OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ
Efendi BARUTÇU 01 Ocak 1970
Vefatının 28. Yıldönümünde Türk-İslam davasının büyük mücadele adamı Osman Yüksel Serdengeçti’nin aziz hatırasına…
“Hiçbir şeyden pervamız yok
Bize Serden Geçti derler
Kimimiz yay kimimiz ok
Bize Serden Geçti derler
Ulu Tanrı rehberimiz
Yurda feda her birimiz
Delik deşik her yerimiz
Bize Serden Geçti derler
Alçaklara çatarız biz
Zulme kafa tutarız biz
Zindanlarda yatarız biz
Bize Serden Geçti derler”
Yukarıda bir şiirini naklettiğim bu büyük dava adamını ilk defa Kahramanmaraş Lisesi öğrencisiyken 1968 yılı Nisan ayında Kahramanmaraş’ta bir kapalı salonda dönemin CKMP lideri Alparslan Türkeş’in yanında görmüştüm. Konuşmasına şöyle başlamıştı; “Ben kravatsız milletimin kravatsız Milletvekili Osman Yüksel Serdengeçti” O gür ses, kulaklarımda hala çınlar.
Osman Yüksel Serdengeçti; Allah, Vatan, Millet yolunda büyük mücadeleler verip nice çilelere göğüs germiş bir vatan evladıdır.
Serdengeçti özellikle 1930’lu yıllarda Millî Şef döneminde cumhuriyeti kuran millî irade olan Türk milliyetçiliği fikrine savaş açan, milletin inanç ve değerlerini baskı altına alan ve böylece devlet – millet çatışmasına sebep olan tek parti döneminin zihniyetine “Millî Şefi” ne baş kaldırarak inananların sesi ve sözcüsü olmuştur.
Kalemini hak yolunda kılıç gibi kullanmış bu sebeple de Anadolu’da efsanevi bir kahraman gibi tanınmıştır.
Yaşadığı müddetçe millî ve yerli olmayan bütün davranışların, bütün akımların karşısında olan Serdengeçti; sömürgeciliğe, kültür emperyalizmine, aydın ihanetine (!), her türlü baskı ve dikta heveslilerine, zorbalığa, yolsuzluğa, hırsızlığa, taklitçiliğe başkaldıran bir yürekli dava adamıdır.
Tek parti döneminin Müslümanlar üzerinde uygulanmış olduğu her türlü baskı ve zulümlere karşı rahmetli Hüseyin Nihal Atsız, Necip Fazıl gibi dönemin önde gelen şahsiyetleriyle mücadele eden, yılmaz bir dava adamıydı.
Resmi ideolojinin Devlet terörü noktasına varan baskıcı uygulamalarına karşı, inananların sesi ve sözcüsü olmuştur.
Millî islami değerlere bağlı kadrolar onun mücadele azmini ve vermiş olduğu örnek mücadeleyi her zaman başlarına taç yapmış Serdengeçti’yi örnek almışlardır.
“Volkan gibi lav atmış ne susmuş ne ölmüşüm. Ben bu iman yolunda çılgınlara dönmüşüm” diye haykırarak, hücrelerden hücrelere, zindanlardan zindanlara atılmış hapishanelere sürülmüş kendini yakıp başkalarını aydınlatan meşale misali ömrünü Türk İslam düşmanlarının zehirli oklarına hedef teşkil ederek geçirmiştir.
Serdengeçti, Millî Şef diktatörlüğüne, CHP zulmüne karşı ayaklanan milliyetçi gençliğin 3 Mayıs 1944 yılındaki ünlü başkaldırısında da ön safta mücadele edenlerdendi.
3 Mayıs 1944 Irkçılık ve Turancılık davasında Nihal Atsız, Fethi Tevetoğlu, Zeki Velidi Togan, Alparslan Türkeş gibi tutuklanıp Millî Şef’in tabutluklarından, işkencelerinden nasibini almıştır.
Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe bölümü son sınıf öğrencisiyken gençliği kışkırttığı iddiası ile tutuklandı. Askerî mahkemede suçsuz bulunmasına rağmen atıldığı fakülteye yeniden alınmadı.
Türk İslam düşmanlarının üzerine tam bir Serdengeçti cesaret ve kararlılığıyla gitti. Söylenmesi lazım gelen her sözü, Türk İslam düşmanlarının yüzlerine korkusuzca söylüyor, savcılık mahkeme ve iktidarlar ne düşünürse düşünsünler, hakkında ne karar verirse versinler o bildiğinden asla şaşmıyordu.
Muhtelif zamanlarda yazdığı yazılardan dolayı hakkında 150’den fazla dava açıldı. 52 kere mahkûmiyet verildi, toplam dört buçuk sene hapishanelerde çile doldurdu.
Genç yaşta kendini mukaddes bir mücadelenin ateş hattında buldu ve hayatının sonuna kadar fikir hayatında cepheden cepheye koştu.
Çıkardığı derginin üst kısmında “Serdengeçti” hemen altında “Allah’a, millete, vatana koşanların dergisi” yazılıydı.
“Kötü niyetliler, şer kuvvetler Allah’a millete, vatana koşanların yolları üzerinde dikilmiş bulunuyor. Onların yüzlerine huzurunuzda tükürüyorum” diye haykırıyordu.
Serdengeçti 23. sayısında da Kemalizm’i sorguluyordu.
Resmî ideolojinin Kemalist uygulamalarına karşı, “Kemalizm’i din hâline getirmek isteyenler var” başlığıyla meselenin can damarına basıyor Devlet’in din politikasını eleştiriyordu.
Milletvekilliği döneminde hep “ben yalınayak kravatsız, çileli insanların vekiliyim” diyordu.
Kalemini yıllarca “Devlet” için “Millet” için, “Vatan” için bir kılıç gibi kullanan Serdengeçti’nin elleri kelepçeden bir türlü kurtulamıyor, Divan-ı Harblere veriliyor, çarmıhlara geriliyor, tabutluklarda bayıltılıncaya kadar dövülüyor, sövülüyor, işkenceler ediliyor sonra aylar sonra hadi beraat ettin diye salıveriliyordu.
Bakınız Merhum Ahmet Kabaklı ne diyor:
“Osman Yükseller bu milletin ruh, iman gelenek köklerine bağlı taşkın zekâlı çocuklarıdır.
Yolsuzluklara, kötülüklere, dinsizliklere, saçma sapan yeniliklere, her türlü bölücülük ve mezhepçiliğe, nursuzluk ve dönekliklere karşı içlerinde mukaddes bir isyanla İstanbul’a, Ankara’ya büyük şehirlere çoğunlukla “taşra”dan, bir kasabadan veya köyden gelirler. Gönüllerinde memleketi ve dünyayı bir anda düzeltecek ateşler yanar.
Taklitçi çıkar kulüplerini iman ve fazilet ocaklarına döndürmek azmindedirler. İyi ve yüce zannettikleri her şeye bir anda hayran, maskaralık, gösteriş ve düzmece, bildikleri her şeye bir anda amansız düşman olacak bir ruh hâliyle gelmişlerdir.
Oysa çok yerde fazileti gibi rezileti de sahte ve temelsiz nice muhitler onları beklemektedir.
Kendi inançlarının, ideallerinin mevki, siyaset veya para hırsı için harcandığını görmek onları can evinden vurur.
Öte yandan züppeliğin, sahte düzenin cahiliyet putperestliğinin, sömürge halkçılığının, güçlü ve zalim penceresinden, “ruh burkuntuları” geçirmektedirler.
Manevi her varlığımızı inkâr ile imanımızı tarihimizi aşağılatan “hakim zümrelerin” bütün çarkları Osmanların derisine geçen testere dişleridir.
Onlara telkinler el vermezse tuzaklar kurulur tuzağa düşünce arenaya atarak parçalatılırlar.
Taşradan kalp hulusu zekâ asaleti, fikir namusu, iyilik aşkıyla gelmiş, bir fakülteye yüksekokula güç bela yazılmış olan Osman Yükseller önce şaşkınlık, sonra yalnızlık ve tükenmişlik hissine düşerler
Kendi benlik ve cesaretlerinden başka, hiçbir sermayeleri, hiçbir destekleri ve hiçbir teminatları artık kalmamıştır.
O güne kadar ata ecdattan, muhitten, bir kaç iyi öğretmenden, hocadan, tarihin güzelliklerinden, Kur-an azametinden ve peygamber nurundan edindikleri ne varsa artık hepsi tehlikededir.
Osman Yükseller buna razı olamazlar. Kocaman kültür merkezlerinin sözde üniversiteleri “yüksek ilim muhitlerinde(!)” dudak bükülen hatta “geriliğin simgesi” diye yerilen bu değerler onlar için yaşamanın öz manasıdır. Vazgeçemezler.
Osman Yüksellere daha da ağır gelen bu kutsi inançların bu millî değerlerin bazı siyasetçi, ikbalci ve bezirgân ayaklara basamak ve onların kazançlarına, mezat malı gibi kullanılmasıdır.
Osman Yükseller, gönül kişizadeliğini, inanç şerefini muhafaza ettikleri için… Ve artık gerçekleri de görmeye başladıklarından, bu kirli muvazene değneğinin bir ucunda düşman gözüyle bakmakta, öbür ucunda tiksinmektedirler. Kendi kendilerine: “gayret bana düşer” diyerek mücadele meydanına atılırlar.
Hazırlıksız bir saldırıştır bu. Hiç eğitim görmemiş veya ancak sağına soluna bakmayı öğrenip de sipere yatmayı dahi talim etmemiş Mehmetçiğin Yiğit asaletleriyle gaza meydanına atılmasıdır.
Artık ya şehittirler işleri bitirilmiştir, ya gazidirler, yara almış, sakat bırakılmışlardır. Üstelik hiçbir taktik taşımayan atılış ve cesaretleri, daima başlarına kakılmış, onlara kusur olarak söylenmiştir.
Sömürge kültürü düzeninin dişlileri onlara zaten düşmandır. Sözde fazilet yakasının içine gömülerek uygun zaman kollayan beyler ise Osman Yükselleri acemi, taşkın ve atak bulmuşlardır. “oyun bozanlar, damdan düşenler” gözüyle bakmışlardır.”
“Yeryüzünde hiçbir büyük iş, yüreği yanmayan, çile çekmeyen insanlarca başarılmış değildir. Her ülkü, her büyük hareket, ancak ve yalnız büyük gönüllü insanların, gönülleri mukaddes ülkü ateşiyle yangın yerine dönmüşlerin, inandığı dava uğruna her çeşit tehlikeler, alçaklıklara, tuzaklara karşı inanılmaz bir cesaretle karşı koymuşların,ömrü boyunca asla zaaf alameti göstermemiş, çilekeş ve kudretini hakikatten, Hakk’a inanmışlardan alan “büyük adamların” liderliği, önderliğiyle başlatılmış ve başarılmıştır.”
İşte Osman Yüksel Serdengeçti bu büyük mücadelenin kahramanlarından, ‘büyük yalnızlarından’ biridir.
Aziz okuyucu ve bilhassa sevgili gençler, sözüm sizedir;
Ülkücülüğü Türklüğün, İslam aleminin ve bütün insanlığın geleceğine dair bir medeniyet tasavvuru olarak düşünemiyorsanız, sevgi ve imanla yoğrulmuş, huzurlarla örülmüş bir Türkiye ve dünya hayaliniz yoksa, dünyaya nizam vermeye çalışırken kendi iç dünyanızın dengelerini kuramamış huzura kavuşturamamışsanız boşuna uğraşıyorsunuz demektir.
Türkiye ve dünya insanlığı bir ahlak buhranının pençesinde yok olmaya sürüklenirken, fikrinizin ahlakını yaşamıyorsanız, milliyetçiliği ülkücülüğü bir rozetten, içi boş sloganlardan ibaret görüyorsanız, milliyetçiliğin lafından çok tezahürleriyle meşgul olmuyorsanız boşuna uğraşıyorsunuz demektir.
Kısacası zaman kılıçların kuşanıldığı, silahların çekildiği zaman değildir; zaman iman ve ahlakın rehber alınacağı, kalemin ve bilginin kullanılacağı bir zamandır.
Paranız, bilginiz, teknolojiniz olmasına rağmen; görgünüz, irfanınız, yol haritanız yoksa bugün altında yaşadığımız gök kubbeyi “ kendi gök kubbemiz” yapan dinamikleri bulamıyorsanız boşuna uğraşıyorsunuz demektir.
Bütün bu vasıflara ve üstün meziyetlere sahip bir inanç ve dava adamı olan Osman Yüksel Serdengeçti’yi rahmetle anarken sözü değerli şair ağabeyimiz Ali Akbaş’a bırakıyorum.
Serden Geçti
“… Mebus Osman, mahpus Osman
Anlamadık efsus Osman
Diline yazık sus Osman
Bu cemiyet ardan geçti…”
Kaynakça:
Osman Yüksel Serdengeçti, Cilt 1, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları
Turna Göçü, Şiirler, Ali Akbaş, Bengü Yayınları