal, eren tipi dediğimiz gönül erlerinde içe
yönelerek, iç âlemde ilerleyerek kendini aşma, başka bir âlemde ilâhî varlığa kavuşma
şeklinde tezahür eder. Ancak burada hemen şunu belirtelim ki bahse konu gönül erlerinin
bu şekildeki duyuş ve hayat tarzı, Yahya Kemal’in ne yaşantısında, ne de sahip olduğu
idealde kesinlikle görülmez. Sözü edilen dünya görüşü ve hayat tarzı, fizikî âlemi aşarak
metafizik âlemde ilâhî varlığa kavuşma iştiyâkıdır ki bu durum, Yahya Kemâl’in ileri
sürdüğü idealde, sadece fizikî âlemle sınırlıdır. Bazı araştırmacılar, Mehlika Sultan şiiriyle
Yahya Kemal’deki sonsuzluk iştiyakını tasavvufî bir görüşe bağlamak istemişlerse de bu
duyuş ve telakkiler şairde sathî kalmıştır.16
İnsanları nefis tezkiyesinden geçirmeyi, sıkı bir manevî terbiyeye tabi tutarak gönül
denilen ilâhî mekânı, maddeden arınmış saf ve tertemiz kılmayı, sırf Allah’ın(cc) rızasını
kazanmak için gaye edinen, onların duygularını ve düşüncelerini olgunlaştıran gönül
meclislerinde bütün varlıkları:
“Elif okuduk ötürü, pazar eyledik götürü.”
Yaradılmışı hoş gördük, Yaradan’dan ötürü”17
13 Yahya Kemal, Kendi Gök Kubbemiz, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul, 11.Baskı, s.84.
14 Mehmet Kaplan, Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar, 1,Dergâh Yayınları, İst., 1976,s.13.
15 Dr. Rıfat Araz, Şiir İncelemesi, Alp Yayınevi, Ankara 2005,s. 306.
16 Mehmet Kaplan, Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar 2, Dergâh Yayınları, İst., 1987, s.262-263.
17 Ahmet Kabaklı, Yunus Emre, Toker Yayınları, İstanbul, 1972,s.21.
şeklindeki söyleyişle “Yaradan’dan ötürü yaratılmışı hoş gören,” bundan ötürü de ırk,
renk, dil, din, mezhep, meşrep ve milliyet ayrımı gözetmeksizin bütün insanlığı hâttâ bütün
bir mahlûkatı sevgiyle kucaklamak esastır. Bu hayat tarzında, büyük cihatla nefisi aşma;
yaratılmış cümle varlığı sevip, dirliği, birliği ve beraberliği koruma; bununla da görünen
âlemin ötesindeki görünmeyen ebedî âlemle münasebet kurma inanç ve ahlâkı vardır.“Ben
gelmedüm dâ’vi içün benüm işüm sevi içün /Dostun evi gönüllerdür gönüller yapmağa
geldüm”18 diyen Yûnus, bu dünyaya sevmek için, dostun evi olan gönülleri yapmak için
geldiğini söylüyor.
Yahya Kemal, idrak ettiği zaman diliminde gerçekleşmeyeceğine kani olduğu dış
âlemdeki “sonsuz ufuklara” sahip olma idealinin tahassürüyle: “Rü'yâma girdi her gece bir
fâtihâne zan.”/ “ Gönlümde hep o zanla berâber çağıldadı / Bildim nedir ufuktaki
sonsuzluğun tadı!” gibi söyleyişlerinde rüyâların, hayallerin sınırsızlığına kendisini bırakır.
Bu bakış, duyuş ve yaşayış tarzı, farklı bir psikolojik boyutta ve farklı bir anlam yapısıyla
Fuzûlî’de de kendisini gösterir. XVI. Asırda Bağdat havalisinde yaşayan büyük divan
şairimiz Fuzûlî ;
“Gelün ey ehl-i hakikat çıhalum dünyadan
Gayri yerler gezelüm özge safâlar görelüm”19
gibi derin ve lirizm yüklü ifadeleriyle, içinde yaşadığı acı ve ızdırap dolu hayattan kaçıp
kurtulmanın; kendi “ben”ini ve dünyayı aşarak, görünen âlemin dışında, ötelerde var
olduğuna inandığı fizikötesi bir âleme sığınmanın özlemindedir. Mutasavvıf şairlerimizden
Galib Dede de, can ışığının can iklimindeki yükselişini müteakip, gök kubbenin fânûsuna
bile sığmadığını;
“Bir şu’lesi var ki şimdi cânın
Fânûsuna sığmaz âsmânın”20
mısralarıyla ortaya koyarken “veli”, “eren” tipinin bütün varlığı, dolayısıyla da insanlığı
üniversal insanlık fikriyle kucakladığına dikkat çekmektedir. Ancak yukarıda da işaret
ettiğimiz gibi Yahya Kemal’de gördüğümüz “sonsuzluk duygusu” “ufukları aşma iştiyâkı”
tasavvuf anlayışında gördüğümüz bu yapıdan çok farklıdır. Yahya Kemal’de bu duygu,
düşünce ve tasavvurlar, kısmen maddeden ma’nâya geçiş gibi bir temayül gösterseler de
derin bir özlemin ifadesi olmaktan öteye geçmezler.
II.
Garbin ucunda, son kıyıdan en gürültülü
Bir med zamânı, gökyüzü kurşunla örtülü,
Gördüm deniz dedikleri bin başlı ejderi;
Gördüm güzel vücûdunu zümrütliyen deri
Keskin bir ürperişle kımıldandı anbean;
Baktım ve anladım ki o ejderdi canlanan.
Sonsuz ufuktan âh o ne coşkun gelişti o!
Birden nasıl toparlanarak kükremişti o!
Yelken, vapur ne varsa kaçışmış limanlara,
Yalnız onundu koskoca meydan ve manzara!
18 Faruk K.Timurtaş, Yunus Emre Divanı, Tercüman 1001 Temel Eser, 1, s.34.
19 Ali Nihad Tarlan, Fuzulî Divanı, İstanbul, 1950, s.217.
20
Abdülbâki Gölpınarlı, Şeyh Galib Divanı’ndan Seçmeler,Kültür ve Turizm B.Yay. Ank. 1985,s.38.
Yalnız o kalmış ortada, âsî ve bağrı hûn,
Bin mağra ağzı açmış, ulurken uzun uzun,
Sezdim bir âşinâ gibi, heybetli hüznünü!
Yahya Kemal, Atlas Okyanusunun kıyısında bir med zamanı, denizin o anki
kabarmış, heybetli görünümü; hareketli, fırtınalı, dalgalı yapısıyla, Osmanlının bir
zamanlar sahip olduğu büyüklük, enginlik derinlik ve genişlik hususiyetleri arasında
muhayyilesine dayalı bir bağ kuruyor. Deniz dalgalarının kıyıyı adeta yutmak istercesine
biteviye dövmesini, kıyıyı alma ve aşma cehtini, ecdadın sınırlı olanı aşma idealiyle
birlikte tahayyül eden şair, bin başlı ejder olarak nitelendirdiği denizin bu heybetli
yapısında Osmanlı devletinin fetih dönemlerindeki muhteşem yapısını görür. Şiirde
sonsuzluğu ve hüznü terennüm eden ses ve ahenk unsurları, kıyıyı döven dalgaların
çıkardığı hüzün dolu sesler ve ahenkle adeta kaynaştırılarak aynı anda ve aynı hasret
çığlıklarıyla birlikte duyurulur. Şair, teşhis sanatıyla kişileştirdiği okyanusun şahsında, üç
kıt’aya hâkim olan ‘akıncı cedlerin’ ihtirasını duyuyor ve bu idealin tahassürüyle
kıvranıyor. Sonsuz ufuklardan coşkuyla gelip yeryüzünü alma ihtirasıyla kıyıları döven ve
“bin başlı ejder’e teşbih edilen deniz, şairin muhayyilesinde bir zamanlar ufukları aşan
Osmanlı Devletidir.
Yahya Kemal, diğer şiirlerinde olduğu gibi, bir bakıma kendi hayatı ile Türk
kültür ve medeniyetinin tefekkürünü yansıtan Açık Deniz başlıklı şiirinde de hayal ve
masal unsurlarına çokça yer verir. Bu şiirin ilk mısrasından itibaren bir masal anlatımının
içine giren şair; di’li geçmiş ve miş’li geçmiş fiillerle, kullandığı kelime ve terkiplerle
şiirde esasen belli olan zaman ve mekânı yer yer masallardaki belirsizliğe doğru iter.
Gördüğü manzara her ne kadar Fransa kıyıları ise de “Garbin ucunda, son kıyıdan en
gürültülü” mısraında geçen “Garbın ucu… son kıyı”; “Bir med zamânı, gökyüzü kurşunla
örtülü,” mısrasında “Bir med zamanı…” ; Sonsuz ufuktan âh o ne coşkun gelişti o!”
mısrasında “Sonsuz ufuk…” gibi bizde, masallarda geçen müphem mekân ile zaman
mefhumunu çağrıştıran ifadeler şairi, gerçek zaman ve mekândan uzaklaştırarak adeta bir
masal dünyasının içine çeker.
Hakiki mekândan ve zamandan kaçış, özellikle şiirin bu ikinci bölümünde bir
masal mahlûku olarak tasavvur ve tasvir edilen “bin başlı ejder”le çok daha belirgin bir hal
alır. Merhum Ahmet Kabaklı da: “Görülüyor ki ‘güzel vücudunu zümrütleyen derisi,
keskin ürpermelerle kımıldanışı (dalgalanışı), sonsuz ufuktan coşkun gelişi, kükreyişi,
herkesi kaçırıp ortada tek ve yegâne kuvvet olarak kalışı, mağara genişliğinde ağzı ve o
ağzın korkunç ulumaları’ ile bu deniz masallarının “bin başlı ejder”inden başka bir şey
değildir.”21 diyerek konuya aynı zaviyeden bir açıklık kazandırır.
Okyanusun bin başlı ejder olarak tasavvur edilmesi, yahut tahayyül edilen ve
tasviri yapılan bu varlığın heybetli görünümünü yansıtan bir takım niteliklerle Osmanlı
Devletinin sahip olduğu hasletler arasında benzerliklerin kurulması; keza, şiirde bu
tasavvurla yapılan tasvir, mecaz ve benzetmelerin çok canlı bir şekilde ve ahenkli bir üst
dille aktarılmış olmasındaki ustalık bir yana; bir masal, bir destan ve bir mitoloji mahlûku
olan ejderin, gerek bu tür edebî metinlerde ve gerekse tasavvuf muhitinde hassaten
kötülüğü temsil eden bir motif olarak karşımıza çıktığı hususu da bir gerçektir. Oğuz
Kağan Destanında Oğuz’un bir ejder yahut canavarla olan mücadelesine yer verilir.22 Üç
başlı yahut yedi başlı ejderha, aynı adları taşıyan masallarımızda geçen ve efsanevî
21 Ahmet Kabaklı, Şiir İncelemeleri, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul 1992, 1. Baskı, s.248.
22 Nihâd Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1971, s. 18.
hususiyetlere sahip kötü bir yaratıktır. Altay mitolojilerinde “Yelbegen” adlı yedi başlı
dev, gökteki ayı yiyip yutan mitolojik bir canavardır. Billur Köşk Masalları ile bir kısım
efsanelerde suyun başını tutan veya kutsal addedilen bir hazineyi koruduğu varsayılan çok
başlı dev yaratıklar vardır. Keza, “ejder/ejderha” tasavvuf muhitinde genellikle kötü nefsin,
diğer bir ifadeyle nefs-i emmarenin remzidir. Bu tür metinlerde Nefs-i emmareyi tezkiye
etmenin zorluğu, bir bakıma çok başlı ejderha ile yapılan mücadeleye teşbih edilir. Millî
şairimiz Mehmet Akif, Batı medeniyetini kastederek: “Ulusun korkma nasıl böyle bir
imanı boğar/ Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar.” demiyor muydu? Peki Yahya
Kemal san’at, kültür, hikmet ve tefekkür dünyamızda dâima kötülükleri ile anılan,
“Yelken, vapur ne varsa kaçışmış limanlara,”/ “Yalnız onundu koskoca meydan ve
manzara! / “Yalnız o kalmış ortada, âsî ve bağrı hûn,/ Bin mağra ağzı açmış, ulurken uzun
uzun” gibi mısralarda da heybetli oluşunun dışında, ecdadın kimlik ve kişilik yapısıyla
bağdaşmayan vahşeti, âsiliği ve kan dökücülüğüne dair hasletleriyle tasviri yapılan bu
mahlûkla, Osmanlı Devleti neden hatırlatılmak istenmiştir?.. Biz, usta şairin bu
yaklaşımında, Batı şiirinin derin tesiri altında kaldığı kanaatini taşımaktayız.
Küba asıllı bir Fransız şair olan Heredia’nın “Androme’deau Monstre” adlı
şiirinde geçen:
Kapalı bir havada çakan bir şimşek parıltısı gibi
Tirşe renkli binlerce vahşi ağzını açıp coşkuyla esneyen(deniz)
şeklindeki deniz ve tabiat tasviri, Yahya kemal’in Açık Deniz şiirindeki denizle ilgili
görüntüyü ve yapılan tasviri çağrıştırır.23 Yine aynı Fransız şairin “Mer Montante” (=
Kabarmış Deniz) şiirinde:
“Birbiri ardınca kudurmuş bir çoğunlukla
Köpük köpük yeleleriyle tirşe renkli dalgalar
Uzakta, sisler içindeki sulara boğulmuş
Sığ kayalıkların tepelerine kulakları sağır eden
Bir gök gürültüsüyle
Sanki tuğlar dikerek dökülüyorlardı.”24
şeklinde geçen ifadelerdeki denize ait mecazlar, teşbihler ve tasvirler, Yahya Kemal’in
Açık Deniz şiirinde de aynı ilham, aynı renk, aynı mecaz ve teşbih unsurlarıyla ifade
edilmiştir. Keza, Heredia’nın “Nessus” başlıklı şiirinde:
“Ben, güneş altında başıboş, tek başına
Gönlünce günlerini geçirerek
Kimi zaman da burun kanatlarımın soluduğu
Gezintimi ya da rüyamı tedirgin eden
Epir kısraklarının havaya yaydığı
Coşkun kokuda büyüdüm”
şeklinde yapılan tabiat tasviri ve rüya motifi, Açık Deniz şiirinin birinci bölümünde şairin
çocukluk hatıralarının geçtiği mekânı bize hatırlatır.25 Yahya Kemal de Heredia’nın
23
Sermet Sami Uysal, Şiire Adanmış Bir Yaşam Yahya Kemal Beyatlı, Yahya Kemal’i Sevenle Derneği
yayınları, İstanbul 1998, S.340,341.
24 Sermet Sami Uysal, a.g.e.,s.341.
25 Sermet Sami Uysal, a.g.e.,s.342.
kendisi üzerindeki tesirini: “Heredia’nın derli toplu eserine bağlanmak hayatımın en
esaslı bir tâlihi olduğunu itiraf edeyim. Avrupa’nın klâsikleri ve romantikleri ne vücûda
getirmişlerse onda sıkı bir imbikten geçirilmiş haldeydi….Her sonnet’si üzerinde bir iki ay
kalıyordum.”26 diyerek gizlemez. Esasen Yahya Kemal’in, Sessiz Gemi başlıklı şiirinde de
yine batı şiirinden belirgin bir şekilde etkilendiğini biliyoruz.27
III.
Rûhunla karşı karşıya kaldım o med günü,
Şekvânı dinledim, ezelî muztarip deniz!
Duydum ki rûhumuzla bu gurbette sendeniz.
Dindirmez anladım bunu hiç bir güzel kıyı;
Bir bitmeyen susuzluğa benzer bu ağrıyı.
Yahya Kemal, ikinci bölümde yaptığı tabiat, deniz tasvirine, şiirin bu üçüncü
bölümünde de devam ederek şiirini tamamlıyor. Teşhis sanatıyla şahıslandırdığı deniz ile
kendi ruhu arasında kurduğu yakınlıkta onun şikâyetlerini dinleyen şair; kendisinin de tıpkı
deniz gibi sonsuzluk hasretiyle kıvrandığını: “Bir bitmeyen susuzluğa benzeyen bu ağrıyı”
“hiçbir güzel kıyının dindiremeyeceğini” söyleyerek ortaya koyar.
Destanlar döneminden başlayarak, Orta Asya’dan Anadolu’ya ve üç kıt’a üzerine
akıp gelen ecdadın, bu geniş vatan toprakları üzerinde kurduğu kültür ve medeniyetin
ihtişamını bilen, bundan ötürü de bizzat yaşanılmış olan bir coğrafya ile birlikte kaybedilen
değer ve dinamiklerin özlemiyle de kıvranan Yahya Kemal, tıpkı: “O med günü ruhuyla
karşı karşıya kaldığı ve şikâyetini dinlediği ezeli muzdarip deniz” gibi hasret ve hüzünle
kabına sığmamış; içine düştüğü bu sosyal iç sıkıntısı, bu derin melâl; O’nu zaman zaman
farklı arayışların içinde gerçek âlemden alarak bir rüya ve hayal âleminin, hattâ bir masal
dünyasının içine çekmiştir.
Şiirin bütünlüğüne başarıyla sindirilen “sonsuzluk” mefhumu ve buna duyulan
sosyal “iç sıkıntısı”, esasen Yahya Kemal’in “Nizâm-ı âlem”28 mefkûresine, duyduğu derin
bir tahassürün tezâhürlerinden başka bir şey değildir.
Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum;
26 Sermet Sami Uysal, a.g.e.,s.344.
27
Doç.Dr.Nedim Kula, XIX. Yüzyıl Fransız Şiiri Üzerine İncelemeler, Kültür bakanlığı Yayınları, Türk
Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 2002,s.7.
28 Prof.Dr.Osman Turan, Türk Cihân Hakimiyeti Mefkûresi Tarihi,Turan Neşriyat Yurdu,İST.1969,s.1,41.

Her lâhza bir alev gibi hasretti duyduğum.
Kalbimde vardı "Byron"u bedbaht eden melâl
Gezdim o yaşta dağları, hulyâm içinde lâl,
Aldım Rakofça kırlarının hür havâsını,
Duydum, akıncı cedlerimin ihtirâsını,
Her yaz, şimâle doğru asırlarca bir koşu,
Bağrımda bir akis gibi kalmış uğultulu...
Mağlûpken ordu, yaslı dururken bütün vatan,
Rü'yâma girdi her gece bir fâtihâne zan.
Hicretlerin bakıyyesi hicranlı duygular,
Mahzun hudutların ötesinden akan sular,
Gönlümde hep o zanla berâber çağıldadı,
Bildim nedir ufuktaki sonsuzluğun tadı!
Bir gün dedim ki "istemem artık ne yer ne yâr!"
Çıktım sürekli gurbete, gezdim diyar diyar;
Gittim o son diyâra ki serhaddidir yerin,
Hâlâ dilimdedir tuzu engin denizlerin!
Garbin ucunda, son kıyıdan en gürültülü
Bir med zamânı, gökyüzü kurşunla örtülü,
Gördüm deniz dedikleri bin başlı ejderi;
Gördüm güzel vücûdunu zümrütliyen deri
Keskin bir ürperişle kımıldadı anbean;
Baktım ve anladım ki o ejderdi canlanan.
Sonsuz ufuktan âh o ne coşkun gelişti o!
Birden nasıl toparlanarak kükremişti o!
Yelken, vapur ne varsa kaçışmış limanlara,
Yalnız onundu koskoca meydan ve manzara!
Yalnız o kalmış ortada, âsî ve bağrı hûn,
Bin mağra ağzı açmış, ulurken uzun uzun,
Sezdim bir âşinâ gibi, heybetli hüznünü!
Rûhunla karşı karşıya kaldım o med günü,
Şekvânı dinledim, ezelî muztarip deniz!
Duydum ki rûhumuzla bu gurbette sendeniz.
Dindirmez anladım bunu hiç bir güzel kıyı;
Bir bitmeyen susuzluğa benzer bu ağrıyı.
Yahya Kemal BEYATLI

Ziyaret -> Toplam : 125,34 M - Bugn : 99593

ulkucudunya@ulkucudunya.com