« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

06 Ara

2011

Dersim'in Nedense Konuşulmayan Tarihçesi

Nuri GÜRGÜR 01 Ocak 1970

1935'den beri adı Tunceli olan Dersim'in tarihî, sosyal, ekonomik ve
psikolojik yapısı, coğrafi durumu dikkat nazara alınmadan, sadece
1937-1938'de yapılan iki askerî harekât üzerinden yapılacak bir
değerlendirme çok eksik kalır. Çünkü buranın şartları 1935'den sonra
ortaya çıkmadı. Bölgenin Anadolu'nun başka hiçbir yerine benzemeyen
kendine özgü özellikleri, yerleşik bir aşiret düzeni, sosyal, kültürel
ve psikolojik yönleriyle yüzyıllar boyunca kendisini çevresinden
farklı kılan bir yapısı mevcuttur. Bu tablo, ülkemizde yaşanan sosyo-
ekonomik gelişmelere paralel olarak son dönemlerde değişmeye başlasa
bile geçmişten gelen çizgiler farklı formatta da olsa devam ediyor.

Dersim Osmanlı Devleti bünyesinde sürekli bir problem olmuştur.
11.yy.dan itibaren bölgeye gelip yerleşen aşiretler coğrafi durumun da
etkisiyle çevreye entegre olamadılar. Gelenek ve göreneklerine, inanç
yapılarına sıkı sıkıya bağlı kalarak, kendilerini çevreden tecrit
ettiler.

Dersim'in toprak yapısı büyük kısmıyla tarıma elverişli değildir.
Coğrafi durumu nedeniyle yollar ve dolayısıyla ulaşım son derece
elverişsizdir. Hayvancılık ekonominin ana unsurudur. Bölgedeki
madenlerin işletilmeye başlanmasından sonra 20.yüzyılın başlarından
itibaren küçük çapta da olsa oluşan sanayi ile ticaretin tamamına
yakını yüzyıllar boyunca Hıristiyanların ve özellikle Ermenilerin
elinde bulunuyordu. Tarım alanlarının sınırlı olması aşiretler
arasında sık sık arazi ve otlak anlaşmazlıklarına yol açıyor,
kavgalara neden oluyordu.

Bölgenin sosyal yapısı büyük nispetle aşiretlerden oluşuyordu.
Başlarında bulunan bir veya birkaç reis tartışılmaz bir otoriteye
sahipti. Çemişkezek ve Çarsancak kazalarında yaşayan halkın dışındaki
aşiretlerin tamamına yakını Alevi (Kızılbaş) inancını benimsemişti.
İnanç önderleri olan dede ve seyyidlerin kitle üzerinde etkileri
büyüktü. Bazı aşiretlerin reisliği de seyyidler tarafından
yürütülüyordu. Osmanlı kayıtlarında reisler Ağa sıfatıyla geçer.

Osmanlı Devleti Yavuz Sultan Selim döneminde bölgenin siyasal ve
sosyal statüsünün belirlenmesinden sonra, uzun yıllar bölgeyle
ilgilenmek gereğini duymadı. Bunun sonucu olacak Dersim feodalitesi
yerleşip kökleşti. Ancak 18.nci yy'ın ortalarından itibaren Dersim
aşiretlerinin çevre halkı üzerindeki baskısının giderek tırmanması
neticesinde payitahta iletilen şikayet ve istekler üzerine, asayişi
sağlamak maksadıyla önlemler alınmaya çalışıldı. Mesela 1754'de
Çarsancak kazasından Divan-ı Hümayun'a iletilen şikayetler yörenin en
etkili aşiretlerinden Şeyh Hasanlılar'ın eşkıyalık yaptıkları, can ve
mal güvenliğinin kalmadığı, mahallinde üzerlerine gönderilen
askerlerin de bunlarla baş edemedikleri anlatılıyor; Erzurum ve
Diyarbakır eyaletleri valilerinin duruma müdahale ederek asayişin
sağlanması, aşiret ileri gelenlerinin idam edilmeleri, diğerlerinin de
ıslah edilme ihtimali bulunmamasından dolayı sürgün edilmeleri
isteniyor.

Aşiretlerin çevre halkına baskı ve saldırılarına devam etmesi üzerine,
payitahttan Maden Emini, Palu Hâkimi, Kemah Voyvodası, Erzincan Ayanı
ve Kiğı Beyi'ne emirler gönderilerek saldırıların önlenmesi istenir.
Devlet arşivlerinde buna benzer pek çok yazışma vardır. Mesela 1780'de
Gümüşhane, Kuruçay, Kemah, Çemişgezek, Eğin ve Tercan kazası
ahalisinin Divan-ı Hümayun'a sundukları dilekçede aşiretlerin
saldırılarından dolayı can, mal ve namus güvenliklerinin kalmadığı,
halkın eşkıyanın şerrinden başka yörelere göç etmeye başladıkları
anlatılıyor ve aşiretlerin bu tutumlarını değiştirmeye niyetli
olmadıklarından bahisle, buralardan vakit geçirilmeden sürülmeleri
isteniyor.

Bu tarihlerde Erzurum Valisi'ne gönderilen fermanda şöyle deniyor:
".....Kuzican ve Kemah ve Gürcaniş derunlarında bulunan ekrâd ile Kemah
ve Erzincan Boğazı'nda ve Sarıkaya'da oturan ekrâd hulûl-i bahara dek
etraflan îhata, mêzkur Şeyh Hasanlu ve Dersüm'lü ve Güvenlü vesâir
mahallerdeki ekrâd-ı Şekavet mu'tâdın dahi bi-mennihi teâlâ evvel
bahar bu yerlerden kaldırılmaları ve başka yerlere iskan edilmeleri...."
emredilmiştir.

Ancak alınan sert tedbirlere rağmen asayiş sağlanamadığından, bölge
halkının korku ve huzursuzluğu sürdüğünden, yazışmalardan anlaşıldığı
üzere tedbir alınması yönündeki talepler sık sık tekrarlanmıştır.
Alınan bütün tedbirlere rağmen 19.ncu yüzyılın ikinci yarısına kadar
Devletin Dersim mıntıkasında denetim ve kontrol kurması mümkün
olamamıştır. Tanzimat Fermanı'yla birlikte yeni idarî teşkilatlanmaya
geçilirken, bölge Dersim Sancağı adıyla yapılandırılmış, devlet
otoritesini sağlamak üzere askerî harekât başlatılmıştır. Bunun amacı
bölgede "...Dersim Sancağı denilen mahal Harput ve Erzurum eyaletleri
civarında ve Çarsancak ve Çemişgezek ile Kiğı kazalarının vuslatında
vâkî olarak ekser kura ve mezraları zikrolunan kazalarla" hudutlu
olduğu belirtiliyor, "...üç-dört yüz seneden beru içlerine hükümet
girmemiş ve kendilerü dahî dağ ve ormanlarda gezerek" yaşamakta olan
aşiret mensuplarını asayişi bozacak davranışlarından vazgeçirmeye
çalışmak, silahlarını teslim etmeyi sağlamaktır. Bir yıl kadar süren
harekât oldukça başarılı sonuçlanmış, bazı aşiretler askere direnmeye
çalışsalar da tutunamayıp dağılmışlar, bunların bir miktar silahına el
konulmuştur.

Payitahta gönderilen arzlarda bilhassa iki noktaya dikkat çekilmiştir:
1- Bu aşiret mensuplarının çift ve çubuğa alıştırılmaları suretiyle
ıslaha çalışılmaları, 2- Silah teslim etmeyen bazı aşiret
mensuplarının dağ ve ormanlara savuşarak saklanmaları, bunların her an
yeni saldırılar yapma ihtimali dikkate alınarak bölgede yeterli sayıda
asker bulundurulması.

Devlet asayişi sağlamakta zorlandığı gibi vergi de toplayamamaktadır.
Harput valisinin 13 Mart 1857 tarihli yazışmasında ".... Koçgiri aşireti
eşkıyasının tefrîk, ahz ve giriftleriyle icrâ olunan ıslahâttan dolayı
aşîret-î merkûme ahalisî tarafından teşekkül" ettikleri ve bundan
böyle uygunsuz kişileri aralarında barındırmamaya söz verdikleri
bildirilmiştir. Ancak vergi ve asker alma konusunda başarısız
kalınmıştır.

Devletin çok zor şartlar içerisinde bunaldığı bu dönemde Dersim
meselesinde çaresiz kalan merkezî yönetim bölgedeki bazı
kaymakamlıkları aşiret reislerine vermek suretiyle onlar üzerinden
kontrolü sağlamaya çalıştı. Bu durum aşiretlerin tahakkümcü yapısını
güçlendirmiş, eşkıyalık olayları giderek tırmanmıştır. Eşkıyalık yapan
aşiret reislerinden bazılarının yakalanıp sürgüne gönderilmeleri nispî
bir sükûnet sağlasa da, bölge halkı üzerindeki baskı ortadan
kalkmamıştır. Özellikle Cebel-i Dersim denilen bölgede aşiretlerin
tutumu değişmemiştir. 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı başlarken, Devletin
otoritesini kabul etmeyen Mansur Ağa isimli bir aşiret reisi daha önce
sürgüne gönderilen aşiret reisleri için af çıkarılmasını, yerlerine
dönmelerinin sağlanmasını, isteklerinin kabul edilmemesi durumunda Rus
ordusuyla birlikte hareket edeceklerini söyleyerek şantaj yapmıştır.
Fakat zor durumda olan Osmanlı Devleti'nin bu istekleri kabul etmesine
rağmen sözlerinde durmamışlar, hem eşkıyalığı sürdürmüşler, hem de
Çarlık ordusuyla işbirliği yapmışlardır. 1877'de Koçuşağı Reisi Ahmet
Ağa, Eğin ve Çemişgezek bölgelerine saldırmış, bazı aşiretlerin
birleşerek ortak hareket etmesi karşısında bunlarla muharebeye
başlayan Eğin Kaymakamı Osman Bey saldırganları üç gün süren
çarpışmadan sonra püskürtmeyi başarmıştır. Aynı tarihlerde bir başka
saldırıyı Kırgam Aşireti yapmış, Hozat'ı basarak yağmalamıştır.
Osmanlı Devleti bir taraftan Rus ordularıyla cephede savaşırken diğer
yandan bu eşkıyayla uğraşmak zorunda kalmıştır.

93 harbinden sonra da durum değişmemiştir. 1892'de Koçuşağı ve
Samuşağı aşiretleri birleşerek çevreye zarar vermeye başlayınca,
Dersim Mutasarrıfı Ali Şefik Paşa, bunlara karşı harekât başlatmıştır.
Ancak aşiretlerin birlikte hareket etmeleri sonucu devlet güçleri
büyük zayiat vermiş, bir miralay ile elli asker hayatını kaybetmiştir.
Diğer vilayetlerden takviye güçlerin gelmesi üzerine aşiretlerle barış
antlaşması yapılmıştır. Ancak aşiretlerin tutumu değişmemiştir;
verdikleri sözleri tutmamışlar, alıştıkları şekilde davranmayı
sürdürmüşlerdir. Soruna çözüm bulma amacıyla 1894'de 4.Ordu
Müşirliği'ne Zeki Paşa getirilerek bölgenin ıslahı görevi kendisine
havale edilmiştir. Ne var ki, bu tedbirler de sonuç vermemiş, Dersim'e
bitişik kaza ve köylerin yanı sıra Erzurum, Erzincan, Malatya ve
Ma'mûretü'l-Azîz gibi vilayetlerin halkı zor durumda kalmışlardır.
Halkın sürüp giden bu eşkıyalığa karşı şikayet ve talepleri telgraf
hatlarının işlemeye başlamasından sonra daha da yoğunlaşmıştır.

Dersim Sancağı mutasarrıfı Arifî Paşa'nın Dahiliye Nezareti'ne sunduğu
raporda şu ifadeler dikkat çekicidir: "Dersimlilerin saldırganlıkları
hayat kaygısından kaynaklanmaktadır. Dersim halkı seyid ve ağaların
elinde esirdir. Dersim'de ıslahat yapabilmek için burada mevcut askerî
kuvvetin takviye edilmesi gerekir. Ancak bu yapılırken aşiretlerin
elinde bulunan her türlü silahı toplamak icap eder. Askere
gitmeyenleri ve ayrıca şekavete teşvik eden ağa ve seyyidleri Dersim'e
ayak basmamak üzere bu bölgeden çıkarmak lazımdır. Katilleri ve
suçluları derhal yakalayarak adliyeye teslim etmek gerekir. Bu tür
icraat Dersim'de asayişi temin edecektir. Zira Dersimlileri öğüt ve
bağış yoluyla veya ettikleri yeminlere aldanarak ıslah etmek mümkün
değildir."

Buna benzer bütün yazışmalar ve belgeler Dersim'de sürüp gelen
eşkıyalığın, saldırı ve soygun olaylarının, asayiş sorununun
halledilmesi için etkili önlemler alınması hususunda genel bir görüş
birliğinin bulunduğunu, bölgede görev yapan bütün yöneticilerin ortak
fikrinin bu yönde olduğunu gösteriyor. Dikkat edilmesi gereken en
önemli husus, yapılan tespitlerin problemin temelinde Kürtlük ve
Alevilik şeklinde etnik nitelikte bir algıya dayalı olmamasıdır. Temel
sorun tarih içerisinde bölgenin kendine özgü yapısının, reis ve
seyidlerin katı ve otoriter hâkimiyetleri altında, feodalitenin,
aşiret düzeninin, asayişsizliği buralarda yaşantının bir parçası
haline getirmesidir; aşiretler bir yandan kendi aralarında çatışırken,
diğer yandan çevre halkı her an mallarına ve canlarına vaki olacak bir
saldırı ihtimali karşısında sürekli korku ve endişe içerisinde yaşamak
zorunda bırakmasıdır.

19 Mayıs 1908 tarihinde 2000 kadar aşiret mensubu Laçin Uşağının
merkezi olan Kakder müfrezesine saldırmışlar ve askerlerin bulunduğu
tepeyi ele geçirerek telgraf malzemesine el koymuşlardır. Aynı gün
Diyap Ağa idaresindeki aşiretler Çemişgezek civarındaki köylere
saldırmışlar ve Pertek civarında da yağmada bulunmuşlardır (Prof.
İbrahim Yılmazçelik-Osmanlı Devleti Döneminde Dersim Sancağı, Syf:
153).

Dersim de sorunlar meşrutiyetin ilanından sonra da devam etmiştir.
Çıkarılan af kanunuyla bazı reis ve seyidlerin cezai takibattan
kurtulmaları herhangi bir pişmanlığa ve davranışlarını
değiştirmelerine yol açmamış, alıştıkları şekilde davranmaya devam
etmişlerdir.

1909 yılında 4.Ordu Komutanı olan İbrahim Paşa, Devlet merkezine
gönderdiği bir raporda; Dersim Sancağı'nın 54 aşiret ve 500 köyden
meydana geldiğini belirttikten sonra buradaki icraatta tedibat ve
ıslahatın bir arada yapılması gerektiğini ve özellikle ıslahatta önem
verilmesini istemiştir(Prof. İbrahim Yılmazçelik, Dersim Sancağı, Syf.
158).

1.Dünya Savaşı sırasında Dersim aşiretleri genellikle bekle-gör
politikası izlediler. Ermeniler aşiretleri yanlarına çekebilmek için
büyük çaba gösterdiler. Tehcir sırasında bir kısım Ermeniler
aşiretlere sığındılar, onların kimliğine bürünerek bölgede kalmayı
başardılar. Tehcir edilen Ermeni kafileleri yol boyunca aşiretlerin
saldırılarına maruz kaldılar. Kafileleri sevk eden askeri birlikler
sayıca yetersiz olduklarından, silahlı Dersimlilerin saldırı ve
yağmalamaları önlenemedi. Pek çok Ermeni aşiret mensubu saldırganlar
tarafından öldürülüp yanlarındaki para ve mücevherata el konuldu.
Ruslar çekilirken önde gelen aşiret reislerinden Seyid Rıza, önce
tarafsız kaldı, daha sonra Devletin kalıcı olduğu anlaşılınca
Ermenilerle mücadeleyi tercih etti. Hükümet Bektaşilerin başı olan
Çelebi Cemalettin Efendi vasıtasıyla Dersimlileri Türk ordusuyla
birlikte olmak üzere telkinde bulunması amacıyla bölgeye gönderdi
ancak Dersimliler daha çok gelişmeleri izlemekle yetindiler.

Dönemin etkili Kürtçü liderlerinden Nuri Dersimi şunları söylüyor:
"Harp içerisinde Dersim Türk egemenliğinden kurtulmuş ve özerklik
kazanmıştı. Fakat ne yazık ki bölgenin güneyinde Kürtlerden oluşan
Hamidiye alayları ile uzun zamandır kölelik yapan köylüler yine
kendilerini kullandırttılar ve Kürtlerin yararının aksine Rus
ordularına ve Ermeni kardeşlerine karşı gönüllü birliklerle birlikte
bir intihar savaşı sürdürdüler."

Rusların çekilirken bıraktıkları silahların çoğunu ellerine geçiren
aşiretler savaşın sonuna doğru silahlı bir güç haline gelmişlerdi.
İstanbul'daki Kürdistan Teali Cemiyeti 1918'de geniş bir ayaklanma
hazırlamak için bölgeye elemanlar gönderdi. Sivas'ın bazı kazalarında
veteriner olarak çalışan Nuri Dersimi ve Kürt Teali Cemiyeti üyesi
Haydar ve Alişer kardeşler bu girişimlerin başında yer alıyorlardı.
Kısa bir süre sonra bu fitne çabaları sonuç verdi ve millî mücadele
döneminin önemli problemlerinden biri olan "Koçgiri İsyanı" patladı.

Bu olayın en önemli tarafı etnikçi Kürt hareketinin ilk defa olarak
siyasî bir taleple ortaya çıkmasıydı. Hozat'ta toplanan isyanın
elebaşıları TBMM'ne telgraf çekerek bağımsız Kürdistan hakkını
Meclisin tanımaması durumunda bunu silah zoruyla kazanacakları
tehdidini ilettiler. Bu sırada Dersim'den dört milletvekili Meclis'te
bulunuyordu. Ankara Hükümeti olayı anlaşma yoluyla çözmek maksadıyla
isyanın elebaşılarından Haydar Bey'i Ümraniye valisi, kardeşi Alişer'i
Refahiye Kaymakamı olarak atadı. Tutuklanmış olan Nuri Dersimi'yi
Seyid Rıza'nın tehdidi üzerine bıraktı. Ancak isyan devam etti.
Kürtler Ümraniye'yi ele geçirerek pek çok asker ve komutanlarını
öldürdüler. TBMM Hükümeti bu durumda yapması gerekeni yerine getirdi,
Nureddin Paşa'nın komutasındaki askerî birlikler kısa sürede isyanı
bastırarak, düzeni sağladılar. Ancak bu ayaklanmanın bastırılması
problemin etnik mecrada daha da genişleyerek devamını engellemek
anlamına gelmiyordu. Bir başka ifadeyle Koçgiri kalkışması bir milat
olmuştur. Bu zamana kadar Dersim ve çevresinde tamamıyla eşkıyalık ve
asayiş sorunu olarak devam edip gelen olaylar, bu başkaldırıyla
birlikte Kürt Teali Cemiyeti'nin istediği alana kaymış, etnik ve
politik bir talep haline dönüşmüştür. Etnikçi-ayrılıkçı Kürtçülük
hareketinin başlangıç noktası Koçgiri olayıdır.

Geçmişte yaşanan ve artık tarihi nitelik kazanan olayları, günümüzde
bir hesaplaşma yahut öç alma niyetiyle ele almanın kimseye yararı
olmaz. Çünkü tarihe bu tarz bir yaklaşım ister istemez gerçeklerin bir
kısmını görmezlikten gelmeye, haklı çıkma kaygısıyla olayları
kurgulayarak okumaya yol açar. Üstelik hesaplaşma çabası hedef seçilen
konuyla sınırlı kalmaz. Çorap söküğü gibi birbirini takip ederek geniş
bir zaman kesitinin tümüne sirayet eder. Her hesaplaşma girişiminin
karşı tepkileri oluşacağından, toplumun huzurunu kaçıracak başka
hiçbir konu olmasa bile, gündem en hayati güncel meselelere bile yer
kalmayacak şekilde ağzına kadar doldurulmuş olur. Sonuçta düşmanlıklar
derinleşip, yaygınlaşır, toplumsal barışın sağlanması hayal olur.

İstenen buysa Dersim konusu en uygun vesiledir, herkes hazır konu
açılmışken akıl ve mantığı bir yana koyarak yumruklarını sallamaya
devam etsinler.

Ziyaret -> Toplam : 125,33 M - Bugn : 90820

ulkucudunya@ulkucudunya.com