KANİJE MÜDÂFAASI
01 Ocak 1970
Mücâhid Gâzi Tiryâki Hasan Paşa’nın Kanije kalesinde kendinden çok üstün olan haçlı kuvvetlerine karşı, 1601’de yaptığı şanlı müdâfaa. Kanije 22 Ekim 1600’de Avusturyalıların elinden alınıp bir serhat, yâni sınır kalesi yapıldı:
Çok önemli bir konuma sâhib bulunan Kanije’nin, Osmanlıların eline geçmesini bir türlü hazmedemeyen Avusturyalılar, kaleyi geri alma hazırlıklarına giriştiler. Arşidük Ferdinand kumandasında büyük bir ordu ile harekete geçtiler.
Düşmanın hazırlıklarını başından beri casusları vasıtasıyla tâkib eden kale kumandanı Tiryâki Hasan Paşa, gecesini gündüzüne katarak Kanije’nin noksanlarını tamamladı. Aylarca ihtiyâca yetecek erzak ve mühimmatı te’min etti. Harplerde güngörmüş dokuz bin yiğidiyle düşmanı beklemeye başladı.
Nihayet Haçlı ordusunun başkomutanı Ferdinand, Avusturyalılardan başka; Fransız, İspanya, İtalya, Macar, Papalık, Malta şövalyelerinden meydana gelen yüz bin kişilik ordusu ve 47 adet ağır muhasara toplarıyla Kanije’ye yürüdü. Kaleye varmadan önce, Osmanlı’nın gücünü öğrenmek için 5000 kişilik bir keşif kolu çıkardı. Ömrünü harplerde geçiren Tiryâki Hasan Paşa, düşmanın niyetini anladığından, askerlerine sâdece tüfekle karşılık vermelerini emretti ve top kullandırmadı. Çünkü düşmanın kalede top olduğunu öğrenmelerini istemiyordu.
Öncü komutanının verdiği rapor üzerine başkomutan Ferdinand, 9-10 Eylül 1601 gecesi muhasarayı başlattı. Haçlı birlikleri önce tüfek ateşiyle oyalandı. Ancak top menziline girdikleri ve iyece sokuldukları an, toplar hep birden ateşlendi. Bu müthiş karışıklıkta, binlerce haçlı askerinin kolu, bacağı havada uçuşmaya başladı. Böylece düşman ordusunun büyük bir kısmı, imha edildi.
Düşman birbirini çiğneyerek kaçışmaya başlayınca, bunu fırsat bilen Hasan Paşa, kale kapılarını açıp yiğitlerini salıverdi. Mücâhidler düşmanı kıra kıra, Kanije suyunun Zigetvar tarafına atarak geri döndüler.
Aldatıldığını anlayan Ferdinand, bütün toplarını uygun yerlere dizip şiddetli bir muhasaraya başladı. Hasan Paşa, her gün başka harp hileleriyle düşmanın karşısına çıkıyordu. Her şeyden önce sadrâzam Yemişçi Hasan Paşa’ya haber ulaştırmak için lisan bilen cesur birini göndermeliydi. Bu işe Kara Pençe’yi vazifelendirdi. Düşmanın ortasından büyük bir maharetle geçen Karapençe Osman, Belgrad yakınlarına yetişen sadrâzam hazretlerine, bir mektup ulaştırdı. Vaziyeti bütün açıklığıyla öğrenen sadrâzam, Kanije’ye geleceğini bildirdi...
Fakat yarıyolda, İstolni-Belgrad’ın düştüğünü öğrendi. Kaledekilerin kılıçtan geçirildiğini ve çocuklara dahi işkence edildiğini duydu. Bu sebeple oraya gitmeyi tercih ettiğini bildiren, ikinci bir mektubu Kanije’ye yolladı.
Tiryâki Hasan Paşa, bu ikinci mektubu gizli tuttu. Tam aksine, ordu-yı hümâyûn’nun yetişmek üzere olduğu bildirilen, kendisinin yazdığı bir mektubu, askerlerine alenen okuttu. Fedakârca savaşan gâzîlerin, morallerini yükseltiyordu...
Kaleye fazla sokulamayan düşman, aralıksız top atışları yaparak mücâhîdleri güç durunla düşürüyordu. Muhasara uzadı. Her gün 2000 gülle yiyen Kanije’nin hâli pek haraptı. Surlar delik deşik olmuştu. Türkler surlarda açılan gedikleri ancak geceleyin, tamir etmeye çalışıyorlardı. Fakat işin en kötüsü, barut bitmek üzere idi. Bunu öğrenen beşinci bölük çavuşlarından Uzun Ahmed, gün görmüş komutanına müracaat etti ve aralarında şu konuşma geçti: “İzin verirsen paşam, biz burada kendimiz de barut îmâl edebiliriz.” “Ne dersin evlât?...” “Doğru derim paşa baba...” “Bu nice olur? “Şu söğüt ağaçlarını görüyor musun paşam?... İşte onlar bizi, daha epeyce barutsuz komaz!... Yeter ki Mevlâm, seni başımızdan eksik etmesin.” “Ne deyim oğul... Hemen cenâb-ı Hak yardımcın olsun... Gayri göster kendini.”
Ahmed çavuş üç gün içinde, hakîkaten bol barut elde etti. Söğüt ağacının kavı ile, ince kum kullanıyordu. Çalışkan arkadaşları ile birlikte, bu sırrı kendisine öğreten ustasına Fatihalar okudular. Osmanlının söğüt ağacına sevgisinin sebebi de gâziler tarafından böylece öğrenilmiş oldu. Artık daha hızlı patlayan kale topları, gün batana dek susmak bilmiyordu.
Tam bu sıralarda bir öğle vakti, düşman mızraklarına takılmış iki kesik baş teşhir edildi... Bunlar, şehîd edilen Budin beylerbeyi ile kethüdasının başlarıydı. Böylece düşman, kaledekilere İstolni-Belgrad’ı ele geçirdiklerini ve kendilerine hiç bir yerden yardım gelmiyeceğini îmâ etmek istiyorlardı. Şımarık haçlı şövalyeleri, sevinçlerinden hora tepiyorlar, bağırıp çağırıyorlardı. Bunları gören Türk askerlerinin, maneviyâtı bozuluyordu. Tiryâki Hasan Paşa, askerlerinin maneviyâtını düzeltmek için; “Gâzilerim!.. Yiğitlerim!.. Bu şehîd kardeşlerimiz asla ve kafa, Budin beylerbeyi ve kethüdası olamaz. Bilirsiniz ki, her ikisi de, kırk yıllık dostlarımızdır. Onları bizden iyi kim tanıyabilir? Üstelik koca Osmanlı ordusu buralarda iken, bir beylerbeyinin başı nasıl uçurulabilir? Daha bizim kaleyi bile düşüremezken, bu kefereler!.. Karapençe’yi gönderelim, doğrusunu öğrenip gelsin. Doğru olsa bile biz Allah için cihâd ediyoruz. Pâdişâhımız sağ olsun!..” gibi sözlerle mücâhidlerin endişelerini giderdi. Çünkü Peygamber efendimiz buyurmuşlardı ki: “Harp, hud’adır...” Yâni harb hiledir. Îcâbederse, yalan dahi söylenebilirdi...
O günden sonra İstolni-Belgrad’ı zapteden Arşidük Mathias’ın kumandasındaki Avusturya ordusu da, Kanije muhasarasına katıldı. Hasan Paşa’ya teslim olmalarını teklif ettilerse de, topla cevap verdi. Bunun üzerine düşman, köprüler hazırlayarak sabahın erken saatlerinde umûmî bir hücuma girişti. Kalabalık haçlı sürüsü dalga dalga kale bedenlerine saldırıyordu, buna mukabil Kanije arslanları, canlarını feda ederek düşmanı içeri sokmuyorlardı. Tiryâki Hasan Paşa ise, daralan gâzilerin yanına koşuyor: “Gâzilerim!.. Evlâdlarım! Bugün yiğitlik günüdür. Mertlik demidir. Düşman çok fakat îmânı yok. Hamdolsun hepimizin göğsü îmân nuru ile doludur, ölürsek şehîd olur Cennet’e gideriz. Kalanlarımız Gâzilik rütbesiyle şereflenir. Dînimiz uğruna Hak yoluna cihâd ediyoruz. Düşman kırıldı, artık kaçmaya yüz tuttu... Pâdişâhımızın ekmeği hepinize helâl olsun! Vurun yiğitlerim! Koman gâzilerim! Zafer sizindir!..” diyerek askeri teşvik ediyordu.
Zaman zaman küffâr sürüsünün kale bedenlerine kadar çıktıkları görülüyor, burçlar üzerinde göğüs göğüse çarpışmalar oluyordu. Osmanlı yiğitlerinin her biri birer ateş parçası kesilmişti. Nereye düşse yakıyordu. İhtiyar kumandanları Hasan Paşa’nın teşvikiyle, hepsi de sanki seyyar bir kale hâline gelmişti.
O umûmî taarruzda düşman, bir rivayete göre 18 bin ölü vererek perişan bir hâlde geri çekilmek zorunda kaldı. Kumandanlarından papa sekizinci Glement’in yeğeni Aldobrandini de öldürülmüştü. Bu haber, Osmanlı mücâhidlerini çok sevindirdi. Kanije kartalı Hasan Paşa, askerlerine hitaben: “İşte görüyorsunuz!.. Dünkü iki şehîd kardeşimize karşılık bugün, binlerce küffâr ve koskoca Rimpapa’nın yeğeni telef edildi. Hem biliyorsunuz bu muhasara, 12 Rebî’ül-evvel gecesi başladı... O gece, Peygamberler sultânı Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz dünyâyı teşrîf ettiler. Cenâb-ı Hak, öyle mübarek bir gece hürmetine, müslüman kullarını, küffâr karşısında mağlûb ve gamlı eylemez inşâallah. Yeter ki, hepimiz, îmanımızı ve kılıçlarımızı kavi tutalım...” diyerek askerin maneviyâtını yükseltti.
Ancak kalenin durumu ciddi ve nâzikti. Arşidük Ferdinand her ne pahasına olursa olsun kış esnasında bile kaleyi muhasara edip, almaya çalışıyordu. Bunun için askeri barındıracak siperler ve yer altı mahfelleri yaptırdı. Muhtelif tahrip ve işgal vasıtalarıyla hücum ederek kaleyi delik deşik ediyor fakat bir türlü düşürmeye muvaffak olamıyordu. Bu sırada kale müdafii dört bin kadardı.
Muhasaranın devam ettiği günlerde Tiryâki Hasan Paşa’nın içoğlanlarından aslen Macar olan iki kilercinin kaçması, kale halkını ıstıraba düşürdü. Handan ve Kenan ismindeki içoğlanları Ferdinand’a giderek kale ahvâlini bildirmişlerdi.
Hasan Paşa ise kaledekilere: “Hiç telâş etmeyin, onların hesabı görülür” diye teselli verdi ve bir kaç tutsak yakalanmasını emretti. Hasan Paşa, yakalanıp getirilen tutsaklara; “Kralınıza iki adamımı gönderdim buluştu mu?” diye sordu. Onlarda adamların kralla buluştuğunu ve kralı her yönüyle perişan hâle gelmiş kale üzerine yürünmesi için teşvik ettiğini bildirdiler. Bunun üzerine Hasan Paşa bunların da başlarının kesilmesini emrederek, Kara Ömer Bey’e teslim etti. Ömer Bey de güya paşasından habersiz olarak bu tutsaklara; “Ben sizdenim evvelki esirleri dahi ben kurtardım. O iki oğlanı Paşa, kendisi bilerek gönderdi. Bundan maksadı, kalenin kötü durumundan bahisle kralı kışkırtmaya teşvik içindir. Kalede bir yıllık zahire ve barut vardır ve Zigetvar’da olan kuvvetler de yardıma gelmek üzeredir” dedikten sonra kum dolu çuvalları barut çuvalı olarak gösterip, ellerine birer mikdâr beyaz ekmek vererek salıverdi.
Salıverilen esirlerden ve yine Hasan Paşa’nın gizlice ordugâha bıraktırdığı mektuplardan iki içoğlanın casus olduğuna kanâat getiren Ferdinand, bunları îdâm ettirdikten sonra başlarını kalede bulunanlara göstererek; “Baka Hasan Paşa al Handan ile Kenan oğlanların başını. Serdâra gönderdiğin mektubun dahi elimize geçti ve ahvâl bilindi” deyince, duruma vâkıf olan kaledekıler gülüşmeye başladılar.
Arşidük Ferdinand kaleyi ele geçirmek için yeni plânlar yaparken kış da bütün şiddetiyle bastırmış bulunuyordu. Tiryâki Hasan Paşa artık serdârın gelmiyeceğine kanâat getirerek Kış şartlarından istifâde ile Ferdinand’ın kuvvetlerine son darbeyi vurmak istedi. Kara Ömer Bey’e, üç yüz kişi vererek donmuş olan Berk suyunu geçirip düşman üzerine baskın yaptıran Hasan Paşa, Öte yandan kaledeki topları da hep birlikte ateşleterek düşman ordugâhını alt üst etti. Birbirine giren düşman kuvvetleri, her şeyi bırakıp kaçmaya başladılar. Hasan Paşa beş yüz kişilik diğer bir hücum kuvvetiyle baskına devam etti. Düşman ordugâhından elde ettiği barut, top ve sâireyi kaleye almayı ihmâl etmedi. Kısa zamanda on sekiz bin düşman öldürüldü. Hasan Paşa kalede altı yüz kişi bırakıp bizzat çıkarak düşman siperlerini zabt ettirdi, kırk beş top ele geçirildi.
Haçlılar, Hasan Paşa’nın yanında pek az bir kuvvetin bulunduğunu görüp takip olunmadıklarını anlayınca, kaleden uzakta bir yerde bulunan Arşidük Ferdinand’ın da teşvikiyle büyük bir kuvvetle dışarıda metriste bulunan Hasan Paşa’nın üzerine saldırdılar. Hasan Paşa, düşmandan aldığı topları atışa hazır hâle getirmişti. Yanında bulunanlara cesaret verip, fırsat bizimdir dedikten sonra, topları ateşleyerek Arşidük’ün alaylarını perişan etti. Atlıları kaçabildiyse de yayaları kırıldı. Bu defa Hasan Paşa’nın yiğitleri otuz bin düşmanı öldürdüler. Daha sonra Ferdinand’ın karargâhına kadar yaklaşan Hasan Paşa, uzaktan top atışı ile Arşidük’ün otağını parçaladı. Askerini göğüs goğüse harbe sokmak istemeyen Hasan Paşa, böylece fazla zâyiât vermek istemiyor ve Avusturya kuvvetlerini çenber altına almak istiyordu. Kaçış yolunun kesileceğini anlayan Arşidük Ferdinand ise, büyük bir dehşete düşerek yüz kadar adamıyla kaçmaya başladı. Bunu gören düşman ordusunda umûmî bir panik baş gösterdi. Arşidük’ün karargâhı, bütün eşyası, hazîneleri meydanda kaldı. Hasan Paşa üç bin kişilik bir kuvveti, düşman karargâhını fethe gönderdi ve düşmanı tamamen temizlemedikçe katiyen ganimete el uzatmamalarını sıkı sıkıya, tenbih etti.
Tiryâki Hasan Paşa, karargâhın düşmandan tamamen temizlendiğini haber alınca, Arşidük’ün otağına doğru gitti. Otağın içerisinde etrafı altın ve gümüş parmaklıklı, başları mücevherli ve direklerinin başı elmaslı bir taht vardı. Tahtın iki tarafında kadife örtülü sırma saçaklı on iki koltuk bulunuyordu. Tahtın önünde tahminen dört metre uzunluğunda yemek masası konmuştu. Arşidük’ün otağına girince bunları gören Hasan Paşa iki rek’at şükür namazı kıldı ve duâ edip ağladı. Bu muzafferiyetin Allahü teâlânın inayeti ve hazret-i Peygamberin mûcizâtı eseri olduğunu söyledikten sonra, feth ve nusret alâmeti olarak Arşidük’ün tahtını ortadan kılıçladı ve sonra geçip oturdu. Diğer beyler ve ağalar da derecelerine göre koltuklara oturdular. Tiryâki Hasan Paşa hepsine hitaben, sabır ve sebatın neticesinin ve birlikte hareketin ve kumandana itaatin böyle bir zafere yol açtığını anlatarak nasihat etti.
Zaferi müteâkib gerek çadırlara ve gerek Ferdinand’ın karargâhına girdikleri zaman yağmaya hakkı olan askerin; ganimet mallarına kafiyen el vurmayıp, kumandanın taksim etmesi için sabaha kadar bekleyişi dikkate şâyân bir davranış oldu.
Hasan Paşa, üç ay kadar süren Kanije muhasarası neticesinde elde ettiği harp levâzımatını, iki ayda ancak kaleye nakledebildi. Muhasara esnasında mühim hizmeti görülen Kara Ömer Bey’e, kendi dirliği olan Peçuy sancağını verdi.