Mondros Mütarekesi' ne Göre İtilaf Devletleri İşgallerinin Başlaması
01 Ocak 1970
30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi'nin son maddesi, bu vesikanın bir gün sonra öğlen saat 12'den itibaren yürürlüğe gireceği, dolayısıyla taraflar arasında dört yıldan beri devam eden mücadeleyi sona erdireceğine dairdi. Geri hizmetlerdeki birlikleriyle mevcudu 400 000 kişiyi bulan Osmanlı ordusuna, mütareke hükümleri 31 Ekim saat 18'de Sadrazam Ahmet İzzet Paşa tarafından yapılan bir tamimle resmen duyuruldu ve kati surette mütareke şartlarına göre hareket etmeleri istendi. İtilâf devletleri, kendilerini 4 yıl uğraştıran Türk milletini ezme ve bağımsızlığını elinden alma fırsatını elde ettiklerini sanarak, memleketin dört bir yanından derhal işgallere başlamışlardır. Zaten mütareke hükümlerine bakıldığında, ordu ve donanmanın terhisinin yanı sıra, önemli geçitlerin ve stratejik noktaların işgal edilmek istendiği hemen dikkatleri çekiyordu. İtilâf devletleri bu şekilde davranarak, Türk milletini en kolay bir şekilde etkisiz hale getirmeyi plânlıyorlardı. Tamamen haksız ve insafsız bir şekilde gerçekleştirilen işgalleri şu başlıklar altında incelemek mümkündür:
Mustafa Kemal Paşa ve İşgaller Karşısındaki Tutumu
Mütarekenin imzalandığı gün, Mustafa Kemal Paşa, karargâhı Adana'da bulunan Yıldırım Orduları Grubu Kumandanlığı'na tayin edilmişti. Gelişmeler karşısında umutsuz olmayan Paşa'ya göre, emri altındaki ordular takviye edildiği takdirde, "bütün felaketlere rağmen Türk'ün sesini" işittirmesi mümkündü. Bu nedenle komutayı devr alır almaz, birliklerini yeniden işe yarar bir duruma getirme çabasına girişmiştir. Ancak Mustafa Kemal Paşa'nın gayretleri boşunaymış gibi görülüyordu. Zira bu sıralarda Sardarazam ve Başkomutanlık Kurmay Başkanı olan Ahmet İzzet Paşa, imzalanmış olan mütarekenin hükümlerini bildirmiş ve "her ordunun kendine ait hususları" hemen uygulamasını istemiştir. Mustafa Kemal Paşa, bu hükümler aynen uygulandığı takdirde, bütün vatanın işgal ve istila edilebileceğini gerekenlere anlatmaya çalışmıştı. Ancak İngilizlerin İskenderun'u işgal etmek istemeleri karşısında, İstanbul'un takındığı tavır, Mustafa Kemal Paşa'nın büyük tepkisini çekmiştir.
3 Kasım 1918 tarihinde Sadrazam İzzet Paşa, Yıldırım Orduları Grubu Kumandanı Mustafa Kemal Paşa'ya çektiği telgrafta, İngilizlerin İskenderun'u "işgal etmeye hakları bulunmadığını, bununla beraber şehre zorla girmek isterlerse, 'üzerimize ateş etseler dahi' karşılık verilmemesini, durumun sadece İngilizler katında protesto edilmesini" bildirmiştir. İstanbul hükümetinin bu teslimiyetçi tavrına büyük tepki gösteren Mustafa Kemal Paşa, 6 Kasım'da verdiği cevapta işgaller karşısındaki tavrını şu şekilde izah etmiştir: "İskenderun'a her ne sebep ve bahane ile olursa olsun çıkacak askerlere ateş açılacağını, İngilizlerin tekliflerini ve bu husus için verilecek emirleri yerine getiremeyeceğini" bildirerek, yerine başka bir komutan tayinini istemiştir. Ancak mesele daha fazla uzamadan önemli gelişmeler olmuştur. Nitekim İstanbul hükümeti 7 Kasım tarihinde Yıldırım Orduları Grubu'nu lağvederek, kendisini Harbiye Nezareti emrine vermiş, böylece İtilâf devletlerinin girişimleri karşısında bir kez daha geri adım atmış oluyordu. Bu durum karşısında Mustafa Kemal Paşa silahlı direniş emrini uygulama fırsatını bulamamakla beraber, İskenderun'un işgali başlamadan önce birliklerini silah ve cephaneleriyle geri çekmeye muvaffak olabilmiştir. 10 Kasım günü komutanlığı, 2. Ordu Komutanı Nihat Paşa'ya devrederek İstanbul'a hareket etmiştir.
Musul Bölgesi'nin İşgali
İngilizler mütarekenin yürürlüğe girmesinden sadece bir gün sonra, haksız işgallerini gerçekleştirmek için harekete geçmişlerdir. Nitekim bölgedeki İngiliz kuvvetlerinin komutasını elinde bulunduran General Marshall, 1 Kasım 1918 tarihinde birliklerine Musul'u işgal etmek için gerekli emri vermişti. Oysa bu tarihte İngiliz kuvvetleri, Musul'un 60 km güneyinde bulunuyorlardı. Ancak General Marshall'dan aldığı emri yerine getirmek üzere hareket eden İngiliz Tümen Komutanı General Cassel, 2 Kasım'da Altıncı Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa'ya bir mektup göndererek, o gün saat 12'den itibaren Musul'u işgal edeceğini, kan dökülmesine meydan vermemek için Türk kuvvetlerinin Musul'dan 5 mil geri çekilmesini istiyordu. General Marshall'ın aynı gün Ali İhsan Paşa'ya gönderdiği yazı daha da ilginçti. İngiliz Generali, mütarekenin 25. Maddesine göre çarpışmanın durdurulması hususunu tam vaktinde ordusuna bildirdiğini, fakat aynı mütarekenin 7. Maddesi gereğince Musul'u işgal etmek hakkına sahip olduğundan, askerlerine bu hususta gerekli emri vermiş bulunduğunu, bundan başka 16. Madde uyarınca da, Irak'ta bulunan bütün Türk garnizonlarının, yakınlarında bulunan İtilaf devletleri komutanına teslim olmaları gerektiğini söylüyor ve Türk kuvvetlerinin Nusaybin'e kadar geri çekilmelerini talep ediyordu.
Ali İhsan Paşa buna verdiği cevapta, mütarekede Musul'un işgaline dair bir hüküm bulunmadığını ve dahası 7. Maddenin yürürlüğe konulması için de ortada herhangi bir sebep olmadığını bildirmiştir. Marshall'ın bu mektuba verdiği cevap, İngiliz Harbiye Bakanlığı'nın Musul'un işgalini emrettiğini, bu talebe uyulmadığı takdirde, savaşmaktan başka bir yol olmadığı konusundaydı. Bu anlaşmazlık karşısında Ali İhsan Paşa durumu İstanbul'a bildirmiştir. Ama Sadrazam Ahmet İzzet Paşa'nın verdiği cevap, Marshall'ın ifadelerinden daha az ilginç değildi: "İngiliz hükümeti isterse bütün memleketi barış zamanında da işgal edebilir. Çünkü karşı koyacak hiçbir kuvvetimiz yoktur." İzzet Paşa'nın 8 Kasım'da gönderdiği ikinci bir yazı daha kesin hükümler içeriyordu: "Mütarekenin 7. Maddesi gereğince Musul'un boşaltılması ve İngilizlerin göstereceği hatta kadar Türk kuvvetlerinin geri çekilmesi." Esasen Musul bir gün önce Türk kuvvetleri tarafından terk edilmeye başlanmıştı. Çünkü 7 Kasım'da Altıncı Ordu Komutanı, İngiliz generalleriyle yaptığı toplantıda, onların bu konudaki kararlılıkları karşısında yeni bir savaşın başlamasına sebebiyet vermek istememesi sebebiyle birliklerine geri çekilmek emrini vermiş, ancak konuyla ilgili protestoda bulunacağını ifade etmişti.
İngilizler 7 Kasım gecesi verdikleri ültimatom niteliğindeki bir yazının ardından, 8 Kasım 1918 sabah saatleriyle birlikte harekete geçmişler ve bir İngiliz müfrezesi Musul hükümet konağındaki Türk bayrağını indirmek suretiyle, yerine İngiliz bayrağını çekmişti. Ahmet İzzet Paşa'nın Musul'un boşaltılmasına dair emrini, Ali İhsan Paşa Nusaybin'e doğru çekilirken almıştı. İngiliz kuvvetleri kısa zaman içerisinde Musul ve civarını ellerine geçirmişlerdi. Sonuç olarak söylenebilir ki, İngilizler henüz birkaç gün önce imzalamış oldukları mütarekeye saygı göstermedikleri gibi, Osmanlı hükümeti de İngiliz çıkışı karşısında gereğinden fazla çekingen ve korkak davrandığı için, Musul terk edilmek zorunda kalınmıştı. Ali İhsan Paşa bu konudaki protestolarına ise, bu tarihten itibaren bir süre daha devam edecektir.
Çukurova' daki İtilaf İşgalleri
Yıldırım Orduları Grubu Komutanı Mustafa Kemal Paşa'nın direnmesine rağmen, Osmanlı hükümetinin mütarekeye aykırı İtilaf istekleri karşısında gösterdiği aşırı uysallık neticesinde, 9 Kasım'da İskenderun ve civarı, 10 Kasım'da da Amanos sıradağları, İskenderun körfezi ve Payas çizgisi arasındaki bölge boşaltılmıştı. 9 Kasım'da İskenderun'a bir İngiliz müfrezesinin girmesinin ardından, Fransızlar da Payas tarafında işgal faaliyetlerine girişmişlerdi (14-16 Kasım).
İskenderun'un işgaliyle yetinmeyen İngilizler, 2. Ordu Komutanlığı'na gönderdikleri bir yazıyla, mütarekeye aykırı olarak Adana'nın da boşaltılmasını talep etmişlerdir. Bu durum Nihat Paşa tarafından protesto edilmiş, herhangi bir işgale girişmeleri halinde, karşı koymaları için kuvvetlerine emir vermiş olduğu bildirilmiş olmakla birlikte, Osmanlı hükümeti herhangi bir karşı koyma hareketini uygun bulmamıştır.
Torosların güneyindeki arazilerin İtilaf devletlerine bırakılacağını duymuş olan yöre halkında büyük bir endişe ve heyecan vardı. Ayrıca Türk ordusunun Adana ve civarından çekilmesinden sonra, bu bölgede büyük karışıklıklar çıkacağı ve hatta geçici bir hükümet kurulacağı dahi söyleniyordu. Bu durum karşısında galeyana gelmiş halkı yatıştırmak için Adana ileri gelenleri toplanarak bazı önlemler almış, özellikle terhis edilmiş olan yedek subayların polis ve jandarma görevi almalarını kararlaştırmışlardı. Bu arada istifa etmiş olan vali de yeniden işe başlamıştı. 2. Ordu Kumandanı Nihat Paşa 7 Aralık 1918'de Harbiye Nezareti'ne yazdığı bir yazıda, çıkabilecek muhtemel karışıklıklara işaret ederek, gerekli tedbirlerin alınmasını istemişti. Ama aynı sırada İtilaf işgalleri de başlamıştı.
11 Aralık 1918'de Fransız subayları idaresinde 400 Ermeni'den mürekkep bir Fransız taburu Dörtyol'a geldi ve işgal faaliyetlerini başlattı. 17 Aralık'ta ise, çoğu Ermeni olmak üzere 1 500 Fransız askerî Mersin'i işgal etti. Bu kuvvetten ayrılan ve daha sonra takviye edilen Fransız-Ermeni kuvvetleri, 21 Aralık'ta Tarsus, Adana ve Misis'i işgal ettiler. İşgallerle birlikte cinayetler ve bölge halkına karşı mezalim ölçüsündeki kötü davranışlar büyük boyutlara ulaştı. Böylece haksız İtilaf işgallerine yenileri eklenmiş oldu. Ancak bununla da kalınmadı. 27 Aralık'ta Pozantı işgal edildi ve Fransız-Ermeni işbirliği ve şımarıklığı burada da devam ettirildi. Pozantı ve Toros tünellerinin işgal edilmesi, İtilaf devletlerine önemli avantajlar sağlayacaktır. Sonuçta Pozantı'dan başlayarak Adana ve Kilis'e kadar devam eden Türk toprakları Fransız kontrolü altına girmiş oluyordu.
Urfa, Antep, Maraş Bölgesindeki İşgaller[/color]
İtilaf devletleri savaş içerisinde imzaladıkları gizli antlaşmalara göre, Musul vilayetiyle birlikte Urfa, Maraş ve Antep şehirlerini Fransızlara bırakmışlardı. Bununla beraber mütarekenin imzalanmasından sonra harekete geçen İngilizler, Fransa'ya karşı ellerinde bir pazarlık konusu bulundurabilmek amacıyla, petrol sahası olan Musul ile birlikte Kilis, Cerablus, Birecik, Urfa, Maraş ve Antep'i de işgal etmeyi planlamışlardır. Bu plan gereğince, Diyarbakır ile Adana arasındaki bölgeyi işgal için ellerinde yeteri kadar birlik olmadığından, buralara öncelikle Arap çapulcular sürmüşlerdir. Sonuçta 10 Aralık 1918'de 400 kişilik bir Arap müfrezesi, Çobanbey, Akçakoyunlu ve Cerablus'u işgal etmiştir.
VI. Ordunun Cerablus'a gönderdiği tabur, bu Arap kuvvetlerini püskürtmüşse de, bundan bir gün sonra 27 Aralık'ta Halep'ten Kilis'e gelen bir İngiliz müfrezesi, 1 Ocak 1919'da Antep'i ve 3 Ocak'ta da Cerablus'u işgal etmiştir. Oysa bu bölgelere asker sevk edilmeyeceği konusunda, daha önce İstanbul hükümetine teminat verilmişti. Fakat gelişmeler bununla da kalmamış ve Antep ve Cerablus'tan sonra, İngiliz kuvvetleri 22 Şubat 1919'da Maraş ve bundan yaklaşık bir ay sonra 24 Mart'ta da Urfa'yı işgal etmişlerdir. Herhangi gerçek bir neden olmadığından, işgale sebep olarak her zamanki gibi 7. Madde bahanesi ileri sürülmüştür.
İngilizlerin bölgedeki işgalleri 15 Eylül 1919 tarihinde Fransızlarla yaptıkları ikili antlaşmaya kadar devam etmiştir. Nitekim Ortadoğu ile birlikte Türkiye'nin güney ve güneydoğusunu nasıl paylaşacaklarını belirleyen bu antlaşmaya göre, Irak ve Filistin İngiliz mandasına, Suriye ve Lübnan ile birlikte Antep, Maraş ve Urfa da el değiştirerek Fransa kontrolüne geçmiştir. Bu el değiştirme hadisesi bölgenin kaderini de yakından etkilemiş, Fransızların Ermenilerle işbirliğine gitmesi karşısında, Türk halkı bundan büyük zararlar görmüştür. Ancak şüphesiz ki, bu olumsuz gelişmelerin tek olumlu yanı, bölgede Fransız ve Ermenilere karşı büyük bir direnmenin meydana gelmesi ve yeni bir cephenin açılması olmuştur.
Doğu Anadolu' daki İşgaller
Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından evvel 21 Ekim 1918 tarihinde Osmanlı hükümeti Kafkas cephesindeki birliklerine vermiş olduğu bir emirle, Brest-Litovsk Barışı ile kazanılan Kars, Ardahan ve Batum dışındaki arazilerin, 24 Ekim'den itibaren altı hafta zarfında boşaltılmasını emretmişti. Bu nedenle Mondros müzakerelerinde Kafkas bölgesinin boşaltılması işi ortaya atıldığı zaman, Osmanlı delegeleri, tahliyenin başlatıldığını bildirmişlerdi. Bunu üzerine Türk delegeleri, Kars, Ardahan ve Batum'un milletlerarası bir antlaşma olan Brest-Litovsk Barışı ile Osmanlılara bırakıldığını, hatta yapılan halk oylaması sonunda halkın Osmanlı idaresini tercih ettiğini söyleyerek, Mondros Mütarekesi'nin 11. Maddesini, bu yerler Türklerde kalacakmış gibi düzenletmeyi başarmışlardır. Fakat Rusya 20 Eylül 1918'de Brest-Litovsk Barışı'nı tanımadığını ilân etmiş, onu İtilaf devletleri izlemiştir. Hatta İtilaf devletleri, bu antlaşmanın hükümsüz olduğunu Almanlara bile kabul ettirmişlerdi. Onun için böyle bir antlaşmanın varlığı artık tartışmalı bir konu haline gelmişti. Kaldı ki, İtilaf devletlerinin Mondros'ta verdikleri sözleri daha ilk günden itibaren tutmamaları karşısında, durum tamamen olumsuz bir görünüm kazanıyordu.
Sonunda Mondros Mütarekesi'nin daha mürekkebi kurumadan, İtilaf devletleri Kars, Ardahan ve Batum'un hemen boşaltılmasını istemişlerdir. Ancak onların isteklerinin hemen gerçekleşmesi de mümkün olmayacaktır. Zira IX. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa, bu tahliye işinde çok ağır davranarak zaman kazanmaya çalışıyordu. Öyle ki, Yakup Şevki Paşa 4 Aralık 1918'de eski sınırı oluşturan Arpa çayının gerisine henüz yeni geçmişti. Ancak bu durum İngilizleri sinirlendirmiş ve onların Osmanlı hükümeti üzerindeki baskılarını artırmalarına neden olmuştur.
İşte bu yazışmalar devam ederken, İngilizler mütarekenin 7. Ve 15. Maddelerini bahane ederek Batum'u işgal etmişlerdir. Osmanlı hükümeti Batum ve yöresindeki egemenliğinin süreceğini kabul ederek, Osmanlı memur ve jandarmalarının görev başında kalacaklarını bildirmişti. Halbuki gerçek durum böyle olmadı. 17-18 Aralık'ta Batum'a gelen iki İngiliz savaş gemisi, 19 Aralık'ta Batum limanını kontrol altına almış, 24 Aralık 1918'de de şehre asker çıkarmaya başlamıştır. Böylece Batum'da yabancı idaresi tesis edilmeye başlanmış, şehre askerî bir vali tayin olunmuş, bu valinin kontrolü altında olmak şartıyla, şehrin idaresi çeşitli milletlerden oluşan bir heyete bırakılmıştır. Böylece bu bölgedeki Osmanlı idaresi sona erdirilmiştir. Nitekim Osmanlı hükümeti 29 Aralık'ta Batum Mutasarrıflığı'na gönderdiği bir yazı ile kendi memurlarını geri çağırıyordu. Bu suretle başlayan tahliye harekâtında, İngilizlerin yanı sıra kış şartlarının da ağırlığı, Türk kuvvetlerinin bölgeden büyük problemlerle geri çekilmelerine neden olmuştur. İşte her şeyin ıstırap verici olduğu bu tarihlerde, vatanseverleri teselli eden birtakım gelişmeler olmuştur. Bunların birincisi IX. Ordunun 25 Ocak 1919'da bütün teçhizatıyla birlikte eski sınırın (93 sınırları) gerisine çekilmiş bulunması, ikincisi ordu komutanın harcadığı büyük gayretler sonucunda, Kars, Ardahan yöresindeki top, silah ve cephanelerle yiyecek maddelerinden bir kısmının götürülebilmesi, üçüncüsü de ordunun boşalttığı yerlerin bu sıralarda yeni yeni oluşturulmuş olan millî teşekküller tarafından işgal edilmiş olmasıdır.
Doğu Trakya ve Boğazların İşgali
Balkanlarda bulunan Fransız kuvvetlerinden ayrılan bir birlik, 6 Kasım 1918'de sınırı geçmek suretiyle, Uzunköprü'deki Türk kuvvetleri komutanlarıyla temasa geçti ve onlardan kalacak yer, yiyecek ve yakacak gibi birtakım isteklerde bulundu. Bu durum karşısında İstanbul hükümeti 7 Kasım'da bu bölgedeki kuvvetlerine bir bildiri yayınlayarak, Fransızların bu isteğine boyun eğilmemesini, fakat zora başvurdukları takdirde direnilmeyerek, sadece protesto ile yetinmelerini bildirdi. Durum ayrıca İngilizlere de duyuruldu. Fakat buna rağmen Fransızlar 9 Kasım 1918'den itibaren Uzunköprü ile Sirkeci arasındaki demiryolu işletmesini ellerine almış ve hatta bundan bir hafta sonra da Bakırköy'e yerleşmişlerdi.
Felaket gelişmeleri bununla da kalmadı. İtilaf devletleri mütarekenin 1. Maddesine dayanarak, derhal Boğazların işgalini gerçekleştirmeye giriştiler. I. Dünya Savaşı'nda kendilerine dört yıl kapalı kalan Çanakkale boğazı, bir hafta içerisinde ve zahmetsizce ellerine geçmiş olacaktı. Bu amaçla 10 Kasım 1918'de Çanakkale şehrine küçük bir İngiliz birliği çıkarıldı. Aynı gün 28. İngiliz Tümen Komutanlığı da, Müstahkem Mevki Komutanlığı'nın binasına yerleşti. Türk Müstahkem Mevki Komutanlığı Karargâhı ise, akşama doğru Yunus torpidosu ve Nusret mayın gemisi ile İstanbul'a gitmek üzere şehirden ayrıldı.
9-12 Kasım 1918 tarihlerinde İtilaf harp gemilerinin İstanbul'a doğru, Çanakkale boğazından geçişleri devam etti. Bu süre içinde Boğazın iki kıyısının Değirmenburnu-Nara çizgisine kadar işgali tamamlanmıştı. Bütün muharebe hatları İngilizlerin elindeydi. Yalnız santrallerde, belli sayıda Türk askerî kalmıştı. İstanbul ile Çanakkale arasındaki iki devlet telgraf hattından birisine de İngilizler el koymuşlardı. Bir İngiliz tümeni iki tugayı ile Boğazın iki yakasını ve Türk bataryalarını işgal etmişti. Mayınlar, ağ manileri de kaldırılmış olduğundan, Çanakkale boğazı, İtilaf filolarının geçmesi için serbest bir hale gelmişti.
Karadeniz boğazı ise 15-21 Kasım 1918 tarihlerindeki İtilaf faaliyetleri sonucunda kontrol altına alınmıştır. Karadeniz boğazının iki yakasını tutan İtilaf İşgal komutanlığı, ayrıca Karadeniz'den gelmesi muhtemel denizaltılara karşı, boğaz girişinin her iki tarafına birer hafif batarya yerleştirmiş, üç İngiliz monitörü de boğaz ağzını gözetlemekle görevlendirilmişti. Böylece Boğazlarla birlikte İstanbul da İtilaf kontrolüne girmek durumunda kalmıştı.
Diğer Bölgelerdeki Faaliyetler ve İşgaller
Bu genel işgal faaliyetleriyle birlikte, memleketin diğer noktalarında daha küçük boyutta işgal olayları yaşandı. Mustafa Kemal Paşa'nın İskenderun'dan ayrılmasından sonra, 9 Kasım 1918'de adı geçen bu şehir işgal edildi. Aralık 1918'de yukarıda muhtelif başlıklarda verilen yerlerden başka, Fransızlar Afyon'u, İngilizler ise Konya istasyonunu işgal ettiler. Yine İngilizler, 1919 yılının girmesiyle birlikte, Ocak ve Şubat aylarında Maraş ve Bilecik, Martta Samsun ve Merzifon, Urfa ve Nisan'da Kars şehrini işgal ettiler. İzmit ve Eskişehir de İngilizlerin asker çıkardıkları yerler arasında bulunuyordu. İtalyanlar bu konuda diğer müttefiklerinden daha sabırlı bir politika izlemişlerdi. Fakat Paris Barış Konferansı'nda Yunanistan lehine meydana gelen gelişmeleri görünce, 28 Martta Antalya, 4 Mayıs'ta Kuşadası ve 11 Mayısta da Fethiye, Bodrum ve Marmaris'i işgal etmişler, Konya ve Akşehir'e de askerî birlik göndermişlerdir.
Mondros Mütarekesi'nin imzalanmış olduğundan, Hicaz, Asir, Yemen, Bingazi ve Trablus'ta bulunan Osmanlı kuvvetleri bir hafta sonra haberdar olabilmişlerdir. 6 Kasım 1918'de kendilerine verilen talimatta, mütarekenin imzalanması sebebiyle, askerî birliklerin en yakın İtilaf kuvvetlerine teslim olmaları yönünde çağrı yapılıyordu. Fakat birkaç defa tekrarlandığı halde, Medine muhafızı Fahri Paşa bu emre uymamış, Asir ve Yemen'deki kuvvetler de 1919 yılının ilk günlerine kadar teslim olmamışlardır. Trablus ve Bingazi'de de benzer durumlar yaşanmıştır.
İtilaf Devletlerinin İstanbul' a Gelişi (13 Kasım 1918)
İtilaf devletleri Mondros Mütarekesi'nin şartları gereğince, 6-12 Kasım 1918 tarihleri arasında Çanakkale boğazındaki istihkâmları işgal etmişlerdi. 7 Kasım'da ilk kez olmak üzere İtilaf irtibat subaylarından iki İngiliz İstanbul'a geldiler. Bir gün sonra ilk Fransız subayları şehre girdiler. 10 Kasım'da yüksek rütbeli ilk İngiliz ve Fransız subayları İstanbul'a gelmeye başlamışlardı. Büyük çaptaki ilk askerî faaliyet ise 12 Kasım'da yaşandı ve bir Fransız tugayı İstanbul'a dahil oldu.
13 Kasım 1918 tarihî ise, hem İstanbul için, hem de Türk milleti için unutulmayacak kadar ıstıraplı kara bir gün olarak tarihe geçti. Çünkü o gün, İstanbul ile Beyoğlu, birbirinden tamamen ayrı iki şehir gibiydi. Birincisi sessiz, vakur fakat yaslı bir şanlı gösterişe bürünmüştü. İkincisi ise, yerlere kadar sarkan yabancı bayraklar ile süslü binaları, sokaklarında "zito Venizelos" diye bağıran insanları ile coşkun ve mutlu idi. Aynı şehirdeki insanların farklı tepkiler vermelerinin tek nedeni, o gün Osmanlı devletinin başkenti olan İstanbul'a, 61 parçalık İtilaf savaş filosunun girmesi ve Dolmabahçe önlerine demirlemesiydi. İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan gemilerinden meydana gelen bu filoyu, 15 muharebe gemisi, 11 kruvazör, 29 muhrip ve 6 denizaltı oluşturuyordu. Mondros'ta söz verilmesine rağmen aralarında bir Yunan zırhlısı ile dört adet Yunan muhribinin bulunması ise, İtilaf devletlerinin verdikleri söze ne kadar sadık kalmalarını göstermesi bakımından önemliydi. Olay çok üzücü idi, fakat düşman gemileri arasında Yunan gemilerinin bulunması, üzüntüyü bir kat daha artırmıştı.
Bu donanmadan gerekli görülen yerlere derhal 3500 kişilik bir kuvvet çıkarıldı ki, çoğunluğunu İngiliz askerleri oluşturuyordu. Bunların 2000 kadarı, Beyoğlu'ndaki kışlalara, yabancı okul ve hastanelerle bazı hususî binalara yerleşti. Diğerleri de ayrı ayrı yerlere dağıtıldı. Aynı gün İngilizlerin bir taburu İstanbul'da yürüyüş yapmış ve Müttefik kuvvetlerin işgal kumandanı olan Wilson, karargâhını Beyoğlu'ndaki İngiliz kız Okulu'nda kurmuştu. İngiliz Generali Milne 27 Kasım'da, karargâhı da 18 Aralık'ta İstanbul'a geldi ve Haydarpaşa'dan Anadolu'ya uzanan demiryoluna bunlar tarafından hemen el konuldu. Bu gelişmeler karşısında İstanbul hükümeti protestoda bulunmuş ise de, bundan önemli bir sonuç çıkmadı. Dolayısıyla İtilaf devletleri, 16 Mart 1920 tarihinde tam anlamıyla işgal edecekleri İstanbul şehrinde bulunmakla, hükümetin bulunduğu bu şehri ve Türk milletini şimdiden kontrol altına almaya çalışacaklardı.
Mondros Mütarekesi'ne imza atan Osmanlı devleti, bunun uygulanışı sırasında suskun ve aciz kalıyordu. Azınlıkların aşırı hareketleri, İstanbul'un haksız yere işgali, Wilson prensiplerinin hiçe sayılması gibi konular Türk kamuoyunda derin üzüntüler yarattı. Bu olumsuz şartlar altında Türk milleti varlığını devam ettirmeye çalışıyordu.