MİLLİYETÇİLİK MESELESİ
Murat Ayvaz 22 Şubat 2017
: Milliyetçilik Meselesi Mesele mukaddeslerden bahis olduğunda, nutkumuz tutulur kalemimiz davanın ağırlığının bilinciyle eğilir de eğilir. Memleketimizin yaklaşık son 100 yıllık tarihinde en fazla üzerinde durulan ve her siyasi görüşün, her insani doktrinin, her teolojik kökenli yapının ve hatta her şucu veya bucu topluluğun kendisini konumlandırır ve tanımlarken bir terazi misali ölçü aracı kabul ettiği milliyetçilik; hiç şüphesiz en isabetli şekilde Ülkücülük çatısı altında toplanmış olan fikir babaları, ilim adamları, dava adamları, aksiyonerleri veya gücü nispetinde elleri semada gönlü davada olan çileyi kıymet bilen “İçi alev alev müslüman, dışı pırıl pırıl Türk ve içi dışına hâkim, dışı içine köle” Türk İslam Ülküsü neferleri tarafından tanımlandı, anlaşıldı ve uygulandı. Son dönemin sözde modern ve seküler dünyasında gerek kapitalist ve maddeci batı sistemi gerekse (çuvaldızı kendimize batırarak ifade etmek lazım) “insan” nedir’i ve insan ne için buradadır’ı bilmekten uzak bir yaşam süren boylarımızın boylanması sebebiyle; sahip olduğumuz tüm değer alanlarında olduğu gibi kelimelerin dünyasında da ciddi bir asimilasyon yaşandı. Tüm kelimelerimizin, kavramlarımızın içi boşaltılmış ve batılın amaçları doğrultusunda doldurulmuştur. Zira insan kelimelerle konuştuğu gibi kelimelerle düşünür. Tefekkür de tasavvurda kelimelerle şekillenir. Günümüz sözde aydın kesimi sayesinde milliyetçilik kavramının başına gelen talihsizlik her ne iyi şeye sahip isek onun kaderi olmak üzeredir. Müslümanlık ipine sarılmış olan toplulukların cephesinden bakıldığında milliyetçilik bir Hadis-i Şerifte ifade edildiği gibi” Kişi kavmini sevmekle suçlanamaz” denilerek dahi sağlam temellere oturtulabilir. Bu topraklarda Milliyet hususu hiçbir vakit batı uygarlığının yaptığı gibi basit bir kafa tasçılığa indirgenmemiştir ki milliyetçilik nasıl yalnızca bir etnisite hadisesi olsun. Anadolu insanı genel manada Türk- İslam medeniyeti hamuruyla yoğrulmuştur. Bir yanda Alparslanlar Kelamullah kabzalı kılıçlarıyla bu topraklara insanlık getirirken diğer yanda İmam-ı Gazalilerden aldıkları ilmi birikimi vazetmeyi ihmal etmediler. Surda açılan mukaddes gedik Hacı Bayramlar, Emir Sultanlar ve Mevlanalar ile sırlandı ve böylelikle pörsümez, bozulmaz Anadolu hamuru yoğrulmuş oldu. Bu milletin hakiki münevverleri, mütefekkirleri Türklük şuurunu ümmet-i muhamamede aşılarken Kuran’ı Kerimi ve elbette Hucurat suresini bilerek vazifelerini yaptılar. İnsanları bir erkek bir dişi ve farklı kavimler, milletler halinde yaratan Hz. Allah’tır. Bunu inkâr edenin müslümanlığından zaten söz edilemez. Evvela bu noktayı iyi anlamak gerekiyor. “Millet” bir realitedir. O halde yine millet hakikatini yaratan Alemlerin Sahibinin kaideleri ölçüsünde ve çizgisinde “milliyetçilik”te olabilir. Son dönemde “Millet, Milliyetçilik, Türklük” gibi kelimeleri söylemekten imtina eden insanların; Türkçe de dahi olmayan ”sal-sel” gibi bir takım ekler kullanarak ulusalcılık, ülkeselcilik gibi kelimelerle medyada topluma hitap ettiğini görmekteyiz. Fransız ihtilaliyle birlikte küreselleşmiş olan bu kavram en ölçülü halini Anadolu’da bulmuştur. İslamdan önce Orta Asya dan itibaren milliyetçiliği tüm hücrelerine kadar hisseden ve yaşayanlar akabinde İslam hamuruyla yoğrulmuş ve nihayet İlay-ı Kelimetullah ve Cihan Hakimiyeti Mefkuresi ülkülerine kavuşmuşlardır. Anadolu irfanı her vakitte en doğruda karar kılmıştır. Milliyetçilik korkulması gereken değil bilakis tüm dünya insanlarının istifade edebileceği var oluşsal bir gerçektir. Ancak özellikle Türk Milliyetçiliği diye sistemleştirilmiş olan kavramın üzerinde durmak gerekir. Türk Milliyetçiliği üzerinde kitaplar dolusu konuşulması gereken bir kavramdır ve hatta “hal”dir. Türk milliyetçiliği; bu iki kelimenin yalnızca bedeni, vücudu, kabı yani dış görünüşü nispetince değerlendirilemeyecek kadar geniş tasavvurları içeren bir harekettir. Meseleye Ülkücü Türk Milliyetçiliği çerçevesinden baktığımızda; yalnızca Anadolu coğrafyası insanları için bir zaruriyet ve kurtuluş reçetesi değil tüm dünya insanlarının kurtuluşunun yegâne yolu olan İslamı kıtalar boyunca sırtında taşıyacak bir fetih müjdecisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülkücü Türk milliyetçiliği; tüm insanlığa insanca yaşayabilmeyi, adaleti, hayrı, iyiyi, ilmi, bilimi, hürriyeti, barışı… vaadederken her türlü insan dışı düşünce, uygulama veya sistem ile mücadele etmeyi ülkü bilmektedir. Ve yine; emperyalizme, kapitalizme, faşizme, sömürüye, batıla, merhametsizliğe, namertliğe, namussuzluğa, yalana… karşı en önde ve hiçbir karşılık beklemeden tüm cephelerde mücadele vermeyi ülkü bilmektedir. Milliyetçilik sancağı altında, elleri kalem dilleri kelamlı veya bizzat mücadele sahasında en ağır çileler altında ömrünü hasbilikle feda etmişlere ömrümüz feda olsun. Lakin bir kesim insanlar var ki onlar güneşi ceketinin cebinde kaybetmiş ve biz bugün onların mirasını yaşamaktayız. Temel bir yapı malzemesi olan milliyetçilik kavramı nasıl oldu da bu kadar öksüz bırakıldı. Az mı okundu az mı yazıldı ya da az mı yaşandı. Aleme nizam vermede en müspet ve hakikate götüren yöntem şüphesiz sözler ve fiillerin birbirini kucaklamasıdır. İnsan insandan görerek öğrenir. Bir dava savunucusu olduğunu iddia ettiği andan itibaren kişi kendisi için yaşayamaz. Elbette tek bir kişi koca bir topluluğun tamamını temsil edemez ancak maalesef toplum tek bir kişiye bakarak onun mensup olduğu yere dair bir hüküm verir… Selam; her zaman, her mekan ve her türlü şart içerisinde, halife bir nefer şuurunda olanlara…