BİR KURÂN ÂLİMİ HASAN BASRİ ÇANTAY
Ahmet YAPICI 01 Ocak 1970
Yirminci yüzyılın en önemli gelişmelerinden biri, asırlardır birçok milleti barış ve adaletle yöneten Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıdır. Osmanlının yıkılmasıyla birlikte vatan toprakları, işgalci İngiliz, Fransız, Yunan ve İtalyan güçlerinin istilasına uğradı. Müslüman Anadolu halkı, büyük zorluklar ve sıkıntılarla yürüttüğü bu mücadelede büyük bedeller ödedi. Bunların yanı sıra özellikle dinini öğrenmek için büyük çileler ve mahrumiyetler çekti. Bu dönemde dinî yayınlar ve din eğitimi veren kurumlar açısından belirgin bir mahrumiyet yaşandı. Bu zor zamanlarda Müslüman Anadolu insanı; Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Ahmet Naim Babanzâde, Kamil Miras, Mehmet Akif Ersoy, Ahmet Hamdi Akseki, Said Nursî ve Hasan Basri Çantay gibi âlimlerin yazdıkları eserler sayesinde İslam’ı öğrenme imkânı elde etti. Bu değerli şahsiyetlerin yazdıkları eserler sayesinde çocuklar, gençler, kadınlar ve büyükler olmak üzere herkes Kur’an’ı ve Peygamberimizin hadislerini öğrendi. Böylece Müslümanlar inançsızlık telkin eden kara propagandalara mağlup olmadı. Bugün yaşadığımız dinî hayatta ve sahip olduğumuz dinî ve kültürel mirasta zor şartlara göğüs gererek önemli eserler ortaya koyan, binlerce öğrenci yetiştiren bu güzel insanların çok büyük emekleri vardır. Elbette Allah Teâlâ onların mükâfatlarını eksiksiz olarak verecektir. Ancak onların gösterdikleri yoldan yürümeye çalışan Müslümanların da onlara vefa bir borcu vardır. Bu borç onların miras bıraktıkları ilmi öğrenmek, onu anlamak ve yaşamaktır. Onları örnek almak ve onlar gibi olmaktır. Yeni yeni Hamdi Yazır’lar, Ahmed Naim’ler, Hasan Basri’ler yetiştirmektir. Ve nihayet onları yeni nesillere tanıtarak rahmet ve minnetle anmaktır. Vefa borçlu olduğumuz bu yıldız şahsiyetlerden biri de Kur’an âlimi Hasan Basri Çantay’dır.
Hasan Basri Çantay, 1887-1964 yılları arası arasında yaşamış, Kurtuluş Savaşı’nda mücadele etmiş, I. TBMM’de milletvekilliği yapmış önemli bir vatansever, gazeteci ve ilim adamıdır. En önemli özelliği ise Cumhuriyet Döneminde derli toplu ilk Kur’an mealini yazanlardan biri olmasıdır.
Hasan Basri Çantay, Osmanlı Devleti’nin yıkılma sürecini ve dağılışını görmüştür. Kurtuluş Savaşı’nı bilfiil yaşamış ve Millî Mücadele’ye aktif olarak katılmıştır. Dolayısıyla Osmanlı Devleti’nin yıkılış ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş dönemlerini görmüş bir şahsiyettir. Bu yönü ile ona bir “geçiş dönemi aydını” diyebiliriz.
Hayat Hikâyesi:
Hasan Basri Çantay, 1887 yılında Balıkesir'de doğdu. Babası Balıkesir tüccarlarından Çantayoğlu Halil Cenâbî Efendi’dir. Annesi ise Sincanoğullarından bir Osmanlı hanımefendisi olan Kepsutlu Hatice Hanım'dır. Üç kız kardeşe sahip olan Hasan Basri, aile¬nin tek erkek evladıdır.
Hasan Basri, Balıkesir’in önemli âlimlerinden sayılan Arap Hoca’dan ilk eğitimini aldı. Ardından da bugünkü ilkokulun karşılığı olan İbtidâ-i Kebîr Mektebine başladı. Buradan başarıyla mezun olduktan sonra liseye devam etti ve bu amaçla Balıkesir İdâdîsine kaydoldu.
Lise’nin dördüncü sınıfında iken ba¬bası rahatsızlandı ve kısa süre sonra da vefat etti. Babasının ölümü üzerine (1903) ailenin geçi¬mini sağlama görevi on altı yaşındaki Hasan Basri’nin omuzlarına yüklendi. Varlıklı bir aile olan Çantay ailesi, 1897 Balıkesir depreminde ciddi zarar görmüş ve maddi gücünü kaybetmişti. Depremden sonra işleri iyice bozulunca evlerini satmak zorunda kaldı. Bu nedenle Hasan Basri, ailesine bakmak için okulu bıraktı. İlme ve okumaya olan merakı ise aynen devam etti. Bu sırada onun hayatında önemli bir gelişme yaşandı. 1897 yılında meydana gelen Balıkesir depreminde şehrin en büyük camisi olan Zağnos Mehmet Paşa Camii de yıkılmıştı. Balıkesir Mutasarrıfı (Valisi) Ömer Ali Bey bu camiyi yeniden yaptırdı. Cami, 1903 yılında hizmete açıldı. Balıkesir halkı gibi Hasan Basri de bu hayırlı hizmete sevindi.
Hasan Basri Çantay, Zağnos Paşa Camii’ne yaptığı bu güzel hizmetten dolayı elli beyitlik övgü dolu uzun bir şiir yazarak Ömer Ali Bey’e gönderdi. Aruz vezniyle ve zor bir kafiye ile yazılan bu şiiri çok beğenen Mutasarrıf Ömer Ali Bey, Hasan Basri Çantay’ı yanına çağırarak onunla tanıştı. İlme olan merakına ve kabiliyetine hayran oldu. Onun ve ailesinin bulunduğu durumu öğrenince onu Bayındırlık Dairesi’nde işe başlattı. Böylece Hasan Basri Çantay, hem ilk resmî görevini almış oldu hem de maddi sıkıntılardan kurtuldu.
Ömer Ali Bey, manevî evladı gibi gördüğü Hasan Basri’yi kitap okumaya, eğitimini tamamlamaya ve şiir yazmaya teşvik etti. Daha sonraları Hasan Basri Çantay, Arapça, Farsça, edebiyat, hukuk, felsefe, maliye ve iktisat alanlarında eğitim aldı. Kısa sürede keskin zekâsı, okuma azmi, bilgisi ve anlayışıyla arkadaşları arasında öne çıktı.
Hasan Basri Çantay’ın en önemli özelliği onun okul dışında kendi kendini yetiştirmiş olmasıdır. O, genç yaşta karşılaştığı sorunların üstesinden gelmek için mücadele etti, kendine güvendi ve azimle çalıştı. Hasan Basri Çantay, bu yönüyle günümüzde okul hayatından uzak kalan ve okuyamayan birçok insan için bir örnektir.
Bir Gazeteci Olarak Hasan Basri Çantay:
Hasan Basri Çantay’ın en önemli özelliklerinden biri onun iyi bir gazeteci olmasıdır. Nasihat, Balıkesir, Yıldırım, Karesi ve Ses gibi gazeteleri çıkardı. Bu gazetelerde halkın dertlerine, toplumda ortaya çıkan haksızlık ve kötülüklere dikkat çekti. Özellikle SES Gazetesinde yazdığı yazılarla Millî Mücadele’ye büyük destek verdi. Bu yönde yazdığı yazılar Anadolu’nun her tarafına gönderildi ve halkın düşman işgallerine karşı bilinçlenmesine katkıda bulundu. Mehmet Akif Ersoy’un yazıp gazeteye gönderdiği şu dörtlük SES’in önemine dikkat çeker:
Düşman sesi duymak istemezsen
Kardeş sesidir uyan bu sesten!
Kalkınca görür ki sabah olmuş
Vaktiyle uyanmayan bu SES’ten
Bir vatansever ve mücahit: Hasan Basri ÇANTAY
Çantay, Millî Mücadele’ye kadar Balıkesir’de yaşadı. Ses Gazetesi’nde vatan ve millet çıkarlarını savunan cesur yazılar yazdı. Bu nedenle ona düşmanlık besleyenler onun hakkında planlar yaptılar. İhbarlar sonucunda işgalciler onun hakkında tutuklama kararı çıkarttılar. İzmir Kongresi’ne katılmak üzere yola çıktığı zaman hakkında planlanan oyunları fark etti. Kendisini takip edenleri atlatarak gizlendi. Kılık ve kimlik değiştirerek dokuz ay kadar gizlice Millî Mücadeleyi örgütlemek için farklı bölgeleri gezdi. Sohbetlerinde halkı birliğe ve düşmana karşı bilinçli olmaya çağırdı. Belirli bölgelerde insanları silahlandırdı. Dokuz ay kadar süren bu saklanma döneminden sonra 17 Aralık 1919’da Balıkesir’de ortaya çıktı ve düşman işgallerine karşı açıktan mücadele etmeye başladı.
Hasan Basri Çantay’ın bir diğer yönü onun önemli bir devlet adamı olmasıdır. Çantay, 1920’de kurulan TBMM’nin 1. döneminde Balıkesir milletvekili olarak görev yaptı. Böyle zor şartlarda vatan ve millet için hiçbir fedakârlıktan kaçınmadı.
Örneğin; Yunan ordularıyla yapılan muharebelerde, Afyon ve Kütahya gibi şehirlerin düşman eline geçmesi üzerine, TBMM’nin 23-30 Temmuz 1921 tarihli gizli oturumlarında Meclisin Ankara’dan Kayseri’ye taşınması gündeme geldi. Ancak Mehmet Akif ve Hasan Basri Çantay gibi birçok milletvekili bu fikre kesin olarak karşı çıktılar. “TBMM’nin eşiğinde ölür, buradan diri çıkmayız.” diyerek otuz dört mebus ortak bir önerge verdiler. Önergeyi Hasan Basri Çantay kaleme aldı ve Meclis’te bu önerge üzerine söz alarak konuştu. TBMM’nin sonuna kadar Ankara’da görev yapmasını önerdi ve bu teklif kabul gördü.[1]
Hasan Basri Çantay, 1. TBMM’nin feshedilmesinden sonra Balıkesir’de bir müddet öğretmenlik yaptı. Bunun yanında Millî Mücadele’de şehit düşenlerin yetim çocuklarının eğitimi için kurulan yetiştirme yurdunun müdürlüğünü yaptı. Şehitlerin emaneti olan yetimlerin iyi yetişmesi için gayret etti.
Çeşitli gazetelerde yazılar yazmaya devam etti. 1928'de aşırı zihin yorgunluğundan dolayı hastalandı ve emekliye ayrıldı. Dinî, ilmî ve edebî faaliyetlerle meşgul oldu. Telif ve tercüme eserler meydana getir¬di. İslâm di¬ninin genç nesillere öğretilmesi için yazılar yazdı ve konferanslar verdi Hasan Basri Çantay, Millî Mücadele’de yapmış olduğu fedakar çalışmalar kendisine hatırlatıldığı zaman “Tefahüre (övünmeye) vesile aramadık, vazifemizi yapmaya çalıştık.” diyerek mütevaziliğini ortaya koymuştur..
3 Aralık 1964’te İstanbul'da vefat eden Hasan Basri Çantay, vasiyeti üzere çok sev¬diği dostu Mehmed Akif'in kabrinin bulunduğu Edirnekapı Şehitliği’ne defnedildi. “1971 yılında kabrinin olduğu yerden çevre yolu geçtiği için mezarının yeri değiştirildi. Karlı bir kış gününde iki yakını ve bir mezarcı, kabrini açtılar. Kefeninin çamurlu ancak vücudunun yedi yıl önceki gibi tertemiz ve sağlam olduğunu gördüler. Tarifsiz duygular içinde yeni makamına naklettiler. Yeni kabri yakın dostu Akif ve Ahmet Naim Bey’in kabirlerine oldukça yakındır.”[2]
Hasan Basri Çantay ve İstiklal Marşı:
“Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.” atasözü bize Hasan Basri Çantay’ı tanıtan en güzel sözlerden biridir. Çünkü Hasan Basri Çantay, İstiklâl Marşı’mızın şairi Mehmet Akif Ersoy’un en yakın dostlarından biridir. Millî Mücadele’nin bu iki isminin dostlukları öylesine güçlüdür ki bu dönemde özellikle Ankara’da Mehmet Akif’siz Hasan Basri, Hasan Basri’siz Mehmet Akif düşünülemez hâle gelmişti. TBMM’de yan yana oturdular ve Ankara’da bir süre aynı evde kaldılar. Taceddin Dergâhı’nda ilmî ve edebî sohbetler yaptılar.
Mehmet Akif, “Bülbül” adlı şiirini “Basri Bey Oğlumuza” diyerek Hasan Basri Çantay’a ithaf ederken Hasan Basri Çantay da yazdığı “Akifnâme” adlı kitabıyla otuz yıllık dostu Mehmet Akif’i genç nesillere tanıtmıştır.
Hasan Basri Çantay, Kurtuluş Savaşı’nın başladığı günlerde yakın dostu Mehmet Akif’i Millî Mücadele’nin başladığı şehirlerden biri olan Balıkesir’e davet eder. Akif burada 23 Ocak 1920 Cuma günü Zağnos Paşa Camii’nde vaaz verir ve halkı Millî Mücadele’ye destek olmaya çağırır. İki dost Anadolu halkının Millî Mücadele’ye katılması için geziler yapar, yazılar yazar ve konuşmalar yaparlar.
İstiklal Marşı’nın yazılmasında emeği geçenlerden biri de Hasan Basri Çantay’dır. O, Mehmet Akif’i Millî Marş’ı yazmaya teşvik etmiş, adeta onu marşı yazmaya zorlamıştır. Bu nedenle ona vefa borcumuz vardır.
Kurtuluş Savaşı günlerinde Ankara’da Maarif Vekaleti (Eğitim Bakanlığı) millî marş yazılması için bir yarışma açar. Bu yarışmaya katılanlar arasından seçilecek olan eserin millî marş olacağı, eserin yazarına 500, bestesi için de 1000 lira nakdi ödül verileceği duyurulur. Millî Marş yarışmasına birçok şiir katılır ancak bunların hiçbiri millî marş olmaya layık görülmez. Maarif Vekili olan Hamdullah Suphi Bey de dâhil olmak üzere herkes, Mehmet Akif Bey’in neden bu yarışmaya katılmadığını merak ederler. Onun yakın dostu olan Hasan Basri Çantay’ı devreye sokarlar. Bu konuyu Hasan Basri Çantay şöyle anlatır:
“Meclis salonlarında Vekil Hamdullah Suphi ile karşılaştım. Yanıma gelerek beni bir tarafa çekti. Ve,
‘Biliyorsunuz bir İstiklâl Marşı yazılabilmesi için açtığımız müsabakaya yedi yüz kadar şiir geldi. Fakat bunların içinde marş olabilecek kudrette bir şiir bulamadık. Böyle bir şiiri ancak Akif Bey yazabilir. Sizin de yakın arkadaşınız olması hasebiyle kendisine rica ederseniz müsbet bir tesir husule gelir zannederim.’ dedi.
Cevap verdim:
- Akif Bey müsabaka şeklini ve ikramiyeyi kabul etmiyor. Eğer bir çare ve bir şekil bulursanız yazdırmaya çalışırım.
Düşündü, ‘dur’ dedi.
- Ben kendisine bir tezkire yazayım. Arzusuna tâbi olacağımızı bildireyim. Fakat tezkireyi kendisine siz veriniz...
Ben de muvafık gördüm. Yarım saat sonra şu tezkireyi getirip bana verdi.”
Hamdullah Beyin Mehmet Akif’e yazdığı mektup şöyledir:
“Pek Aziz ve Muhterem Efendim,
İstiklâl Marşı için açılan müsâbakaya iştirak buyurmamalarındaki sebebin izalesi için pek çok tedbirler vardır. Zât-ı üstâdânelerinin matlup şiiri vücuda getirmeleri maksadın husûlü için son çare olarak kalmıştır. Asîl endişenizin icap ettiği ne varsa hepsini yaparız. Memleketi bu müessir telkin ve tehyîc vâsıtasından mahrûm bırakmamanızı reca ve bu vesile ile en derin hürmet ve muhabbetimi arz ve tekrar eylerim efendim.
Umur-ı Maârif Vekili, Hamdullah Suphi”[3]
Mektubu Akif’e iletmek üzere alan Hasan Basri Çantay, millî marşı yazması için onu ikna etmenin yollarını arar. Onu ikna etmek için nasıl bir yol takip ettiğini ise şöyle anlatır:
“Meclis’te Âkif ile yan yana oturuyoruz. Çantamdan bir kâğıt parçası çıkardım. Ciddî ve düşünceli bir tavır ile sıranın üstüne kapandım, güya bir şey yazmaya hazırlanmıştım. Üstâd ile konuşuyoruz:
-Neyi düşünüyorsun Basri?
-Mâni olma işim var!
-Peki. Bir şey mi yazacaksın?
-Evet.
-Ben mâni olacaksam kalkayım.
-Hayır, hiç olmazsa ilhamından ruhuma bir şey sıçrar.
-Anlamadım.
-Şiir yazacağım da...
-Ne şiiri?
-Ne şiiri olacak. İstiklâl şiiri! Artık onu yazmak bize düştü.
-Gelen şiirler ne olmuş?
-Beğenilmemiş.
-(Üzüntüyle:) Yâ!
-Üstâd, bu marşı biz yazacağız.
-Yazalım, amma şartları berbat!
-Hayır şart filân yok. Siz yazarsanız müsabaka şekli kalkacak.
-Olmaz, kaldırılamaz, ilân edildi.
-Canım, Bakanlık buna bir şekil bulacak. Sizin marşınız yine resmen Meclis’te kabul edilecek, güneş varken yıldızı kim arar?
-Peki, bir de ikramiye vardı?
-Tabi ki alacaksınız!
-Vallahi almam.
-Yahu, lâtife ediyorum, onu da bir hayır müessesesine veririz. Siz bunları düşünmeyin!
-Bakanlık kabul edecek mi ya?
-Ben Hamdullah Suphi Beyle görüştüm. Mutabık kaldık. Hatta sizin adınıza söz bile verdim!
-Söz mü verdiniz, söz mü verdiniz?
-Evet!
-Peki ne yapacağız?
-Yazacağız!
Tekrar tekrar, ‘Söz verdin mi?’ diye sorduktan sonra ve benden aynı cevabı aldıktan sonra, elimdeki kâğıda sarıldı, kalemini eline aldı.”[4]
Akif, İstiklâl Marşı’nı 5 Şubat-17 Şubat 1921 tarihleri arasında yazar. Marşı bu kadar kısa sürede yazmasında onu “48 saatimiz kaldı” diyerek yazmaya teşvik eden Hasan Basri Çantay’ın büyük rolü vardır. Marş, 12 Mart 1921 tarihinde Hasan Basri Çantay ve Maârif Vekili Hamdullah Suphi Bey’ in yazılı teklifi ile gündeme alınır ve alkışlar arasında kabul edilir. Akif ise ödül olarak verilen parayı almaz. Bu parayı fakir çocuk ve kadınlara meslek öğretmek üzere açılan Dâru’l-Mesai’ye bağışlar.[5]
İstiklâl Marşı’mızın yazılması ve TBMM tarafından kabul edilmesinde ortaya koyduğu üstün gayretler Hasan Basri Çantay’ın büyüklüğünü göstermektedir. Bugün dinî ve millî kimliğimizi ifade eden muhteşem bir dil ve muhtevaya sahip bir İstiklal Marşı’na sahipsek bunda Mehmet Akif kadar Hasan Basri Çantay ve diğer kahramanların rolü büyüktür. Bu yönüyle Çantay, tarihimizin gizli kahramanlarındandır.
Bir Âlim Olarak Hasan Basri ÇANTAY:
Hasan Basri Çantay, çok yönlü bir İslam âlimidir. Arapça ve Farsçayı çok iyi bilmesinin yanı sıra edebiyat, felsefe, hukuk, tefsir, hadis, maliye ve iktisat gibi alanlarda eser yazacak nitelikte ilmî birikimi olan bir şahsiyettir. İslami ilimler üzerine geniş vukuf sahibi bir âlim, şair, gazeteci ve musikiye aşina bir şahsiyet olan Hasan Basri Çantay, çocukluğundan itibaren kitaba ve okumaya ilgi göstermiş ve çalışma azmiyle döneminin en önemli ilim adamlarından biri olmuştur.
Hasan Basri Çantay için söylenebilecek en güzel ifade “inandığı gibi yaşayan adam”dır. O, 1940’lı yıllarda gündeme getirilen ve uygulanmak istenen Türkçe Kur’an ve ibadet konusunda net bir duruş sergilemiştir. Sebilürreşad dergisinde yazdığı yazılarında Türkçe Kur’an ve Türkçe ibadetin olamayacağını ilmî makaleleriyle izah etmiştir. Dönemin siyasi baskılarına rağmen bu görüşünde ısrar etmiş ve bu hususta fikirleriyle Müslümanlara yol göstermiştir.[6]
Hasan Basri Çantay’ın Yazdığı Bazı Eserleri şunlardır:
Kur’an-ı Hakîm ve Meal-i Kerim
Hadisler (On Kere Kırk Hadis)
Akifnâme
Fıkh-ı Ekber Tercümesi
Müslümanlıkta Himaye-i Etfal
Kara Günler ve İbret Levhaları
Zekâ Demetleri
Basılmamış Eserleri:
Divan-ı Lügati’t-Türk Tercümesi
Şifayı Şerif Tercümesi
Huccetullahi’l-Baliğa Tercümesi ve Şerhi
İslam’da Cihad ve İdman
Dokuz Derste Arapça ve Farsça
Ticari İkrar
İstimlak
Hasan Basri Çantay ve Kur’an:
Hasan Basri Çantay, bir Kur’an âlimidir. Kur’an-ı Hakîm ve Meal-i Kerim adını verdiği Kur’an tercümesi onun en önemli eseridir. “Çantay Meali” olarak da bilinen bu eser Cumhuriyet Döneminde yazılan ilk Kur’an tercümelerindendir.
1953’te yayımlanan bu eser Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan Kur’an tercümelerine kaynaklık etmiştir. Çantay meali, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili adlı eseriyle birlikte Cumhuriyet tarihinde Kur’an üzerinde yapılan en ciddi çalışmalardan biridir. Bu meal, özellikle 1950’li yıllarda yaşanan dinî neşriyat fakirliği içinde önemli bir boşluğu doldurmuştur. Üç ciltten oluşan Çantay meali, çeşitli zamanlarda tekrar tekrar basılmış ve Müslümanların hizmetine sunulmuştur.
Çantay, Kur’an’ı o günün şartlarında herkesin rahatlıkla anlayabileceği bir dille Türkçeye tercüme etmeye çalışmıştır. Ayetlerin meallerini verirken gerekli yerlerde tefsir kitaplarından süzdüğü özlü bilgilere dayanarak açıklamalarda bulunmuştur. Bu ise kitabın hacmini çoğaltmış ve üç ciltlik bir eser ortaya çıkmıştır. Çantay meali günümüzde en çok okunan ve başvurulan kaynak mealler arasında yer almaktadır.
Hasan Basri Çantay Meali’nin bazı özellikleri şunlardır:
- Harfî bir tercümedir.
- Mealin dili, o günün yaşayan Türkçesidir. Dili son derece akıcı ve sadedir.
- Mealde kelimelerin tercih edilen anlamı verilmiş, diğer anlamlar ise dipnotta verilmiştir.
- Mealde, hurafe ve uydurma rivayetlerden sakınılmıştır.
- Hadise dayanmayan tefsir kıymet taşımaz diyerek ayetlerin açıklamalarında sağlam hadislere yer verilmiştir.
- Kur’an-ı Kerim’in mucizevî üslubu meale yansıtılmaya çalışılmıştır.
- Mealde rahmet ayetlerinin tercümesinde yumuşak; azap ayetlerinin tercümesinde ise sert bir üslup tercih edilmiştir.
- Sağlam kaynaklara dayanan kısa bir tefsir niteliğindedir.[7]
Ahlakı ve Kişiliği:
Hasan Basri Çantay, çok yönlü bir âlim, vatanını ve milletini seven bir devlet adamı, gözü pek bir mücahit, milleti için çalışan bir gazeteci ve eğitimcidir. Kısaca o, devlet adamı olmasının yanı sıra bir halk adamıdır. Tasavvufi bir terbiye almıştır. Yetim, öksüz ve zayıflara karşı son derece şefkat ve merhametlidir. Zalimlere karşı mazlumların yanında yer alan ve sözünü sakınmayan bir kişiliğe sahiptir. Az ve öz konuşur, yalanı asla sevmez ve dürüstlüğü ilke edinirdi. Cömert ve çalışkan bir kişiliğe sahip olup israfı sevmezdi.
Yetimlerin iaşesi ve eğitimi için çalışan Çantay aynı zamanda Yeşilay Cemiyeti, Verem Savaş Derneği, Çocuk Esirgeme Kurumu gibi kuruluşların kurulmasında ve çalışmalarında etkin rol almıştır.
Hatıralar:
Cumhuriyet Döneminin âlimlerinden biri olan Mustafa Taki Efendi Sivas Mebusu olarak ilk mecliste bulunurken Hasan Basri Bey de aynı mecliste Balıkesir Mebusu olarak görev yapmıştır. Aralarında geçen şu hatıra onun manevi kişiliğine ilişkin önemli ipuçları vermektedir:
Hasan Basri Çantay’ın babası, ayet ve hadislerdeki dualardan oluşan özlü bir dua metni olan Evrad-ı Bahaiye’yi her gün düzenli olarak okurdu. Hasan Basri, babasının büyük bir aşk ile okuduğu bu duayı okumayı çok arzu ederdi. Ancak babası, bu virdi okumasının zamanı olduğunu söylerdi. Çantay, babasının vefatından sonra onun kitapları arasında gördüğü Evrâd-ı Bahâiye’yi eline alarak onu babasından bir emanet gibi görür ve her gün okumaya başlar.
Bir gece rüyasında babasını ve onun hocası olan Melek Hoca Efendi’yi görür. Babasının elini öpmek ister ancak babası hocasının elini öpmesi için işaret eder. O da Melek Hoca Efendi’nin elini öper. Melek Hoca, Çantay Hoca Efendi’ye şöyle der:
“Oğlum! Sen Evrâd-ı Bahâiye’yi okuyorsun. Oku, biz sana izin verdik. Fakat onda birkaç gramer hatası var, onları düzelt.”
Bunun üzerine Hasan Basri Bey, uyanır uyanmaz yanlış okuduğu yerleri tespit etmek için Evrâd-ı Bahaiye’ye bakar ama bütün dikkatine rağmen hataları tespit edemez. Bu durum yıllarca devam eder. Bu arada Çantay Hoca Efendi’nin merakı da artarak devam etmektedir. Hem evrâdı okumaya devam eder hem de yapılan ikaz gereği hatalarını tespit etmeye çalışır. Ama bir türlü nerede, nasıl hata yaptığını tespit edemez. Hatıranın devamını Hasan Basri Bey’in ağzından dinleyelim:
“Birinci devre Büyük Millet Meclisi’nde Karesi (Balıkesir) Mebusu olarak bulunurken şair Mehmet Akif Bey ile birlikte Tâcüddin Dergâhı’nın yanında bir evde kalıyorduk. O da Burdur Mebusu idi. Her gün meclise gitmeden önce bahsi geçen evrâdı okuyor ve onu evde bırakarak Meclis’e gidiyordum. Günün birinde her zaman olduğu gibi Evrâd-ı Bahâiye’yi okumuştum. İçimden bir ses onu yanıma almamı ihtar ediyordu. Menşeini bilemediğim bu hisse tâbi olarak bahsi geçen evrâdı cebime soktum ve daha sonra Meclis’e gitmek üzere evden çıktım.
O tarihte Büyük Millet Meclisi Ulus’ta idi. Zincirli Camii’nin yanından geçerken Mehmed Akif Bey; “Meclis saatine biraz daha zaman var. Cami odasında hoca arkadaşlar sohbet ediyordur, dilersen biz de uğrayalım.” dedi. Ben de “Hay hay gidelim” dedim. Bir müddet orada oturduk ve sohbette bulunduk. Meclis saati yaklaşırken Akif Bey ayağa kalktı ve “Artık gidelim” dedi. Bu sırada Sivas Mebusu Mustafa Takî Efendi “Akif Bey! Müsaade edersen biz Hasan Basri Bey ile biraz baş başa konuşalım” dedi. O da “Olur Hoca Efendi.” cevabını verdi ve çıkıp gitti.
Onunla baş başa kalınca “Çıkar cebindeki Evrâd-ı Bahâiye’yi!” dedi. Ben, hayret içinde kaldım ve denileni yaptım. Mustafa Takî Efendi “Oku.” dedi. Ben de okumaya başladım. Bir noktaya geldiğimde “Dur! Orası şöyle olacak.” dedi. Oradaki gramer hatasını düzelttikten sonra okumaya devam ettim. Bir müddet okuduktan sonra okumamı keserek, başka bir kelimedeki gramer hatasını da tashih ettirdi ve bana hitaben “Sana okuman için izin verildi, biz de onu tashihe memur olduk. Biz Resulullah(s.a.v.)’tan böyle öğrendik.” dedi.”[8]
Ömrünün sonuna kadar talebe yetiştirmeye devam eden Çantay Hoca Efendi, Takî Efendi’nin vefatından sonra, çeşitli vesilelerle öğrencilerinin kitaplarının köşelerine, “Buraya geldiğinizde veya siz de öğrencilerinize bu kısmı okuttuğunuzda Mustafa Takî Efendi’nin ruhuna Fatiha hediye edin.” şeklinde bazı notlar aldırırdı. Bu da Çantay Hoca Efendi’nin Takî Efendi’ye gösterdiği büyük bir vefa örneğidir. Âlim şahsiyetlerin birbirine gösterdiği bu saygı ve vefa bugün örnek almamız gereken ahlaki değerlerdendir.
Hasan Basri Çantay'ın talebelerinden Prof. Dr. Cevat Akşit Hoca Efendi şöyle anlatıyor:
“Vefa‘da, Vefa Bozacısının yanında bir bina vardı. Eskiden İmam Hatip Lisesi orasıydı. Orada Hasan Basri Çantay dersimize girdi. Yine aynı binada Bekir Hâki Efendi ve Ömer Nasuhi Bilmen'den de ders aldık. İslam enstitüsünde de onlardan ders okuduk.
Hasan Basri Çantay biliyorsunuz ilk meclis üyelerinden, Balıkesir mebusu…
Hocam Mehmed Zahid Kotku, bir gün beni Hasan Basri Hoca’ya gönderdi. "Git, elini öp gel" dedi. Çantay Hoca, o zaman Beyazıt'ta bir apartmanda oturuyordu. Nur gibi bir adam, öyle güzel bir adamdı ki yani… Yatağında oturuyordu. Elini öptüm.
-Nereden geliyon evlat? dedi.
-Efendim, Zeyrek'ten, Ümm-ü Gülsüm Camii’nden…
-Mehmed Efendi’nin yanından mı?
-Evet dedim.
“Oğlum, oradan çay içen adam olur. Allah seni seviyormuş, iyi yere düşürmüş. Kadrini bil oğlum,” dedi.
Sonra, “otur bakalım” dedi, oturdum. "Sende kabiliyet görüyorum. İnşallah büyük hoca olursun. Sana bazı tavsiyelerde bulunacağım. Darılma emi!” dedi.
“Estağfurullah efendim” dedim.
“Bak, ben bir yerleri bitirdim. Ama bir yerden diploma almakla hoca olunmaz. Yani, okuduğun yerler sana anahtar verir. Hocalık ondan sonra başlar. Ben okulumu bitirdikten sonra, kitabı elimden hiç düşürmedim. Devamlı çalıştım, kitap okudum. Elhamdülillah, bugün bak, Kur'ân-ı Kerim'in mealini yazabildim, nasip oldu. Sen de kitabı hiç elinden düşürme oğlum" dedi. Çok mübarek bir adamdı o. Onlardan çok istifade ettik.”[9]
***
İstanbullu gönül dostlarından biri hacca gitmişti. Medine’de abdest alırken yanına tanımadığı biri yaklaşır. Ona nereden geldiğini sorar. O da İstanbul’dan geldiğini söyleyince adam:
- Hasan Basri Hoca’yı tanır mısın? diye sorar.
“Evet” cevabını alınca da şöyle der:
- Döndüğün zaman ona selam söyle ve benim için ona sarıl ve öp.
Adam başka bir şey sormaya fırsat vermeden kaybolur, gider. İstanbullu zat bir müddet sonra döner. Döndükten sonra Fatih Camii’nin avlusunda abdest alırken kapıda Hasan Basri Hoca’yı görür. Kolları sıvalı vaziyette Hoca’ya doğru yönelir. Hocaya yaklaşınca bir müddet duraklar. Çünkü selam gönderen zat hocaya sarılıp onu öpmesini de istemiştir. Bunu düşünürken Hasan Basri Çantay eliyle mütebessim bir eda ile ‘gel’ işareti yapar. Ardından da:
- Hadi bakalım, ne duruyorsun, sarıl da öp, der.
Adamcağız şaşkın vaziyette emre uyar ve hocaya sarılarak onu öper.[10]
***
SONSÖZ
Kurtuluş Savaşı yıllarında, bir yandan vatanı düşman işgalinden korumak ve diğer yandan da İslamî ve millî kimliği ayakta tutmaya çalışmak Müslüman ilim adamlarının en önemli önceliği olmuştur. Muhammed Hamdi Yazır, Ahmet Naim Babanzâde, Mehmet Akif Ersoy, Eşref Edip ve Hasan Basri Çantay gibi pek çok âlim ve rehber şahsiyet bulundukları her konumda bu mücadeleyi vermişlerdir. Bu âlimlerin, Müslüman Anadolu halkının İslam’ı, Kur’an’ı ve Hz. Peygamberi öğrenmesinde büyük emeği vardır. Bu nedenle onlara vefa ve şükran borçluyuz. Hepsini rahmet ve şükranla anıyoruz.
Peygamberimizin “Âlimler peygamberlerin varisleridir.”[11] hadisi bizlere âlim insanları örnek almamızı, onların izini takip etmemizi ve onlara değer vermemizi salık verir. Bu nedenle bizler:
- Hasan Basri Çantay gibi arkalarında büyük eserler bırakmış âlimlerimizi tanımalı ve onları genç neslimize tanıtmalıyız.
- Âlimlerin zorluklara göğüs gererek ve büyük emekler harcayarak yazmış oldukları eserler onların bize bıraktıkları miraslarıdır. Âlimlerin mirasına sahip çıkmak, onları öğrenmek ve öğretmek âlimlerimizin bizim üzerimizdeki haklarıdır. Bu nedenle onların yazdıkları eserleri okumaya ve okutmaya gayret göstermeliyiz.
- Âlimler, eserleri, fikirleri ve hayatlarıyla topluma yön veren kandillerdir. İlmî yönden zayıf olan ve âlimlerini kaybeden bir toplum sorunlarını çözemez ve huzur bulamaz. Bu nedenle bugünün Hamdi Yazır’larını, Hasan Basri’lerini ve Ahmet Naim’lerini yetiştirmek bizim görevimizdir.
- Âlim ve örnek şahsiyetler yetiştirmek genç nesillere doğru ve yeterli dinî eğitim ve öğretim vermekle olur. Bu nedenle ülkemizde verilen din eğitim ve öğretiminin yetersiz olduğu dikkate alınmalıdır. Yaklaşık on altı milyon öğrenciyi ilköğretimde haftada iki saat; lisede ise bir saat din öğretimine mahkûm etmek doğru ve yeterli bir yaklaşım değildir. Müslümanlar, bu eksikliği gidermeye çalışmalı ve bu husustaki haklı talepler meşru zeminlerde dile getirmelidir.
- Ülkemizde Kur’an eğitimi sadece yaz mevsimlerinde camilerde verilen kurslara sıkıştırılmamalıdır. Kur’an-ı öğrenmek isteyenler cezalandırırcasına yazın zor ve kısıtlı şartlarda eğitime mecbur bırakılmamalıdır. Eğitim sistemi ve dönemi içinde bu meseleye çözüm getirilmelidir. Ayrıca hafızlık eğitiminin önündeki engeller de giderilmelidir.
- Din eğitimi sadece İmam-Hatip Liselerine mahsus bir eğitim sayılmamalıdır. Din öğretimi ve din eğitimi almak isteyenlerin bu talepleri temel insan haklarından biri olarak görülmeli ve bu talepler yerine getirilmelidir. Müslümanlar bu konuda bilinçli olmalı ve haklarını talep etmelidir.
- Müslümanlar; ilme, âlimlere, kitaba ve eğitim faaliyetlerine önem vermelidir. Bu amaçla kitap okumak ve okutmak yaygınlaştırılmalıdır. Çocuklara küçük yaştan itibaren kitap okuma alışkanlığı kazandırılmalıdır. Anne-babalar, bu konuda çocuklarına örnek olmalı, onlarla birlikte kitap okuma faaliyetleri gerçekleştirmelidir.
Bu vesileyle İslam’ı gelecek nesillere taşıyan, eserleriyle üzerimizde büyük hakları bulunan tüm âlimlerimizi rahmet ve şükranla anıyoruz.
YARARLANILAN KAYNAKLAR:
Ertuğrul Düzdağ, Mehmet Akif Hakkında Araştırmalar, İFAV Yayınları, İstanbul, 2000.
Hasan Basri Çantay, Âkifnâme, Mehmet Akif, Erguvan Yayınları, İstanbul, 1966.
Hasan Basri Çantay, Kur’an-ı Hakîm ve Meal-i Kerim, Ahmed Said Matbaası, İstanbul, 1957.
Mahir İz, Yılların İzi, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 1990.
Mehmed Emre, Hatıralarım, Erhan Yayınları, İstanbul, 2000.
Mücteba Uğur, Hasan Basri Çantay, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1994.
TDV İslam Ansiklopedisi, C 8, s. 218. İstanbul, 1993.
WEB SAYFALARI:
http://www.cevaplar.org/index.php?content_view=4744&ctgr_id=98 (Erişim tarihi: 22.11.2011)
http://www.somuncubaba.net/detay.asp?HID=1793&k=54 (Erişim Tarihi: 22.11.2011)
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Mücteba Uğur, Hasan Basri Çantay, s. 28.
[2] Uğur, s. 41-42.
[3] Hasan Basri Çantay, Âkifnâme, Mehmet Akif, s. 81-95.; Ertuğrul Düzdağ, Mehmet Akif Hakkında Araştırmalar, s. 116; Uğur, s. 30.
[4] Çantay, s. 81-95.
[5] Düzdağ, s. 118.
[6] Uğur, s. 136.
[7] Uğur, 69-90.
[8] Mehmed Emre, Hatıralarım, s.64-66, Uğur, s. 121-123; http://www.somuncubaba.net/detay.asp?HID=1793&k=54 (Erişim Tarihi: 22.11.2011)
[9] http://www.cevaplar.org/index.php?content_view=4744&ctgr_id=98 (Erişim tarihi: 22.11.2011)
[10] Uğur, s. 125.
[11] Ebu Davud, İlim, 1.