Sorun ne?
Mahir KAYNAK 15 Ağustos 2007
Ülkemizde Silahlı Kuvvetlerle siyaset arasında bir farklılığın olduğu ve bunun bazı dönemlerde gerginliğe dönüştüğü biliniyor ama nedenleri bilinmiyor. Genel kanı askerlerin belli bir eğitimden geçtiği ve bu eğitimin demokrasi dışı yolları açık tuttuğu biçiminde ama bu kanaatin doğru yanı yok. Başka bir ülkeden örnek vererek eğitimin yarattığı şartlanmışlığın ne kadar anlamsız olduğunu görebiliriz. Rusya’da rejim değişene kadar komünist eğitimden geçmemiş tek bir fert bile yoktu ve insanlar doğumdan ölüme kadar belli bir dünya görüşüne göre şartlandırılır ve aksinin fısıldanması bile büyük bir cürüm sayılırdı. Her ülkenin ordusu ülkenin adıyla anılırken Rus Ordusunun adı Kızıl Ordu idi ve bu ismi rejiminden almıştı. Ama bu durum çok kısa bir sürede değişti ve komünizmin izi bile kalmadı. Gelir adaletsizliğinin en yıkıcısı bu ülkede yaşanırken bir grup insan kapitalizmin beşiği sayılan ülkelerdekileri kıskandıracak bir lüksü yaşadılar. Ülkedeki tüm insanların beynindekiler silinmiş ve eskisiyle bağdaşmayan bir düşünce yapısı oluşturulmuştu. Kimse değişmeyen bir şeyin olup olmadığını sorgulamadı.
Ülkemizde din kaynaklı düşüncenin başlangıcı ile bugünkü uygulamalarının ne kadar benzeştiği incelenmeye değer. Geçmişte Batıcılığı temsil eden bürokrasiyle tutuculuğu temsil eden halkın davranışlarının yer değiştirmesi ve bürokrasinin Batı karşıtı bir yerde durmasının sebepleri ne olabilir?
Bunlardan şu sonuca varabiliriz: Çok önemsediğiz ideolojilerin siyasette hiçbir anlamı yok. Bugün kimliğimizin ve kişiliğimizin bir parçası saydığımız düşünceler bir gün içinde değersiz sözlere dönüşebilir. Yani siyaset ideoloji ve inanca dayalı değildir, onu belirleyen başka faktörler vardır.
Her ordu; düşünce, eğitim, teşkilat ve teçhizat açısından, ülkesinin hedeflerini gerçekleştirecek biçimde yapılandırılır. Öyleyse ilk belirlenecek şey ülkenin siyasi hedefidir. Bugün Ordunun hedefi ülkenin siyasi sınırlarını korumak, içerde ve dışarıda güvenliği sağlamak olarak belirlenmiştir. Ancak bu siyasi hedef hem belirsiz hem de yetersizdir. Dünyada ve bölgede yeni dengeler kurulurken, ülkemizin dünya üzerindeki rolü ve konumu yeniden tanımlanırken bu hedef çok fazla bir anlam ifade etmemektedir.
Şimdi herhangi bir iddiayı içermeyen, sadece bir örnek olarak ileri süreceğim bir model üzerinde Ordunun nasıl yapılandırılacağını tartışalım. Diyelim ki ülkemiz bölgesinde sadece sınırlarını korumakla yetinmeyecek çevredeki oluşumlarda ve değişmelerde etkin rol oynayacak. Bu durumda çeşitli etnik ve dini gruplarla ya çatışmak ya da onlarla birlikte olmak zorunda kalacak. Böyle bir durumda sadece ülkesine bağlı ve onun çıkarlarını koruyan bir tavır sürdüremez ve tüm bölgeye yönelik bir politikası olması ve buna uygun söylemler geliştirmesi gerekir. Ayrıca teçhizat ve yapılanmasının buna uygunluğu sağlanmalıdır.
Siyasetçi ile Ordu arasındaki farklılık her iki tarafın da değişen şartlara uygun bir hedef belirlememesinden kaynaklanıyor. Çocukluk çağında askeri okula giren bir insanın, hiçbirimizden farklı değilken, sonradan bu ölçüde farklı hale gelmesini eğitim ve şartlanmışlıkla açıklamak yanlıştır. Burada değişecek olan sadece askerler değil, belki de daha büyük ölçüde, aydınlar ve siyasetçilerdir.