Unutulmuş Bir Şehit: Said Halim Paşa
01 Ocak 1970
Her şubat ayında yüreğimiz burkulur, hüzünleniriz, şahadet geceleri düzenleniriz. Marşlar söylenir,
antlar içilir şahadet için, bir gün mutlaka diye. Şahadet ayı ve şahadet geceleri elbette önemlidir.
İçimizde küllenmiş olan şahadet arzusunun yeniden harlanması için. Her şahadet gecesinin değişmez
bir klasiğide sinevizyon ve eski haliyle ismi slâyt gösterimidir
Sinevizyon gösterimlerinde, evrensel ümmet bilinci ve vahdetin gereği çeşitli coğrafyalarda şehit
olmuş kişilerin resimleri, isimleri ve şehit olduğu tarihler yazılı olur ve o anki halet-i ruhiyeyi
yansıtacak bir ezgiyle sinevizyon göstermi sunulur. Kimler yoktur ki bu sinevizyonlar da, Abdullah
Harun’dan, Selami Yurdan’a, Şeyh Said’den, Erdoğan Tuna’ya kadar hayatlarını güzel bir vedayla
tamamlamış güzel insanlar.
Sinevizyon gösterimini izlerken, benimde aklıma Said Halim Paşa gelir. Said Halim, Kavalalı Mehmet
Ali Paşa’nın torunudur. Çok iyi bir şekilde eğitim almış, Arapça, Farsça, İngilizce ve Fransızca öğrenmiş,
kardeşi Abbas Halim’le İsviçre’ye gidip beş sene siyasi ilimler öğrenimi görmüş bu zat-ı şahane,
1901’de kendisini kıskananlar tarafından, Sulatan Abdülhamit’e, Yeniköy’deki yalısında zararlı evrak
ve silah bulundurduğu gerekçesiyle jurnallenmiş ve yalısı gözetim altına alınmış, tevkifat sonucu,
İstanbul’dan uzaklaştırılmıştır.
Böylelikle şahsiyeti zedelenmiş, ruhu incinmiş bir şekilde Mısır’a, oradan da Avrupa’ya giderek,
jöntürkler’le irtibata geçmiştir. Abhulhamit’in düşüşüyle birlikte tekrar İstanbul’a döndü ve İttihat
Terakki’de önemli görevler aldı. 12 Haziran 1913’te Sadrazam ( Başbakan) oldu. Önemli siyasi
kulislerde bulunarak Edirne’nin, Bulgarlardan alınmasında etkili oldu.1914 1.Dünya savaşı
başlangıcında Fransa ve Rusya’yla müttefik olmak için yoğun çabalar sarf ettiyse de başarılı olamadı.
Almanya’yla yapılan müttefiklik anlaşması kendi yalısında, Enver, Talat ve Cemal Paşa’ların huzurunda
imzalandı. Ancak bu anlaşma siyasi bir anlaşmaydı ve Said Halim Paşa bu anlaşmayla, savaşa
girmeden hasarsız bir şekilde Osmanlı Devleti’nin savaştan çıkmasını planlamıştı.
Ancak, Üçkafadarların, Said Halim Paşa’dan habersiz, Alman’lardan alınan Yavuz ve Midilli gemileri
tarafından. Karadeniz’de Rus kıyılarını vurmasıyla, Osmanlı Devlet’i savaşa girmiş oldu. Bu olaya çok
sinirlenen Paşa, hemen Rus’larla sulh yoluna gitmek istedi. Bir kere Rus’ların ekmeğine yağ
sürülmüştü ve Rus’lar fırsatı kaçırmadı. Üçkafadarlar koskoca Devleti, nasıl bir felakete
sürüklediklerinin farkında bile değildi. Said Halim Paşa hemen istifa etti. Ancak istifası, Halife
tarafından böyle bir kritik zamanda kabul edilmedi ve paşa istemeyerekte olsa 1917 yılına kadar
Sadrazamlıkta kaldı. Ama artık Üçkafadarlar birçok konuya kendileri karar vererek yapıyorlardı. Paşa
bu şekilde etkisizleştirildi. Daha sonra sağlık sorunlarını gerekçe göstererek, Sadrazamlıktan istifa etti.
Osmanlı’nın savaş yenilgisini kabul etmesi ve 1918 Talat Paşa hükümetinin istifa etmesinden sonra.
Said halim Paşa, savaş suçlusu olarak Divan-ı Harbi Örfi de yargılandı. Bu arada İngilizler tarafından
İstanbul işgal edildi ve Paşa, Ermeni tehciri suçlusu olarak, kardeşi Abbas Halim Paşa’yla birlikte
Malta’ya sürgününe gönderildi. 1921’de T.B.M.M’nin elindeki İngiliz esirlere karşılık, Malta
sürgünündekiler takas edilince özgürlüğüne kavuştu.
İstanbul’a dönmek istediyse de dönemin Sadrazamı Tevfik paşa tarafından bu isteği mahzurlu
görüldü. Bunun üzerine, Paşa, İtalya’nın Roma şehrine yerleşti.
Bu arada İslamlaşmak başlığı altında yazdığı yazılar, Akif tarafından Fransızcadan tercüme edilerek,
Sebilürreşad’ta yayınlanmaya başlamıştı. Yazılarından dolayı çok tenkite uğruyordu. Avrupa’da
okumuş, batıyı ve batı medeniyetini çok iyi bilen böyle birisi, nasıl olurda, hürriyet, eşitik, özgürlük
kavramlarına değer vermezde, bunların islamda karşılığı yoktur. İslam’ın ve İslam medeniyetinin
kendine ait değer ve yaşayış tarzı vardır ve bu batı medeniyetinin kavramlarıyla açıklanamaz der.
Nasıl olurda Avrupa’nın her yolu Roma’ya çıkar, bizimde her yolumuz Mekke’ye çıkar, diyebilir.
Böylesi aristokrat bir aileden gelen biri, nasıl olurda İslamcı olabilir. Batının, İslam’a galip(!) geldiği
dönemde hala, kurtuluşun ilk dönem müslümanlarının, dini Allah Resul’ün den anlayıp, yaşadıkları
gibi tatbik edilmesiyle olacağını savunabilirdi. Şaşılacak şey, pes doğrusu diye onu eleştiriyorlardı.
Paşa, bunlara hiç kulak asmıyordu. Onun başka dertleri, başka hülyaları vardı. Yalnızdı,
yalnızlaştırılmıştı. Bireyler yapmak için yollar arıyordu. Yeniden, Sebilürreşad’taki dostlarıyla hasbıhal
etmek arzundaydı. Bütün İhvanı nede çok özlemişti.
Takvimler, 6 Aralık 1921’i gösteriyordu. Roma’da akşam saati hava iyice kararmıştı, yağmur hafif,
hafif yağmaya başladı, konağın önüne bir araç yaklaştı ve durdu. Aracın kapısı açıldı ve biri araçtan
inmek için adımını atmıştı ki, bir kişi koşarak araca yaklaştı ve araçtan çıkan kişiye iki el ateş etti.
Kurşun sesi sesizlği bozdu. Ateş eden kişi, yüksek sesle Ermenice bir şeyler diyerek olay yerinden
hızlıca uzaklaştı. Yağmur hızlanmıştı. Yerde 50 -55 yaşlarında cansız bir erkek cesedi yatıyordu. Silah
sesini duyan insanlar, arabanın etrafında toplanmaya başladı. Kalabalık artmıştı. Aralarında
konuşuyorlardı. Kim acaba, neden öldürdüler, kimi, kimsesi, bir tanıyan yokmu? Cesedin üzerini
örtüler. Yağmur iyice hızlandı. Sokak cesetten akan kandan dolayı kıpkırmızı oldu. Biri yaklaştı ve
cesedin üzerindeki kimliği çıkardı. Bir Osmanlı nüfus cüzdanıydı. Aralarında birbirlerine sordular
Osmanlıca bilen varmı diye. Kalabalık arasından biri sıyrılarak geldi. Sessizce ve yutkunarak okudu,
Halim Paşa oğlu, Prens Said Halim Paşa