SEFERBEYZADE HİKAYESİ (XVII. yy) VE NAMIK KEMAL’İN “İNTİBAH YAHUT ALİ BEY’İN SERGÜZEŞTİ” (XIX. yy) ADLI ROMANI
O.V. VASİLYEVA 01 Ocak 1970
Rusça’dan çeviren Halit AŞLAR
Özet
Makalede, çağdaş Türk edebiyatının kurucularından Namık Kemal’in kaleme
aldığı İntibah Yahut Ali Bey’in Sergüzeşti adlı eserin Fransız edebiyatı nümule-
rinden değil, yerli kaynaklardan ilham aldığı kanıtlanmaya çalışılmaktadır. 18.
yüzyılın başında yazıldığı sanılan ve kendi zamanında Türk şehir çevrelerinde
oldukça popüler olan “Seferbeyzade Hikâyesi” ile Namık Kemal’ın İntibah Yahut
Ali Bey’in Sergüzeşti adlı eserler dil, üslup ve içerik olarak karşılaştırılarak
aralarındaki benzer yönler ortaya konulmaya çalışılmaktadır. Söz konusu eserlerde
yer alan tipler ve konu birbirine oldukça benzemektedir. Makale, Türk romanının
ortaya çıkmasında ve birden gelişmesinde sadece Avrupa, özellikle Fransız romanının
etkisinin olmadığını, çok derin yerli köklere sahip olduğunu belirtmektedir.
19. Yüzyılın ikinci yarısında Türk edebiyatında roman türünün ortaya çıkışı ülkede
yeni bir sosyo-politik havanın vücuda gelmesi, aynı şekilde ulusal bilincin güçlenmesi,
hayatın farklı sahalarında batılılaşma ve her şeyden de önemlisi Avrupa edebiyatının
etkisiyle yakından ilgilidir. Namık Kemal (1840-1888) haklı olarak Türk romanının
kurucularından biri sayılmaktadır. Eseri İntibah Yahut Ali Bey’in Sergüzeşti ise erken
Türk romanının klasik örnekleri arasında önemli bir yere sahiptir.
İntibah romanında yoksul ailede büyümüş bir delikanlının düşük ahlaklı bir kadına
karşı olan trajik aşkı konu edilmektedir. Bazı araştırmacılar eserin meydana gelmesinde
yazarın A. Duma’nın “Dama s Kameliyami” adlı eseriyle tanışmasının etkisi olduğunu
belirtmekte ve iki eser arasında birtakım benzerliklerin (sosyal kahraman tipi, aşk
ilişkisinin trajik sonu v.b.) olduğunu belirtmektedirler.
Ancak Namık Kemal’in, fikrimize göre, başka bir ilham kaynağı vardır. Bu ilham
kaynağı, A. E. Saltıkova-Şedrin adındaki Leningrad Devlet Genel Kütüphanesi El
Yazmaları Nadir Bulunan Kitaplar Bölümü’nde muhafaza edilmekte olan anonim
“Seferbeyzade’nin Hikayesi” adlı eserdir. (2.S. 63;3.S. 38 Şifr: TNS 140). Bazı belgelere
dayanarak bu hikayenin 18. yüzyılın başında yazıldığını söyleyebiliriz, ancak hikaye
biraz daha erken bir devirde yani 17. yüzyılın ikinci yarısında yazılmış olmalıdır4. Söz
konusu hikayeden ne edebiyat araştırmalarında ne de kataloglarda bahsediliyor. Oysa
sayfa kenarlarına hem sahipleri hem de okurları tarafından notlar konulan Seferbeyzade
Hikayesi kendi zamanında Türk şehir çevrelerinde çok popüler bir eser olmuştur.
Hikayede Seferbeyzade ve evlat edindiği yakışıklı Hüsn şah ve Hüsn şahın yirmi
beş yaşındaki dul bir hanımefendiye karşı olan aşkı anlatılmaktadır.
Seferbeyzade Hikayesi ve Namık Kemal’in İntibah Yahut Ali Bey’in Sergüzeşti
arasında birçok ortak nokta bulunmaktadır. Örneğin her iki eserde de olay İstanbul’da,
bitiş sahnesi kadın kahramanların bahçeli evinde geçmektedir. Baş kahramanlar olgunluğa
henüz adım atmakta olan yetim, aşık ve trajik bir sona doğru giden gençlerdir.
Hikaye ile Namık Kemal’in romanı arasındaki asıl büyük benzerlik ise kadın
kahramanlar arasında görülmektedir. Her iki kadın kahraman da kendini beğenmiş, sadık,
sinsi, tahsilli ve zengindir. Aynı zamanda sevgililerinden yaşça büyük, daha akıllı ve daha
kurnazdırlar. Öfkeleri de aşkları gibi çok kuvvetlidir. Aşağılanmış onur duygusu onları
gaddarca sevgililerinden öç almaya iter. Her iki olayda da hainlik onları ölüme götürür.
Ele alınan her iki eserin benzer ve farklı yönlerini ortaya çıkarmak için
karşılaştırmalı bir analiz yapacağız.
2 Vasilyeva O. V., M. E. Saltıkova-Şedrina Adındaki Devlet Milli Kütüphanesi Türk El
Yazmaları Fondu, Turgologica, 1986. A. N. Kononov’un 80. Yaş Günü Özel Sayısı, 1986.
3 Otçet İmparatorluk Umumi Kütüphanesi, 1893 sonrası, 1986.
4 O. V. Basilyeva, XVII. Yüzyıla Ait Neizvastnaya (Yazarı Belli Olmayan) Türk Hikayesi.
Seferbeyzade Hikayesi
On altı yaşındaki genç ve yakışıklı Hüsn şahın annesinden başka kimsesi yoktur.
Yedi yıl eğitim görmüş, sonra da 40 yaşındaki Seferbeyzade tarafından evlatlık alınmış
ve onun aracılığıyla kadınlarla tanışmaya başlamıştır.
Üç dört ay sonra evlerine 25 yaşında olağanüstü güzel ve cilveli dul “hanımefendi”
(adı belirtilmiyor) gelir. Hüsn şah ona öylesine aşık olmuştur ki, kelimelerle bunu
ifade etmek mümkün değildir. Yirmi gün boyunca her akşam hanımefendi iki
hizmetçisiyle birlikte Hüsn şaha gelmektedir.
Ve bir gün kavga çıkar ve çakırkeyf Hüsn şah hanımefendiye bir tokat indirir.
Hanımefendinin ağzından ve burnundan kan gelir. Bunun üzerine hanımefendi öç almaya
and içer. Bu and, Seferbeyzade’nin kulağına gider ve delikanlıyı hanımefendiyle bir daha
buluşmaması için ikna etmeye çalışır. Ancak Hüsn şah girdiği bunalım sonucu hasta düşer
“gece gündüz kuytu köşelerde ağlar”. Seferbeyzade ise Hüsn şahı eskiden olduğu gibi
avutmaya çalışır.
Aradan beş on gün geçer. Hüsn şah hanımefendiden kendisine davet eden bir
mektup alır. “Gelmezse eğer bu zavallı kulu ölecektir.”
Hüsn şah büyük bir sevinçle gider adresi verilen eve. Misafir gelince hanımefendi
yeminini tutmak amacıyla onu bağlar ve dövmeye başlar. Ancak Seferbeyzade Hüsn
şahın imdadına yetişir. Hanımefendinin hizmetçileriyle kavgaya girer ve galip gelir.
Bunun üzerine hanımefendi aman diler ve bütün servetini vermeyi vaat eder. Fakat
Seferbeyzade buna kulak asmaz, onu da hizmetçilerini de öldürür.
Seferbeyzade ve Hüsn şah herhangi bir cezadan kaçmak niyetiyle Mısır’a gider.
Orada ticaretle uğraşmaya başlarlar. Altı yıl sonra servetlerine servet katarak İstanbul’a
dönerler. “Bir baba ve oğul gibi gün görerek yaşarlar ve ecelleriyle vefat ederler. Fani
dünya onları sürer, onlar da kendi ebedî yollarına düşüp giderler. Bu hikaye de onları
anlatan bir hatıra olarak kalır.”
Ali Bey’in Sergüzeşti5
Ali Bey 22 yaşında genç biridir. Babasının ölümünden sonra annesiyle kalmıştır.
Ali Bey, bir gezinti esnasında iki hizmetçisiyle gezintiye çıkmış genç, güzel ve
cilveli Mehpeyker’le karşılaşır. Aralarında bir ilişki başlar ve çok geçmeden Mehpeyker
Ali Bey’e aşkını ilan eder.
Dostları Ali Bey’i, adına leke getirebilecek kadın düşkünlüğü konusunda
uyarılarda bulunurlar. Ali Bey düşüncelere dalar , iştahını kaybeder, geceleri uyuyamaz
hale gelir. Bu sıralarda ise annesi ona odalık Dilaşub’u bulur.
Mehpeyker Ali Bey’i etrafı bahçeyle çevrili evine davet eder. Ancak Ali Bey Dilaşub
ile ilgilenmektedir. Mehpeyker ise Ali Bey’i beklemektedir. Aradan 10 gün daha geçer.
Mehpeyker gönderdiği mektuplara hâlâ bir cevap alamamıştır. Mehpeyker’in kendisini
öldüreceğini yazdığı üçüncü mektubundan sonra Ali Bey ona gitmeye razı olur. Mektubun
içeriği çok korkunçtur. Onuru ayaklar altına alınmış Mehpeyker intikam almak
arzusundadır.
Mehpeyker’in oyunuyla Ali Bey Dilaşub’u döver “başını duvara vurur, Dilaşub’un
ağzından burnundan kan gelir.”
5 Smirnov V. D. Türk Edebiyatı Tarihi Notları. Spb., 1891. (s. 108, 115)
Ali Bey rahatsızlanır, annesi Dilaşub’u bir esirciye satar. Esirci Mehpeyker’in
adamlarından biri olduğu için Dilaşub’u Mehpeyker’in evine getirir. Ali Bey ise kendini
içkiye verir. Çok geçmeden annesi ölür. Bu arada Ali Bey Mehpeyker’i reddetmektedir.
Mehpeyker ise intikam arzusundan vazgeçmez. Artık Ali Bey Mehpeyker’in evindedir,
sarhoştur.
Dilaşub ise Ali Bey’i kurtarmak istemektedir, onu gitmesi için ikna etmeye çalışır
ve onun paltosunu giyerek kiralık Hırvat katilin ellerinde can verir.
Bu sırada Ali Bey karakola gitmiş, birkaç zaptiyeyle geri dönmüştür.
Kahkahalar atmakta olan Mehpeyker’i gören Ali Bey hırslanır ve Mehpeyker’i
yalvarıp yakarmasına aldırmaz ve onu öldürür.
Aradan altı ay sonra Ali Bey de acısından hayata gözlerini yumar.
Hikaye ve romanın içeriğinin mukayesesi her iki eserin temel sujet düğümlerinin, baş
kahramanların karakterlerinin benzerliğini, aynı zamanda münferit detaylarının uyuştu-
ğunu göstermektedir. Hüsn şahın hayat ve aşk ilişkilerinde akıl hocalığını Seferbeyzade
yapmakta, babası gibi davranmaktadır. Esasında ise o onun bir arkadaşıdır. Namık
Kemal’in romanında ise bu misyonu Ali Bey’in annesi gerçekleştirmektedir. Oğluna
yardım etmekte, ona Dilaşub’u bularak düştüğü sıkıntıdan kurtarmak istemektedir. Yani
romanda kahramana aşık olan bir değil iki güzel vardır.
Fark edilir ayrılıklar baş kahramanlardadır. Ali Bey Hüsn Şah’dan altı yaş
büyüktür. Davranışlarında daha kendinden emin ve aktiftir. Ve en büyük farklılık ise
finaldedir. Hikayenin kahramanı Hüsn Şah hayatına mutlu bir şekilde devam ederken,
Ali Bey altı ay sonra trajik bir şekilde hayata veda eder.
Her iki eser de V.D. Smirnov’un ifadesiyle “Türk toplum hayatının bazı iç taraflarını
kendi değerleri ve zihniyetiyle6” betimlemektedir. Ancak son iki yüzyıl içinde Türk
toplumunda yazarların üzerinde de etkili olan önemli değişiklikler meydana gelmiştir.
Hikayenin yazarı çekinerek ve ayrıntılara önem vererek ilerletir olayı. Kahramanlarını
ise ne överek göklere çıkarır, ne ayıplar, ne acır ne de onlardan nefret eder. Sadece bir
pasajda yazarın kendi düşüncesini belirttiği görülür: “Seferbayzade ve Hüsn şah… Bu
fani dünyada gönüllerini eğlendirdiler”. Namık Kemal ise tam tersine sürekli olarak
hazır bulunuyor roman sayfalarında, Ali Bey’i “temiz aile çocuğu” olarak
değerlendiriyor, ona acıyor, Mehpeyker’e ise kızıyor, Ali Bey’in annesinin Dilaşub’u
satın almasını ve artık ona ihtiyaç kalmayınca onu satmasını tasvip ediyor.
Bu hikaye ve roman arasında bir tane daha çok büyük bir fark bulunmaktadır. Bu,
eserin dilidir. Hikaye neredeyse çok basit bir dille kaleme alınmıştır. Ne Fars ne de
Arap dilinden ağır terkipler, gramer özellikleri kullanılmamıştır. Roman ise stil inceliği
ve dil balâpervazlığıyla farklılık göstermektedir. Ve bu hâl basit bir zaman etkisi
değildir. Her iki eser de farklı sosyal çevreler okuruna hitap etmek için kaleme
alınmıştır. Hikaye orta hâlli şehir okurları, tüccarlar ve zanaatçılara hitap eder. Namık
Kemal’in romanı ise ileri fikirli Yeni Osmanlılar hareketinin içinden çıkmış ve yeni
entelektüel oluşuma göre düşünülüp biçilmiştir.
Farklı zamanlarda kaleme alınmış bu iki eserin karşılaştırılması, Türk romanının
ortaya çıkmasında ve birden gelişmesinde sadece Avrupa, özellikle Fransız romanının
etkisinin olduğunu söylemek yanlış olur7. XIX. ve XX. yüzyıl Türk nesri, çok derin
yerli köklere sahiptir. Türk nesrinin ortaya çıkış kaynakları ise Türk Filolojisinin
araştırılması gereken ilginç konularındandır.
6 a.g.e.
7 a.g.e. “Özet ve Pasajlarla Osmanlı Edebiyatı Numuneleri” Spb. 1891. (s.10)