« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

14 Kas

2011

ALEKSANDER GRİGOREVİÇ KRASNOKUTSK’UN GÜNLÜĞÜNDEN “1808 YENİÇERİ AYAKLANMASI VE ALEMDAR MUSTAFA PAŞA VAKASI”

Fatih ÜNAL 01 Ocak 1970

Özet
1806’da başlayan Osmanlı-Rus harbinin mütareke sürecine girmesi
üzerine barış görüşmeleri için Bükreş’te bulunan Rus karargâhından
Aleksander Grigoreviç Krasnokutsk kurye olarak İstanbul’a gönderildi.
İstanbul’a geldiği tarihlerde yeniçeriler Alemdar Mustafa Paşa’ya karşı
isyan hazırlığı içerisindeydi. Alemdar’ın ölümüyle sona eren bu isyan,
yeniçerilerin kin ve öfkesi, İstanbul’un ateş, kan ve gözyaşına boğulması,
yabancı misyon şeflerinin diplomatik savaşları yabancı bir gözlemcinin
tarafsız bir yaklaşımıyla bu günlükte1 ortaya konulmaktadır.

1 Dnevnıya Zapiski Poezdki v Konstantinopol Aleksandra Grigoreviça Krasnokutskago v 1808 godu, Samim im
Pisannıya, S. Selivanovsk Basımevi, Moskova 1815.

Giriş
19. asrın başları, hızla yayılan Fransız emperyalizmi karşısında büyük
devletlerin oluşan yeni konjonktüre göre ittifak arayışlarına sahne oldu.
Modernleşme yolunda önemli adımlar atan Osmanlı devleti, Fransız ve Rus
yayılmacılığı karşısında topraklarını muhafaza edebilmek için Avrupa’da siyasi
dengelerin çok hızlı değiştiği bu dönemde uluslararası muvazene politikasına
yönelerek mevcut durumu muhafazaya çalıştı.
Napolyon Bonapart’ın Fransa’da imparatorluğunu ilan etmesi ve
Avrupa’daki zaferi İstanbul’da Fransızların kısa süre önce Osmanlı topraklarına
yönelik tehditlerini unutturmuş, Rusya’nın Balkanlarda bulunan Osmanlı
topraklarına karşı hasmâne politikaları karşısında III. Selim Fransa’yla ittifaka daha
önem vermeye başlamıştı. Fransız elçisi General Sebastiyani’nin de diplomatik
maharetiyle kısa sürede Osmanlı devleti savaşta ve barışta Fransa’nın müttefiki,
İngiltere ve Rusya’nın ise düşmanı haline geldi. Rusya ile Fransa arasında savaşın
başladığı tarihlerde Ruslar savaş ilanına bile gerek duymadan Eylül-Ekim 1806’da
Osmanlı hudutları içinde bulunan Hotin ve Bender kalelerini ele geçirdi. Kili ve
Akkerman kaleleri de aynı akıbete uğradı. Bunun üzerine Osmanlı devleti müttefiki
Fransa’ya güvenerek Rusya’ya savaş ilan etti2. Osmanlı ordusu 30 Mart 1807’de
sefere çıktı ve 24 Mayıs’ta Silistre’ye ulaştı. Ancak iki taraf arasındaki
münasebetler daha çok Fransa’nın tutumuna bağlı olduğu için herhangi bir ciddi
muharebe yaşanmadı3.
Bu sıralarda Fransa, Rusya ile Tilsit muahedesini yaptı. Tilsit
muahedesine göre Fransa, Osmanlı devleti ile Rusya arasında önce mütareke ve
ardından barış antlaşması yapılmasına arabuluculuk yapacaktı4. Eğer Osmanlı
devleti bunu kabul etmezse, o zaman muahedenin gizli maddelerine göre Fransa ve
Rusya Osmanlı Avrupa’sını aralarında paylaşacaktı5. Tilsit Muahedesinde
kararlaştırıldığı gibi mütareke görüşmeleri başladı ve Reisülküttap Galip Efendi 24
Ağustos 1807’de Slobozia’da Ruslarla mütareke yaptı. Bu mütarekeye göre Ruslar
35 gün içinde Memleketeyn’in tahliyesini kabul ediyordu. Bunun üzerine Osmanlı
ordusu kışı geçirmek üzere Edirne’ye döndü6.
Fransa ve Rusya aralarındaki barışı ittifak derecesine ulaştırdı. 12 Ekim
1808’de Napolyon ve Çar Aleksander arasında yapılan Erfurt görüşmesinde
Fransa, Memleketeyn’in Ruslar tarafından ilhâkını kabul etti. Fransa’yla bu ittifaka
güvenen Rusya mütareke hükümlerine uymayarak Memleketeyn’i boşaltmaya
yanaşmadı. Artık Fransa için de Osmanlı devletinin ittifakına ihtiyaç kalmamıştı.
Bu esnada Kabakçı Mustafa isyanının çıkması ve III. Selim’in tahttan ferâgat
2 Mustafa Nuri Paşa, Netayic ül-Vukuat, III-IV, Haz. N.Çağatay, TTK, Ankara 1987, s.211.
3 Netayicü’l-Vukuat, s.214; İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, IV, Yersiz 1961, s.85.
4 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, V, TTK, Ankara 1983, s.98-99; Akdes Nimet Kurat, Rusya Tarihi, TTK,
Ankara 1987, s.300-301.
5 Rıfat Uçarol, Siyasi Tarih (1789-1994), Filiz Kitabevi, İstanbul 1995, s.100.
6 Netayic ül-Vukuat, s.221; Danişmend, age., s.89.
etmesiyle Fransa, Osmanlı reformlarının askıya alınmış olmasını ve Osmanlının
düzelmesinin artık imkânsız olduğunu bahane ederek Osmanlıyı gözden çıkardığı
gibi, Osmanlı-Rus barış sürecine de yeterli desteği vermedi. Osmanlı-Rus barış
antlaşması görüşmeleri için görevlendirilmiş olan Muhip Efendi’nin Paris’teki
girişimleri de çeşitli bahanelerle geciktirildi7.
Fransa’nın Rusya’yla işbirliği ve Osmanlıyı Rusya karşısında yalnız
bırakması, hatta Rusya’yla birlikte Osmanlı topraklarını paylaşma tasarıları,
payitahtta Fransızlara artık güvenilemeyeceğini ortaya koymuş, Ruslarla barış
görüşmelerinde Osmanlı kendisi çözüm aramak telaşına düşmüştü. Bu arada
Ruslarla yapılan mütareke sürecinin sona ermesi ve halen barış görüşmelerinde
ilerleme kaydedilememesi üzerine Osmanlı devleti barış görüşmeleri için Ruslarla
doğrudan temas kurma yolunu seçti. Rus orduları başkomutanı olarak mütarekeden
hemen sonra Tuna memleketlerine tayin edilen ve Bükreş’te bulunan Rus
Feldmareşali Aleksander Aleksandroviç Prozorovsk’a müracaat edildi8. Erfurt
görüşmesinin ardından isteklerini Osmanlıya kabul ettirme fırsatı yakalamış olan
Rusya, Fransa ile ittifakın uzun sürmeyeceğini bildiğinden elini çabuk tutmak
istiyordu. Osmanlı murahhaslarıyla yeniden barış müzakerelerine girişmek için
Prozorovsk da, hükümetinden bu yönde talimat almış bulunuyordu9. Osmanlı
devletinin bu müracaatına cevap mektubunu Rus Feldmareşali tarafından kurye
olarak İstanbul’a gönderilen Aleksander Grigoreviç Krasnokutsk getirdi. Onun
geldiği günlerde İstanbul, devlet otoritesinin sarsıldığı, dâhilî karışıklıkların
yaşandığı, askerî-idarî alanda belirsizliklerin hüküm sürdüğü, büyük devletlerin
diplomasi savaşlarının hız kazandığı merkezlerden biri haline gelmişti.
Aslında III. Selim’in azliyle başlayan süreçte Osmanlı devleti tarihinin
en karışık günlerini yaşıyordu. Nizâm-ı Cedid karşıtlarının Kabakçı Mustafa
önderliğinde yeniçerileri ayaklandırması sonucu III. Selim Nizâm-ı Cedid’i
kaldırdığını ilan ettiyse de, bununla yetinmeyen asilerin baskısı sonucu tahtı IV.
Mustafa’ya bırakmak zorunda kalmıştı. Yeniçerilerin baskı ve zorbalıklarına
dayanamayan ve “Rusçuk Yârânı” olarak tarihe geçen Nizâm-ı Cedid taraftarı
devlet adamları Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Paşa’ya sığınarak onun desteğiyle
III Selim’i yeniden tahta çıkarmak ve reformların devam etmesini sağlamak
istiyordu10. Alemdar Mustafa’yı bu konuda ikna etmeye muvaffak olan Rusçuk
yaranı onu ordusuyla İstanbul’a getirtmiş ise de, bu esnada III. Selim’in
katledilmesi planları değiştirmişti. Hayatta kalan II. Mahmut tahta çıkarılmış, o da
Alemdar’ı sadrazam tayin etmişti11. Artık iktidarda devlet işlerinin inceliklerine
pek vakıf olmamakla birlikte, kuvvet ve kudrete mâlik ve reformlara açık Alemdar
7 Netayic ül-Vukuat, s.235-236.
8 Netayic ül-Vukuat, s.236. Düşman devlet elçilerinin Yedikule’ye hapsedilmeleri geleneği III. Selim döneminde
kaldırılmış ve Osmanlı-Rus harbinin başlamasıyla ilk olarak uygulamaya konularak Rus elçisi İtalinskiy
memleketine iade edilmişti. Bu sebeple savaş esnasında Rusya’yla diplomatik münasebetler askeri makamlar
tarafından gerçekleştirilmiştir. Bkz, Danişmend, age., s.84.
9 Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, 9 (Ek Cild), Sabah Medya Ofset, Yersiz-Tarihsiz, s.189.
10 Karal, age., s.87.
11 Karal, age., s.88-89.
ve Rusçuk yaranı bulunuyordu. Alemdar döneminde ayanlarla Sened-i İttifak
yapılarak onların itaat altına alınmasına çalışılmış, Nizâm-ı Cedid’i ihya etmek
üzere Sekbân-ı Cedid adında yeni bir askeri ocak teşkil edilmişti. Alemdar’ın sert
ve etkin politikaları yeniçerileri sindirmiş ise de kin ve öfkelerini ortadan
kaldırmamıştı. Ruslarla mütareke yapılmış olmasına rağmen henüz barış antlaşması
için ilerleme kaydedilememişti. Barış görüşmeleri için Sadrazam Alemdar Mustafa
Paşa’ya gönderilen Grigoreviç’in İstanbul’a geldiği tarihlerde İstanbul patlamaya
hazır bir bomba idi. Yeniçerilerin isyan hazırlıkları son aşamasına gelmişti. Ancak
kutsal Ramazan ayının çıkması bekleniyordu.

1-Grigoreviç’in İstanbul’a Gelişi
Grigoreviç 4 Kasım 1808’de Rus ordusu Feldmareşali Knez Aleksander
Aleksandroviç Prozorovsk’un karargâhının bulunduğu Bükreş şehrinden
tercümanıyla birlikte yola çıktı. Hava muhalefeti dolayısıyla Rusçuk istikametinde
bulunan Petr köyünde geceledikten sonra ertesi gün yola devam ederek sabah erken
saatlerde Türklerin elinde bulunan bir sınır karakolu olan Giurgiu (Jurji) Kalesi’ne
ulaştı. Burada daha önceden kendisiyle tanıştığı ve geleceğinden haberdar olan
Edim Paşa tarafından karşılandı ve hiç vakit kaybetmeden kendisini Tuna
üzerinden Rusçuk’a yollamasını rica etti. Edim Paşa birkaç gündür devam etmekte
olan nehrin şiddetli dalgaları dolayısıyla onun bu teklifine sıcak bakmadıysa da
ısrarları karşısında bir kayık temin edilerek Grigoreviç yola çıkarıldı. Üç saatlik
zorlu bir nehir yolculuğundan sonra Osmanlı genel karargâhının bulunduğu
Rusçuk’a ulaşan Grigoreviç burada fazla kalmadan, yanlarına verilen bir Tatar’ın
refakatinde yola devam ederek önce Razgrad (Hazergrad)’a, ardından Djuma
(Cuma) şehrine, oradan Osman Pazar’a, daha sonra Balkan dağları üzerinden
yapılan iki günlük zorlu bir yolculuğun ardından 8 Kasım sabahı Slivni şehrine
vardı. Slivni’den sonra sırasıyla Yanbolu, Adrianopol, Babaeski, Burgaz, Çorlu,
Silivri, Büyük ve Küçük Çekmece yoluyla Marmara denizi sahilini takip ederek
gece yarısı saat 2’de İstanbul’a geldi. Ramazan münasebetiyle fenerler ve
mahyalarla aydınlatılmış olan camileriyle İstanbul onu adeta büyüledi. İstanbul’da
bütün yabancı temsilciliklerin bulunduğu Pera’ya geçen Grigoreviç Rusçuk’tan
tanıdığı Ermeni asıllı Bogos’un hanesine yerleşti12.

2-Grigoreviç’in Alemdar Mustafa Paşa ile Görüşmesi
İstanbul’da kendisine rehberlik eden kişi Rus taraftarı, muhtemelen ajanı
olan ve Manuk Bey olarak bilinen Ermeni asıllı Emanuel Marzaian idi. İstanbul’a
geldiği günün sabahı, evinde kaldığı Bogos’un kardeşi Gabriel’i Rusçuk’tan
tanıdığı Manuk Bey’e göndererek gelişini vezir Mustafa Paşa’ya ulaştırmasını
istedi. Manuk Bey Mustafa Paşa’nın hizmetinde görev yapan onun en sevdiği ve en
12 Dnevnıya Zapiski,s.1-14.
yakın adamlarından birisi idi. Hiçbir eğitim almamış olmasına rağmen çok zeki ve
kurnaz biri olarak bilinen Manuk Bey, uzun yıllar Mustafa Paşa’nın hizmetinde
görev yaptığı ve onun güvenini kazandığı için hükümet işlerinde etkili ve aynı
zamanda İstanbul’un önde gelen Ermeni tüccarlarındandı13.
Gabriel kısa sürede dönerek Manuk Bey’in vezirin yanına gittiğini ve
kendisini orada beklediklerini haber verdi. Bunun üzerine Grigoreviç derhal
Gabriel’le birlikte vezirin huzuruna çıkmak için Bâb-ı Ali’nin yolunu tuttu. Kapıda
Manuk Bey kendilerini karşıladıktan sonra vezirin huzuruna alındı. Rus kurye
Alemdar hakkında yeterli malumat edinmiş bulunuyordu. Alemdar’ı günlüğünde
şöyle anlatıyor: “Büyük vezir (Alemdar), zamanında sıradan bir bayraktar imiş.
Rusçuk yakınında bir paşanın (Tirsiniklioğlu İsmail Ağa) kethüdası imiş. Ancak dik
başlı ve zeki. Etrafında topladığı adamlarla eşkiyalık yapmış. Kendi efendisi ve
hâmisini öldürmüş
*. Her yeri yağmalayarak oldukça güçlenmiş. Büyük bir ordu
kurarak kendisini bütün Rumeli’nin ağası ilan etmiş. Birçok kez İstanbul üzerine
taarruzlara teşebbüs etmiş. Sultan kendisini mecburen paşa olarak tanımış ve
kıymetli hediyeler göndermiş. Kısa bir süre önce Selim’i tahttan alaşağı etmeleri
üzerine Alemdar Selim’i yeniden tahta geçirmek için ordusuyla İstanbul’a gelmiş.
Fakat Sultan Mustafa Rusçuk paşasının yaklaşmakta olduğunu duyunca Selim’i
öldürtmüştür. Bu durum karşısında Alemdar Sultan Mustafa’yı zindana atmış ve
tahta küçük kardeşi Mahmut’u oturtmuştur. Bunun karşılığında sadaret makamına
tayin edilmiştir. Bu dönemden itibaren Osmanlı imparatorluğunda kendi otoritesini
tesis etmiştir. Mahmut ismen padişah olmakla birlikte bütün yönetim işleri Mustafa
Paşa’nın salâhiyetindedir”14.
Grigoroviç Mustafa Paşa ile görüşmesini günlüğünde şöyle anlatıyor: “
Mustafa Paşa haşin ve görkemli bir şekilde divanda oturuyordu. Sarığında
pırlantalı tüy parlıyordu. Kemerinde ise Sultan Mahmut tarafından hediye edilen
elmas hançer vardı. Çevresinde yaklaşık 500 kişilik bir muhafız birliği
bulunuyordu. Asyavâri bir ihtişam ve müthiş bir şatafata sahipti. Feldmareşal
Prozorovsk’un mektubunu kabul ederek büyük bir memnuniyet duydu ve birkaç
defa hoş geldin, safa geldin sözlerini tekrarlayarak beni tebrik etti”15.
13 Dnevnıya Zapiski,s.14-15. Manuk Bey Alemdar Mustafa Paşa’nın ölümünden sonra Rusçuk’a kaçarak burada
Ruslar için çalışacaktır. Kendisine Eflak beyliği verilmesi için bütün maddi imkanlarını seferber etmeye hazırdır.
1809’da Osmanlı-Rus barış ümitlerinin ortadan kalkıp muharebenin yeniden başladığı yıllarda Rusları teşvik
ederek Türklerin elinde bulunan Giurgiu üzerine Rus ordusunu harekete geçirdi. 1809 Nisan ayında Bükreş’den
hareket eden Rus ordusu kaleye yaptığı hücumda muvaffak olamadı. Manuk Bey sonradan Rusya tarafından
generallik rütbesi ile taltif edildi. Bkz., Hammer, age., s.181,191. Bükreş’te bugün restoran-otel olarak kullanılan
tarihi Manuk Han Manuk Bey tarafından 1800'lerin başında yaptırılmıştır.
*
İsmail Ağa Tirsinik’teki çiftliğinde mutad olduğu üzere eğlendiği sırada, eğlenceyi seyretmek üzere toplanan
köylülerden biri tarafından gece yarısı atılan bir kurşunla vurulup ölmüştür. Bkz., İsmail Hakkı Uzunçarşılı,
“Mustafa Paşa Bayraktar”, İA, VIII, MEB, s.720. (720-727); Netayic ül-Vukuat, s.220. İsmail Hami Danişment,
Türk ordusunda istihkam amirliği yapmış olan Baron Juchereau de Saint-Denys’e dayanarak verdiği bilgide
Tirsiniklioğlu’nun ölümünde Alemdar Mustafa Paşa’nın parmağı olduğunu ancak Cevdet Paşa’nın bu fikirde
olmadığını belirtmektedir. Bkz, Danişmend, age., s.82.
14 Dnevnıya Zapiski,s.15.
15 Dnevnıya Zapiski,s.16-17.
Krasnokutsk’a burada reçel, kahve ve tütün ikram edildikten sonra
Mustafa Paşa, Manuk Bey ve tercümanın dışındakilerin salondan çıkmasını işaret
etmiştir. Baş başa kaldıktan sonra Mustafa Paşa Feldmareşal tarafından gönderilen
mektubu açarak, okuması için tercümana vermiştir. Mektubun muhtevasından
oldukça memnun kalan Mustafa Paşa bu memnuniyetini ve siyasi düşüncelerini şu
sözlerle dile getirmiştir: “Türkler uzun zamandır Rusya ile barış yapmayı arzu
ediyor. Ancak Fransızların siyasi entrikaları bunu engelliyor. Güya Türkiye’nin
menfaatlerine çalışıyorlar. Fransızların sürekli art niyetlerini, bütün Avrupa’nın
huzurunu kaçırdıklarını gördükçe Fransızlardan nefret etmeye başladım. Bizzat
Fransızlar bana Ruslara karşı 30 bin kişilik bir kuvvet vaat ederek, bu kuvvetle
kısa sürede Moldavya ve Valakya’nın (Memleketeyn/Eflak-Boğdan) ele
geçirileceğini temin ettiler. Ben inanmadım. Türkiye’yi çok defa aldattılar. Kısa bir
süre önce Fransızlar için çalışan 12 kişinin kellesini kestim. Benim ilk amacım
Rusya ve İngiltere ile barış imzalamak. Fransızlarla asla16”.
Bu sözlerden sonra Mustafa Paşa cevap mektubunun kısa sürede
hazırlanacağını ve kendisinin İstanbul’da fazla alıkonulmadan yola çıkarılacağını
söyleyerek ayrılmıştır. Bu arada Grigoreviç’in ziyaret edeceği yerlerde saygın bir
şekilde ağırlanması için bir emirname vermiştir
17.
Grigoreviç’in İstanbul’a gelişi bütün yabancı temsilciliklerde bir merak
ve heyecan konusu olmuş, bilhassa meşhur Fransız elçisi Sebastiyani*’den sonra
yerine tayin edilen Fransız elçisi G.Latour Maubourg tam manasıyla bir telaşa
düşmüştür. Ancak Grigoreviç diplomasi okulu tabir ettiği İstanbul’da dikkatli ve
ketum olmaya son derece gayret etmiştir18.

3-Yeniçerilerin Ayaklanması
Alemdar, kısa süren (3 ay 18 gün) sadrazamlığı döneminde devletin ve
milletin huzur ve asayişini sağlamış, devlet otoritesini yeniden kurmuş, III.
Selim’den devraldığı reform sürecini başlatmış, artık her şeyin geride kaldığına
kanaat getirmişti. Ancak bu süreçte başarıların getirdiği gereksiz bir gurur ve
ihmale kapılması, rehâvet ve sefâya dalması düşmanlarını harekete geçirdi19.
Bilhassa Yeniçeriler askeri alanda yapılan yeni düzenlemelerden oldukça
rahatsızdı. İsyan öncesinde Alemdar aleyhinde propagandalar açıktan açığa
yürütülmeye başlanmıştı. Bâb-ı Ali duvarlarına “Rumeliden geldi bir çıtak, Bayram
ertesi ya kılıç oynayacak ya bıçak”20
şeklinde afişler asılarak isyan adeta bağıra
16 Dnevnıya Zapiski,s.17-18.
17 Dnevnıya Zapiski,s.19.
* Sebastiyani eşinin ölümünden sonra hastalanmış ve memleketine dönmüştür.
18 Dnevnıya Zapiski,s.19-20.
19 Devlet adamları yeniçerilerin tamamen sindirildiğine inanmışlar, İstanbul’un siyasi inceliklerini bilmeyen
Alemdar’ı kendisine sunulan cariyelerle zevk ve eğlenceye tutku sardırıp kendileri de lükse ve görkeme kapılarak
tedbir almayı unutmuşlardı. Alemdar’ın beraberinde İstanbul’a getirdiği Rumeli askerleri, hanlara ve vezir
konaklarına dağıtılmış, buralarda tam bir gaflet uykusuna dalmışlardı. Bkz., Netayic ül- Vukuat, s.230.
20 Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi, s.96; Karal, Osmanlı Tarihi, s..94.
bağıra geliyordu. Buna benzer bir şiir parçası ölümünü takip eden günlerde
dairesinde de bulunacaktır. Bu şiirde: “Rumeli’den gelen eşkıya. Yeniçerileri
küstahça yağmaladı. Ramazan bayramından sonra kan dökülecek. Yeniçeriler
intikam alacak”21 sözleri yazılı idi. Buna rağmen sadrazam ciddi tedbirler almamış,
yeniçerilerin çığırtkanlığına aldırmamıştı.
Grigoreviç İstanbul’a geldiği günlerde, yeniçerilerin Alemdar Mustafa
Paşa’ya karşı bir ayaklanma hazırlığı içerisinde olduğunu duymuştu. Pera’da
bulunduğu sırada zaman zaman yanına uğradığı, uzun yıllar İngiliz sefareti
tercümanı olarak görev yapmış22, İstanbul’un siyasi atmosferine vakıf, tecrübeli ve
saygın bir hanımefendi olan Pizani hanım bu gelişmelerden kendisine bahsetmiş,
Alemdar Mustafa Paşa’nın, kaldırmak istediği Yeniçerilerin kendisi aleyhine
büyük bir kampanya içerisinde olduklarını söylemişti. Ancak kutsal ay Ramazan’ın
bitmesinin beklendiği sanılıyordu. Pizani Hanım Yeniçerilerin bu hazırlıklarından
Mustafa Paşa’nın haberdar olduğunu ve her türlü tedbiri aldığını, ancak geç kalmış
olduğunu söylemişti. Grigoreviç cevap mektubunu alarak ertesi gün İstanbul’dan
ayrılacağını düşündüğü için bu gelişmelere ve isyan söylentilerine o an fazla önem
vermedi23.
Her ne kadar Mustafa Paşa’nın sert tutum ve politikaları belirli
çevrelerce eleştirilse de, İstanbul’un huzurunu sağlamış, yaptıkları halk tarafından
takdir edilmişti. Grigoreviç bu sebeple olmalı halkın olası bir Yeniçeri
ayaklanmasına destek vermeyeceği kanaatindeydi24.
Grigoreviç, İstanbul’da gezdiği o günün akşamı, Bogos ve Gabriel’le
birlikte boğazda oturan Manuk Bey’e misafir olmuştur. Ertesi gün Manuk Bey
kendisine sevinçli haberi vererek akşam divanın toplanacağını, cevap mektubunun
hazırlanarak kendisinin gece yola çıkarılacağını söylemiştir. Divan toplantısında
barış görüşmelerine katılacak 3 kişilik heyet tespit edilmiş ancak cevap mektubu
hazırlanmadığı için Grigoreviç’in gidişi ertelenmiştir25. O günü de İstanbul’da
geçiren Grigoreviç’e, akşam saat 10’da vezir tarafından kabul edileceği
bildirilmiştir. Ancak Bâb-ı Ali’ye gitmek üzere tam filikaya bindiği esnada vezirin
adamlarından biri, vezirin şeyhülislam tarafından iftara davet edildiğini ve bu
yüzden kendisiyle görüşemeyeceğini, bu geceyi de Manuk Bey’in yanında
geçirmesinin istendiğini söylemiştir26.
Kızılca kıyametin kopacağı o gece aslında Grigoreviç için kader anıdır.
Randevünün iptali üzerine Manuk Bey’e misafir olan Grigoreviç misafir olduğu bu
evde neşeli, müzikli, hoş sohbetli saatler geçirirken yeniçeriler bayramı
21 Dnevnıya Zapiski,s.38.
22 Enver Ziya Karal, Selim III’ün Hatt-ı Hümayunları, TTK, Ankara 1988, s.193.
23 Dnevnıya Zapiski,s.24-25.
24 Dnevnıya Zapiski,s.25.
25 Dnevnıya Zapiski,s.25-26.
26 Dnevnıya Zapiski,s.30.
beklemeden Kadir gecesi isyanı başlatmış, İstanbul’u kan, gözyaşı ve alevlere
boğmuştu.
Grigoreviç bu gelişmeleri ancak sabaha karşı öğrenebilmiştir. O günün
sabahını (15 Kasım 1808) şöyle anlatıyor: “Sabaha doğru saat 5’de tercümanım
beni uyandırdı. Telaşlı bir halde, evde yalnızca bizim kaldığımızı ve herkesin isyan
mahalline gittiğini söyledi. İskele kapanmış, aralıksız devam eden ateş sesleri
duyuluyor. Caddeler boş. Halk evlerine kapanmış durumda. Tercümanım
yeniçerilerin buraya baskın yapabileceğini, bu yüzden acele etmemizi söyledi.
Kendisine, ben vezire elçi olarak gönderildim. Burada kalacağım. Herhangi bir
yere sığınmaktansa mahvolmayı tercih ederim dedim. Divana oturdum ve sigara
yaktım. Evimizin penceresi silah sesleriyle çınladı. Tercümanın beti benzi attı.
Fakat ben Allah’tan ve ecdadımın dualarından ümitvâr olduğum için sakindim”27.
Grigoreviç ve tercümanı endişeli bir halde beklerken İstanbul’daki en
yakın dostları Pizani Hanım ve Avusturya bakanı Stirmer tarafından gönderilen bir
kurye imdada yetişerek kendisini beklediklerini söylemiştir. Gece vezirin evi
Yeniçeriler tarafından yakılmıştı. Grigoreviç’in dostu olan bu kişiler onun vezirle
geceki randevülerini bildikleri için hayatından ciddi endişe ediyorlardı.
Hiç vakit kaybetmeden evden çıkan Grigoreviç yolda Pizani
hanımefendiye uğradı. Hayatta olduğunu gören Pizani Hanım o kadar sevindi ki,
“Allaha şükürler olsun. Ölümden döndünüz” diye sevinç çığlıkları attı. Daha sonra
Grigoreviç kendisini davet eden Stirmer Bey’e gitmek üzere Pizani Hanım’ın
yanından ayrıldı. Grigoreviç yol boyunda gördüklerini şöyle dile getiriyor:
“Tenhalaşmış sokaklar üzerinde etrafa dağılmış üçer dörder gruplu askerlerle
karşılaştık. Kimisi koşuyor, kimisi nereye gideceğini bilmez şaşkın halde, kimisi
atlara barut yükleyerek İstanbul istikametine atları koşturuyor”. Bu arada kader
muhasebesi yapan Grigoreviç: “Geçen gece ölüm, itiraf etmek gerekirse beni adım
adım takip etmiş. Eğer şeyhülislam veziri iftara davet etmemiş olsaydı veya Manuk
Bey’in yanına iki saat geç gelmiş olsaydım hiç şüphesiz Yeniçeriler tarafından
parçalanmış olacaktım”28 diye düşünür.
Grigoreviç Avusturya bakanının evinde bulunduğu bu sıralarda
İstanbul’da yaşanan elim hadiseleri gözlemlemeye devam eder. “Top ve tüfek
sesleri aralıksız duyuluyordu. Halk ortada yoktu. İskele kilitlenmiş, her iki taraftan
da kimseye izin verilmiyordu. Asiler evleri yaktılar. Her tarafta ateşler savruluyor.
Boğazda bekleyen yaklaşık 30 adet gemi şehri güllelerle dövüyor. Sokaklarda
insanlar hançer ve kılıçlarla birbirini boğazlıyor. Pencerelerden ateş açılıyor. Her
yerde kan ve cesetler. Feryat, figan sesleri silah seslerine karışıyor. İstanbul
alevlerle sarılmış adeta ateş soluyan bir dağa benziyordu”29.
27 Dnevnıya Zapiski,s.31-32.
28 Dnevnıya Zapiski,s.33-34.
29 Dnevnıya Zapiski,s.34-35.

4-Bâb-ı Ali’nin Muhasarası ve Alemdar’ın Ölümü
Bir süredir isyan hazırlığı içerisinde bulunan yeniçeriler 14 Kasım’ı 15
Kasım’a bağlayan Salı gecesi Grigoreviç’in de ifade ettiği gibi, sadrazamın iftar
için gittiği şeyhülislamın konağında bulunduğu bir sırada yangın çıkararak isyanı
başlattılar. İsyanın bayram sonrasını beklemeden erken başlamasının sebebi,
Şeyhülislamın konağındaki ziyafetten dönen Alemdar’a yol açmak isteyen
muhafızlarının halkı değnek ve kamçıyla dağıtması ve bu yüzden yaralananların
kahveleri dolaşıp yeniçerileri ayaklanmaya teşvik etmeleri ve bu heyecan anında
ismi bilinmeyen birinin bayram ertesi ocağın ilga edileceği hakkında bir haber ifşa
etmesi şeklindeydi30. Zaten her şeyi göze almış olan yeniçeriler isyan ateşini
yaktılar.
Grigoreviç’in günlüğünde o gece yaşanan olaylar şöyle anlatılıyor:
“Mustafa Paşa çok sayıda devlet memuruyla birlikte şeyhülislamın
konağında iftarda idi. Bütün tedbirleri almıştı. Beraberinde iyi donanımlı 2000
muhafız bulunuyordu. İftar sonrası şeyhülislamın konağından çıkışta yangını gördü
ve sebebini hemen anlayarak hızlı bir şekilde Bâb-ı Ali’ye hareket etti. Yeniçeriler
ardından ateş açtılarsa da muvaffak olamadılar. Alemdar sağ salim dairesine
ulaştı. Bâb-ı Ali’in her tarafını kapatmaları için emirler verdi. Muhafızlarını
etrafına topladı. Ordusu yeniçerilerle ümitsizce mücadeleye başladı. Bu
çarpışmalarda o gün her iki taraftan yaklaşık 2000 kişi hayatını kaybetti.
Yeniçeriler Bâb-ı Ali’yi yakma konusunda uzun süre karar veremediler. Zira
burada hemen bütün hazine ve sadâretin önemli evrakları bulunuyordu. Onlar
Mustafa Paşa’yı canlı olarak ele geçirmek istiyorlardı. Birkaç kez, her şeyin
yolunda olduğu ve padişahın kendisini görmek istediğini söylemek üzere adam
gönderdilerse de Mustafa Paşa bunların hiçbirine inanmadı. Sağlam bir şekilde
korunmak için muhafızlarını teşvik ve teşcî etmeye devam etti. Yeniçeriler
kudurmuş gibi binanın etrafını sarmış ve ateş etmeye başlamışlardı. Binanın dört
bir yanı ateşe verilerek hiç kimsenin dışarı çıkmasına izin verilmiyordu. Mustafa
Paşa sükûnetini muhafaza ederek yeniçerilere hitaben; “Benim hayatım size
pahalıya mâl olacak. Son nefesime kadar savaşacağım” diye haykırarak ateş
etmeye başlamıştı. Mustafa Paşa yeniçerilerin menfaat ihtiraslarını bildiği için
aralarında karmaşa çıkarmak ve vakit kazanmak maksadıyla üzerlerine bozuk
paralar, değerli taşlar ve eşyalar saçmıştır. Yeniçeriler atılan bu şeyleri kapışmaya
başladıkları ve aralarında tartışma ve çatışmalar çıktığı esnada Mustafa Paşa
üzerlerine ateş etmeye devam etmiştir. Bu arada alevler binanın her tarafını
sarmıştır. Yangın her tarafa yayılarak her şeyi yok etmiştir. Mustafa Paşa ölümün
kaçınılmaz olduğu bu son dakikalarda bütün gücünü ve maneviyatını toplayarak
“Ey asiler! Hayatımın son dakikaları sizin de son dakikalarınız olacak. İntikam
30 Danişmend, a.g.e., s.96; Hammer, a.g.e., s.186; Karal, Osmanlı Tarihi, s.94-95; Ayrıca yeni kurulan Sekban-ı
Cedid askerlerinin oruçlarını zamansız bozmalarının da yeniçerileri galeyana getirdiği sebepler arasında
gösterilmektedir. Bkz., Stanford Shaw-Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, II, İstanbul
1983, s.29.
almadan ölmeyeceğim. Elveda İstanbul” diye haykırmış, salonun orta yerine barut
döktürmüş ve ateşlemiştir. Birkaç gün sonra cansız yatan bedeninin bulunacağı
bodruma inmiştir”31.
Mustafa Paşa’nın binayı havaya uçurmasından sonra da ayaklanma bir
süre devam etmiştir. Bu arada kısmen sakin olan Pera’da da insanlar tedirgin
haldeydi. Herhangi bir tehlikeye karşı gemilerle uzaklaşma hazırlığı yapılıyordu.
Top ve tüfek sesleri kesilmiyordu. Yeniçerilerin kışlaları ve evleri yanıyordu.
Mescitler alev içindeydi. Mustafa Paşa’nın tarafında yer almış olan Yeniçeri Ağası
Mustafa Ağa param parça edilmiş, Kigay Bey (?) katledilmişti. Asi yeniçeriler
Sultan Mahmut’u tahttan indirerek hapsedilmiş olan sabık sultan Mustafa’yı tahta
çıkarmak istiyordu. Kaptan Paşa Ramiz Efendi gemileri silahlandırmış, yeniçeri
ocaklarına top atışlarına başlamıştı. İstanbul baştanbaşa yanmaya devam etti.
İsyanın daha ilk günü 4000 ev yanmıştı. Yangından ve kılıç darbelerinden binlerce
kişi hayatını kaybetmiş, kanlı cesetler denize atılmıştı32.
17 Kasım’da artık Yeniçeriler zafer edasıyla taşkınlıklara ve gösterişli
merasimler yapmaya, zaferlerini coşkuyla kutlamaya başlamış bulunuyordu.
Mustafa Paşa rejimi artıklarını ortadan kaldırıyor, Sekbân-ı Cedid ocaklarını,
onlara ait mal ve mülkleri imha ediyorlardı. Tehlike dolayısıyla Ermeniler ve
Rumlar silahlanmıştı. Mustafa Paşa’nın geride kalan yaklaşık 3000 kişilik ordusu
sultanın sarayında toplanmış asilere ateş etmeye devam ediyordu33.
Aynı gün Yeniçerilerin tahta çıkarmak istedikleri Sultan Mustafa
padişahın muvafakatiyle boğduruldu ve babası I.Abdülhamit’in türbesine
defnedildi. Hanedandan geriye sadece Sultan Mahmut kalmıştı. 18 Kasım’da
Yeniçeriler saraya girmeye muvaffak oldular. Mustafa Paşa’nın askerlerinin çoğu
hayatını kaybetti. Hayatta kalanlar kaçarak kurtuldu. Kaptan Paşa Ramiz Efendi ve
Kadı Abdurrahman Paşalar* gemilere binerek İstanbul’dan uzaklaştılar. Osmanlı
tahtının hayatta kalan tek varisi olması dolayısıyla Yeniçeriler kazaskerlerin
aracılığıyla Sultan Mahmut’tan af dilediler ve bir daha itaatsizlikte bulunmamaları
şartıyla affedildiler. Böylece ateş sesleri kesildi. Yeniçeriler Sultan Mahmut’un
huzuruna çıktılar. Bayramını kutladıktan sonra Ayasofya camiine kadar Sultana
eşlik ettiler34.
31 Dnevnıya Zapiski,s.35-37.
32 Dnevnıya Zapiski,s.38-39.
33 Dnevnıya Zapiski,s.41-42.
* Sultan Mahmut yeniçerilerin zaferinden sonra kendisini müdafa etmiş olanların Rusçuk’a kaçmalarına göz yumdu.
Ancak yeniçerilerin baskıları ile Rusçuk’a kaçan Ramiz Paşa’nın yakalanması için Kandıralı Mehmet beylerbeyi
tayin edilerek gönderildi. Silistre valisi Hüsrev Paşa da Rusçuk üzerine yollandı. Ramiz Paşa bu baskılar karşısında
Ruslara sığındı. Ruslarla yapılan antlaşmadan sonra Belgrad Muhafızı atanmak suretiyle kandırılıp çağrıldı ve
Yerköy’de idam edildi. Bkz., Netayic ül- Vukuat, s.234; Hammer, age., s.187-188. Kadı Paşa, memleketi olan
Alaiye’ye ulaşabilmiş ise de, yeniçerilerin baskıları ve zorlamaları ile yollanan fermanlar üzerine Tekeli Oğlu
Mehmet Ağa, kendisine saldırarak 1809 yılı Ocak ayı ortalarında yakalanıp asılmıştır. Bkz., Netayic ül- Vukuat,
s.234.
34 Dnevnıya Zapiski,s.43-44.
Alemdar Mustafa Paşa’nın âkıbeti henüz belirsizliğini koruyordu.
Kimileri onun kaçarak kurtulduğu ve ordu toplayarak İstanbul’a baskın yapacağını,
kimileri bodrumda dumandan boğulmuş halde bulunduğunu, cesedinin Yeniçeriler
tarafından aşağılanarak caddelerde sürüklendiğini, daha sonra kafasını kestiklerini,
kimileri canlı olarak ele geçirildiğini ve sonra parçalandığını söylüyordu35. Ancak
isyanın üçüncü gününde Mustafa Paşa’nın bodrumda dumandan boğulmuş halde
bulunduğu kesinleşti. Cansız yatan bedeninde, belinde sultan Mahmut tarafından
hediye edilmiş kılıç, elinde ise tabanca bulunuyordu. Ceset Yeniçeriler tarafından
sokaklarda sürüklendikten sonra bir ağaca asıldı. Paşa’nın cesedine hakaret eden ve
aşağılayan yeniçeriler ağzına soktukları sopa parçasını orada bulunanlara
göstererek “Bakınız Rumeli eşkıyası tütün çekiyor” diye alay etmişlerdir36.
Mustafa Paşa’nın öldüğü kesinleşmiş olmasına rağmen, hayatta olduğuna
dair söylentiler bir süre daha dillerde dolaşmıştır. Ortada dolaştırılan cesedin ona
ait olmadığı ve Yeniçerilerin intikam duygularının tatmin edilmesi, daha da
azgınlaşmalarının önlenmesi maksadıyla bunların yapıldığı söylentisi dolaşmıştır37.
Ayaklanma süresince kadın ve erkek toplam 15 bin kişi hayatını
kaybetmiş, 5 binden fazla yeniçeri yaralı olarak kışlaları doldurmuştur. Sultan
Mustafa’nın annesi boğdurularak oğlunun yanına defnedilmiş, ardından kız kardeşi
de zehirletilmiştir38. Yeniçeriler tahta geçirmek istedikleri Sultan Mustafa’yı
boğduran 12 kişinin kellesini istemişlerdir. Önemli devlet adamları bir bir
yeniçeriler tarafından ortadan kaldırılmıştır. Hariciye’nin geride kalan tecrübeli
devlet adamlarından Halif Efendi çavuş başının gayretleriyle Yeniçerilerin elinden
kurtulmuştur. Yeniçerilerin devlet adamlarından 15 kişinin daha kellesini istemesi
üzerine Sultan Mahmut daha fazla dayanamayarak Yeniçerilere hitaben sert bir
konuşma yapmıştır. Bu konuşmasında Sultan Mahmut: “Kendi kardeşlerinizin
kanını dökmeye daha ne kadar devam edeceksiniz? Kana susamış bir kaplan gibi
vahşete doymadınız mı? Yeryüzü sizin kan kokan ellerinizden inliyor. Günahsız
insanlar sizin taşlaşmış kalplerinizden yeterince muzdarip oldu. Canavarlıkta
ruhlarınız müzminleşmiş. Bütün imparatorluğun yok oluşunu hazırlıyorsunuz. Siz
vicdan ve inanç kanunlarını ayaklar altına aldınız. Hasım devletler hudutlarımızda
cereyan eden bu felaketi hiç şüphesiz istismar edeceklerdir. Ben sizin
padişahınızım. Ben size değil siz bana itaat etmelisiniz. Eğer bana itaat etmek
istemiyorsanız, tahtı bırakır, Anadolu topraklarına giderim. Keyfinize göre ülkeyi
35 Dnevnıya Zapiski,s.44.
36 Dnevnıya Zapiski,s.46-47. Alemdar Mustafa Paşa’nın cesedi zorbalar tarafından ağır hakaretlerle yollarda
sürüklenerek Atmeydanı’na getirilmiş ve bir dut ağacına baş aşağı asılmıştır. Daha sonra Yedikule civarındaki kör
bir kuyuya atılmış, yeniçeri ocağı'nın ortadan kaldırılmasından sonra (1826) kemikleri yine o civarda bir yere
gömülmüş ve nihayet II. meşrutiyet'in ilanından sonra kemikleri buradan alınarak Gülhane Parkı karşısındaki
Zeynep Sultan Camii mezarlığına nakledilmiştir. Soğukçeşme’den Sultanahmet’e çıkan caddeye de Alemdar
Caddesi adı verilmiştir. Bkz., Uzunçarşılı, “Mustafa Paşa Bayraktar”, İA, VIII, MEB, s.726.
37 Dnevnıya Zapiski,s.47.
38 Dnevnıya Zapiski,s.47-48. IV. Mustafa’nın kız kardeşi Esma Sultan yeniçerilerin ayaklandırılmasında önemli rol
oynayan kişilerden birisidir. Tebdil-i kıyafetle propaganda yaptığı ve ocak ileri gelenleriyle görüştüğü
bilinmektedir. Bkz., Danişmend, age., s.96.
yönetirsiniz. Bu vahşetinize şahit olmak istemiyorum”39 demiştir. Bu sözler üzerine
Yeniçeriler padişaha bağlılıklarını, ona itaat edeceklerini ve emirlerini yerine
getireceklerini söylemişlerdir. Böylece isyan sona ermiş, yaralar sarılmaya,
felaketin acı izleri silinmeye çalışılmıştır.

5-Alemdar’ın Ölümünden Sonra Rumeli
Mustafa Paşa’nın ölüm haberi bütün Rumeli’de büyük bir galeyana
sebep oldu. Daha ölümünün haber alındığı ilk günlerde ayaklanma henüz sona
ermişti ki, yeni bir söylenti İstanbul’un yeni bir felaketle karşı karşıya olduğunu
gösteriyordu. Mustafa Paşa’ya bağlı 17 bin kişilik bir ordu İstanbul istikametine
harekete geçmişti. Bu haber üzerine halk telaş içerisinde evini, dükkânını kapatarak
yeniden tedbir almıştı. Bu sırada Alemdar’ın öldüğü haberinin kesinleşmesi üzerine
ordunun geri dönmesiyle şehir yeniden sakinleşti40.
İsyanın ilk günlerinden itibaren Alemdar’a bağlı devlet adamlarından bir
kısmı Yeniçerilerin gazabından korkarak soluğu Rumeli’de almıştı. Mustafa
Paşa’ya bağlı ordu isyan halindeydi. Rumeli ayanlarının büyük bir kısmı
değiştirilmiş, ancak yerlerine henüz yenileri tayin edilmemişti. Her ne kadar
Rusçuk vekili Ahmet Efendi halkın eski beylerine itaatlerinin sağlanması için
tedbirler alsa da bu durum Rumeli illerinde bir kaosa yol açıyordu. Mustafa
Paşa’nın ölümünü fırsat bilen müslim veya gayrımüslim bazı unsurlar memnun
olmadıkları ağalarını değiştirmek veya istediklerini başa geçirmek için bir
kampanya içerisine girmişti. Rumeli’de eşkıya çeteleri yeniden kol gezmeye
başlamıştı. Köyler yakılıyor, ahali yağma ediliyordu. Daha önce Silistre
dolaylarında bulunan Elikoğlu eşkiyası Mustafa Paşa’nın ölümünden sonra oradan
çıkarılmış ise de bu defa Karlov civarını mesken tutmuştu. Bu sebeplerledir ki,
Grigoreviç’in dönüş yolunda güzergâh uzun ve dolambaçlı ancak daha emin bir
şekilde tespit edilecektir.

6-Grigoreviç’in İstanbul’dan Ayrılması ve Rus Harbinin Yeniden
Başlaması
Grigoreviç, isyanın bitmesi, devlet işlerinin yeniden toparlanma sürecine
girmesiyle Alemdar Mustafa Paşa’nın yerine tayin edilen yeni vezir Memiş Efendi
(Arnavut Memiş Efendi)’ye takdim edilmiştir. Grigoreviç’in, Avrupâi usül ve
âdâba vâkıf, tecrübeli, samimi ve nezaket sahibi olarak nitelediği ve maalesef böyle
insanların uzun süre sadaret makamında barındırılamayacağını düşündüğü41 bu
vezirle görüşmesi gayet olumlu geçmiştir. Rusya’yla barış görüşmelerine kalındığı
39 Dnevnıya Zapiski,s.48-50.
40 Dnevnıya Zapiski,s.46.
41 Grigoreviç’in kendisinden takdirle bahsettiği Sadrazam Memiş Efendi, Danişmend’e göre, “aciz, idaresiz ve
silik bir şahsiyet” olması sebebiyle bu makamda ancak 1 ay 9 gün kalabilmiştir. Yerine Gürcü Ziya Paşa ikinci
defa olarak tayin edilmiştir. Bkz., Danişmend, age., s.98-99.
yerden devam edileceği, iki büyük imparatorluğun eskiden olduğu gibi
dostluğunun yeniden inşa edilmesine gayret edileceği sözlerini almıştır42. Yeni
vezir Grigoreviç’e bu dostluk ve samimiyetin nişânesi olarak padişah adına
madalya ve hediye takdim etmiştir*. Vezir bu görüşmenin ardından Reis Efendi’ye,
Grigoreviç’in ülkesine dönüşü için işlemlerin hızlandırılması, en uygun güzergâhın
seçilmesi ve yol güvenliği için her türlü tedbirin alınmasını emretmiştir43.
Önce deniz yoluyla Marmara denizinden Tekirdağ’a, oradan kara
yoluyla Rumeli beyi olan İsmail Bey’in bulunduğu Serez’e gitmesi konusunda
karar verildi. Vidin’e kadar yol güvenliğinin sağlanması, Vidin’den itibaren Kraiov
(Craiov)’a kadar Vidin Paşası Molla’nın güvenliği sağlamasını hâvî mektup
yazıldı. Bu arada barış görüşmelerini hâvî Feldmareşal Prozorovsk’a yazılan cevap
mektubu da hazırlanarak Grigoreviç’e teslim edildi. Grigoreviç’i götürecek olan
gemi, mürettebatıyla birlikte hazır hale getirildi. Hava muhalefeti dolayısıyla
geminin hareketi bir süre daha ertelendi ve nihayet 30 Kasım’da Grigoreviç
İstanbul’daki dostlarıyla vedalaşarak Büyükdere’de bekleyen gemiye binerek yola
çıktı. Ancak rüzgârın şiddetini artırması üzerine geri dönüldü44. Ertesi gün bu defa
iyi donanımlı yeniçerilerin refakatinde yol güvenliği için her türlü tedbir alındıktan
sonra kara yoluyla İstanbul’dan ayrıldı. Marmara denizi sahilinden, Silivri,
Tekirdağ, Malkara, Keşan, Fera (Ferecik), Megra, Yumurjan, Yenice, Kavala,
buradan sonra ise denizden uzaklaşarak Rumeli içlerine doğru önce Pravadi,
ardından Serez’e ulaştı. Burada İsmail Bey’in misafiri olarak üç gün kaldı. 10
Aralık sabahı Serez’den ayrılarak Balkan dağları üzerinden yapılan zorlu bir
seyahatten sonra Nevrekop, Razlug, Pazarcık, Filibe, Çerpan, Zağra, Kızanlık,
Tırnova ve nihayet 20 Aralık’ta Rusçuk’a ulaştı. Sağlığı ve yol yorgunluğu
dolayısıyla Rusçuk’ta bir müddet misafir edildikten sonra 22 Aralık’ta kendisine
hediye edilen Arap atıyla Bükreş istikametinde yola çıkarak Rus ordusu
karargâhına vardı45.
Grigoreviç’in İstanbul’dan ayrılmasından üç gün sonra barış
görüşmelerinin esaslarını belirlemek üzere Reisülküttap Galip Efendi, Haremeyn
payelilerinden Mehmet Rıza Efendi ve Beylikçi İzzet Bey 1., 2. ve 3. delege olarak
İstanbul’dan Bükreş’e gönderildi
46. Tilsit ve Erfurt görüşmelerinin ardından
Osmanlı devleti ve İngiltere arasında başlayan yakınlaşma 5 Ocak 1809’da Kale-i
Sultâniye antlaşmasıyla sonuçlanmış ve bu antlaşmanın gizli maddeleri uyarınca
İngiltere’nin Osmanlı devleti ile Rusya arasındaki barış görüşmelerine
arabuluculuk yapacağı öngörülmüştü47. Rusya, aracı olarak tayin edilen İngiltere
elçisi Adair’in bu rolünü kabul etmediği gibi barışın gerçekleşmesi için Adair’in
derhal İstanbul’dan uzaklaştırılması şartını koydu. Osmanlı Devleti tarafından
42 Dnevnıya Zapiski,s.52-56.
* Bunlar, pırlantalarla süslenmiş ay yıldızlı madalya ve elmas işlemeli tütün kutusudur.
43 Dnevnıya Zapiski,s.55.
44 Dnevnıya Zapiski,s.57-63.
45 Dnevnıya Zapiski,s.66-122.
46 Mustafa Nuri Paşa, Netayic ül-Vukuat, s.236.
47 Uçarol, age., s.102-103.
verilen menfî cevaptan sonra barış görüşmeleri kesildi ve Galip Efendi Yaş’tan
ayrılarak İstanbul’a dönme emri aldı48.
25 Ağustos 1807’de akdedilen ve yedi ay süresi olan mütareke yaklaşık
2 yıla uzamıştır. Barış görüşmelerinin kesilmesinden sonra 1809’da Ruslarla
muharebe yeniden alevlendi. Rusların esas ordusu Dobruca’yı geçerek bir kısmı
Varna, diğer kısmı Şumnu istikametinde iki koldan taarruza geçti. Osmanlı
ordusunun kahramanca mukabelesi üzerine Ruslar geri çekildi. Bunun üzerine
Osmanlı ordusunun Bükreş istikametine harekete geçmesi kararlaştırılmış ise de
Rusların Silistre’yi kuşatmaları üzerine bundan vazgeçildi. 24 Ekim 1809’da iki
ordu Silistre yakınlarında muharebeye başladı. Rus ordusu büyük kayıplar vererek
geri çekildi49. 1810 ilkbaharında Ruslar yeniden taarruza geçti. Varna ve
Şumnu’da başarılı olamadılar ise de Silistre ve Rusçuk kalelerini ele geçirdiler.
Ancak devam eden muharebelerde çok zayiat verdiler. 1811 ilkbaharında
Rusçuk’un geri alınması için Osmanlı ordusu harekete geçti. Aynı yılın yazında
Rusçuk yeniden Osmanlı ordusu tarafından ele geçirildi. Rusların karşı taarruza
geçtiği sırada Fransa ile Rusya arasında harp yeniden başlamak üzere olduğu için
Ruslar ister istemez Osmanlılarla barış görüşmelerine girişti. Barış görüşmeleri için
yine Reis Galip Efendi Bükreş’e gönderildi. Nihayet 16 Mayıs 1812’de Bükreş
antlaşması imzalanarak 1806’da başlayan Osmanlı-Rus harpleri sona erdi. Bu
antlaşmayla Eflâk’a girdiği yerden Tuna’ya dökülünceye kadar Prut ve
Karadeniz’e kadar Tuna nehirleri sınır kabul edildi. Eflak ve Boğdan’ın bir kısmı
Osmanlı’da kaldı. Hotin, Bender, Kili, Akkerman ve İsmail kalelerinin Ruslarda
kalması kararlaştırılırken, Ruslar Sırplar için de bazı imtiyazlar elde ettiler50.

7-Grigoreviç’in Günlüğünden Bazı Notlar
Grigoreviç’in günlüğündeki notlarına bakıldığında öncelikli olarak
dikkati çeken husus yolculuğun hem gidişte hem de dönüşte çok meşakkatli ve
tehlikeli oluşudur. Yolculuğun kış mevsiminde yapılması, Balkan dağlarının
aşılmasının çetinliği, eşkıya çetelerinin saçtığı korku vurgulanır. Bütün bunlara
rağmen Grigoreviç, kendisinin her şeyden önce bir asker olduğunu, her türlü engeli
aşmakta kararlı bir tutum sergilediğini ve görevi en kısa sürede yerine getirme
çabası içerisinde olduğunu sıklıkla ifade eder. Rus askerinin kendisine verilen
görevi askeri bir disiplin içerisinde yerine getirme bilinci ve sorumluluğunda
olduğuna vurgu yapar.
Osmanlı yetkilileri Grigoreviç’in görevini sorunsuz bir şekilde yerine
getirebilmesi için Türk hudutlarına girdiği andan itibaren olağanüstü güvenlik
tedbirleri almıştır. Grigoreviç yola çıkarılmadan önce yol güvenliğinin sağlanması,
konaklayacağı yerlerde mahalli Türk yöneticileri tarafından saygın bir şekilde
48 Hammer, age., s.190-191.
49 Netayic ül-Vukuat, s.237.
50 Netayic ül-Vukuat, s.241-242; Danişmend, age., s.100-101.
karşılanması için görevliler tayin edilmiş ve ilgili yerlere hitaben onurlu bir elçi
gibi karşılanması hususunda hususi mektuplar yazılmıştır. Özel seçilmiş silahlı
yeniçerilerin refakatinde görevinin başarıyla tamamlaması temin edilmiştir.
Grigoreviç yolculuğu esnasında zaman zaman Osmanlı reayası Bulgar ve
Rum ailelerinde konaklamıştır. Onlarla yaptığı sohbetlerden günlüğünde bahseder.
Gelişi esnasında Osman Pazar yakınlarında bulunan Çatak köyünde misafir olduğu
bir Bulgar ailesinde onlarla yaptığı ilginç sohbetten bahseder. Ev sahibinin
çocuklarına üzerinde Rus çariçesi Katerina’nın resmi bulunan Rus parası dağıtır ve
bu resmin II. Katerina olduğunu söylediğinde Bulgar ailesi Katerina’nın resmini
büyük bir saygıyla öperler ve Grigoreviç’e, çariçeyi uzun zamandır tanıdıklarını,
onun kendilerini Osmanlı yönetiminden kurtarmak istediğini, Rus ordusunun
yakında gelip kendilerini kurtaracağını ümit ettiklerini söylerler. Grigoreviç, o gün
gelene kadar kendilerinin temkinli olmalarını tavsiye etmekle yetinir. Yine dönüş
esnasında Serez’de konakladığı sırada kendisini ziyarete gelen Rumlarla ilginç
sohbetinden bahseder. Rumlar Türk yönetiminden hoşnut olmadıklarını, Rusya’nın
himâyesini istediklerini, İstanbul’un Rus çarının hakkı olduğunu ve bunun
gerçekleşmesini arzu ettiklerini söylerler. Bu sözler karşısında Grigoreviç, bir
zamanlar Rusya’nın İstanbul sefiri Bulgakov’un “Grekler Türkiye’de benim
felaketim oldu” sözünü hatırlayarak bu ziyaretçilerine karşı oldukça temkinli
davranmıştır. Onlara, “kendi yöneticilerinden memnun olmayan halkın kimseye
faydası olmaz. İç meselelerinden dolayı tarihten silinen çok devlet gördük” diye
cevap vermiştir. Bu temkinli tutumunun mükâfatını Serez Beylerbeyi İsmail Bey’in
huzuruna vardığında aldığını günlüğünde ifade eder.
Bir kısım Rumların, Bulgarların Osmanlı yönetimine karşı bu olumsuz
tavrına rağmen, yine onlardan çok sayıda kişinin Osmanlı yönetiminden memnun
oldukları yolunda açıklamalara da şahit olmuştur. Serez’de Arhier Konstantin
Serez beylerbeyi İsmail Bey’i Hıristiyan tebâya karşı tutumundan dolayı çok
övmüş, İsmail Bey’in Hıristiyanların hâmisi olduğunu, hiçbir Müslümanın
Hıristiyanları aşağılamadığını, böyle bir durum karşısında derhal cezalandırıldığını
kendisine anlatmıştır.
Günlüğünde Türkler hakkında da tespitlerde bulunur. Yolculuğunun
Ramazan ayına tesadüf etmesi dolayısıyla Türklerin Ramazan ayında çok sıkıcı bir
karaktere büründüğünü, yine gece uyumayıp gündüz uyuduklarını söyler. Bu
durum devlet işlerine de yansımıştır. Ramazan ayı boyunca gündüzleri devlet
dairelerinde işlerin ağır yürüdüğünü, çalışanların herhangi bir iş yapmadıklarını
dile getirir. Türklerin yabancılara karşı sıcakkanlı ve misafirperver olduklarını
belirtmeyi ihmal etmez.. İstanbul’da evlerin ve caddelerin düzensizliğine dikkat
çeker. Topkapı sarayının ihtişamına değinerek çok büyük olduğunu ve sihirli bir
şatoya benzediğini ifade eder. Ayasofya camiinin İstanbul’daki bütün binalardan
yüksek olduğunu ve şehri süslediğini dile getirir. Sadece Galata’nın Avrupa
sitilinde bina edildiğini söyler.
Kendisine İstanbul’da rehberlik eden Ermeni asıllı tüccar Manuk Bey’in
herhangi bir eğitim almamış olmasına rağmen Osmanlı yönetiminde yüksek
mevkilere gelmesi ve etkinliğine şaşırır. Yine Alemdar Mustafa Paşa’nın sıradan
bir bayraktar iken kısa sürede Sadrazamlığa kadar yükselebilmiş olması onu
şaşırtır. Bu vesileyle Türklerin yönetim biçiminden bahseden Grigoreviç, Türklerde
aile bağlarına bağlı bir aristokratik sistemin olmadığına, inancına, milliyetine
bakılmaksızın insanların devlet kademelerinde hızla yükselebildiğine ve yine hızla
bu makamlardan alaşağı edilebildiğine dikkat çeker. Yeniçerilerin isyanına ve
devletin bu isyan karşısında aczine şahit olan Grigoreviç, Osmanlı yönetiminin
otokrat ve despot bir yönetim olduğu yolunda Avrupa’da ve Rusya’da mevcut
kanaatin doğru olmadığına işaret eder ve Osmanlı yönetiminde başsızlık olduğuna
vurgu yapar. Çünkü yeniçeriler istediklerini başa getirebiliyor, istediklerini alaşağı
edebiliyor, sıradan biri eşkıyaları başına toplayarak yüksek kademelere çıkabiliyor.
Grigoreviç Osmanlı başkentinde her şeyin ordunun gücüne bağlı olduğunu,
Osmanlı topraklarında devleti bir arada tutan, koruyan tek ve gerçek gücün ordu
olduğunu, padişahın ve halkın orduya son derece saygı duyduğunu ifade eder.

Sonuç
Hem Osmanlı devletinin hem de Rusya’nın şiddetle bir barışa ihtiyacının
olduğu kritik bir dönemde İstanbul’a gönderilen Grigoreviç’in İstanbul’la ilgili asla
unutamayacağı hadiseler tabiî ki yeniçerilerin isyanıdır. Günlüğünün önemli bir
kısmını bu isyana ayıran Grigoreviç zaman zaman ölümle burun buruna dahi
gelmiş, bazen talihi bazen de sakin ve temkinli tutumu sayesinde İstanbul’u mahşer
yerine çeviren bu olaylar karşısında herhangi bir ciddi tehlikeyle karşılaşmamıştır.
Gerek Alemdar Mustafa Paşa ile ilgili gerekse Yeniçerilerin isyanı hakkında
müşahedelere ve duyduklarına dayanarak verdiği bilgiler Osmanlı kaynakları ile
örtüşmektedir.
İstanbul’u kâbusa çeviren, Osmanlı tahtının geleceğini sıkıntıya sokan ve
büyük maddî ve manevî zararlara yol açan bu isyanın başlıca sebebi bilhassa askeri
alanda yapılmak istenen reformlar idi. İsyan sonrasında zaferi kazanan reform
karşıtları yani yeniçeriler olmasına karşın netice itibariyle daha büyük bir
reformcunun yani II. Mahmut’un yolunu açması dolayısıyla yine de reformcular
olacaktır.
Kaynaklar
DANİŞMEND, İsmail Hami., İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, IV, İstanbul 1961.
Dnevnıya Zapiski Poezdki v Konstantinopol Aleksandra Grigoreviça
Krasnokutskago v 1808 godu, Samim im Pisannıya, S. Selivanovsk Basımevi,
Moskova 1815.
HAMMER., Büyük Osmanlı Tarihi, 9 (Ek Cild), Sabah Medya Ofset, Yersiz-
Tarihsiz.
KARAL, Enver Ziya., Osmanlı Tarihi, V, TTK, Ankara 1983.
--------------------------, Selim III’ün Hatt-ı Hümayunları, TTK, Ankara 1988.
KURAT, Akdes Nimet., Rusya Tarihi, TTK, Ankara 1987.
Mustafa Nuri Paşa, Netayic ül-Vukuat, III-IV, Haz. N.Çağatay, TTK, Ankara 1987.
SHAW, Stanford -Ezel Kural SHAW, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye,
II, İstanbul 1983.
UÇAROL, Rıfat., Siyasi Tarih (1789-1994), Filiz Kitabevi, İstanbul 1995.
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı., “Mustafa Paşa Bayraktar”, İA, VIII, MEB, s.720-
727.

Ziyaret -> Toplam : 125,36 M - Bugn : 118563

ulkucudunya@ulkucudunya.com