« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Hak Din’in En Önemli Özellikleri Nelerdir?

 

Ülkücü, Müslümandır... Çünkü, Ülkücü olmak için, Müslüman olmak şarttır... Ancak Ülkücü, Ülkücü olduğu için müslüman değildir... Aksine, Müslüman olduğu için Ülkücüdür... Bunu, daha önce anlatmaya çalıştık. Tekrar etmeyeceğiz...

Ulu ve yüce Allah'ın, Mâide sûresinin 3. âyeti ile Al-i İmrân sûresinin 19. âyetlerinde verdiği emirler kesindir: “Bugün dininizi kemâle erdirdim. Üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı beğendim.” “Hak din, Allah indinde İsâm'dır. Kitap verilenler, ancak kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki ihtirastan dolayı, ihtilâfa düştüler. Kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse, şüphesiz ki, Allah, hesabı çabuk görücüdür.”

Peki, bu emirler yerine getirilmezse ne olur? Bu sualin cevabını ulu ve yüce Allah Al-i İmrân sûresinin 85. âyetinde açık ve net olarak, şöyle ifade ediyor: “Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, ondan (bu din) asla kabul olunmaz ve o, âhirette de en büyük zarara uğrayanlardandır.”

Şu halde bütün insanlar ve hatta cinler, ulu ve yüce Allah'ın Zâriyât sûresinin 56. âyetinde de ortaya koyduğu gibi, ulu ve yüce Allah'a ibâdet ve kulluk etmekle mükelleftirler... İnsanlar bu yükümlülüklerini ifa etmezlerse, “âhirette büyük zarara uğrayanlardan” olurlar... Ne ise...

İşte, ulu ve yüce Allah tarafından uymamız emredilen Hak din İslâm’ın çok önemli dört özelliği vardır ki, bu en önemli özellikleri, Ülkücü Hareket'in büyük mütefekkiri merhum S. Ahmet ARVASÎ Hocamızı takip ederek, tek tek ve fakat kısaca açıklamaya gayret edelim:

İSLÂMİYET BİR TEVHİD DİNİDİR.

Bütün peygambeler, değişmez bir inanç sistemi olarak İslâmiyet'i, yani onun özü olan kelime-i tevhidi -(Allah'tan başka ilâh yoktur) prensibini- tebliğ etmiş ve savunmuşlardır. Ancak, bu peygamberlere ait, sosyal, kültürel, ekonomik ve politik hayatı biçimlendiren din ölçüleri demek olan şeriatlar, zaman ve mekân ihtiyaçlarına göre farklı olmuştur.

İslâmiyet'te Kelime-i Tevhid objektif ve subjektif hiçbir varlık ve tasavvuru tanrı edinmemek üzere insanın kafasını, gönlünü ve vicdanını mutlak varlık olan ulu ve yüce Allah'a döndürmek demektir... İnsanın kafasına, gönlüne, vicdanına ve hayatına baskı kuran bütün sahte tanrıları, mâbutları ve putları yıkmak ve insana hürriyet getirmektir. İslâmiyet'te hürriyet ise, ulu ve yüce Allah'tan başka ilâh kabul etmemektir.

O halde müslüman kimdir? O, sahte tanrıları ve tasavvurları, dışındaki ve içindeki makam ve mevkilerinden indirerek, sadece mutlak varlık olan ulu ve yüce Allah'a doğru vicdanında ve gönlünde yol alan kimsedir. Bu sebepten İslâmiyet, insanı sahte tanrılara tapındıran bütün bozuk din ve ideolojilere düşmandır. İslâmiyet'te cihadın esprisi şudur: İnsanı, kula kul eden bütün yol ve ideolojiler bâtıldır, dolayısı ile yıkılmalıdır, ferdi de, toplumu da tanrılaştıran sistemlere lânet olsun!

İslâmiyet, yalnız, mutlak varlık olan ulu ve yüce Allah'a ibadeti emrettiğinden, İslâm'da mihrap boş bir mekândır. İslâm'ın mâbedinde ve mihrabında bir obje, bir tasavvur ve sembol yoktur. Kâbe ise, bütün dünya ve kâinat mâbedinin suretlerden ve sembollerden arındırılmış yüce mihrabı mesabesindedir.

İnsan, ulu ve yüce Allah'tan gayrısı karşısında rükû' ve secde edemez, diz çöküp, el açamaz ve hiçbir insan buna zorlanamaz. İşte İslâmiyet'te namaz, bu ölçü ve prensibi fiilen yaşamaktır. Günde beş defa, vakti gelince, fert ve cemaat olarak, temiz olan her mekânda, madde âleminin mihrabı olan Kâbe'ye yönelerek ve gönülleri bir noktada birleştirerek, maddeten ve mânen temizlenerek, bütün sahte mâbutları silip süpürmek için mutlak varlık olan ulu ve yüce Allah'a sığınmak, O'ndan gayrısı önünde hiçbir suretle eğilmemeye ve secde etmemeye söz vermek demektir... Diğer ibadetler ve farzlar da, hep bu manâ etrafında toplanırlar.

Mutlak varlık olan ulu ve yüce Allah'a teslim olmayan kafa ve gönüller ise, ya mutlak yokluğu tanrılaştırır, yahut maddeyi mâbut edinir ve mutlak varlık sanır.

HAK DİN İSLÂMİYET ALEMŞUMÜLDÜR

Biz müslümanlar, gelmiş geçmiş bütün hak peygamberleri ve onlara indirilen sahifeler ile kitapları kabul ve tasdik ederiz. Ancak, asla unutmayız ki, bu peygamberlerin, hemen hemen hepsi belli bir kavme gönderilmişlerdi ve hiç birinin mesajı İslâm çapında âlemşumûl değildi.

İslâm'da ise din, itibarî, millî, mahallî veya beynelmilel bir değer değildir. İslâm bütün zaman ve mekânların dini olarak âlemşumûldür. Alemşumûl (universal), bütün zaman ve mekânlar için geçerli olan bir hakikatı, ifade eder...

İslâmiyet ve O'nun mukaddes kitabı Kur'ân-ı Kerim'in muhatabı, belli bir ırk, belli bir millet, belli bir sınıf ve belli bir zümre değildir... O, bütün insanlara hitap eder... Nitekim, mukaddes kitabımız Kur'ân-ı Kerim'de sık sık Ey Ademoğulları! ve Ey insanlar! hitâplarına rastlarız.

Kur'ân-ı Kerim, bütün âlemlere gönderilmiştir... Ulu ve yüce Allah, El-Kalem sûresinin 52. âyetinde şöyle buyuruyor: “O, (Kur'ân-ı Kerim) ancak âlemlere zikr (ve nasihat)dir.”

Keza, Peygamber Efendimiz bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmişlerdir. Ulu ve yüce Allah; El-Enbiyâ sûresinin 107. âyetinde, “Biz, seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik” gene, El-Araf sûresinin 158. âyetinde “De ki, ey insanlar! Ben, sizin hepinize (gönderilen) Allah elçisiyim” buyuruyor.

Peygamber Efendimiz de bir hadislerinde, bütün ırkları kasdederek şöyle buyururlar: “Ben, siyahlara ve kırmızılara gönderildim.”

Kim olursa olsun, ister yahudi, ister hıristiyan, ister mecusi, ister puta tapan, ister beyaz derili, ister siyah derili, ister sarı veya kırmızı derili, ister günahkâr, ister tövbesini bin kerre bozan... İslâmın kapısı, herkese açıktır ve bu dâvet, kıyâmete kadar sürecektir.

İSLÂMİYET HERHANGİ BİR KAVMİN VEYA MİLLETİN DİNİ DEĞİLDİR

İslâm'ın muhatabı, yukarda meâllerini verdiğimiz âyetler ile hadisten de anlaşıldığı üzere, her hangi bir kavim veya millet, zümre veya sınıf değildir. İslâmiyet bütün âlemlere ve bütün insanlara hitâp eder.

İmam-ı BİRGİVİ; “Peygamber şu insandır ki, onu Hak Taâlâ sair halka gönderir, ona vahiy ettiği ahkâmı halka tebliğ için, o halk (tümü ile) o peygamberin ümmeti olur. Onlardan imana gelenlere ümmet-i icâbet denir; gelmiyenlere ümmet-i dâvet denir”, diye yazar. İmam-ı BİRGİVİ Hazretlerinin bu açıklamasından sonra şöyle diyebiliriz: Peygamber efendimiz son peygamberdir, dolayısı ile dünya var oldukça, mevcut olan ve olacak bütün insanlar O'nun ümmetidir. O geldikten sonra O'na inanan müslümanlara ümmet-i icâbet, O'nun dâvetine icâbet etmeyenlere de ümmet-i dâvet adı verilir. Bu sebepten yüce peygamberimiz âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. O bütün varlıkların, ırkların, kavimlerin ve milletlerin peygamberidir.

Peygamberimiz de bir insan olarak, bir ana ve babadan doğacaktı ve yine aynı zaruretlerle bir kavmin içinde bulunacaktı. Ancak, O'nu, herhangi bir kavmin, ırkın, milletin, ailenin ve zümrenin dar kalıpları ve sınırları içinde hapsetmeye çalışmak, yüce dinimizle ve mukaddes kitabımızla ters düşmek olur. İslâmiyet'e Arabın dini, yüce kurtarıcımıza Arap peygamberi diyenlere müslüman denemez. Peygamberimiz ve O'nun yüce kadrosu olan Sahabiler, zaman-mekân üstü, âlemşumûl ve mukaddes varlıklar olarak kabul edileceklerdir.

Şurası da asla unutulmamalıdır: İslâm herhangi bir kavmin veya ırkın tekelinde olmadığı gibi, herhangi bir sınıf, zümre, aile veya partinin tekelinde de değildir. İnanan herkes Müslümandır. Hiç kimse bir mümini dininden çıkaramaz. Mümin iman ettiği sürece Müslümandır.

İSLÂM'DA RUHBANLIK YOKTUR

İslâmiyet'te bir ruhbanlık müessesesi ve bir ruhbanlar sınıfı yoktur... İslâm'da din âlimleri, din muallimleri ve din hizmetkârları vardır.

İslâm'da müslümanlar, mükellefiyette eşittirler... Esasen, hiç bir peygamber, din emirlerini, sadece bir zümreye münhasır olmak üzere tebliğ etmemiştir... Din, asla bir meslek, bir sınıf, bir zümre ve bir parti işi değildir. Din ve bilhassa İslâmiyet, bütün insanları bağrına basmak ister. Tahrif olmuş dinlere bakarak, İslâm'da bir ruhbanlık müessesesi ve bir ruhbanlar sınıfı ihdas etmek isteyen çevrelerin niyet ve çabalarını boşa çıkarmak gerekir. Nitekim, Peygamber Efendimiz: Dinde ruhbanlık yoktur diyerek, bu yolu kapatmışlardır... Kaldı ki, hıristiyanlık ve benzeri dinlere dahi, ruhbanlık müessesesinin sonradan girmiş olduğunu, Kur'ân- Kerim'den kesin olarak öğrenmiş bulunuyoruz. Ulu ve yüce Allah, Hadid Sûresi 27. âyette buyuruyor: “Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik, O'na İncil'i verdik; O'na uyanların kalplerine şefkat ve merhamet vermiştik. Uydurdukları ruhbanlığa gelince, onu biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır.”

İslâmiyet'te ruhbanlık yoktur. Ancak, dini dosdoğru anlayan, anlatan, yaşayan ve yaşatan âlimler vardır. Peygamber Efendimiz, bunları kendi vârisleri kabul eder. Bu sebepten İslâm dünyasında mektepler ve medreseler, din adamı ve ruhban yetiştirmez, din âlimleri ve mümin kadrolar hazırlamaya çalışır.

İslâmiyet, ulu ve yüce Allah ile Resûlü'nün dinidir. İnanan herkese açıktır. Bir insan, hangi renkten, hangi kavimden, hangi milletten, hangi sınıf veya zümreden olursa olsun, hiç kimseden izin almaya ihtiyaç duymaksızın ve bir merâsime tâbi olmaksızın, İslâmiyete girer. Hiç kimse, bir Müslümanı dininden aforoz edemez. İslâmiyet ne bir meslek, ne de bir partidir. O, bütün müminlere aynı sorumlulukları yükleyen, Allah ve Resûlunün yoludur.

Ülkücüler; ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ'ne inanan kişiler olarak, Türk-İslâm Ülkücüleri olarak, Müslüman ve Dokuz Işıkçı Türk Milliyetçileri olarak, Ehl-i Sünnet vel Cemaat yolunda Müslümanlar olarak, İslâmiyet'e böylece inanır ve yaşarlar.

Ziyaret -> Toplam : 125,02 M - Bugn : 41539

ulkucudunya@ulkucudunya.com