Türk askeri Filistin ve Irak'a gidecek!
İbrahim KARAGÜL 15 Ağustos 2007
Seçimden bir hafta önce: Herkes kanlı bıçaklı. İktidar bölünmüş, sokaklar bölünmüş, kıyasıya bir hesaplaşma havası bütün Türkiye'yi kaplamış. Darbe konuşuluyor. İç savaş konuşuluyor. Etnik çatışma konuşuluyor. Türkiye'nin parçalanması konuşuluyor. Muhtıralar yayınlanıyor. Seçim, Türkiye'nin geleceği için, rejimin devamı için bir referanduma dönüştürülüyor.
Seçimden bir hafta sonra: Rüzgar tersine dönüyor. Atışma ve gerilim politikaları dibe vuruyor. Seçmen herkesi hizaya sokuyor. Bir hafta önce konuşanlar susuyor, bir hafta önceki cümleler, restleşmeler unutuluyor. Bütün Türkiye'de genel bir umut dalgası yayılıyor. Orta Anadolu, Karadeniz, Güneydoğu… Oylar birlikteliği, refahı, huzuru öne alanlara yöneliyor. Laiklik tartışmaları, rejim sorunları, iç çatışma senaryoları taraftar bulmuyor. Türkiye toplumu kamplaşmayı reddediyor. DTP'li Sırrı Sakık, MHP lideri Devlet Bahçeli'yi “Türkiye için bir şans” olarak görüyor. MHP, muhtemel krizlere karşı uzlaşmacı, Türkiye'nin çıkarlarını öne alan politika izleyeceğini açıklıyor.
Bir ülke bir haftada nasıl böyle değişir? Değişiyor işte. Burası Türkiye. Her gün bir sürü sarsıcı gelişme yaşanıyor bu ülkede.
Seçimden sonraki ikinci hafta: Seçim sonrası rüzgar nasıl yön değiştirdiyse, bir haftalık sükunetten sonra rüzgar yeniden sertleşmeye başlıyor. Üç haftada üç farklı Türkiye yaşıyoruz. Türkiye toplumunun tercihi, ancak bir hafta hüküm sürüyor. Herkes eski mevzilerine koşuyor. Eski cümleleriyle, silahlarıyla konuşmaya devam ediyor.
Ak Parti'den milletvekili seçilen Zafer Üskül, sanki bir haftalık sükunetten rahatsız olmuş gibi, “Anayasa'dan Kemalizm'i çıkarmalıyız” diyerek provokatif bir çıkış yapıyor. Korkuyu harekete geçirmekten başka hiçbir anlamı olmayan, yersiz ve zamansız bir açıklamayla sükuneti bozuyor.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, “12 Nisan açıklamalarının arkasındayız” diyor. E-muhtıra yeniden hatırlanıyor. Rejim kavgası kaldığı yerden yeniden başlıyor. Varsın Türkiye'nin tercihi bu olmasın, kimin umurunda! Devam edelim:
Türkiye ile ABD arasında, PKK'ya karşı gizli operasyon, PKK liderlerini paketleyip Türkiye'ye teslim etme konusunda yapıldığı iddia edilen gizli anlaşma, The Washington Post üzerinden duyuruluyor. Yani birileri böyle bir anlaşmayı sızdırıyor. Tıpkı Hudson senaryosunun sızdırılması gibi. Hudson tartışmasını sızdıranlar, TSK'ya suçüstü yapmıştı! Acaba bu anlaşmayı sızdıranlar, deşifre edenler neyi amaçladı?
PKK konusunu güvenlik sorunu olarak mı yoksa bir siyasi sorun olarak mı görüleceğine bizler değil, başkaları karar veriyor. Bize ise sadece kapışmak, çatışmak, düşmanlık, kavga etmek kalıyor.
Sadece içerideki gelişmeler mi canımızı sıkıyor. Elbette hayır! Yakın çevremizde, Türkiye'yi birebir ilgilendiren, hem siyasi hem de askeri açıdan derinden etkileyen çok ciddi gelişmeler oluyor ve bunlar içerideki siyasi havayı yönlendiriyor.
Bugünlerde bölgeye, tarihin en büyük silah sevkiyatı yapılıyor. ABD ve müttefiklerinin Basra Körfezi'ne, Akdeniz'e yaptığı yığınağı kastetmiyorum. Washington bölgeyi iki kampa ayırırken kendi safındakileri korkunç bir şekilde silahlandırıyor. Dün “Peki bu silahlar ne için?” diye sorarak, bölgede Irak işgalinden çok daha dramatik değişimlerin hazırlıklarının yapıldığına işaret ettim.
ABD, S.Arabistan'a 20 milyar dolarlık silah veriyor. İsrail'e 30 milyar, Mısır'a 13 milyar dolar askeri yardım verecek. Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, “Müttefiklerimizi güçlendiriyoruz” diyor. Kime karşı? Elbette İran ve Suriye'ye karşı? İran ise son yıllardaki yoğun silahlanmasına ciddi katkı sağlayacak şekilde Rusya'dan 250 savaş uçağı alarak büyük bir savaşa hazırlanıyor.
Hizbullah ve Hamas'a karşı, Lübnan ve Filistin'de uygulanan ABD/İngiliz politikalarına bakınca, ayrışma, kamplaşma ve çatışma çok daha belirgin ve utanç verici hale geliyor. Bir Filistin lideri var, Mahmut Abbas. İsrail'in elinde oyuncağa dönüşmüş ve kendi halkıyla savaşıyor. Bir Lübnan yönetimi var, ABD ve İsrail'le birlikte halkının önemli bir bölümünü düşman gören… Bir Irak var, üçe bölünmesi neredeyse kesinleşti ve bir süre sonra yasal hale gelecek.
Kızıldeniz'den Pakistan'a kadar bütün ülkeler krize sürükleniyor. Daha doğrusu bu coğrafya büyük bir savaşa doğru ilerliyor. Bu bölgesel bir savaş olacak. Bunu göremiyor muyuz?
Türkiye bunların hangisinin dışında kalabilir? İsrail'in İran tehdidini gerekçe göstererek S.Arabistan'ın silahlanmasını yadırgamaması çok şey söylüyor bize. Tel Aviv, şimdi Batı Şeria'ya Ürdün askeri istiyor. BM gücü istiyor. Türk askeri istiyor. Neden? Hani Türkiye bütün bunların dışındaydı?
20 Haziran'da “Filistin'i Türk askeri gidecek” diye yazdım. Lübnan'a gittiği gibi. Şimdi o gün yaklaşıyor. Türk askeri sadece Filistin'e gitmekle kalmayacak. Belki Irak'a da gidecek. Öyle operasyon için değil. Bir büyük proje için. Bu proje o kadar büyük ki, yakın çevremizde derin bir yırtılma, iki şiddetli cephe oluşturuyor.
Bu çatışmayı içeride nasıl yaşayacağız. Asıl soru bu? Olağanüstü haller dönemine girebiliriz ve tahmin etmediğimiz gelişmeler yaşayabiliriz. Tek seçeneğimiz, umudu korumak, beslemek ve yakın çevremize bir yol haritası çizmek. Bölge batarsa biz de batacağız çünkü.