DIŞ BORÇLANMA KARŞISINDA NAMIK KEMAL VE ATATÜRK
Abdurrahman SÎLER 01 Ocak 1970
Bilindiği üzere, insan sosyal bir varlıktır. İnsanlar toplum halinde
yaşarlar ve birbirlerine her konuda muhtaçtırlar. Maddî ihtiyaçların
karşılanması için de, insanlar birbirleriyle ekonomik ve ticarî ilişkilere
girmek zorundadırlar. Borç alıp verme de, bu gibi ihtiyaçlar arasın-
dadır. Ancak borç alıp verme, kişiler arasında olduğu gibi, milletler
veya devletler arasında da mümkündür, hatta bazan zarurîdir. İşte
bu noktada "dış borç" problemi ile karşılaşıyoruz.
Osmanlı İmparatorluğu'nda ilk dış borç talebi, 1789 yılı sonla-
rında olmuş, bunu 1799 ve 1839 sonlarındaki ikinci ve üçüncü talep-
ler izlemiştir. İngilizler, kendilerinden istenen bu- borçlan, her üç
seferinde de reddetmişlerdir.1
Osmanlı yönetimi, yabancı krediden yararlanma imkânını, ilk
defa Kırım Savaşı (1853-1856) dolayısıyla bulmuştur. Ancak bu im-
kân istismar edilmiştir. Savaşlar, isyan masrafları, devamlı bütçe
açıkları vb. harcamalar, hep bu görünüşte kolay ve külfetsiz ya-
bancı istikrazlarla karşılanmıştır. İlerisi düşünülmeden hep "bugünü
kurtarma" düşüncesine saplanılmıştır. Kırk elli sene içinde borçlar
çığ gibi büyüyerek, sonunda devletin başına, kapitülâsyonlardan
daha ağır ve siyasî bağımsızlığı zaman zaman tehdit eden bir dert ol-
muştur.2
Dış Borçlar Karşısında Namık Kemal
Namık Kemal'in (1840-1888), hayatında hiç bir alanda derinleş-
me ve uzmanlaşma imkânı bulamadığı söylenebilir. Bu hüküm, ikti-
* K.T.Ü. Fatih Eğitim Fakültesi Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü Tarih Anabilim
Palı Araştırma Görevlisi.
1 Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı-lngiliz İktisâdi Münâsebetleri (1838-1850), C.
II, İstanbul üniversitesi Edebiyat Fakültesi yayını, Istanbu', 1976, s. 111-112.
(2) Refii Şükrü Suvla, "Tanzimat Devrinde İstikrazlar", Tanzimat, (istanbul, 1940),
s. 263, 275.
sadî konular için de geçerlidir. Fakat O, belki de içinde yaşadığı şart-
ların gereği olarak, çok çeşitli alanlarda kafa yormuş, kalem oynat-
mıştır. Daha çok bir "vatan şairi" olarak bilinen Namık Kemal, ede-
bî ve tarihi eserler yanında, "şaheser" denebilecek kalitede makale-
ler yazmıştır. Makalelerinin bir kısmı da ekonomik konularla ilgili-
dir. Osmanlı Imparatorluğu'nun ilk dış borçları hakkındaki yazıları
ise, bu çalışmamızda söz konusu edilecektir.
Namık Kemal daha 1866 sonlarında, Tasvir-i Efkâr'da yazarken,
istikrazlar konusu ile ilgilenerek, "Esham-ı Umûmiye"3 hakkında yaz-
dığı bir makalesinde istikrazların zararlarından 'söz eder.4 Avrupa'da
istikrazların yararlarının tartışmalı olduğunu ve ancak vatanın büyük
bir tehlikeden kurtarılması gibi kesin zaruret hallerinde başvurulabi-
lecek bir yol olarak kabul edildiğini belirtir. Bu makalesinde Namık
Kemal, Osmanlı Devleti'nde uygulanan birçeşit istikraz olan "Es-
ham-ı Umûmiye"nin şartlarının, diğer istikraz çeşitlerine göre hafif
ve ehven olduğunu öne sürerek, bu yolu tavsiye eder.
1868 yılında Osmanlı Devleti'nin sekiz milyon keseden fazla dış
borçları ve bir o kadar da esham-ı umumiyesi ve "hesaba gelmez mü-
teferrik borçları" bulunduğunu belirten Namık Keraa', dış borçlara
başvurmanın sebepleri olarak savaşları, yapılan israfları ve hırsız-
lıkları gösterir.5
Dışarıya borçlanma meselesine dair fikirlerini daha çok Londra'-
da yayınlanan Hürriyet Gazetesi'nde yazmış olan Namık Kemal, bu
çeşit yazılarından birinde, özetle aşağıdaki görüşlere yer verir:6
Ekonomik gelişmenin asıl kaynağı üretimin ve gelirlerin arttırıl-
masıdır. İstikraz ise, iktisatçılara ve akıl sahiplerine göre, gerçek bir
gelir kaynağı değil, ancak vatanı mutlak ve büyük bir tehlikeden kur-
tarma zarureti doğduğu an ve başka bir çare de bulunmadığı için
başvurulabilecek bir "fedakârlıktır". Sosyal bilimcilerin çoğunluğuna
göre, tarım, sanayi, ticaret gibi çalışma yoluyla gelir sağlamak varken,
3 Esham, Arapça asıllı bir kelime olup, "sehm"in çoğuludur. Sehm, kısım, hisse; ok
anlamlarına gelir. III. Mustafa zamanında çıkarılan istikraz kuponları için kullanılırdı.
"Esham-ı Cedide", "Esham-ı Miimtaze" adlarıyla da esham çıkarılmıştır. "Esham-ı Umû-
miye" ise, iç istikraz kuponları hakkında kullanılan bir tabirdir (Daha fazla bilgi için bkz.
M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. I, 2. baskı, Millî Eğitim
Basımevi, İstanbul, 1971, s. 552.)
4 Bkz. Tasvir-i Efkâr, Sayı: 445, 13 Şaban 1283, s. 1.
5 Ayrıntılı bilgi için bkz. Hürriyet, Sayı: 7, 10 Ağustos 1868, s. 1.
6 Bkz. Hürriyet, Sayı: 10, 31 Ağustos 1868, s. 1-3.
devletin araya girip de, çalışanlardan aldığı paraları, birtakım tembel
sermayedarlara vermesinden daha büyük kötülük olamaz. Bu yol, "mi-
rasyedi yetiştirme"nin çok kötü bir şeklidir.
istikraz taraftarları, Fransa örneğinde olduğu gibi, Avrupa dev-
letlerinin de istikraz yaptıklarını öne sürerek, bu işi normal gösterme-
ye çalışmaktadırlar. Oysa Fransa, 1789'dan itibaren olağanüstü ölçüde
büyük olaylarla ve savaşlarla karşılaşmıştır. Kaldı ki buna rağmen,
Fransa'nın 1868 yılına kadarki borçları, yıllık gelirlerinin beş katı
bile değildir. Borçlarına verdiği faiz % 3'tür. Verdiği yıllık faiz top-
lamı, yıllık gelirinin yedide birine ulaşmaz. Osmanh Devleti ise, Fransa
gibi yüz yılda değil, 1854—1868 arasında aldığı borçlarının faizleri
için, yıllık gelirinin üçte biri kadar faiz ödemekte ve istikrazlarım %
6 faizle yapmaktadır. Üstelik Osmanlı Devleti bu süre içinde Kırım
Savaşı ile bazı küçük isyanlar dışında, çok büyük savaşlarla da karşı-
laşmış değildir.
Osmanh ekonomi ve maliyesinin kötüleşmeye başladığı zaman-
lardan beri izlenmesi gereken yol, bir yandan millî geliri artıımaya
çalışmak, bir yandan da acil olarak masrafları mümkün olan asgarî
sınırlarına indirmek ve kesin zaruret olmadıkça "bir para borç al-
mamak" idi.7 Bu ise, israfların ve hırsızlıkların önünü almakla yakın-
dan ilgili idi.
Tanzimatçılar iyi birer ekonomist veya maliyeci olmadıkları8
için, Namık Kemal'in aksine, dış borçlara iyice sarılmış bulunuyor-
lardı. Meselâ Fuat Paşa "bu devlet istikrazsız yaşamaz" diyordu. Bu
söze canı sıkılan Namık Kemal, endişesini ve kanaatini şöyle belirt-
miştir: "Hele bu gidişle hazinenin hali nereye varacağını bütün bü-
tün tasavvurdan âciziz. Şurası iyi düşünülmelidir ki "devlet istikraz-
sız yaşamaz" değil, "yalnız istikraz ile yaşayamaz."9
7 R. Şükrü Suvla'ya göre (bkz. a.g.m., s. 285-288), bir devlet aldığı aış borçları, an-
cak milli savunma ve üretim alanlarına yatırabilir. Tüketim alanlarına yatyılırsa, bugünkü
neslin sıradan ihtiyaçları, gelecek nesillere ödettirilmiş olur ki, bu durum en azından ada-
letsizliktir. Halbuki Osmanlı dış borçlarının 5 /6'sı tüketim alanlarına, bütçe açıklarının ka-
patılmasına ve saray masraflarına harcanmıştır.
8 Stanford J. Shavv, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, C. II, Çeviren: Mehmet
Harmancı, e yayını, İstanbul, 1983, s. 197.
9 Bkz. Hürriyet, Sayı: 47'den naklen, İhsan Sungu, "Tanzimat ve Yeni Osmanlılar",
Tanzimat, (İstanbul, 1940), s. 834-835. Gerçekte n Osmanh yönetimi "devletin istikrarsız
yaşayamayacağı" politikasını o kadar ileri götürmüştü ki, 1875'te 200.000.000 İngiliz li-
rasına ulaşan dış borçların yıllık servisini ödemeyi başaramamıştı. Sonuçta çok geçmeden
Osmanlı hükümeti ile yabancı ve yerli alacaklılar arasında yapılan bir anlaşma ile, devletin
gelirinin bir kısmı üzerinde Avrupa kontrolü kesin biçimde yerleşmişti. Düyün-ı Umû-
miye İdaresi böylece ortaya çıkmaya başlamıştır. (Niyazi Berkes, "Namık Kemal'in Fikrî
Tekâmülü", Namık Kemal Hakkında, (İstanbul, 1942), s. 233-235.).
Namık Kemal dış borçların, millî gelirde görülen gerilemenin ve
hazinenin harap olmasının en önemli sebebi olduğunu belirttiği bir
makalesinde.10 dış borçlar için şöyle bir benzetme yapar: "istikraz
ile borç ödeyerek ıslâh-ı hale çalışmak, devr-i daim suretiyle makine
yürütmeye uğraşmak kabilindendir". Aynı yazısında, İngiltere'nin %
3 faizle para bulabildiğini, ama Osmanlı Devleti'nin, aldığı dış borç-
ların en fazla % 60'ını elde edebildiğini öne sürer. Nitekim yapılan
araştırmalar Namık Kemal'i haklı çıkarmıştır. Meselâ Şükrü Baban'ın
verdiği bilgiye göre11 1858 senesinde alman beş milyon İngiliz lirası
tutarındaki dış borcun, ancak üç buçuk milyon civarındaki bir mik-
tarı elimize geçebilmiştir. Üstelik bu para da, "kaime"lerin12
iptal
ve imhasına ayrılmıştır.
Tanzimatçıların, devletin malî itibarı sayesinde, Avrupalılardan
kolaylıkla borç bulabildiklerini öne sürmeleri de Namık Kemal'i
öfkelendirmiş görünüyor. "Muvazene-i Maliye" adlı makalesinde13
bu konuyu da ele alan Namık Kemal, dış borçların kolaylıkla bulun-
masının, aslında devletin malî itibarı ile değil; devlete zararlı çok
ağır şartların14 kabul edilmesi sayesinde gerçekleştiğini belirtir. "İki
katma senet vererek fâhiş faizlerle" para alan Tanzimatçıların, borç-
ları ödeyemez duruma düşünce, bu sefer borç ödemek amacıyla yeni
borçlara yönelmelerinin, sonunda devleti bütünüyle iflasa sürükleye-
ceğini; bunoktadan itibaren de yabancı müdahalesinin kaçınılmaz
olduğunu anlatmaya çalışır.
Namık Kemal, dış borçlar yüzünden, devletin malî hatta siyasî
bağımsızlığının ortadan kalkabileceği hususundaki görüşünü, o za-
manlar henüz Osmanlı Devleti'ne bağlı sayılan Tunus'un durumunu
örnek göstererek ispatlamaya çalışmıştır. 24 Mayıs 1869'da yayınladığı
10 Bkz. "Muvazene-i Maliye", Hürriyet, Sayı: 62, 30 Ağustos 1869, s. 3.
11 Bkz. Şükrü Baban, "Tanzimat ve Para", Tar.zimat, (İstanbul, 1940),
s. 250.
12 "Kaime" ve bununla ilgili hususlar hakkında geniş bilgi için bkz. Mine Erol, Os-
manlı İmparatorluğu'nda Kâğıt Para (Kaime), TTK Basımevi, Ankara, 1970.
13 Bkz. Hürriyet, Sayı: 62, 30 Ağustos 1869, s.2.
14 Gerçekten de Avrupalılar, Osmanlıların borç isteklerine karşılık çok ağır şartlar
öne sürüyorlardı. Meselâ kaimelerin ortadan kaldırılmasına, halkian toplanan "mecburî
iane"lerle, kendileri de Fransa'ya borçlu olan Baltazzi ve Zarifi gibi Galata bankerlerinden
alınan borçlar da yetmeyince, 1860'larda hükümet yine dış borç aramaya yönelmişti. Bu
durumu öğrenen İngiliz elçisi, kendisine henüz resmî bir istek bile ulaşmamışken, Osmanlıya
borç verme karşılığında şu küstahça şartları ileri sürmüştü: 1) Osmanlı parası Avrupa kont-
rolüne verilmelidir. 2) Yabancılar devlet mülklerini satın alma veya kiralama hakkını elde
etmelidirler... (Bkz. Ş. Baban, a.g.m., s. 251).
konu ile ilgili makalesinde, görüş ve endişelerini özetle şöyle dile
getirir:15
Liyakatsiz ve yetersiz bazı devlet adamları yüzünden, Tunus'un
zenginlikleri yok oluşa sürüklenmiştir. Ayrıca biz "Avrupa'nın dan-
sını, şampanyasını taklit etmeye" başladığımız sıralarda, Tunus da
istikraz belâsına uğradı. Az zamanda 200.000.000 Frank'a yükselen
dış borçlarına karşılık, Tunus'un sadece 15.000.000 Frank geliri var-
dır. Üstelik alınan bu borçlar da yerli yerinde sarfedilmeyip israf edi-
lince durum daha da vahimleşti. Öyle ki, Tunus'un borçlarının faiz-
leri bile ödenemez oldu. Böylece Tunus'a Avrupa'nın müdahale fır-
satı doğmuş bulunmaktadır. Fransa'nın Tunus'a tek başına müdaha-
lesi "istilâ rengini alacağından" birlikte müdahaleyi menfaatlerine
' uygun gören diğer devletlerin katılmasıyla, ortak bir Avrupa müda-
halesi söz konusudur. Ortak bir komisyon bir kere Tunus'a girer ve
bu ülke yıllarca Avrupalıların çiftlikleri gibi kullanılırsa, bize artık
Tunus'tan hayır gelmez. Avrupa böyle bir metotla Tunus'u Osmanlı-
lardan koparırsa16 bu örneğe bakarak Mısır17 hatta İstanbul bile,
böyle dolaylı yollarla elimizden alınmaya çalışılacaktır. Zaten 1856'-
dan itibaren halkın ağzında "nihayet hazinemizin idaresini Avrupa-
lılar ele alarak, devlet o suretle mahvolacak" gibi sözler duyulmaya
başlamıştır. Ne yazık ki bu endişe gerçekleşecek gibidir. Çünkü faiz
ödeme amacıyla borç alma zaruretine düşürüldük. Bu yolda gidilirse,
Osmanlı Devleti toptan Tunus'un durumuna düşebilir. Osmanh
hazinesi "sarrafların faiz merkebi"nden daha kötü bir durumdadır.
Tunus'ta olduğu gibi, İstanbul'a da ortak bir Avrupalı komisyon gele-
bilir. Bu durumda halk, bütün Avrupa ile savaşamıyacağına göre,
millî egemenliğine bedel, Avrupa'nın vesayeti altına girme zilletini
kabul edecektir.18
15 Bkz. Nam.k Kemal, "İbret", Hürriyet, Sayı: 48, 24 Mayıs 1869, s. 2-3.
16 Nitekim Namık Kemal'in bu yazısının yayınlanmasından sadece 12 yıl sonra Tu-
nus, 1881'de Fransa'nın eline geçmiştir. S.J. Shavv'a göre (bkz. a.g.e., C. II, s. 241), Tunus
Beyi'nin ekonomik sıkıntıları ve dış borçlan, Tunus'a Avrupa müdahalesini davet etmişti.
Bu müdahale gerçekten de daha sonra Mısır ve istanbul için de geçerli olmuştur.
17 Mısır'ın da 1882'de İngilizler tarafından işgali, Namık Kemal'i yine haklı çıkar-
mıştır.
18 Osmanlıların Kendi idaresizlikleri ile birlikte, vadesi gelen çok büyük dış borçlar
yüzünden, yabancıların malî müdahalesi kaçınılmaz duruma gelmişti. (S.J. Shaw, a.g.e.,
C. II, s. 198). Avrupa'da sermaye çoktu, istenildiği zaman veriyordu. 1854-1875 yılları
arasında Osmanlıların dış borçlarının miktarı, bir milyon doları geçmişti. Bu durumda 1879'-
da İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Derby'nin dediği gibi, Osmanh Devleti'nin içişlerinde karşı-
laştığı devamlı murakabe, ülkenin bağımsızlığını sıfıra indirmiştir (N. Berkes, a.g.m., s. 234-
235).
Dış Borç Problemi ve Atatürk
Namık Kemal'in, gelişigüzel dış borçlanmanın tehlikeli sonuçları
hakkındaki endişeleri bir bir gerçekleşir ve Osmanlı İmparatorluğu
yıkılışa doğru yol alırken, Mustafa Kemal Atatürk de çocukluk, genç-
lik ve olgunluk çağlarını yaşıyordu (1881-1918). Atatürk'ün, Namık
Kemal'in şiir, makale ve eserlerini öğrencilik yıllarından itibaren oku-
maya başladığı, O'nun fikirlerinden büyük ölçüde etkilendiği, ya-
pılan bazı çalışmalarla ortaya konmuş bulunmaktadır19. Osmanlı
İmparatorluğu'nun çöküşünde ve dağılmasında, ağır dış borç yükü-
nün önemli bir rol oynadığını çok iyi kavramış olan Atatürk, bu konu-
da elbette Tanzimat dönemi yöneticileri gibi değil, onları şiddetle eleş-
tirmiş olan Namık Kemal gibi düşünüyordu. Ancak Atatürk, Namık
Kemal'den farklı olarak, sadece düşünmekle kalmamış, fikirlerini uy-
gulama alamna koymayı da başarmıştır. Çünkü O, yepyeni bir devle-
tin kurucusu olmuş ve on beş yıl Türkiye'nin ilk Cumhurbaşkanlığını
yapmıştır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, daha Millî Mücadele devam eder-
ken, 1 Mart 1922'de, Büyük Millet Meclisi'nin üçüncü toplantı yılını
açış konuşmasında, tam bağımsızlığın ekonomik bağımsızlıkla ilişkisi,
dış borçlanmanın şartlan, dışticaret dengesi ve tasarruf gibi hususlar-
da şunları söylüyordu:20
"Efendiler! Bugünkü mücahedatımızın gayesi istiklâl-i tam-
dır. İstiklâliyetin tamamiyeti ise ancak istiklâl-i malî ile
mümkündür.
Bir devletin maliyesi istiklâden mahrum olunca o devletin
bütün şuabat-ı hayatiyesinde istiklâl meflûçtur. Çünkü her
uzv-u devlet ancak kuvvet-i maliye ile yaşar. İstiklâl-i
malînin mahfuziyeti için şart-ı evvel, bütçenin bünye-i ikti-
sadiye ile mütenasip ve mütevazin olmasıdır. Binaenaleyh;
bünye-i devleti yaşatmak için harice müracaat etmeksizin
memleketin menabii varidatiyle temini idare çare ve ted-
birlerini bulmak lâzım ve mümkündür.
19 Namık Kemal'in Atatürk'e etkisi ve bu konu ile ilgili hususlar hakkında bilgi için
bkz. Şerafattin Turan, Atatürk'ün Düşünce Tapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar, T.-
T.K. yayını, Ankara, 1982; Yahya Akyüz, "Atatürk'te Namık Kemal'in Etkisi ve Abdül-
hamit Döneminde Yasak Kitaplara ilişkin iki Belge", Belleten, C. XLV/2, Ekim 1981, Sa-
yı: 180'den ayrıbasım, T.T.K. Basımevi, Ankara, 1981.
20 Bkz. Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, C.I., (1919-1938), Türk İnkılâp Tarihi Ensti-
tüsü yayını, İstanbul, 1945, s. 222-223.
"Efendiler! Âzami tasarruf şiarı millîmiz olmalıdır.
"Binaenaleyh; usulü malîmiz, halkı tazyik ve izrar etmek-
ten içtinab ile beraber mümkün olduğu kadar harice
arz-ı ihtiyaç ve iftikâr etmeden varidat-ı kâfiye temin et-
mek esasına müstenittir. Şimdiki halde istifade edilemiyen
menabii varidattan müstefit olmak ve halkın bâr-ı tekâlifini
tahfif etmek için bazı mevat üzerinde inhisarlar vaz'ey-
lemek lâzimedendir.
"Efendiler! Mazinin ve düşmanların memleket ve mille-
timizi bütün dünya-yı medeniyetle birlikte terakkiye yü-
rütmekten menetmiş olan zencirleri, bugün bizi, az zaman-
da fevkalâde teşebbüsat ve icraatta bulunmıya icbar edi-
yor. Ancak bu mecburiyetin tatmini ve zayiatın telâfisi
bugünkü kudret-i maliyemizin fevkındadır. Bundan dolayı
hükümetimizin her medenî devlet gibi haricî istikrazlar
akdetmesine lüzum vardır. Şu kadar ki istikraz olunan ec-
nebi paralarını, şimdiye kadar Babıâli'nin yaptığı tarzda,
ödemiye mecbur değilmişiz gibi, maksatsız israf ve istih-
lâk ile bâr-ı düyûnumuzu artırarak istiklâl-i malîmizi
mâruz-ı tehlike etmeye katiyen muarızız. Biz memlekette,
mamuriyeti, istihsali ve refah-ı halkı temin edecek, mena-
bi-i varidatımızı inkişaf ettirecek müsmir istikrazlara ta-
raftarız."
Atatürk, Millî Mücadele'nin zaferle sonuçlanmasından birkaç ay
sonra, izmir'de toplanacak Birinci iktisat Kongresi'ne az bir süre kala,
gazetecilere verdiği bir demeçte, yeni Türkiye'nin "cihangir bir dev-
let" değil, "bir devlet-i iktisâdiye" olacağını belirtiyor ve yabancı
sermaye hakkında da şöyle diyordu :2 1
"...Filhakika memleketimizi az bir azamanda ma'mûr
etmek için milletimizin gayr-i kâfi sermayesi karşısında
hârici sermayesinden, vesâitinden, ihtisasından istifade
etmek hakikî menfaatimiz iktizâsındandır. Hükümetimiz,
izahına lüzum olmayan esâsâtın riâyetkân kalacak olan her
devlet ve millete karşı bu hususta emniyet ve samimiyetle
ahz-ı mevki' edecektir."
21 Bkz. Tahin, 20 Kânunusaâni 1339/1923, (2 Cemaziyelâhir 1341), s. 2.
Atatürk, 17 Şubat 1923 günü başlayan Birinci İzmir İktisat Kong-
resi'nin açış nutkunda ise, yeni Türkiye'yi lâyık olduğu gelişme dere-
cesine ulaştırmak için, ekonomimize mutlaka birinci sırada önem ver-
mek gerektiğini, zamanımızın bir "iktisat devri" olduğunu belirtiyor
ve tam bağımsızlıkla ekonomik güç arasındaki ilişkiyi şu sözlerle orta-
ya koyuyordu:22
"İstiklâl-i tam için... yegâne kuvvet, hakikî en kuvvetli te-
mel iktisadiyattır.
"Siyasî, askerî muzafferiyetler nekadar büyük olursa olsun-
lar, iktisadî muzafferiyetler ile tetviç edilemezlerse husule
gelen zaferler pâyidar olamaz, az zamanda söner..."
Yabancı sermayeye bazı şartlarla karşı olmadığını anlatırken
Atatürk, Tanzimat devri anlayışını şiddetle eleştiriyordu:23
" . . . Efendiler, iktisadiyat sahasında düşünürken ve ko-
nuşurken zannolunmasm ki, biz ecnebî sermayesine hasım
bulunuyoruz. Hayır, bizim memleketimiz vâsidir. Çok
sa'y ve sermayeye ihtiyacımız vardır. Binaenaleyh kanun-
larımıza riayetkâr olmak şartıyla ecnebi sermayelerine lâ-
zım gelen teminatı vermeye her zaman hazırız ve şâyân-ı
arzudur ki, ecnebi sermayesi bizim sa'yimize ve servet-i
sâbitemize inzimam etsin. Bizim için ve onlar için faydalı
neticeler versin; fakat eskisi gibi değil. Filhakika mazide
ve bilhassa Tanzimat devrinden sonra, ecnebi sermayesi
memlekette müstesna bir mevkie malik oldu. Ve ilmî ma-
nâsıyla denebilir ki, devlet ve hükümet ecnebi sermayesi-
nin jandarmalığından başka bir şey yapmamıştır. Artık
her medenî devlet gibi, millet gibi, yeni Türkiye dahi bu-
na muvafakat edemez. Burasını esir ülkesi yaptıramaz."
Yukarıda sözü edilen açış nutkunda, ülkemizin bir tarım ülkesi
olması dolayısıyla tarıma büyük bir önem verilmesi gerektiğini, an-
cak sanayii de "tezyid ve tevsi etmek mecburiyetinde" olduğumuzu
belirten Atatürk, sanayi hususunda gevşek davranılması halinde, en-
düstri ürünlerinde yine yabancı ülkelerin "haraçgüzarı" olma tehli-
22 Bkz. Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, C. II, (1906-1938), 2. baskı, Türk inkılâp Tarihi
Enstitüsü yayını, Ankara, 1959, s. 100, 107.
23 Bkz. Atatürk Devri Fikir Hayatı, C. I, Hazırlayanlar: Mehmet Kaplan-İnci Engi-
nün-Zeynep Kerman-Necat Birinci-Abdullah Uçman, Kültür Bakanlığı yayını, Ankara,
1981, s. 315-316.
kesinin doğacağını; üretimimizin paraya çevrilebilmesi için ise, ya-
bancı elinde olan ticaretimizin, kendi elimize geçmesi gerektiğini
söylüyordu.?4
Atatürk, Birinci İktisat Kongresi'nin 4 Mart 1923'te sona erme-
sinden on iki gün sonra Adana'da çiftçilere yaptığı bir konuşmasında,
ekonomik bağımsızlığın ne kadar önemli olduğunu tekrar gündeme
getirerek şöyle diyordu:25
".. .Adana senevi 35 milyonu yalnız pamukla pekâla te-
min edebilir. Biz-bunların inşaallah hepsini temin edeceğiz.
Yalnız bunun için bir şeye ihtiyaç vardır: İktisadiyatımız-
da istiklâli tam. Güzel vatanımızı fakre, memleketi harabiye
sürükliyen esbabı muhtelife içinde en kuvvetli ve en ehem-
miyetlisi iktisadiyatımızda istiklâlden mahrumiyetimizdir..."
Atatürk'ün, dış borçlara girilmesine ve yabancı sermayeden ya-
rarlanmaya prensip olarak olumlu baktığı, demeç ve konuşmaların-
dan açıkça anlaşılmaktadır. Ancak O'na göre, dış borçlar ve yabancı
sermaye, Türkiye'nin tam bağımsızlığını zedelememeli ve millî ege-
menlik esasına zarar vermemelidir. Bu şarttan kesinlikle vazgeçile-
mez.26
SONUÇ
Atatürk'ün dış borçlanma ve bununla ilgili hususlarda ortaya
koyduğu görüşler, Namık Kemal'in bu konudaki fikirleriyle büyük
ölçüde benzerlik arzetmektedir. Sözü uzatmamak için, Atatürk ün
dış borçlarla ilgili olarak, Cumhurbaşkanlığı dönemindeki uygulama-
larına girmemek yerinde olur. Burada şu kadarı belirtilmelidir ki,
Atatürk bu dönemde, en yakın arkadaşlarının bütün tavsiye ve ısrar-
larına rağmen, yabancı ülkelerden borç almamaya özen göstermiştir.
Namık Kemal ile Atatürk'ün dış borç problemi hakkındaki or-
tak görüşleri şöyle özetlenebilir:
1) Dış borçlanma prensip olarak mümkündür. Ancak bu konu-
da devletin malî ve ekonomik bağımsızlığının zarar görmemesi esastır.
24 Bkz A.g.e., C. I, s. 318-319.
25 Bkz. Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, C. II (1906- 1938), Ankara, 1959, s. 119.
26 Cihan Duru-Kemal Turan-Abdurrahman Öngeoğlu, Atatürk Dönemi Maliye Po-
litikası, Ankara, 1982, s. 407.
2) Bu esasa dikkat edilmez ve gelişigüzel bir şekilde, millet menfa-
atleri göz önüne alınmadan dış borçlanmaya gidilirse, çok geçmeden
siyasî bağımsızlık da tehlikeye girer. Örnek olarak, Osmanlı İmpara-
torluğu'nun yıkılışında dış borçlarının rolünün bilinmesi yeterlidir.
3) Devlet yönetiminde lüks, israf, yolsuzluk vb. gibi olumsuzluk-
lar önlenirse, yabancı ülkelerden fazla borç para almaya gerek kal-
maz. Asıl olan, ülke kaynaklarını en verimli bir şekilde değerlendir-
mek ve çok çalışarak bol üretim sağlamaktır.
Namık Kemal'in ve özellikle Mustafa Kemal Atatürk'ün, dış
borçlanmaya niçin sıcak bakmadıkları konusu, günümüz Türkiye'-
sinde yeteri kadar anlaşılmış mıdır? Bu sorunun cevabı ise, ayrı bir
araştırmanın konusu olabilir.