« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

21 Kas

2011

İSTANBUL’UN İŞGALİYLE MEYDANA GELEN SİYASÎ VE SOSYAL BUHRANLARIN SOSYO - PSİKOLOJİK TAHLİLİ ÜZERİNE BİR DENEME

Dr. Taner ASLAN 01 Ocak 1970

Özet
Mondros Mütarekesi, Osmanlı Devleti’nin Müttefik Devletlerce aralarında pay
edilmesine, Anadolu’nun muhtelif bölgelerinin bu devletlerce işgal edilmesine yol
açmıştır. İstanbul ve Boğazlar; İngiltere, Fransa, İtalya ve Mütareke’de yer almamasına
rağmen, Yunanistan kuvvetleri tarafından işgale uğramıştır. İşgal, İstanbul’un Rum,
Ermeni ve Yahudi azınlıkları tarafından sevinç gösterileriyle karşılanmıştır.
Müttefikler, İstanbul’un idaresini kendi aralarında taksim etmişler, kullanmak ve
ikamet etmek maksadıyla gerek devlet daireleri, gerekse halkın mekânları zor
kullanılmak suretiyle işgal ediliyor, hem hükümet hem de halk buna seyirci kalıyordu.
İşgalle İstanbul’da asayiş ortadan kalkmış, hırsızlık, yolsuzluk, gasp, cinayet vs. almış
başını gitmişti. İşgal kuvvetlerinin keyfi uygulamaları güvenliği ortadan kaldırmış, halk
ise mal, can ve namus korkusu ile yaşar hale gelmiş, yıllarca belleklerden çıkmayacak
hadiseler yaşanmıştır. Yaşananlar halkın psikolojisi üzerinde derin yaralar meydana
getirmiştir. Çalışma, İstanbul’un işgalinin halk üzerinde ortaya çıkardığı sosyopsikolojik
durumun tahlili üzerinedir.

Giriş
Şevket Süreyya, Suyu Arayan Adam’da yarı sofu, yarı meczup, yarı derviş bir
kadının; -Müslümanların evveli Şam! Ahırı Şam” sözlerini dinleyenlerin, yakında Şam’a
kadar gidileceğine inandıklarından bahseder. Devamla aynı kadının; “-Edirne sudan,
İstanbul ateşten batacak”1 dediğini anlatır. Süreyya; “çocukluğumda bize misafir gelen
şom ağızlı hoca hanımın verdiği şeyler galiba doğru çıkıyordu: -evveli Şam, ahırı Şam”2
demiştir. Şam’a kadar çekilmemiştik; ama İstanbul’un ateşten batacağının ifade
edilmesi, ileride İstanbul’un işgalinin habercisi gibiydi.
1 Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1967, s. 23.
2 Aydemir, Suyu Arayan Adam, s. 59.
Osmanlı Devleti’ne yeniden ihya-yı nizam kazandırma sevdasıyla, devleti I.
Cihan Harbi’ne sokan İttihatçı kadrolar, dört yıl süren büyük ve şiddetengiz bir
savaştan, ilga-yı nizama doğru sürüklemişlerdir. Osmanlı Devleti’nin birlikte savaşa
girdiği İttifak Devletleri birer birer savaştan çekilmiş ve Osmanlı Devleti cephelerde
yalnız kalmıştır. Savaşı kaybedeceğini, daha doğru bir ifadeyle kaybettiğini anlayan
İttihat ve Terakki Fırkası, kendisine duyulan öfke ve kinin garabetinden bir nebze
kurtulmak maksadıyla, adını Teceddüd Fırkası şeklinde değiştirmiş, ancak bu
değişiklik, onların geçmişte yapmış oldukları menfi durumu lehlerine çevirememiştir.
İttihatçıların, devlet-i ebed müddet anlayışına sahip ve vatan sevdalısı olmaları devleti
çöküşten kurtaramamıştır. Dahası ebed müddet devlet değil, harap ve bitap bir devlet
haline getirmiştir.
Osmanlı Devleti, savaşla birlikte ortaya çıkan sosyal, siyasî ve iktisadî buhran
neticesinde yıpranmış bir devlet haline gelmiştir. Meydana gelen menfi gelişmeler,
bilindiği üzere Devlet-i Ali’nin Mondros3 Mütarekesini4 imzalamasına neden olmuştur.
Mütareke, 30 Ekim 1918 tarihinde, Osmanlı Devleti temsilcisi Bahriye Nazırı Rauf Bey
ile İngiltere temsilcisi Amiral Calthorpe arasında imzalanmıştır5. Rauf Bey şartları çok
ağır bu antlaşmaya imza atmasının gerekçesini Townshend’e şu şekilde anlatmıştır;
“Mütarekede ağır şartlar var. Bunlara razı oluşumuzun başlıca sebebi, İngilizlerin
durumu kavrayarak millî izzetinefsimizi incitmekten çekineceklerine dair Calthorpe’un
centilmence ve askerce verdiği teminattır.”6 Ali Fuat Bey, mütarekenin çok ağır şartlar
ihtiva ettiğini belirtmiştir; “Mütarekenin tatbikatı esnasında memleketin canını yakmış
3 Mondros aslında Moudros’tur. Anlaşmanın imza edildiği limanın adı olan Moudros’u, Türk
kamuoyu yanlış olarak Mondros Mütarekesi adıyla yansıtmıştır. Bkz; Ali Fuat Türkgeldi,
Mondros ve Mudanya Mütarekelerinin Tarihi, Ankara, 1948, s. 68 vd.
4 Mütareke için bkz; Türkgeldi, Mondros ve Mudanya Mütarekelerinin Tarihi, s. 22-24, 66-
68.; krş. Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. 3, K. 4, Ankara, 1993, s. 742-746.; kar.
Rauf Orbay, Siyasi Hatıralarım, (yay. haz. Sümer Kılıç), İstanbul, 1993.; Tevfik Bıyıkoğlu ve
diğerleri, Türk İstiklal Harbi I, Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı, Ankara, 1962, s. 344 vd.;
Selahattin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, C. 1, Ankara, 1973, s. 10 vd.
5 İsmail Soysal, Türkiye’nin Siyasî Antlaşmaları, (1920-1945), Cilt 1, T.T.K., Ankara, 1989, s.
12-16.; Fahri Belen, Türk Kurtuluş Savaşı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 1983, s.
11-13.; Nihat Erim, Osmanlı İmparatorluğu Antlaşmaları, Ankara, 1953, s. 519.; Bayur, Türk
İnkılabı Tarihi, C. 3, s. 742-746.
6 Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni Siyasî Hatıralarım, Cilt 1, İstanbul, 1993, s. 148.
olan esaslı maddeler çok kapalı ve aynı zamanda her türlü tefsire müsait bir şekilde
kaleme alınmıştı.”7
Bu antlaşma, her ne kadar Padişahı, siyasî olarak tahtında oturtuyor ise de
Osmanlı Devleti’ni fiilen tarih sahnesinden çeken bir antlaşma olmuştur. Bu arada,
devleti I. Cihan Harbi’ne sürükleyenler, mağlubiyet karşısında ülkeyi terk ettiler.8 12 yıl
önce Adriyatik’ten İran körfezine kadar uzanan Osmanlı Devleti’nden, Padişaha kalan
sadece İstanbul şehri idi; ancak mütarekeden biraz sonra, Payitahtın da işgal edilmesiyle
orada da egemenlik işgal güçlerinin eline geçmiştir.9
Osmanlı idarecileri, mütarekenin 12. maddesini bir umut olarak
değerlendirmişler10 ise de işgal kuvvetleri, mütarekenin 7. ve 24. maddeleri ile
Anadolu’nun işgalini açık hale getirmişlerdir11. Hatta İngiliz Yüksek Komisyonu,
işgalin çok sert geçeceğinden bahsederek, Türk’e yaşam hakkının tanınmayacağını ilan
etmiştir.12 Galip devletler adeta ‘bir kin ve intikam politikası’ takip etmişlerdir.13
İngiltere Başbakanı Lloyd George, “savaş boyunca maddi ve manevi birçok zayiat
vermişken, buna mukabil Türkler eski durumlarına geri mi döndürülecek?” diye
sormaktadır.14 I. Dünya Savaşı esnasında, Osmanlı’yı pay edenler15 savaş bittikten sonra
elde etmiş oldukları üstünlüğü bırakmak niyetinde değillerdi. Şimdi alabildiğine Türk
vatanının her köşesini işgal ediyorlardı.16
7 Sabahattin Selek, İsmet İnönü, Hatıralar, Cilt 1, İstanbul, 1985, s. 164.
8 Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, C. I, Cem Yayınevi, İstanbul, 1992, s.
3-22.
9 Paul Gentizon, Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu, (çev. Fethi Ülkü), K.B.Y., Ankara, 1983, s.
26.
10 Bıyıkoğlu, Türk İstiklal Harbi I, Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı, s. 345.
11 Madde 7: Müttefikler, emniyetlerini tehdit edecek durum zuhurunda herhangi bir stratejik
noktayı işgal hakkını haiz olacaklardır. Madde 24: Vilayet-i Sitte’de karışıklık zuhurunda bu
vilayetlerin herhangi bir kısmını işgal hakkını İtilaf Devletleri muhafaza edecektir. E. Semih
Yalçın, Atatürk’ün Millî Dış Siyaseti, Gazi Kitabevi, Ankara, 2007, s. 7-9.
12 Bilge Criss, İşgal Altında İstanbul 1918-1923, İletişim Yay., İstanbul, 1994, s. 14.
13 Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, İstanbul, 1953, s. 27.
14 Ergün Aybars, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi I, Ankara, 1996, s. 140.; Mehmet Temel, İşgal
Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, K.B.Y., Ankara, 1998, s. 3.
15 Yusuf Hikmet Bayur, “Dünya Savaşı Sırasında Osmanlı Devleti’nin Paylaşılması Hakkında
Yapılan Antlaşmalar”, Cumhuriyetin 50. Yıldönümü Semineri, Ankara, 1975, s. 45.
16 Osmanlı Devleti’nin paylaşılmasına dair bkz; E. E. Adamof, Anadolu’nun Taksimi Planı,
(çev. Hüseyin Rahmi), Belge Yay., İstanbul, 1972, s. 144.
1. İstanbul’un İşgali
“13 Kasım 1918 yılının bir sabahı idi. Ne olur o gün güneş doğmamış olsaydı. O
kara günü gözlerimiz göremez olsaydı. Ne acı, ne meş’um bir gündü. O muazzam
donanmalarıyla, kuvvetli kara ordularıyla Boğazları geçememiş olan İtilaf Devletleri,
bugün Mondros Mütarekesi’nin hükümlerine dayanarak serbestçe zafer şarkıları
söyleyerek Boğazları geçip, Türk İstanbul’u işgal edeceklerdi. Belki bu güzel şehirden
bir daha çıkmayacaklardı. Koskoca bir imparatorluk bugün son dakikalarını yaşıyor,
biz de o günleri görmek bahtsızlığına uğramış insanlardık…”17. O zamanlar, İstanbul
Lisesi’nde talebe olan Enver Behnan Şapolyo, İstanbul’un işgalini bir acı hatıra olarak
anlatıyor.
İstanbul, Enver Şapolya’nın ifadesiyle “en acı, en meş’um” günlerinden birini
yaşıyordu. Mütareke ahdine göre Boğazlar, İtilaf güçlerinin idaresine bırakılmıştır.18
Avrupalı büyük devletler, daha evvelce kendi aralarında yapmış oldukları antlaşmalarla,
Osmanlı Devleti’ni pay etmişlerdi. Mütarekenin imza edilmesini beklemeksizin düşman
kuvvetleri, Anadolu’nun muhtelif yerlerini işgale başlamışlardır.19 Düşman zırhlıları,
Sarayburnu’ndan Boğaz’a doğru girmeye başladılar. Önde İngiliz zırhlıları, arkasından
İtalyan drinotları ve en sonda ise Yunan zırhlısı20, Topkapı Sarayı önünden geçerek,
Dolmabahçe Sarayı önünde demirlediler. Düşman donanmalarının Dolmabahçe Sarayı
önünde demirledikleri sırada, Beyoğlu’nda bulunan ecnebiler nümayişler düzenlemekte,
sevinç çığlıkları atmaktaydılar.21 13 Kasım 1918’de İtilaf Devletleri gemilerinin
17 Enver Behnan Şapolyo, Mustafa Kemal Paşa ve Milli Mücadelenin İç Alemi, İnkılap ve Aka
Kitapevleri, İstanbul, 1967, s. 9.
18 Laurance Evans, Türkiye’nin Paylaşılması 1914-1924, (çev. Tevfik Alanay), Milliyet Yay.,
İstanbul, 1972, s. 51-80.
19 Osman Olcay, Sevres Antlaşmasına Doğru, Ankara, 1981, s. LIV-LXIII.
20 Mütarekede Yunanistan adı geçmezken, Yunan Başbakanı Venizelos İngiltere nezdindeki
girişimleri neticesinde İzmir’i işgal etme sözü almıştır. Bekir Sıtkı Baykal, “İzmir’in Yunanlılar
Tarafından İşgali ve Bu Olayın Doğu Anadolu’daki Tepkileri”, Belleten, Cilt 33, S. 132, Ekim
1969, s. 520-521.; Mustafa Turan, Yunan Mezalimi (İzmir, Aydın, Manisa, Denizli), Atatürk
Araştırma Merkezi Yay., Ankara, 1999.; Mustafa Turan, “İzmir’in İşgali Üzerine”, Atatürk
Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt 12, S. 36, Kasım 1996, s. 739-755.
21 Şapolyo, Mustafa Kemal Paşa ve Milli Mücadelenin İç Alemi, s. 9-10.; İstanbul’a 8 Kasım
1918’de Galata rıhtımına yanaşan Adrian adını taşıyan gemiden iki Fransız subayı ayak bastı.
İstanbul Limanı’na demir atması neticesinde oluşan bu feci manzara karşısında, Mustafa
Kemal’in “Geldikleri gibi giderler”22 ifadesi Milli Mücadele ruhunu ateşlemiştir.
Düşman güçleri, 13 Kasım 1918’de İstanbul’u fiilen işgal etmişler, ancak Türk
askeri yetkililerinin işgalcilerin talimatlarına kulak asmamaları, işgalcilerin bir otorite
tesis edememelerine neden olmuştur. İtilaf Devletleri İstanbul’da otoriteyi tesis
edemediklerinden dolayı İstanbul’un resmen işgal edilmesi yoluna gittiler. İşgal
Devletlerinin Yüksek Komiserleri, mütareke hükümlerini zorla kabul ettirebilmek ve
özellikle de kendilerine göre asi hükmünde olan Kuva-yı Milliyecileri ve diledikleri
kişileri tutuklamak, Meclis-i Mebusandaki milliyetçi eğilimleri baskı altında tutmak,
İstanbul üzerindeki malî ve hukukî denetimi tesis etmek ve idare etmek maksadıyla
İstanbul’un işgal edilmesinin gereğine işaret etmişler ve neticede 16 Mart 1920
tarihinde de İstanbul’u resmen işgal etmişlerdir.23 M. Kemal İstanbul’un işgalini Büyük
Nutkunda şu şekilde belirtmiştir: “Efendiler, 1920 senesi Martının 16'ncı günü öğleden
önce, saat 10.00'da makine başında şöyle bir telgraf geldi: ‘Ankara’da Mustafa Kemal
Paşa Hazretleri’ne Bu sabah, Şehzadebaşı’ndaki Muzıka Karakolu’nu İngilizler basıp
oradaki askerlerle çarpışarak, sonunda şimdi İstanbul'u işgal altına alıyorlar.
Bilgilerinize arz olunur.’ Manastırlı Hamdi (İstanbul, 16.3.1920).”24
İstanbul’un işgali Tasvir-i Efkâr’ın sütunlarında şu şekilde ifadesini bulmuştur:
“sekenesinin ekseriyetiyle, müessesât ve abidât-ı İslâmiye ve Osmaniyesiyle, tarihi
cevâmi, semâ-paye minareleri ve bütün şekil ve simâsıyla bir Türk ve İslam beldesi olan
payitahtımız” işgal edilmiştir.25
Bundan 5 gün sonra 22 İngiliz, 12 Fransız, 17 İtalyan ve 4’ü de Yunanlılara ait yaklaşık 60
parçadan mürekkep İtilaf donanması İstanbul limanına geldi. Bkz; Tansel, Mondros’tan
Mudanya’ya Kadar, C. 1, s. 55. 15 Kasım’a kadar İstanbul’a demir atan gemi sayısı 167’yi
bulmuştur. Bkz; Türk İstiklal Harbi, s. 179.
22 Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, Mustafa Kemal (1818-1919), C. 1, İstanbul, 1974, s.
341.
23 Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, C. II, s.384-400.; Temel, İşgal Yıllarında
İstanbul’un Sosyal Durumu, s. 5-6.; Criss, İşgal Altında İstanbul 1918-1923, s. 26-27.
24 M. Kemal Atatürk, Nutuk, (sad. ve yay. haz. E. Semih Yalçın), Gazi Kitabevi, Ankara, 2006, s.
302.
25 Tasvir-i Efkar, nr. 2688, 22 Mart 1919.
2. İstanbul’un İşgali Karşısında İşgal Güçleri – Azınlıklar ve Türkler
2. 1. İşgal Kuvvetlerinin Keyfi Uygulamaları: Düşman kuvvetleri, karaya
asker çıkarttıktan sonra, 8 Aralık 1918’de askerî bir idare tesis ettiler ve şehrin siyasî,
idarî ve iktisadî açıdan önemli mevkilerini kontrolleri altına aldılar.26 Böylelikle,
İstanbul’un çeşitli yerlerine askerî kıtalarını yerleştirerek, kendi aralarında taksim
ettiler.27 İtilaf güçleri, zor kullanmak suretiyle, yerleştikleri yerlerde birçok hukuk
dışılık ve yolsuzluklar yapmışlardır.28 İstanbul’u işgal eden düşman kuvvetleri; 2616
İngiliz, 540 Fransız ve 470 İtalyan askerinden oluşmaktaydı.29 İngiliz işgal orduları
kumandanlığı, idare bölgesi olarak Beyoğlu’nu seçmişler, Galata’da Arabyan Hanı ve
Beyoğlu’nda da Novotni Hanına yerleşmişlerdir. İngilizler ayrıca, Büyük Postane’yi ve
Harbiye Nezareti’ni de işgal etmişlerdir. Karargâh olarak da İttihat ve Terakki
Partisi’nin merkezi olan Kırmızı Konak’ı seçtiler. Fransızların mevkileri, Taksim’de
Fransız sefarethanesi ve mıntıkaları ile bütün İstanbul tarafı, Bahçekapı, Sultanahmet,
Beyazıt, Fatih ve Eyüp’e kadar uzanıyordu. Ayrıca Şehremaneti binası da Fransızlarca
işgal edilmişti. Fransızlar kışla olarak 4. Vakıf Hanı’nın ve Şehzadebaşındaki Letafet
Apartmanını işgal ettiler. Bir taburları da Ahırkapı ve Kumkapı’da bulunuyordu.
İtalyanlar Çengelköyü’ndeki Kuleli Askeri Lisesi’ni karargâh yaptılar. Yunanlılar ise
Çengelköyü’nden Kandilliye, Kandilliden Beykoz’a ve Yuşa Tepesi’ne kadar olan
26 Aybars, Türkiye Cumhuriyet’i Tarihi I, s. 139.
27 Şapolyo, Mustafa Kemal Paşa ve Milli Mücadelenin İç Alemi, s. 10.; Bu taksimat için bkz;
Temel, İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, s. 4.; ayrıca bkz; Türk İstiklal Harbi…,
s. 186.
28 Türk İstiklal Harbi, s. 179-180.
29 Temel, İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, s. 11-12.; İstanbul’da İtilaf güçlerinin
yerleştikleri binalar hakkında geniş bilgi için ayrıca bkz; Hüsnü Himmetoğlu, Kurtuluş
Savaşlarında İstanbul ve Yardımları, C.1, İstanbul, 1975, s. 67-68. İşgal güçleri tarafından
Türklere ait kamu ve hususi binaların işgaline dair bkz; Himmetoğlu, Kurtuluş Savaşlarında
İstanbul ve Yardımları, C. 1, s. 438.; Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, C. 1, s. 61.
Bu tahliyeler genellikle zor kullanılmak suretiyle gerçekleştiriliyordu. Özellikle şehzade ve sultan
sarayları ile zengin Türk ailelerinin konakları seçilmekteydi. Bkz; Temel, İşgal Yıllarında
İstanbul’un Sosyal Durumu, s. 13-14. Bunların yanı sıra işgal güçleri mektepleri de işgal
etmişlerdir. Hariciye Vekaleti mekteplere dokunulmamasına dair İtilaf Devletleri Komiserliğine
müracaatta bulunmasına rağmen bunların hiçbiri dikkate alınmamıştır. Bkz; Temel, İşgal
Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, s. 14.
yerleri işgal ettiler.30 İtilaf kuvvetleri, İstanbul’un işgalinden sonra İstanbul’un idaresine
dair ortak bir proje oluşturamamışlardır. İstanbul’da işgalcilerin kendi idarelerini
kurmak istemeleri bunun en büyük nedeni idi. Ayrıca bu durum işgalcilerin aralarında
bir takım anlaşmazlıklar da ortaya çıkartıyordu.
Ancak işgalciler İstanbul’da denetimleri artırmak maksadıyla,31 Türklerin
aleyhine siyasî, iktisadî, sosyal ve askerî kararlar içeren komisyonlar ihdas etmişlerdir.32
Denetimlerini kullanmaları için ise hükümete nota vermekteydiler. 19 Ocak 1919 tarihli
bir notada, kapitülasyonların kendi istekleri doğrultusunda yeniden düzenlenmesini
istemekteydiler. 13 Şubat 1919 tarihli bir notada da şunlar yer alıyordu; hükümetten,
şirketlerde Türkçe kullanma zorunluluğunun kaldırılması, aleyhlerinde yayın yapan
gazetelerin kapatılması, “emval-i metruke” sayıldığı için satılan Hıristiyan emtialarının
geri verilmesi, Duyun-u Umumiye, Osmanlı Bankası ve Reji’de çalışan Müttefik
uyrukluların maaşlarından 1914 yılından beri kesilen paraların iade edilmesi, silahların
toplatılması.33
Diğer taraftan Paris Konferansı’nda Yüksek Konsey, Osmanlı sultanının
İstanbul’dan uzaklaştırılması kararını almışsa da İngiltere, Müslümanlar üzerinde
olumsuz bir imaj çizmemek için, halife sultanın İstanbul’dan uzaklaştırılması kararına
karşı çıkmış ve bu hususta halife sultanın yanında yer almıştır.34
İngilizlerin İstanbul’da gerçekleştirdiği “vahşiyane ve caniyane harekâtın en
müthişi” Osmanlı Meclis-i Mebusan’ına yaptıkları tecavüzleridir. Özellikle,
milliyetperver mebuslar, tevkif edilip ardından ya hapse atılıyor ya da sürgüne
gönderiliyordu. Misak-ı Milli kararını alan mebuslardan Reis vekilleri Hüseyin Kazım
30 Şapolyo, Mustafa Kemal Paşa ve Millî Mücadelenin İç Alemi, s. 10. Mondros Mütarekesi
görüşmeleri sırasında Yunan donanmasının İzmir ve İstanbul limanlarına girmeyeceklerine dair
Türk delegasyonu İtilaf Devletlerinden imzalı bir belge almış ancak İtilaf güçleri bu imzalı
belgeye itibar etmemiş, mütareke ahdına riayet etmemiştir. Yunan donanması İzmir ve İstanbul
limanlarına gelerek, İstanbul’u işgalde yer almıştır. Bkz; Akdes Nimet Kurat, Türkiye ve Rusya,
K.B.Y., Ankara, 1990, s. 584.
31 Temel, İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, s. 18-19.
32 Clarence Richard Johnson (ed.), İstanbul 1920, (çev. Sönmez Taner), Tarih Vakfı Yurt Yay.,
İstanbul, 1995, s. 103-197.
33 Temel, İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, s. 19.
34 Criss, İşgal Altında İstanbul 1918-1923, s. 28.
Bey, Hoca Abdülaziz Mecdi Efendi, Rauf Bey ve Hoca Vehbi Efendi bu kararı Padişaha
arz etmek üzere Saray’a gittiklerinde, İngiliz polisleri tarafından tevkif edilirler.35 Rauf
Bey, İngilizlerin bu tecavüzleri karşısında duyduğu üzüntüyü şu şekilde ifade etmiştir:
“Muhterem arkadaşlarım! Bizi millet ifa-yı vazife için gönderdi. Cenab-ı Allah’a şükür
sonuna kadar borcumuzu ifa eyledik. Ben İngilizlerin milletin ırz ve namusu olan bu
mübarek binaya girmelerini asla görmek istemem, masum askerlerimizin de kan
dökmesine razı değilim. Hayatım millete feda olsun. Millet sağ oldukça ve böylece birlik
kaldıkça kendine hizmet edecek nice Rauflar bulur. Ben Vasıf Bey’le gidiyorum. Allah
din ve milletimize zeval vermesin. Müslümanların halifesini bu felaketten halas
buyursun.”36
İngilizler, İstanbul’da devlet idarelerini işgal edip, iş yapamaz hale getirmeye
çaba sarf etmişler ve nazırların görevlerini ifa etmelerini engellemişlerdir.37 Yolları
tutmuş, İstanbul’da karşıdan karşıya geçişleri engellemiş, mebusların evlerinden
çıkmalarına izin vermemişlerdir. Bu hadiselerin Anadolu’ya duyulmaması için de
telgrafhaneleri işgal etmişler ve memurları da kovmuşlardır. Ancak hamiyetli,
vatanperver telgrafçılarımız, İngiliz süngüleri göğüslerine dayanıncaya kadar bu felaketi
35 Mart Cuma günü “Meclis-i Mebusan Riyaseti Heyet-i Umumiye’nin kararına ittibaen, bütün
Osmanlı mebusları tarafından müttefikan kabul edilmiş olan ahd-i milli suretini padişaha
arzetmek için azadan Sivas Mebusu Bahriye Nazırı sabık Rauf Bey’le Konya mebusu ulema-yı
kiramdan Hoca Vehbi Efendi’nin ‘huzura kabul buyurulmasını Mabeyn-i Humayun’dan istirham
eylemiş, yevm-i mülakat’ ise 4 gün sonra ‘talik’ buyurulmuştu. Reis vekilleri Hüseyin Kazım Bey
ve Hoca Abdülaziz Mecdi Efendi ile Rauf Bey ve Hoca Vehbi Efendi ‘emr-ü ferman-ı padişahiye
ittibaen’ saray-ı hümayuna gitmişlerdir. Padişahın huzuruna çıkmışlar ve bu ‘muhavere’
sırasında iki İngiliz polisi ile bir Ermeni tercümanı onları tevkif etmeye gelirler. Bir Osmanlı
mebusunun herhangi bir yabancı hükümetçe tevkif olunmayacağını ‘kanun-ı esadimize tevfikan
ancak hükümet-i Osmaniye canibinden eshab-ı mucibe gösterilmek ve meclis tarafından
muvafakat edilmek şartıyla taraf-ı hükümetten bir mebusun tevkifi cihetine gidilebileceği
merkezin de idi.’ Ermeni tercümanı, mebusların hukukî kararını İngiliz Kumandanına telefonla
bildirerek muhalefet edildiği takdirde asker getirerek cebren tevkifat yapacaklarını küstahaze” bir
surette ifade ederler. Hakimiyet-i Milliye, nr. 22, 17 Nisan 1336/1920.
36 Hakimiyet-i Milliye, nr. 22, 17 Nisan 1336/1920.
37 İngilizler, Harbiye ve Bahriye Nezaretlerini işgal etmişler ve her odaya birer nöbetçi
koymuşlar, “nazırları ve erkan-ı harbiye reislerini ve bil-umum şuabâtı ityı vazifeden
meneylemişlerdir.” Hakimiyet-i Milliye, nr. 22, 17 Nisan 1336/1920.
Ankara’daki Müdafaa-i Hukuk Heyet-i Temsiliyesi’ne bildirmek suretiyle, milletin
fedakâr evladı olduklarını bu defa da ispat etmişlerdir.38
İşgal kuvvetleri her şeye diledikleri gibi el koymaktaydılar. İstanbul’da kontrolü
elde ettikten sonra, hapishanelerde bulunan Ermeni ve Rum mahkûmları serbest
bırakmışlar, vali atamalarına müdahale etmişler, basın, demiryolu, iletişim, ulaşım gibi
bir şehrin hayati organlarına el koymuşlar, azınlıklara geniş salahiyetler vermişler,
onlara her türlü kolaylığı sağlamışlar ve onlar da efendilerinin hizmetlerine amade
olduklarını göstermişlerdir.39 İşgal kuvvetlerinin keyfi uygulamaları bunlarla da
kalmamış, memuriyet atamalarında hükümete baskı kurarak, Rumların ve Ermenilerin
bu yerlere atanmalarını sağlamışlardır.40 Bunların yanı sıra milliyetperver paşaları, genç
subayları, gazetecileri, aydınları diledikleri gibi tutukluyorlar, türlü eziyet ve
işkencelere maruz bırakıyorlar, hapse atıyorlar yahut sürgüne gönderiyorlardı.41
2. 2. Azınlıklar: Yunanlılar, 1453’ten beri ilk kez İstanbul’a sahip olmak
hayaline yavaş yavaş yaklaşıyorlardı.42 Prens Jorj’un oğlu Konstantin’in son Bizans
imparatoru 9. Paleoloğ Konstantin’in yeniden onların tahtına çıkacağı ve tekrar
Hıristiyanlaştırılan Ayasofya’nın kubbesi altında görkemli “çok şükür” ilahisinin
söyleneceği mutlu saatin hayalini kuruyorlardı.43 25 Eylül 1918’de Venizelos, Kral
Alexandr’a yazdığı bir mektubunda, İstanbul’u almak vaadini unutmadığını ve
38 Hakimiyet-i Milliye, nr. 22, 17 Nisan 1336/1920.
39 Temel, İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, s. 19.; Akşin, İstanbul Hükümetleri
ve Millî Mücadele, C. 1, s. 162.
40 Ticaret ve Ziraat Nazırlığı’na (bir Rum), Dahiliye Nezareti Heyet-i Teftişiyye Müdüriyet-i
Umumiyyesi’ne (Timo Leon), Dahiliye, Memürin ve Sicil-i Ahval Müdürlüğü’ne (Ohannes
Ferit), Maliye Nezareti Müsteşarlığı’na ve Mihran’ın I. Sınıf Mülkiye Müfettişliği’ne (Haraçyan
Efendi) atamalar gerçekleştirilmiştir. Bkz; Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Millî Mücadele, C.
1, s. 163.; Temel, İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, s. 20.
41 6. Ordu Kumandanı Ali İhsan Paşa’nın Millî Mücadele’ye destek vermesini, silah ve askerî
mühimmat toplayıp Anadolu’ya sevk etmesini ve yerli Türk, Arap ve Kürtlerden gönüllü birlikler
oluşturmasını öğrenen İngilizler, Ali İhsan Paşa’yı Malta’ya sürgüne yollamıştır. Ali İhsan Sabis,
İstiklal Harbi ve Gizli Cihetleri, C. 5, Nehir Yay., İstanbul, 1993, s. 36-41.
42 Yunanlılar, Mondros Mütarekesi’ni düşlerine ulaşmalarında önemli bir adım olarak
görmüşlerdir. Bkz; Michael L. Smith, Yunan Düşü, (çev. Halim İnal), Ayraç Yayın Evi, Ankara,
2002.
43 Gentizon, Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu, s. 9.
İstanbul’un kendilerinin olacağını belirtiyordu.44 Ayrıca Nea Ellas gazetesi, İstanbul
üzerinde Yunanistan’dan başka hiçbir devletin hakkının olmadığını, buranın eskiden
olduğu gibi bugünde Yunanlıların olduğunu yazıyordu (13 Kasım 1918).45 Hatta
Anadolu Rumları adı altında Atina’da bir kongre düzenlenmiş, bu kongrede Arealis
adında bir Yunanlı, “Ey İstanbul, Allah’ın ve insanların huzurunda yemin ederiz ki,
senin için mücadele etmekten geri durmayacağız...”46 ifadesiyle İstanbul hakkındaki
düşüncesini ortaya koymaktaydı.
Yunanlılar, mütareke ile birlikte, Osmanlı Devleti’nin toprakları üzerinde, siyasî
emellerini gerçekleştirme fırsatını yakalamak için, siyasî arenada destek aramaya
başlamışlardır. Bunun üzerine, 30 Aralık 1918’de Paris Barış Konferansı’na bir
memorandum göndererek, Anadolu üzerindeki haklarına dair isteklerini sunmuşlardır.
3-4 Şubat 1919 tarihinde Paris Barış Konferansı’nda “Onlar Şurası” huzurunda, Yunan
Başbakanı Venizelos, sözde Wilson ilkelerine dayanarak, İzmir’i de kapsayan Batı
Anadolu’nun bir kısmı ve Oniki Adaları ile Batı Trakya üzerinde haklarının olduğunu
iddia etmiştir.47 Zira Venizelos, İngiltere’nin, I. Dünya Savaşı’na girmeleri karşılığında,
Batı Anadolu’nun batı kısmını kendilerine vermeyi taahhüt ettiğini hatırlatmış ve
buranın kendilerine verilmesini istemiştir.48 Neticede Yunanlıların bu istekleri başta
İngiltere olmak üzere Avrupa Devletlerince kabul edilmiştir49.
Yunan donanmasının, İstanbul’a gelişi ile İstanbul’un kendilerinin olduğunu
düşünen Rumlar, her tarafta taşkınlıklar yapıyor, kışkırtıcı hareketlerde bulunuyor ve
işgali çılgınca kutluyorlardı. İngiltere himayesindeki Yunan subay ve askerleri,
payitahtın merkezine muzafferane bir şekilde girip çıkıyorlar, dahası Beyoğlu’nda her
44 Dimitri Kitsikis, Yunan Propagandası, Yunan Propagandası, Meydan Neşriyat, İstanbul,
1963, s. 29.
45 Salahi Sonyel, Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngiliz İstihbarat Servisinin Türkiye’deki
Eylemleri, T.T.K., Ankara, 1995, s. 31.
46 M. Ali Ayni, Milliyetçilik, Ankara, 1943, s. 315-316.
47 Salahi Sonyel, “Mondros’tan Samsun’a Türk Kurtuluş Mücadelesi’nin Doğuşu”, Türkler, C.
15, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s. 608.; Salahi Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış
Politika, C. 1, Ankara, 1973, s. 51-52. Yunan iddialarına dair geniş bilgi için bkz; Laurence
Evans, Türkiye’nin Paylaşılması, (çev. Tevfik Alanay), İstanbul, 1972.
48 Ali Fuat Cebesoy, Siyasî Hatıralar, II. Kısım, Doğan Kardeş Yayınları A.Ş. Basımevi,
İstanbul, 1960, s. 56-57.
49 Mustafa Turan, Milli Mücadele’de Siyasî Çözüm Arayışları, Afyon, 1999, s.15-16.
akşam coşkun bir kalabalığın ortasında mavi beyaz bayrak yükseltiyorlardı. Boğaz’da
ise bir Yunan kuruvazörü, Sultanın sarayı önünde demir dahi atmıştı. İşgal güçleri
yukarıda bahsedildiği üzere, İstanbul’un idaresini kolaylaştırmak için İstanbul’u
bölgelere ayırmışlardı. İşgal kuvvetleri kendi mıntıkalarında birer karakol tesis ettiler ve
bu karakollarda rehberlik etmek üzere birer Rum ve Ermeni tercüman bulundurmuşlar,
bu rehberler işgal kuvvetlerinden aldıkları güç ve destekle, Türklerden öç almak
maksadıyla Türkler hakkında işgal güçlerine asılsız ihbarlarla bulunarak onları
tutuklatmaktaydılar.50
İşgal güçlerinin İstanbul’a ayak basmasıyla birlikte, İstanbul da bulunan
azınlıklar, özellikle Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler büyük bir sevinç yaşamış, çılgınca
gösteriler yapmışlardır. Rumlar, işgal kuvvetlerinin ve Yunanistan’ın bayraklarını
sallayarak, Boğazdaki Yunan gemilerinin etrafında sevinç gösterileri düzenlemişlerdir.51
Yunan Amirali Kakolidi, Beyoğlu Yunan Kulübü’nde, Rumları kışkırtıcı konuşma
yapmış, Rumlar bu konuşmadan da destek alarak, İstanbul’un sahibi gibi hareket
etmişlerdir.52 Yunan amiralinin kışkırtıcı konuşmasından sonra, İstanbul’da Rumlar,
Türklere tecavüzkâr hareketlerde bulunmaya başlamışlar, Türk bayrağına hakaret
etmişler ve her tarafa Yunan bayrakları asmışlardır. Hatta Rum çocukları, sokaklarda
Türk çocuklarını taşa tutmuşlardır. Rum gazeteleri sayfalarında işgale büyük yer
ayırmış, işgali metheden yazılar yazmış ve İstanbul’un Rum şehri olduğunu
vurgulamışlardır.53 Azınlıkların tepkileri hat safhaya ulaşmış, nümayişleri, sevinç
gösterileri alabildiğine artmış ve şımarıklıkları ile İstanbul’un efendileri gibi
davranmışlardır.54
İstanbul’un artık tek sahibi kendileriymiş gibi alabildiğine sevinç gösterileri
düzenleyen Rumlar ve Ermeniler; “İstanbul’un İslamlığın agûş-ı ihtirâmında taşıdığı
mabetlerine çanlar, salîb çelenkler ihzâr” ediyorlardı. Öyle ki savaş meydanlarında bir
varlık gösteremeyen Yunanlılar, riya ile gayelerine ulaşmak için çaba içine girmişlerdir:
50 Hüsamettin Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, İki Devrin Perde Arkası, İstanbul, 1964, s. 232.
51 Temel, İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, s. 7.
52 Temel, İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, s. 7.; Türk İstiklal Harbi, s. 182.
53 Temel, İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, s. 8.
54 Stefanos Yerasimos, İstanbul 1914- 1923, İletişim Yay., İstanbul, 1996, s. 133-134.
“O Yunanlılar ki uhuvvet-i beşeriyeden ziyade kendi hasis ve aç gözlü menfaatleri
uğruna karıştıkları harpte yükseltemedikleri süngülerinde riya ile melanetle sırıtan
mevcudiyetleri karşısında halifeyi İstanbul’dan o bütün cibilliyet-i ahlakiyesiyle ve
henüz kâinatın enzâr-ı meftuniyetini kazanan Muhammedilerin mutâf-ı kulûb u
ihtirâmından, payitahtından Konya’nın ıssız izbe sahralarına kovmak istiyorlar.”55
Amaçları Türkleri İstanbul’dan dolayısıyla Anadolu’dan çıkartmaktı. İstanbul’un işgal
edilmesi sonrasında Rumlar kiliselerde gösteriler düzenliyorlar ve İstanbul’u “Yunan
hükümetine rapt ve ilhâka” kalkışıyorlardı.56
Ebüzziyâzâde, Rumların İstanbul’daki nümayişlerinin “alelade bir nümayişten
ibaret bulunsun, ister daha mürettep ve muayyen bir maksadın safahat-ı tatbikinden biri
olsun” bunlar karşısında “mucib-i intibahımız” ın ve hükümetinde “nazar-ı dikkatini
celbe vesile teşkil” etmesi gerektiğini aksi takdirde, Rumların nümayişlerinin sonuçsuz
kalmamış olacağını belirterek, gerekli önlemlerin alınmasını istemiştir.57
Rumlar, özellikle İstanbul’da faaliyet gösteren Etnik-i Eterya, İstanbul’un
demografik yapısını değiştirmek maksadıyla, İstanbul’u Rumlaştırma projesi
kapsamında, İstanbul’a Yunanistan’dan ve Anadolu’nun muhtelif yerlerinden Rum ahali
getirmişlerdir. Etnik-i Eterya, İstanbul’da izci alayları kurmuş, bu izci alayları pek çok
Rum gencini silahlı eğitimden geçirmiştir. İstanbul’u Rumlaştırma faaliyetleri
çerçevesinde yapılan bir başka uygulama da sosyo ekonomik durumu kötüye giden
Türklerin mülklerinin Rumlar tarafından satın alınmasıdır. Türklerin mülklerini satın
almak için Atina Bankası, Yunanlılara kredi açmış ve özelliklede Ayasofya civarındaki
pek çok arsa ve binayı yüksek fiyatlarla satın almaya başlamışlardır. Ancak, Rum ve
Yunanlıların İstanbul’da Rum nüfusunu artırmak maksadıyla yaptıkları teşebbüsler,
istedikleri gibi bir netice vermemiş ve başarılı olamamıştır.58
2. 3. İşgal Karşısında Osmanlı İdarecileri ve Türkler: Mondros
Mütarekesi’nden sonra, vatanın içine düştüğü dehşetengiz vaziyet karşısında İstanbul’da
55 “Namus Uğruna”, Hukuk-ı Beşer, İzmir, nr. 92, 19 Şubat 1335/1919.
56 Tasvir-i Efkâr, nr. 2684, 18 Mart 1919.
57 Tasvir-i Efkâr, nr. 2684, 18 Mart 1919.
58 Temel, İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, s. 151.
bulunan devlet ricali, eli kolu bağlanmış ne yapacaklarını bilmez bir vaziyette idi.59
Dahası İstanbul’da Türkler arasında en yetkili kişiler, memleketin bağımsızlığının
muhafazasına dahi inanmıyorlardı.60 Yerli Türk makamları, bütün etki ve yetkilerini
kaybettikleri gibi, idarî mekanizma da işlemez hale gelmişti. Yetki tamamıyla işgal
kuvvetlerinin eline geçmekte ve kararları Britanya jandarması vermekteydi. Askeri polis
en küçük suç delili olmadan Türk yetkilileri tutuklayıp hapse atmaktaydı. Mesela,
İngilizler, motosikletleri İstanbul’un en işlek caddelerinde hızla sürerlerken, sadrazamın
otomobili aşırı hız iddiasıyla İngiliz polisi tarafından durdurulmuş ve kendi polis
bürolarına götürülmüştür. 16 Mart 1920’de eski nazırlar, mebuslar, Türk ayan ve
azasının en önde gelenleri, işgal otoritelerine karşı komplo hazırladıkları kuşkusu ile en
küçük suç delili olmadan askeri polislerce hapsedilmekteydi.61
Padişah, İtilaf Devletleriyle yapılan mütarekenin devlet, millet ve memleketin
emniyeti ve selameti için lüzumlu olduğunu, onlarla iyi ilişkiler kurmanın gerekliliğini
ve onların memlekete medeniyet ve refah getireceklerini belirterek, işgal kuvvetlerine
karşı bir tazyik içerisinde olmadan misafirperverlikle muamele edilmesini
istemektedir.62 Bu durum Padişahın ruh halini en iyi şekilde izah etmektedir.
İşgal, Türk halkını derinden yaralamasına karşın, işgale karşı ortak bir tutum
sergilenememiştir. Zira halkın bir kısmı savaşa şiddetle karşı çıkmakta, Anadolu’da
başlayan millî hareketin derhal durdurulmasını istemekteydi. Bir kısım ise hiçbir tepki
göstermeden, acele etmeden, kurtuluşu zamana bırakmanın gerekliliğine inanmaktaydı.
Diğer bir görüş ise Anadolu’daki millî uyanışa her türlü desteğin verilmesini ve savaşın
devamını istemekteydi.63 Savaşı istemeyen grubun tezi; henüz büyük bir savaştan
çıkılmış ve devlet bu savaştan mağlup olarak ayrılmış şartları ağır bir mütareke yapılmış
59 İstanbul fiilen “düşmanların kudret-i askeriyesi altına giren ve düşman idare-i örfiyesi hâkim
olan İstanbul’da Padişahın ve hükümetin hiçbir mevkisi, hukuku ve haysiyeti kalmayan Osmanlı
payitahtında ve başta mukadder halifemiz olduğu halde bu mıntıka dahilinde yaşayan İslamların
esir bir vaziyete girdiği makarr-ı hilafet-i İslamiye’de millet meclisi olunmaz şeklinde vaziyeti
müzakere eder.” Hakimiyet-i Milliye, nr. 22, 17 Nisan 1336/19'20.
60 Gentizon, Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu, s.12.
61 Gentizon, Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu, s. 14.
62 Aybars, Türkiye Cumhuriyet’i Tarihi I, s. 154-155.; Temel, İşgal Yıllarında İstanbul’un
Sosyal Durumu, s. 10.
63 Temel, İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, s. 9.
ve büyük bir felaketle karşı karşıya kalınmıştır. Savaş, büyük felaketler getirmiş,
iktisaden ve manen büyük bir yıkım yaşatmıştır. Böyle bir durumda, yeniden bir savaşa
kalkışmanın daha büyük felaketler getirecek olmasıdır. Bu görüşü savunanların en
büyük endişesi, mücadeleye teşebbüs edilse bile bunu gerçekleştirecek umut, direnç,
araç gereç, erzak vs. maddi ve manevi kaynaklardan mahrum olunması, bu şartlarda
girişilecek bir savaşın ancak maceraya atılmak olacağı, ülkeye fayda yerine zarar
vereceği ve bundan daha feci antlaşma hükümleriyle karşı karşıya kalınabileceğiydi.
Kurtuluşu zamana bırakan ve umumiyetle yaşlı ve tecrübeli kişilerin ortaya koyduğu
grubun tezi; uzun süren savaşlar ve beraberinde gelen şartları ağır antlaşmalar ile büyük
maddi ve manevi kayıpların verildiği, savaştan yeni çıkıldığı, yeni bir savaşa
kalkışmanın ise büyük felaketlere yol açacağı, bu nedenle her şeyi zamana bırakmaktı.
Vatanın kurtuluşu yolunda yeni bir savaşa hazırlanmak gereğine inanan genç zabit ve
milliyetperver gençlerin teşkil ettiği üçüncü grubun tezi; vakit kaybetmeksizin
hazırlıklara başlayarak işgal kuvvetlerini ülkeden atmaktı.64
İşgal; mebusundan tacirine, müderrisinden talebesine, subayından muallimine,
memurundan hamalına birçok Türkü üzüntüye boğmuştur. İşgal, uzun yıllar Türk
Milleti’nin hafızasından silinemeyecek kadar derin izler bırakmıştır. Birçok kişide
umutsuzluk hâsıl olmuş, kimse ne yapacağını bilemez hale gelmiştir. Türklerin yaşadığı
bölgelere derin bir sessizlik hâkim olmuştur. Kimse dışarı çıkmıyor, olanları ve
olacakları beklemekten başka bir şey yapmıyordu. Ancak umutsuz bekleyişin yerine
zamanla yeni umutlar yeşeriyordu. İstanbul’da teşkil edilen millî gruplar, Anadolu’daki
millî direnişe destek vermek için her türlü savaş araç gereçlerini toplayıp, gizlice
Anadolu’ya sevk ediyorlardı. Bu sevk esnasında çoğu düşman askerlerince fark edilip
şehit edilmiş, yakalananların akıbetinden haberdar olunamamış sürgünler, hapisler
furyası almış başını gitmiştir. İşgal kuvvetlerinin zor kullanmaları, tecavüzleri, Türk
halkının kin ve öfkesini bir misli artırmış, bu durum onların Anadolu’daki millî direnişe
katılmalarına yol açmıştır.
64 Temel, İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, s. 9.; Himmetoğlu, Kurtuluş
Savaşlarında İstanbul ve Yardımları, C. 1, s. 249-250.
İstanbul’un yaşadığı sisli günlerin o anları yaşayanların belleklerinde nasıl yer
ettiğini dönemin Mebuslarından Trabzonlu Hüsrev Bey teessüfle anlatır. O, İstanbul’un
işgalini “milletimiz için büyük bir felaket günü” olarak görmüştür. “Bütün mebuslar bu
elim vaziyet karşısında son karar vermek üzere meclise koşmuşlar” ancak “ İngilizlerin
karşıdan karşıya hiç kimseyi geçirmemek için münakalatı” yasakladıklarından
evlerinden dışarı çıkamamışlardır.65
Vatanın işgali İstanbul’un Müslüman Türk ahalisi üzerinde derin bir teessür
uyandırmıştır. İstanbul’da işgale karşı mitingler düzenlenmiş, halk yekvücut olmuş ve
işgale karşı duydukları derin öfkeyi coşkun bir halde göstermişlerdir. “Vakt-i
muayyeninden evvel” miting meydanını dolduran halk “Türk esir olmamıştır, olamaz!”
“Türk hürdür, esir olamaz” gibi “muciz ve fakat Türk’ün ruhunu ve düşüncesini” en iyi
şekilde ifade eden pankartlar taşımaktaydılar. Aynı zamanda işgalci güçlerin halka kötü
muamelelerde bulunması ve azınlıkların şımarık hareketleri karşısında Türk halkı,
Cuma namazı sonrasında da miting düzenlemiştir. Miting öncesinde el ilanları
dağıtılarak, miting hakkında bilgi verilmiştir.66
O günü yaşayan Halide Edip, mitingin tablosunu çok güzel çizer: “Karanlık bir
sır olan İstanbul’un arkası asıl mahalleleri ağzını açmış, sükkanını dökmüştü. Birçok
ihtiyar kadın, birçok ihtiyar erkek gördüm. İstanbul’un abûs, sâmit ve görünmez
ihtiyarları! Arkalarında hangi zamana ait olduğu bilinmeyen garip setreler, redingotlar
içinden hafif buruşuk boyunları yükseliyor, gözlükleri altından yaşlar beyaz sakallarına
alenen akarak ağlıyorlar.”67
İstanbul’un muhtelif yerlerini barınmak adına zor kullanmak suretiyle işgal eden
İtilaf Devletlerinin dinî mekânlar üzerindeki sembollerde değişiklikler yapmak
istedikleri aşikârdı. Birkaç Türk subayı, Rum ve Ermenilerin, Justinyen Kilisesinin
üzerine hilal yerine haç takmalarını engellemek için Ayasofya’nın koridorlarında
beklemekteydiler. Aslında bu subaylar, Anadolu’ya geçerek millî birliklere katılmayı
istemişler; ancak M. Kemal, İstanbul’un Türk askerlerinden yoksun kalmasının doğru
65 Hakimiyet-i Milliye, nr. 22, 17 Nisan 1336/1920.
66 İleri, nr. 1538, 15 Mayıs 1338/1922.
67 Halide Edip Adıvar, Ateşten Gömlek, İstanbul, 1920, s. 37-38.
olmayacağı düşüncesiyle bir kısım Türk subayının İstanbul’da kalmasını daha doğru
bulmuştur. Burada kalan subaylar, Rumların Ayasofya’yı işgal etme teşebbüsü olursa,
burayı dinamitleme emri almışlardır.68
Bunlar olup biterken İstanbul’un Türk halkı, memleketin özgürlüğü için
imkânları ölçüsünde uğraş veriyorlardı. Millî direnişe İstanbul’un Türk halkı,
İstanbul’da gizli teşkilat ağını metropolün en küçük evine kadar uzattı. Buralarda
oluşturulan “millî savunma grubu” her şeyden önce memlekette bulunan Hıristiyanların
ayaklanma ihtimaline karşı, Türkleri korumakla görevli idi. Başka bir grup da “işgal
birliklerini gözetleme” işini üzerine almıştı. Başka bir kol da gönüllülerin ve cephanenin
Anadolu’ya gönderilmesiyle yükümlüydü. Akşam oldu mu hamal, balıkçı ve arabacı
takımı hemen uygulamada seferber oluyorlardı. Yüksekokul talebeleri arada bağlantıyı
sağlıyorlardı. Haliç’in ve Boğazın en emin koylarına yanaşmış kayıklara gizli
depolardan binlerce obüs yüklüyorlardı. Şafak sökünce ekipler yeniden toplanmak üzere
dağılıyorlar ve akşam olunca aynı şey tekrarlanıyordu. Hatta bir gece, Kasımpaşa’da bir
cephane sandığı infilak etti. Muhafızlardan bir kısmı öldü, bir kısmı yaralandı. Ama
geride kalanlarda paniklemedi. Göz açıp kapayıncaya kadar cesetler saklandı. Yaralılar
götürüldü ve askerî polis geldiğinde, şehir uyuyan evler arasında yeniden sessizliğe
büründü.69
3. İstanbul’un İşgaliyle Meydana Gelen Siyasi ve Sosyal Buhranların Sosyo-
Psikolojik Tahlili
İstanbul’un, İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmesi, Osmanlı Devleti’nin fiili
olarak bittiği anlamına geliyordu. İstanbul’un Müslüman Türk halkı “devlet-i ebed
müddet” gördüğü devletlerinin artık nihayete erdiği düşüncesinde idi ve derin bir ye’se
ve üzüntüye gark olmuşlardı. İşgal, İstanbul halkının hissiyatında onarılmaz yaralar
meydana getirmiştir. Bağımsız yaşayan bir milletin başkenti artık işgal edilmiş ve
düşman kuvvetlerinin olta attığı mekân haline gelmişti. Özellikle yüzyıllardır birlikte
68 Gentizon, Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu, s. 15. Gentizon, o dönemde İstanbul’da bir grup
kadının tam zafer sağlandığında kubbenin tepesine asılmak üzere büyük bir bayrağın işlendiğini
hatta bunun resmini dahi gördüğünü belirtir.
69 Gentizon, Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu, s. 16-17.
yaşadıkları Rum, Ermeni ve Yahudi milletleri, İstanbul’un işgaliyle eski efendilerine
karşı cephe almış, hepsi şu ya da bu şekilde işgalcilere yaranmakla meşgul idiler.
İstanbul’un Müslüman ahalisi, yaşama hakkı verdiği azınlıkların kendilerini arkadan
hançerlemeleri, Müslüman Türklerde milliyetçilik duygularının artmasına neden
olmuştur. Müslüman bir beldenin düşman çizmeleri altına girmesi, kadın ve kızlara
karşı yapılan tecavüzler, Türk halkında büyük bir hınç uyandırmıştır.
Rumların, İstanbul’u Rumlaştırma düşüncesinin Türkler arasında yayılması,
Türklerde endişeye ve ümitsizliğe yol açmıştır. Bir zamanlar egemenliği altındaki
azınlıkların, şimdi kendilerine efendilik yapacak olmaları, Türklerde bir endişe meydana
getirmiştir. Türklerde iş yapma ve çalışma isteği de kırılmış; İstanbul, Türkler açısından
büyük bir sessizliğe bürünmüş ve bu sessizliğin hiç bitmeyeceği düşüncesi hâsıl
olmuştur.
Uzun ve yıpratıcı savaşlar ve akabinde gelen işgal, İstanbul’da iktisadî ve sosyal
buhranı gittikçe artırmış, Babıâli’nin hazinesi boşalmıştır. Zaten hem siyasî hem de
iktisadî açıdan tesirsiz kalan Babıâli, memurlara aylık veremiyordu. Trakya ve
Anadolu’dan İstanbul’a gelen on binlerce mülteci, yanmış yıkılmış evlerde iskân
edilmek durumunda kalmıştı. İstanbul halkında, kışın bastırmasıyla birlikte yakıt ve
gıda sıkıntısı baş göstermiştir. Hastalar ilaç bulamamakta, hastaneler işgal güçlerinin
denetimlerine geçmekteydi. Türklerin idarî işleri yapılmıyor, başvuruları
değerlendirmeye dahi alınmıyor, fakat azınlıkların her istedikleri yerine getiriliyor, her
şey onlar için seferber ediliyordu. Yaşanan bu gelişmeler Türklerde umutsuzluğu
giderek artırıyordu.
Savaşın meydana getirdiği yaralar, kısa sürede ortadan kaldırılacak tarzdan
değildi. Savaşlar geride sıkıntı içinde acı çeken bir millet bırakmıştı. Kimisi evladını,
kimisi kocasını, kimisi yakınlarını kaybetmiş, kimisi esir vermiş, kimisi yakınlarının ölü
mü, diri mi? olup olmadığını bilmeden hayal ile yaşıyor, kimi de sakat, iş göremez hale
gelmişti. Açlık, yoksulluk, işsizlik onların hayatının bir parçası olmuştu adeta. Onca
insanın cephede kaybedilmesi, birkaç mislinin sakat kalması, harbin neticesinde imza
edilen mütareke ile toprak kaybedilmesi ve vatanın işgal edilmesi karşısında duyulan
eziklik, Anadolu insanında umutsuzluk yaratmıştı.
Boğaz kıyılarında üzgün halk, Marmara’nın Doğu tepelerinde, Yunan birlikleri
tarafından meydana getirilen yangınların kırmızı ışıklarını seyretmek durumunda
kalmıştır. Türkler, fetihten beri ilk kez kendi memleketlerinin sahibi durumunda
değildiler. Müslüman semtlerinde önceleri iyi gözle bakılmayan reaya, artık
kaldırımlarda dimdik dolaşmaya başladı. Hatta camiler semti olan İstanbul sessiz adeta
nefessizdi.70
İşgal İstanbul’un Türk halkına pek çok zulüm yaşatmıştır. Kadınlar ve kızlar
rahat bir şekilde çarşı ve pazara çıkamıyorlar, birtakım tacizlerle karşılaşıyorlardı. Can,
mal ve namus güvenliği kalmamış, asayişsizlik hat safhaya ulaşmıştı. Bunun yanında
Ermeni ve Rumlara verilen geniş salahiyetler neticesinde azınlıklar, Türklere her türlü
hakareti yapıyor, karşılık veren Türkleri şikâyet ederek tevkif ettiriyorlardı. Türklerin
hak ve hukuku diye bir şey kalmamıştı.
İşgal güçlerinin meskenlere el koyması neticesinde birçok Türk ailesi açıkta
kalmış, barınma problemleri hat safhaya ulaşmış, işgal sırasında bazı evler ateşe
verilmiş, İstanbul’un en güzide yerlerinde oturan ailelerin konakları da bundan nasibini
almış, birçok aile kira gelirleriyle geçimini sağlıyorken evlerinin işgal edilmesiyle
birlikte bu aileler birçok maddi kayba uğratılmıştır. Evsiz barksız kalan insanların
ülkenin işgali karşısında duydukları ruhi gerilimin yanında, evlerinden de olmaları
onlarda onarılması güç buhranların yaşanmasına yol açmış ve uzun yıllar işgalin izleri
İstanbul’da ve İstanbul halkında unutulmaz acılar meydana getirmiştir. İşgal,
İstanbul’un Müslüman halkında manevi buhranlar yaşatmasının yanında, fiziki
koşulların meydana getirdiği olumsuz şartlar, hayatı daha da zor hale getirmiştir.71
İstanbul’da asayiş diye bir şey kalmamıştır. Asayişin sağlanamamasında çetecilik
faaliyetlerinin de giderek yaygınlaşması etkili olmuştur. Gerek Türkler gerekse
Hıristiyanların kurdukları çeteler, İstanbul’un denetimini sağlamayı güçleştirmiş,
böylece İstanbul güvenden ve asayişten uzak bir şehir haline gelmiştir. İstanbul halkı bu
çetecilik faaliyetleri neticesinde mal ve namuslarının güvenliğinin olmamasından büyük
70 Gentizon, Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu, s. 16.
71 Emrullah Nutku, “İşgal Günlerinin Acı Hatıraları”, Yakın Tarihimiz, C. II, s. 26-27.
bir korku ve endişe içerisinde kalmıştır. Bu durum özellikle çocuklar üzerinde derin etki
bırakmış, çocuklar gündüz sokakta oyun dahi oynayamaz duruma gelmiştir.
İstanbul’da sosyal, siyasî ve iktisadî kaosun yanında eğitim işleri de düzenli bir
şekilde sürdürülemiyordu. Zira işgal kuvvetlerinin kendilerine tahsis ettikleri mekânlar
arasında eğitim kurumları da yer alıyordu. Dolayısıyla eğitim işgalle birlikte sekteye
uğramıştır.
İşgal güçleri mütarekenin imza edilmesinin üzerinden iki buçuk yıl geçmesine ve
İstanbul’un seferberlik durumundan çıkmasına rağmen, mesken ihtiyacını karşılamak
maksadıyla binaların işgaline devam etmişlerdir.72 Meskenlerin işgaliyle aralarında baş
gösteren anlaşmazlıkların bertaraf edilmesi için Müttefiklerarası Elkoyma Bürosu
oluşturularak gerekli binaların işgalinde bu büro yetkili olmuştur.73
Birinci Cihan Harbinde sürülen Ermeniler, işgalle birlikte işgal kuvvetlerinden
aldıkları destek ve güvenle, mütareke öncesinde mal ve mülklerine el konulduğunu
bahane ederek işgal güçleri komiserliğine müracaat etmişler, bunun doğruluğu
araştırılmaksızın Ermenilerin gösterdikleri yerler Türklerden alınmış, dahası onların
yerlerine dönebilmeleri için gerekli masraflar da Ziraat Bankası’na ödettirilmiştir.74
İngiliz komutanlığı İstanbul’un azınlıklarından Ermeni ve Rumlara kamu
güvenliğini sağlamak maksadıyla İngiliz üniforması giydirerek, istihbarat işlerinde
kullanmışlardır.75 Ayrıca işgal kuvvetleri işgal süresince yaptıkları masrafların büyük
bir bölümünü Osmanlı Hükümeti’ne ödettirmişlerdir.76
İşgal kuvvetleri birtakım bakanlıkları işgal etmişler, görev yapamaz hale
getirmişlerdir. İşgalin akabinde Harbiye Nezareti’ni basan İngiliz işgal birlikleri,
72 Temel, İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, s. 15.
73 Criss, İşgal Altında İstanbul 1918-1923, s. 117. Müttefiklerarası Elkoyma Bürosunun mesken
işgal etme kararları üzerine bkz; Temel, İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, s. 16.
74 Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, s. 63.
75 Criss, İşgal Altında İstanbul 1918-1923, s. 104.
76 Örneğin Fransızlar İstanbul’daki işgal ordusunun 1918 yılının Aralık ayı masrafı olan 320 bin
lirayı Osmanlı Hükümeti’ne ödetmişlerdir. Ayrıca işgalci devletler, Anadolu’da mütareke
şartlarının tatbikini incelemek üzere Anadolu’ya yolladıkları subayların masraflarının ödenmesini
Hükümetten istemişlerdir. Bkz; Tayip Gökbilgin, Milli Mücadele Başlarken I - II. Mondros
Mütarekesinden Sivas Kongresine, Sivas Kongresinden, Büyük Millet Meclisinin
Açılmasına (4 Eylül 1919 - 23 Nisan 1920), C. 1, T.T.K., Ankara , 1959, s. 14, 63.
nezarette bulunan yüksek rütbeli paşa ve subaylar ile birlikte yüksek mevkili devlet
memurlarına akla hayale gelmedik hakaretlerde bulunmuşlardır. Ellerine kelepçe
vurmuşlar, yalınayak ve başı açık bıraktırılmak suretiyle bir hayvan gibi kamyonlara
bindirilerek sorgulanmışlardır.77 Pek çok subay düşman kıtalarının yaptıkları tecavüzler,
zulüm ve maruz kaldıkları hakaretler ile giderek artan aşırılıkları karşısında Anadolu’ya
geçerek Milli Mücadele hareketine katılmıştır.78
İşgal kuvvetleri İstanbul’da Türklere karşı her türlü keyfi uygulamayı yapıyordu.
İstanbul sokaklarında seyir ve hareketi düzenleyen bir genelge dahi yayınlamışlardır.79
Yoldan geçenlere sataşmalar, ceketini sırf omuza attığı ve ayak topuklarına bastığı
gerekçesiyle para cezasına çarptırılmalar yapılmaktaydı. Bu uygulamaya itiraz edenler
ise bunun daha ağırıyla karşılaşmaktaydı.80
İstanbul işgal yıllarında idarî boşluktan ve belirsizlikten dolayı çetecilik ve
eşkıyalık faaliyetlerine maruz kalmıştır. Gerek Anadolu’dan gerek farklı ülkelerden
gelen işsiz, yoksul göçmenler ile Türk ve Hıristiyanlardan müteşekkil çetelerin
faaliyetleri İstanbul’da suç oranında büyük bir artışa yol açmış, neticede İstanbul’da
can, mal ve namus güvenliği kalmamıştır. Suç oranının artmasında şehrin denetiminin
Türk ve müttefik polislerince taksim edilmesi de etkili olmuştur. Suç oranının
artmasında diğer bir neden de müttefik polislerinin Osmanlı vatandaşlarını tutuklama
yetkisi varken, Türk polislerinin gayrimüslimleri tutuklama yetkisinin olmamasıydı.
Hatta Rumların ve diğer azınlık unsurlarının oluşturduğu çetelerin faaliyetlerine
müttefikler göz yumuyor ve el altından destek oluyorlardı.81
İstanbul’da hırsızlık, soygun, gasp yapmak amacıyla kurulan çeteler, aslında
Yunan Megali İdeasını gerçekleştirmek ve İngiltere’nin boğazlar ve İstanbul üzerindeki
çıkarlarına hizmet etmek maksadıyla kurulmuştur. Bu çalışmaları İstanbul’un işgalinin
77 Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, s. 38-45.; Temel, İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal
Durumu, s. 22.
78 Emrullah Nutku, “İşgal Günlerinin Acı Hatıraları”, Yakın Tarihimiz, C. II, s. 26.
79 Temel, İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, s. 22.
80 Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, C. 1, s. 62-63.
81 İşgal döneminde İstanbul’da kurulan çetelerin faaliyetleri için bkz; Temel, İşgal Yıllarında
İstanbul’un Sosyal Durumu, s. 184-221.
sonuna kadar devam etmiştir. İstanbul’da Rumların çete faaliyetlerini engellemek
maksadıyla Türkler de müfreze ve çeteler kurmuşlardır.82
Savaşın meydana getirdiği tahribat, ardından gelen mağlubiyet ile birlikte
İstanbul’un işgali halk üzerinde büyük çapta yıkıma neden olmuştur. İşgal yıllarında
İstanbul’da çıkan yangınlar da İstanbul halkını olumsuz etkilemiş, 3503 ev yanmış,
birçok aile evsiz barksız kalmış ve büyük sıkıntılar yaşanmasına yol açmıştır.83 Savaş
sonrasında İstanbul halkını bekleyen büyük sıkıntıların başında yiyecek ve giyecek
stoklarının tükenmiş olması da yer almaktadır. Aynı zamanda kömür yokluğu da ayrı bir
sıkıntı oluşturmaya başlamıştır.84
İşgal sırasında İstanbul’da baş gösteren sıkıntılardan birini de İstanbul’a yapılan
göçler oluşturmuştur. Göçle birlikte İstanbul’un nüfus oranı artmış; göçler, İstanbul’da
konut, sıkıntısı, işsizlik ve asayişin bozulmasına yol açmıştır.85 İstanbul’a yapılan
göçleri üç ana grup altında toplayabiliriz: Birincisi, Anadolu’daki Yunan işgalindeki
bölgelerden Yunan zulmü ve baskısı nedeniyle İstanbul’a sığınan Müslüman mülteciler;
ikincisi, Kuva-yı Milliye baskısından kaçıp İstanbul’a sığınan Müslüman mülteciler;
üçüncüsü de Rusya’daki Bolşevik rejiminden kaçıp İstanbul’a sığınan Rus mülteciler ve
Wrangel ordusu oluşturmaktadır.86 Müslüman göçmenler yiyecek ve barınacak yer
sıkıntısı çekiyor, çoğu da hastalıktan ölüyordu.87 Rus mültecilere yapılan yardımlar
Müslümanlara göre daha iyi durumdaydı.88 İstanbul’a Anadolu’dan, Romanya ve
Rusya’dan büyük oranda göç edenler, işsiz, başıboş ve yoksul kimselerden oluşuyordu.
Bunlar İstanbul halkı için büyük bir tehdit unsuru oluşturmuştur. Zira bu göçler
neticesinde İstanbul’da hırsızlık, gasp, soygun oranında büyük artış olmuştur. Birçok
82 Temel, İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, s. 186.
83 Rakım Ziyaoğlu, Yorumlu İstanbul Kütüğü, Yenilik Basımevi, İstanbul, 1985, s. 258.
84 Temel, İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, s. 28.; Vedat Eldem, Harp ve
Mütareke Yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomisi, T.T.K., Ankara, 1994, s. 131.;
Orhan Duru, Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye’nin Kurtuluş Yılları, Milliyet Yay.,
İstanbul, 1978, s. 13.
85 İstanbul 1920, s. 304-305.; Temel, İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, s. 221-223.
86 Temel, İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, s. 73- 151.
87 Temel, İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, s. 116.
88 Temel, İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, s. 139.; İstanbul’a giden mültecilere
yapılan yardımşar hakkında bkz; Erol Kaya, Türk Mültecileri, Ebabil Yay., İstanbul, 2007, s.
233-244.
kişi soyguna uğramış, birçok kişide gaspa maruz kalırım korkusuyla sokağa çıkamaz
duruma gelmiştir. Bu olaylar insanlarda büyük korku yaratmıştır. Aydınlatmanın
sağlanamaması da şehirde asayişin teminin güçleştirmiş, polis ise bu hususta hiçbir şey
yapamamıştır.
Rusların İstanbul’a gelmesi İstanbul’un sosyal ve kültürel hayatında büyük
değişiklikler meydana getirmiştir. Rus göçleriyle birlikte İstanbul’da fuhuş, kumar ve
uyuşturucu kullanımı artmıştır. Ruslar, Bar, pavyon, müzikhol ve kafeşantan gibi
eğlence yerlerini ele geçirmişlerdir. Burada çalışan Rus kadınları, hafif meşrep olarak
da çalışmaktaydılar.89 Fuhuş İstanbul’u tehdit eder duruma gelmiş, zührevi hastalıklar
yaygınlaşmıştır. Bunun yanında yine İstanbul’da kumar ve şans oyunlarında da artış
meydana gelmiştir. İstanbul’a göç eden Ruslar, İstanbul’un sosyal ve kültürel dengesini
alt üst etmiştir. Bu tür ahlakî bozuklukların yanında alkol ve uyuşturucu kullanımı da
bunlar arasında çok yaygındı.90 Böylece siyasî manada çöken İstanbul ahlaken de
çökmüştür.91

Sonuç
Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918 tarihinde Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdiren
Mondros Mütarekesi’ne imza atmıştır. Bu mütareke Osmanlı Devleti’nin fiilen bitmesi
manasına geliyordu. Zira şartları çok ağır olan mütareke ile Osmanlı Devleti büyük
toprak kaybına uğramış, başta İstanbul olmak üzere kalan Anadolu toprakları da
Müttefik Devletler tarafından aralarında pay edilmiştir. Başta Padişah olmak üzere
Osmanlı Hükümeti ve diğer devlet idarecileri imzalanan antlaşma hükümlerine boyun
eğmekten ve işgali seyretmekten başka bir şey yapamamışlardır.
Öteden beri Müttefikler kendi aralarında Osmanlı Devleti’ni nasıl pay
edeceklerine dair anlaşmalar yapıyorlardı. Özellikle birçok devlet İstanbul ve Boğazlar
üzerinde hâkim olmak istiyordu. Mütareke şartında İstanbul ve Boğazlar bir devletin
denetimine verilmemiş olmasına karşın, İtilaf Devletleri İstanbul’u işgal etmişlerdir.
89 Temel, İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, s. 142.
90 Yeraimos, İstanbul, s. 189.
91 Temel, İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, s. 143.
İşgal güçleri Ekim 1918 tarihinde Boğazları geçmiş ve İstanbul limanına demir atarak
karaya çıkmış nihayetinde işgal başlamıştır. İşgali önceden haber alan İstanbul’un
azınlıkları Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler ellerinde İtilaf Devletlerinin bayraklarını
sallamak suretiyle, onları limanda büyük sevinç gösterileriyle karşılamışlardır.
Osmanlı idarecileri istemeden de olsa kapılarını işgal ordularına açmışlar,
açılmayanlar zorla açılmış, karşı koyanlar tevkif edilmiş, hapisle cezalandırılmış ya da
sürgüne gönderilmiştir. Bu durum İstanbul’da Türk makamlarının iş yapamaz hale
geldiğinin göstergesidir. İpler tamamıyla işgal güçlerinin eline geçmiş, şımarttıkları
azınlıklarda kendilerinden aşağı kalmamıştır.
İşgal kuvvetleri İstanbul’da denetimi sağlamak maksadıyla polis güçleri
oluşturmuş, her karakola da Rum ya da Ermenilerden oluşan rehber koymuşlardır.
İşgalci güçler İstanbul’u idare etmek için kendi aralarında İstanbul’u taksim etmişler,
işgalle birlikte Müttefikler İstanbul’da keyfi bir uygulama takip etmişler ve bu
keyfiliklerini işgal bitinceye kadar devam ettirmişlerdir. Rumlar, Ermeniler ve
Yahudilere büyük ayrıcalıklar tanımışlar, azınlıklar zafer kazanmış kumandan ve asker
edasında hareket etmişler, Türklere tepeden bakarak, her türlü hakareti yapmışlardır.
Oysa eski efendileri kendilerine ne azınlık olarak bakmış ne hor görmüş ne de
aşağılamış, onlara her türlü hakları vermiş, hür bir şekilde yaşamalarını sağlamışlardır.
Bu, Türk ve Batılı arasındaki en büyük farkı göstermektedir. İstanbul’a Türkler adalet
getirmişken, işgal güçleri İstanbul’da ne adalet ne de huzur ve güven bırakmıştır.
İşgal kuvvetleri İstanbul’un Türk halkının evlerini, köşklerini, saraylarını vb.
mekânlarını, okullarını, hastanelerini, idari binalarını işgal etmişler, zorla el
koymuşlardır. Evleri ellerinden alınan halk, çaresiz bir şekilde ne yapacaklarını
bilmeden, sığınacak yer aramışlardır.
İşgal kuvvetleri İstanbul’da asayişi temin etmekten uzaktı. Zira asayişsizliği
başta kendileri yapıyordu. Keyfi uygulamaları ile halkı bezdirmiş; halk dışarı çıktığında
her an bir işgal polisi ile karşılaşıp tevkif edileceği korkusuyla karşı karşıya kalmıştı.
Rumlar Megali İdea fikri ile İstanbul’u Yunanistan’a ilhak etmek için çeteler
oluşturarak, buranın kendilerine ait olduğunu kabul ettirmeye çalışmışlardır. İstanbul’da
çetecilik faaliyetleri ile yolsuzluk, gasp, cinayet gibi adli vakalar her geçen gün daha da
artmış, asayişi kaybolan şehirde halk panik halde ne yapacaklarını bilmeden
beklemişlerdir.
Sonuç olarak, işgal İstanbul’un Türk halkında büyük umutsuzluklar
doğurmuştur. Zira uzun bir süre devam eden işgal neredeyse halk tarafından kanıksanır
hale gelmiştir. İstanbul limanına geminin biri yanaşıyor biri gidiyordu. Bu gemilerle
yapılan asker ve mühimmat sevkıyatı, İstanbul halkında işgalin uzun bir müddet devam
edeceği düşüncesini doğurmuştur. Bunları gören halk da derin bir sessizlik içine
giriyordu. İşgal halkın psikolojisi üzerinde çok mühim etkiler bırakmıştır. Başta,
hürriyetine düşkün olan bir millet ilk defa esarete düşüyordu. Esaret psikolojisi
yaşıyordu. Efendisi oldukları azınlıklar karşısında bile ses çıkartamıyorlardı. Dün
kendilerine her türlü serbestiyeti verdikleri azınlıklar, kendilerine fırsat geçtiğinde tam
tersi bir uygulama yapmışlardır. Dün efendisi olan azınlıkların işgalle kendilerine
efendilik taslamaları psikolojik açıdan halkı derinden sarsmıştır.
Asayişin sağlanamaması şehirde giderek büyüyen bir düzensizlik meydana
getirmiş, yolsuzluklar, gasp, cinayet, hırsızlık İstanbul halkının psikolojisi üzerinde
büyük etki bırakmış, halk dışarı çıkmaya korkar hale gelmiştir. Artık Türkler kendi
ülkesinde parya durumuna düşmenin verdiği psikoloji ile işgalle yatıp işgalle kalkmaya
başlamıştır. İşgal, İstanbul’un Türk halkında o gün ve ondan sonraki zaman diliminde
bile hiçbir şekilde unutulmamış, işgal dönemi ve işgal sonrası basında işgale dair çıkan
yazılar, buhranlı dönemin hiçbir şekilde unutulmadığını göstermektedir.

KAYNAKÇA
“Namus Uğruna”, Hukuk-ı Beşer, İzmir, nr. 92, 19 Şubat 1335/1919.
ADAMOF, E. E.; Anadolu’nun Taksimi Planı, (çev. Hüseyin Rahmi), Belge Yay.,
İstanbul, 1972.
ADIVAR, Halide Edip; Ateşten Gömlek, Teşebbüs Basımevi, İstanbul, 1920.
AKŞİN, Sina; İstanbul Hükümetleri ve Millî Mücadele, C. II, Cem Yayınevi,
İstanbul, 1992.
ATATÜRK, M. Kemal; Nutuk, (sad. ve yay. haz. E. Semih Yalçın), Gazi Kitabevi,
Ankara, 2006.
AYBARS, Ergün; Türkiye Cumhuriyet’i Tarihi I, Ege Üniversitesi Basımevi, İzmir,
1996.
AYDEMİR, Şevket Süreyya; Suyu Arayan Adam, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1967.
AYDEMİR, Şevket Süreyya; Tek Adam, Mustafa Kemal (1818-1919), C. 1, Remzi
Kitabevi, İstanbul, 1974.
AYNİ, Mehmet Ali; Milliyetçilik, Marifet Basımevi, Ankara, 1943
BAYKAL, Bekir Sıtkı; “İzmir’in Yunanlılar Tarafından İşgali ve Bu Olayın Doğu
Anadolu’daki Tepkileri”, Belleten, Cilt 33, S. 132, Ekim 1969.
BAYUR, Yusuf Hikmet; “Dünya Savaşı Sırasında Osmanlı Devleti’nin Paylaşılması
Hakkında Yapılan Antlaşmalar”, Cumhuriyetin 50. Yıldönümü Semineri, Ankara,
1975.
BAYUR, Yusuf Hikmet; Türk İnkılâbı Tarihi, C. 3, K. 4, T.T.K., Ankara, 1993.
BELEN, Fahri; Türk Kurtuluş Savaşı, K.T.B. Yay., Ankara, 1983.
BIYIKOĞLU, Tevfik ve diğerleri; Türk İstiklal Harbi I, Mondros Mütarekesi ve
Tatbikatı, T.C. Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi Resmî Yayınları, Ankara,
1962.
CEBESOY, Ali Fuat; Millî Mücadele Hatıraları, Vatan Neşriyatı, İstanbul, 1953.
CEBESOY, Ali Fuat; Siyasî Hatıralar, II. Kısım, Doğan Kardeş Yayınları A.Ş.
Basımevi, İstanbul, 1960.
CRİSS, Bilge; İşgal Altında İstanbul 1918-1923, İletişim Yay., İstanbul, 1994.
DURU, Orhan; Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye’nin Kurtuluş Yılları, Milliyet
Yay., İstanbul, 1978.
ELDEM, Vedat; Harp ve Mütareke Yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nun
Ekonomisi, T.T.K., Ankara, 1994.
ERİM, Nihat; Devletlerarası Hukuk ve Siyasî Tarih Metinleri, Osmanlı.
İmparatorluğu Antlaşmaları, Ankara Üniversitesi, Ankara, 1953.
ERTÜRK, Hüsamettin; İki Devrin Perde Arkası, (haz. Samih Nafiz Tansu), Pınar
Yayınevi, İstanbul, 1964.
EVANS, Laurance; Türkiye’nin Paylaşılması 1914-1924, (çev. Tevfik Alanay),
Milliyet Yay., İstanbul, 1972.
GENTİZON, Paul; Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu, (çev. Fethi Ülkü), K.B.Y.,
Ankara, 1983.
GÖKBİLGİN, Tayyib; Milli Mücadele Başlarken I - II. Mondros Mütarekesi’nden
Sivas Kongresine, Sivas Kongresinden, Büyük Millet Meclisinin Açılmasına (4
Eylül 1919 - 23 Nisan 1920), C. 1, T.T.K., Ankara, 1959.
Hakimiyet-i Milliye, nr. 22, 17 Nisan 1336/1920.
HİMMETOĞLU, Hüsnü; Kurtuluş Savaşlarında İstanbul ve Yardımları, Ülkü
Matbaası, C. 1, İstanbul, 1975.
JOHNSON, Clarence Richard (ed.); İstanbul 1920, (çev. Sönmez Taner), Tarih Vakfı
Yurt Yay., İstanbul, 1995.
KAYA, Erol; Türk Mültecileri, Ebabil Yay., İstanbul, 2007.
KİTSİKİS, Dimitri; Yunan Propagandası, Meydan Neşriyat, İstanbul, 1963
KURAT, Akdes Nimet; Türkiye ve Rusya, K.B.Y., Ankara, 1990.
NUTKU, Emrullah; “İşgal Günlerinin Acı Hatıraları”, Yakın Tarihimiz, C. II, İstanbul,
tz.
OLCAY, Osman; Sevres Antlaşmasına Doğru, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi, Ankara, 1981.
ORBAY, Rauf; Siyasi Hatıralarım, (yay. haz. Sümer Kılıç), Emre Yay., İstanbul,
1993.
Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni Siyasî Hatıralarım, Cilt 1, İstanbul, 1993, s. 148.
SABİS, Ali İhsan; İstiklal Harbi ve Gizli Cihetleri, C. 5, Nehir Yay., İstanbul, 1993.
SELEK, Sabahattin; İsmet İnönü, Hatıralar, Cilt 1, İstanbul, 1985.
SMİTH, Michael L.; Yunan Düşü, (çev. Halim İnal), Ayraç Yayın Evi, Ankara, 2002.
SONYEL, Salahi; “Mondros’tan Samsun’a Türk Kurtuluş Mücadelesi’nin Doğuşu”,
Türkler, C. 15, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002.
SONYEL, Salahi; Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngiliz İstihbarat Servisinin
Türkiye’deki Eylemleri, T.T.K., Ankara, 1995.
SONYEL, Salahi; Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, T.T.K., C. 1, Ankara, 1973.
SOYSAL, İsmail; Türkiye’nin Siyasî Antlaşmaları, (1920-1945), Cilt 1, T.T.K.,
Ankara, 1989.
ŞAPOLYO, Enver Behnan; Mustafa Kemal Paşa ve Millî Mücadelenin İç Alemi,
İnkılap ve Aka Kitapevleri, İstanbul, 1967.
TANSEL, Selahattin; Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, C. 1, Başbakanlık Kültür
Müsteşarlığı, Ankara, 1973.
Tasvir-i Efkâr, nr. 2684, 18 Mart 1919.
Tasvir-i Efkar, nr. 2688, 22 Mart 1919.
TEMEL, Mehmet; İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, K.B.Y., Ankara,
1998.
TURAN, Mustafa; “İzmir’in İşgali Üzerine”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi,
Cilt 12, S. 36, Kasım 1996.
TURAN, Mustafa; Millî Mücadele’de Siyasî Çözüm Arayışları, Afyon Kocatepe
Üniversitesi, Afyon, 1999.
TURAN, Mustafa; Yunan Mezalimi (İzmir, Aydın, Manisa, Denizli), Atatürk
Araştırma Merkezi Yay., Ankara, 1999.
TÜRKGELDİ, Ali Fuat; Mondros ve Mudanya Mütarekelerinin Tarihi, Türk
Devrim Tarih Enstitüsü, Ankara, 1948.
YALÇIN, E. Semih; Atatürk’ün Millî Dış Siyaseti, Gazi Kitabevi, Ankara, 2007.
YERASİMOS, Stefanos; İstanbul 1914- 1923, İletişim Yay., İstanbul, 1996.
ZİYAOĞLU, Rakım; Yorumlu İstanbul Kütüğü, Yenilik Basımevi, İstanbul, 1985.

Ziyaret -> Toplam : 125,35 M - Bugn : 113569

ulkucudunya@ulkucudunya.com