« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

06 Ara

2011

Said Halim Paşa’nın hayatı ve eserleri

01 Ocak 1970

Mehmed Said Halim Paşa, 1864'de Mısır-Kahire'de doğar. Kavalalı Ali Paşa'nın torunu ve vezir Halim Paşa'nın oğludur.

Babası Halim Paşa, 1874 yılında Mısır'dan İstanbul'a göç eder. Çocuk yaştaki Said Halim özel hocalardan Arapça, Farsça, Fransızca ve İngilizce dersleri alır. Daha sonra kendisinden iki yaş küçük kardeşi Abbas Halim ile birlikte öğrenim yapmak için İsviçre'ye gönderilir. Burada beş sene siyasi ilimler okur ve yüksek öğrenimini tamamlar.

1888'de İstanbul'a dönüşünde Şûrâ-yı Devlet âzâsı olarak tayin edilir. Yaptığı başarılı çalışmalar sonucunda muhtelif nişanlarla taltif edilir. 1900'de "Rumeli Beylerbeyi" payesine erişmiş iken verilen jurnaller üzerine Said Halim Paşa'nın yalısı aranır. Yapılan arama sonucunda bir şey bulunamasa da baskı altına alınır. Bu baskılara dayanamayarak önce Mısır'a, sonra Avrupa'ya geçer. Avrupa'da Jön Türklerle ilgisini sürdürür.

Said Halim Paşa sekiz yılı aşkın bir süreden sonra 1908'de II. Meşrutiyet'in ilânı ve Sulta Abdülhamid'in tahtan indirilmesi üzerine İstanbul'a döner ve 1913'de Mahmud Şevket Paşa'nın Sadrazamlığı döneminde Hariciye Nazırlığı görevine getirilir.

Bu noktada hemen ifade edelim ki, Said Halim Paşa'nın İttihad ve Terakki Cemiyeti ile ilişkisi İsviçre'deki öğrencilik yıllarında başlar, daha sonra da artarak devam eder. 1909'da Selânik'te İttihad ve Terakki'nin Cemiyeti'nin kongresine katılır. 1912'de Cemiyet'in kâtipliğine seçilir. 1913'de yapılan Cemiyetin kongresinde İttihad ve Terakki'nin genel başkanı olur. Cemiyet içinde ayrıcalıklı yeri onun siyasi hayatta da yükselmesinde önemli etken olur. Nitekim Hariciye Nazırlığı görevinde iken, Şevket Paşa'nın ölümü ve İttihad ve Terakki Cemiyetinin ısrarları üzerine Sadrazamlık görevine getirilir. Balkan Harbi'ni sonu ile Birinci Dünya Savaşı yıllarında Sadrazamlık görevini sürdürür. Devletin en üst düzey yöneticisi olarak Osmanlı Devleti'nin harbe katılmaması için gösterdiği gayretler sonuç vermez. Rusya'ya karşı Almanya ile anlaşma yapılır. Salim Halim Paşa'dan habersiz olarak İttihadçıların ileri gelenlerinden Enver Paşa'nın gizli çalışmaları neticesinde iki Alman gemisinin Karadeniz'e girmesi ve malum gelişmelerin meydana gelmesi neticesinde Osmanlı Devleti kendini harbin içinde bulur. Bu olay üzerine Said Paşa ile İttihadçıların giderek arası açılır. İttihatçıların, elindeki salâhiyetleri yavaş yavaş almaları neticesinde, önce üzerinde bulunan Hariciye Nazırlığını, sonra da İttihadçıların yaptıklarına dayanamayarak, sıhhi sebepler öne sürer ve Sadrazamlığı bırakır (Şubat1917).

İtihad ve Terakki ile ilişkisi burada noktalanır. Bu bağlamda "Kendisinin hiçbir şekilde uyuşabilmesi ve birlikte iş yapabilmesine imkân bulunmayan İttihad ve Terakki erkânı ile işbirliği yapmasına, devlet hizmeti için başka bir yol bulamamış olmasından başka bir izah getirilemez" şeklindeki yorum kayda alınması gereken bir içeriğe sahiptir.

Mütârekede yurt dışına kaçmayı reddeder. Harp suçlusu olarak yargılanması için kendisi müracaat eder. Harb mesulü olarak sorguya çekilir.

İstanbul'un işgalinden sonra 10 Mart 1919'da tevkif edilir. 22 Mayıs'ta İngilizler tarafından, öteki siyasî mahkûmlarla birlikte Malta Adası'na sürülür.

Malta'da sürgün bulunduğu yıllarda vakarlı entellektüel duruşundan taviz vermez. Millî Mücadele'nin başarılı olmasını ister. Tutukluluk sürecinde arkadaşlarına yüreklendirici konuşmalar yapar ve sabır telkin eder. Hayatının her döneminde metanet onun en büyük özelliğidir. Nitekim Malta'dan bir dostuna yazdığı mektuptaki şu kısacık satırlar bunun bariz bir göstergesidir:

"Azizim... İki senedir çektiğimiz hakaretli muameleleri bir gün gelir sana anlatırım. Fakat şimdi sana söyleyebileceğim bir şey varsa, o da, böyle bir muameleye maruz kaldığımdan dolayı duyduğum iftihardır. Çünkü ben bu hakaretlere, her Müslüman için mukaddes olan maksada elimden gelebildiği kadar hizmet ettiğimden dolayı maruz kaldım..."

İki yılı aşan Malta'daki sürgünden 29 Nisan 1921'de bırakılır. İstanbul'a dönme isteği hükümet tarafından kabul edilmez. Bunun üzerine Roma'ya geçer. Roma'da ikamet ettiği sırada 6 Aralık 1921 günü bir Ermeni tarafından şehid edilir. Nâşı İstanbul'a getirilerek Sultan Mahmud Türbesi haziresinde yatan babasının yanına defnedilir.*
Said Halim Paşa gerçek bir entelektüel, gerçek bir mütefekkirdir. Arapça, Farsça, İngilizce ve Fransızca dillerini bilir. Bunun yanı sıra onun mütefekkir yönünü gösteren asıl hususu ise Fransızca olarak kaleme aldığı ve hepsi derin birer tefekkürün eseri olan sekiz eseridir. Bunlar hacmen küçük olup uzun makalelerden müteşekkil olmasına rağmen muhteva açısından çok geniş mânâlar taşıyan eserlerdir.

Bu noktada Eşref Edib Bey'in Said Halim Paşa'nın bir Ermeni tarafından şehid edilmesinin akabinde 16 Ocak 1922'de yazdığı bir yazıda "Onun bütün eserlerinde, devletin Müslümanlıktan nasıl uzaklaştığı, uzaklaştıkça da nasıl felaketten felakete düştüğü, gözle görülecek kadar açık bir şekilde ortaya konmuştur" tespitinde bütünüyle haklıdır. Yine bu minvalde "Cemiyet buhranımızı" onun kadar yüksek ve derin gören, onun kadar ciddi ve esaslı olarak ortaya koyup teşhir eden hiçbir fikir adamımız görülmedi." şeklindeki ifadeleri mübalağa değil, tamamıyla hakkı teslimden ibarettir.

Sırat-ı Müstakim- Sebilürreşad mecmualarının sahibi ve yazarı Eşref Edib'in yerinde tesbitleri bunlarla da sınırlı değildir. Nitekim bu manada olmak üzere onun şahsiyeti ve fikir dünyasına dair şu cümlelerde yine hakkı teslimden ibaret ifadelerdir:

"Said Halim Paşa'nın mütefekkir şahsiyeti, siyasi şahsiyetine nisbetle daha mühimdir. Zaten merhumun en büyük vasfı "düşünen kafa" olmasıydı...

"... Merhum hiçbir zaman başkasının kafasıyla düşünmezdi. Fikirlerinin isabetli olduğundan son derecede emin idi...

"Hayatının büyük kısmını Avrupa'da geçirmiş, Batı medeniyeti denilen bugünkü medeniyeti, içinden ve gerçekten görmüş, onunla yakın temasta bulunmuş olmak dolayısıyla, Şark müesseselerini Garp müesseseleri ile mukayese edebilme kudretini tam olarak elde etmişti. Bu sebeple de, Batı medeniyeti yüzünden İslâm âleminin uğradığı zararları, açılan rahneleri gereği gibi keşfedip anlamıştı..."

Said Halim Paşa'nın yukarıda bahsi geçen eserlerine gelince, bunları yayın sırasına göre şöyle sıralayabiliriz:

"Meşrutiyet" adlı ilk eseri I911'de yayımlanır, "Taklidçiliğimiz" 1910'da, "Fikri Buhranımız" 1917'de, "Cemiyet Buhranımız" 1916'da, "Taassup" 1917'de, "İslâm Dünyası Neden Geri kaldı" 1917 yılında, "İslâmlaşmak" 1918'de, "İslâm Devletinin Siyasi Yapısı" 1918'de neşredilir.*

Said Halim Paşa'nın bu kitapçıklarından ilk yedisi 1919'da "Buhranlarımız" adıyla basılmış, daha önce tek tek olarak Sebilürreşad mecmuasında yayımlanmış yedi kitaptan oluşmuştur.

Millî Şairimiz Mehmed Âkif, Prens Said Halim Paşa'nın Fransızca yazdığı "İslâmlaşmak" eserini Türkçeye tercüme ederek Sebilürreşad'da neşreder. Eserin sahifesi az olmakla beraber ortaya koyduğu fikirler çok mühimdir. Üstad Âkif, özenerek bu eseri Türkçeye çevirmiştir.

Bu eser hakkında ayrıca bir makale yazmıştır:

"Yüzlerce sahifeyi bihakkın işgal edecek kadar vâsî bir mevzuun kemâl-i maharetle otuz sahifeye sığdırılmış olduğu bu telif-i muazzamda mevki tutan mebâhis-i azimeyi telhis kabil olamayacağı teslim olunur. "Son senelerde bir nazîrini göremediğimiz bu eserleriyle Said Halim Paşa İslâm mütefekkirlerinin enzar-ı tedkik ve tetebbuuna gayet mühim bir çok hakâik arz etmiş oluyorlar." ( Sebilürreşad, S. 404, s. 132).

Yine yukarıda değindiğimiz üzere, Paşa eserlerini Fransızca yazar ve evvelâ Fransızca neşrolunur, ondan sonra Türkçeye tercüme edilirdi. Güstav Le Bon, Paşa ile görüştüğü zaman onun orijinal fikirlerinin hayranı ve takdirkârı olduğunu meclislerinde hazır bulunan Doktor Behçet Bey şöyle anlatır:

Güstav Le Bon, İslâm prensiplerine büyük kıymet veren bir âlimdir. Bir gün Paris'te Paşa ile musahabelerinde şöyle demiş:

"- Bana öyle geliyor ki Müslümanlara iki sene Şeyhülislâmlık yapsam bütün İslâm âlemini uyandırır, bütün İslâm prensiplerini canlandırırım. Elinizdeki nimet büyüktür. Fakat kadrini bilmek lâzım."

Said Halim Paşa, Güstav Le Bon'un bu sözünü Üstad'a hikâye ettiği zaman Üstad Mehmed Âkif derinden bir nefes almış, gözlerini mâzinin derinliklerine dikmişti.

Yine Eşref Edib Bey'in belirttiğine göre, Üstad Mehmed Âkif, Paşa'nın "İslâmlaşmak" adlı eserini Fransızcadan Türkçeye tercüme ederken büyük zevk duyduğunu daima söylerdi. Paşa'nın diğer eserleri başkaları tarafından Türkçeye tercüme edilmişti. Üstad Âkif onları da büyük bir itina ile Türkçeye çevirmek istiyordu. Fakat vakti müsait olmadı. Ancak iki eserini tercüme edebildi: Biri bu, biri de Malta'da telif ettiği "İslâm'da Teşkilât-ı Siyâsiye."

Millî Mücadele'nin başarılı olma sürecinde Mehmed Âkif, ilginç bir biçimde Said Halim Paşa'nın Fransızca olarak yazdığı "İslâm'da Teşkilât-ı Siyâsiye" eserini tercüme ederek neşreder... Hiç kuşkusuz Üstad Âkif'in bu kitabı çevirmesinin özel bir anlamı ve önemi vardır.

* Geniş bilgi için bkz. Mehmed Ertuğrul Düzdağ, Said Halim Paşa- Buhranlarımız ve Son Eserleri, 6. baskı, İz Yayıncılık, İstanbul 2009; İsmail Kara, Türkiye'de İslâmcılık Düşüncesi, c. 1, Risale Yayınları, ss. 75- 174.

Ziyaret -> Toplam : 125,34 M - Bugn : 98168

ulkucudunya@ulkucudunya.com