« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

12 Ara

2011

Recaizade’nin Ünlü Torunları

Ali Can SEKMEÇ 01 Ocak 1970

Ünlü edebiyatçı recaizade Mahmut Ekrem’in soyundan gelenler çok tanıdık.
Ailenin yazı hayatı Recaizade Mahmut Ekrem ile başladı. Şimdi bu geleneği Umur Talu ve Murat Çelikkan sürdürmekte. Ünlü söz yazarı Çiğdem Talu, mimar Eren Talu, söz yazarı ve politikacı Zeynep Talu ismini bildiğimiz meşhur “Recaizadeler.” Ünlü felsefeci Selahattin Hilav ise ailenin damadı. Aile kuşaklar boyunca İstanbullu ve “Mekteb-i Sultani”den. Yani Galatasaraylı…
“Boğaziçi şen gönüller yatağı,
Her bucağı âşıkların otağı,
Yamaçları sanki cennetin bağı,
Mehtabı hoş, güneşi hoş, gülü hoş,
Boğaziçi herkesi eder sarhoş”
Üstad Alaaddin Yavaşça, Boğaziçi’ni böyle anlatıyor ünlü bir bestesinde. Geçmiş, hülyalı zamanların Boğaz’ı aynı zamanda Osmanlı aristokrasisinin mekânıdır. Anlatmak istediğimiz de Boğaziçi’nin “gülüne, güneşine, mehtabına” şahitlik eden bir ailenin hikâyesi. Boğaziçi’nin şarkılara, şiirlere konu olduğu günleri yaşayan Talu ailesinin, 1800'lü yılların başlarında İstinye’de başlayıp günümüze kadar devam eden serüveni.
Sanattan siyasete, edebiyattan mizaha, spordan mimarlığa ve gazeteciliğe kadar uzanan pek çok meslek mensubunu içinde barındıran eski Boğaziçili ünlü bir ailenin üyeleri tarihten günümüze konuk olacaklar…
Recaizâde’lerin soy kütüğü 1800'lerin başlarına kadar uzanmakta… Ailenin bilinen en eski üyesi Mehmet Şakir Recai Efendi’ydi. Kayıtlara bilgin bir adam olarak geçen Mehmet Şakir Recai Efendi, Sultan Abdülmecid döneminde Encümen-i Daniş ve Meclis-i Maarif-i Umumiye âzâsıydı. Aynı zamanda Takvimhane Nazırlığı görevinde de bulunmuştu. Kardeşi Mehmet Arif Efendi ise Tophane-i Amire mektupçuluğu yapmış bir hattattı. Saraya yakınlıklarıyla bilinen her iki kardeş de çevrelerinde sevilip sayılan kişilerdi. Ayrıca iki kardeş birbirlerini de çok severdi. Öyle ki Mehmet Şakir Recai Efendi, oğlu Mahmut Ekrem’i, kardeşi Mehmet Arif Efendi’nin küçük kızı Ayşe Güzide ile evlendirmişti. Aile Recai Efendi’nin İstinye’de vapur iskelesine bitişik bulunan “Beyaz Yalı”sında oturuyordu.
PADİŞAHA YAKINDILAR
Mehmet Şakir Recai Efendi ile başlayan aile hikâyesi; bugün, Recaizâde Mahmut Ekrem Bey, Ahmet Kemal Ercüment Ekrem Talu, Mehmet Muvakkar Ekrem Talu, Ahmet Erdem Talu, Esin Talu Çelikkan, Feriha Çiğdem Talu Hilav, Umur Talu, Eren Talu, Esen Talu, Çiğdem Talu, Yonca Talu, Ekrem Murat Çelikkan, Zeynep Talu Hilav, Kerem Can Çelikkan gibi her biri mesleğinde çok önemli noktalara ulaşmış isimlerle hafızalarda yer etmekte. Recaizâdeler bugün yine İstanbul’da yaşıyorlar. Mehmet Şakir Recai Efendi’nin tek oğlu 1847'de İstanbul’da dünyaya gelen Mahmut Ekrem’di. Daha sonra halk onu “Recaizâde Mahmut Ekrem” olarak tanıyacak ve “Recaizâdeler”in tanınan ilk ferdi o olacaktı. Beyazıd Rüştiyesi’nde, Mekteb-i İrfani’de okumuştu. 1859'da Harbiye İdadisi’ne girmiş ancak sağlık problemleri yüzünden öğrenimini yarım bırakmıştı. Mahmut Ekrem, 1862'de memur olarak girdiği Hariciye Mektubi kaleminde Ayetullah ve Namık Kemal gibi, devrin genç ve popüler yazarlarıyla tanışmıştı. Bu tanışma onun bütün hayatını etkileyecekti. Mahmut Ekrem, 1865'te babasının da ısrarıyla henüz 14 yaşında olan amca kızı Ayşe Güzide ile evlendi. Çiftin bu evlilikten Ekrem Fatma Piraye, Sunullah Emced, Mehmet Nijat ve Ahmet Kemal Ercümend adlarında dört çocukları oldu. Fakat akraba evliliği ve dikkatsizlikler üç çocuklarının yaşamına mal oldu. İlk çocukları Fatma Piraye doğum sırasında hayatını kaybetti. İkinci çocukları Sunullah Emced, dadısının dikkatsizliği sonucu daha bir buçuk yaşındayken sakat kaldı ve yirminci yaşını doldurduğu gün de hayatını kaybetti. Üçüncü çocuk Mehmet Nijat’ın doğumu ve sağlıklı oluşu ailede sevinçle karşılanmıştı. Ama bu sevinç de bir süre sonra acıya karışacaktı. Mahmut Ekrem hayatında en çok Mehmet Nijat’ı sevmişti. Ercüment Ekrem Talu’ya göre babası Mehmet Nijat için deli divane oluyordu: “Babam daha çok Nijat’a düşkündü. Yıllarca hasretini çektiği, tam manasıyla baba olmak zevkini ona o tattırmıştı. Çocuk konuşur mu? Koşar mı? Oynar mı? Neşesiyle evin içini doldurur mu? Piraye ve Emced mücessem his olan Recaizâde’nin titrek dudaklarına kadar yükselen bu sualleri cevapsız bırakmışlar, hatta onlara menfi cevap vermişlerdi. Halbuki Nijat konuşuyordu, koşuyor, oynuyor, neşesiyle evin içini dolduruyordu işte! Binaenaleyh o bir dahi, fevkalbeşer bir mahluktu… Zira üstâdın emellerini tamamıyla tahakkuk ettirmişti. Hep bunlardan dolayı, Nijat’ı babam delicesine seviyor, o kıskanmasın, gücenmesin diye beni ihmal eder gibi görünüyordu…”
Mahmut Ekrem, Hariciye’de başladığı devlet hizmetine Maliye’de devam etti. 1866'da önce Vergi İdare-i Umumiyesi Kalemi’ne daha sonra da Maliye Eshamı Muhasebesinin Muhimme Odası’na girdi. Devlet kademesinde gösterdiği başarılar Mahmut Ekrem Bey’in sık aralıklarla görev yerinin ve unvanının değişmesine sebep olmaktaydı. 1868'de Şuray-ı Devlet Muavinliği’ne tayin edildi. Çok geçmeden de aynı yerde başmuavin oldu. Aynı zamanda Nafıa, Tanzimat, Islahat Daireleri’nde ve Umur-ı Zabtiye Komisyonları baş katiplikleri görevlerini de üstlendi. Şuray-ı Devlet Muavinliği’nde gösterdiği üstün başarı sonucunda 1877'de buraya âzâ olarak tayin edildi. Fakat bir süre sonra Şuray-ı Devlet’ten Hey’et-i Ayan ve Meb’usan’a komiser olarak nakledildi. 1878'de İskân-ı Muhacirin dairesinde sürdürdüğü görevine 17. Daire-i İntihabiye Muavinliği’ni de ekledi. Fakat bu da kafi gelmedi ve Şuray-ı Devlet Düstur Encümeni’nde ve Posta-Telgraf İdaresi’nde yeni kurulan komisyonlarda da görevlendirildi. İş hayatı Mahmut Ekrem’in o dönemde ne kadar sevildiğinin ve takdir edildiğinin adeta göstergesiydi. Üstlendiği görevler o gün için en parlak isimlere veriliyordu. Takvimler 1880 yılını gösterdiğinde Mahmut Ekrem’i önce bir süre Mekteb-i Mülkiye’de, sonraları ise Mekteb-i Sultani’de (Galatasaray Lisesi) edebiyat hocalığı yaparken buluyoruz. Devlet adamlığının yanı sıra üstlendiği bu görevi 1887 yılına kadar aralıksız sürdürdü.
II. ABDÜLHAMİD’E JURNALLEDİLER
Mahmut Ekrem Bey’in, devlet kademesinde yöneticilik serüveni 1881'de oldukça zorlu olan Şehremaneti ile Belediye Daireleri arasındaki iletişimin batılı tarzda yeniden oluşturulabilmesi için kurulan komisyonun başkanlığına tayin edilmesiyle devam etti. Bu görevi 1882'de Adliye, 1885'te Hariciye, 1887'de Maarif Nezareti Daireleri’nde kurulan çeşitli komisyonlarda üstlendiği üyelikler takip etti. 1890'da Teftiş Heyeti üyeliğine de nezaret etti.
Mahmut Ekrem’in, güvenilir, bilgili ve tecrübeli oluşu, devlet erkânı tarafından oluşturulacak heyet ve komisyonlara mutlaka dahil edilmesine sebep olmaktaydı. Devlet Reji İdaresi’ndeki suistimaller de, Düyun-u Umumiye ile Osmanlı Bankası aleyhine açılan davalar da onun başkanlığındaki kurullara havale ediliyordu. 1892'de kolera salgını için yardım toplamak üzere Şehremaneti Dairelerine ve Erzurum yöresinde meydana gelen kuraklık ve zararların telafisi için toplanacak yardımların idamesi için İstanbul’da kurulan komisyonun başkanlığına tayin edildi.
Mahmut Ekrem, 1863'te Rabia, 1864'te Ulâ Sınıf-ı Sanisi, 1880'de Balâ rütbeleri aldı. 1978'de Üçüncü rütbeden, 1882'de İkinci rütbeden, 1892'de Birinci rütbeden Mecidi Madalyası, 1886'da İkinci rütbeden, 1898'de Birinci rütbeden Osmani Madalyası ve 1890'da Gümüş İmtiyaz Madalyası ile taltif edildi. Herkes ona geleceğin sadrazamı gözüyle bakıyordu. Ancak o dönemde hiçbir başarılı bürokrat cezasız kalmamıştı. O da bir süre sonra kıskançlıkların hedefi haline geldi. Devir Abdülhamid devriydi ve jurnal her şeyden fazla dikkate alınıyordu. Yıldız Sarayı’na gönderilen jurnaller meyvesini verdi ve Mahmut Ekrem takip ve kontrol altına alındı. Bu durum kendisini çok tedirgin etmişti. Karısı Ayşe Güzide ile oğulları Mehmet Nijat ve Ahmet Kemal Ercümend’i İstanbul’da bırakarak Avrupa’ya kaçmaya karar verdi. Trablusgarp’tan Malta’ya geçti. Durumdan derhal haberdar edilen Sultan II. Abdülhamid, en gözde memurunu kaybetmeyi göze alamadı. Osmanlı konsolosu Nafilyan Efendi, henüz Malta’da bulunan Mahmut Ekrem’i İstanbul’a dönmesi için ikna etmekle görevlendirildi. O da bu teklifi kabul etti ve Payitaht’a geri döndü. Sultan II. Abdülhamid’in huzuruna kabul edildiğinde, Avrupa’ya geçme sebebini, “sıhhi nedenlerle hava değişimi” olarak belirtti. Sultan II. Abdülhamid, Avrupa yolculuğunun çok faydalı olmayacağını, onun için kendisine en uygun yerin Büyükada olabileceğini söyledi. Recaizâde ailesi, 1891 yılı yazında Büyükada’da kendilerine tahsis edilen eve taşındı ve iki yıl orada oturdu. Ancak çocuklarının eğitimi nedeniyle Büyükada’dan ayrılmak zorunda kaldılar. Çünkü Mehmet Nijat ve Ahmet Kemal Ercümend İstinye İptidai Mektebi’nden sonra Galatasaray Lisesi’ne başlamışlardı. Aile tekrar İstinye’ye dönmek niyetindeyken, Beyoğlu, Firuzağa’da bir ev buldular. Çukurcuma Yokuşu’nun başındaki bu ev çok küçük olmasına rağmen kısa sürede eş-dost ziyaretgâhı haline gelecekti.
Mahmut Ekrem, devlet adamlığının yanında edebiyat ile de meşgul olmuştu. Başarılı bir şair ve yazardı. 1840'larda şiir yazmaya başlamış ve bunları Tasvir-i Efkâr Gazetesi’nde yayınlamıştı. Bu günlerde Namık Kemal ve Ziya Bey ile kurduğu yakın dostluk sayesinde edebi ufku genişlemişti. Tasvir-i Efkâr Gazetesi’nde çalıştığı devirde Sultan Abdülaziz döneminde fikir hayatının temeli olan ve Osmanlı Türk toplumu için ileri bir atılım oluşturan siyasi fikirleri de benimseyecekti. Mahmut Ekrem, hiçbir zaman siyasi faaliyetlere katılmamıştı fakat edebi yazılarında farklı üslubu ile ortamı gerektiği kadar eleştirmişti. Şiirde moda olan Batılı tarzı benimsemişti. Türk edebiyatında mensur şiir denilen tür onunla başlamıştı. Şiirlerinin arasına uzun nesir parçaları karıştırmaktan çekinmezdi. Bazen şiirlerine nesir ile başlardı. Servet-i Fünun şairlerinin kendisine karşı duydukları sevgi ve saygı da bundan ileri geliyordu. Çukurcuma Yokuşu’ndaki eve Abdülhak Hamit, Tevfik Fikret, Ahmet İhsan başta olmak üzere bir çok şair ve yazar gelmekte ve edebi toplantılar yapılmaktaydı.
İSMİNİ NAMIK
KEMAL’DEN ALDI
Mahmut Ekrem, şiir dışında eserler de üretmeye başladı. “Naçiz” adını verdiği Batı edebiyatı çeviri külliyatı, “Afife Anjelik”, “Vuslat”, “Çok Bilen Çok Yanılır” adlı tiyatro oyunlarını yazdı. “Zemzem” ile başladığı hikâye yazarlığını “Saime” romanıyla çeşitlendirdi. Bu roman 1888'de İkdam Gazetesi’nde tefrika edilmeye başlandı. Ancak Sultan II. Abdülhamid, jurnalcilerin sözüne kanarak romanın yayınını durdurttu. Bundan sonra sarayı kızdırmayacak romanlar yazdı Mahmut Ekrem. 1888'de “Muhsin Bey” ve 1889'da “Araba Sevdası” eserlerini verdi.
Recaizâde ailesinin ilk tanınan ferdi Mahmut Ekrem’di. Ancak mutsuz bir aile yaşamı vardı. Çünkü çok sevdiği oğlu Mehmet Nijat, amansız bir hastalığa yakalanmıştı. 1900 kışında oğlunu kaybetti ve aile acısını kimseye göstermemek için tekrar Büyükada’ya yerleşti. Mehmet Nijat tepelerini çok sevdiği Küçüksu’da toprağa verildi. Onun ölümünü bir türlü kabul edemeyen Recaizâde Mahmut Ekrem, sonraki yıllarda ailesinden koptu ve eşi Ayşe Güzide’yi başka kadınlarla aldatmaya başladı. Ancak bu durum fazla sürmedi. 31 Ocak 1914'te hayata veda eden Recaizâde Mahmut Ekrem’in cenazesi vasiyeti gereği çok sevdiği oğlu Nijat’ın yanında toprağa verildi. Ailenin kültürlü ve asil annesi Ayşe Güzide, uzun yıllar tek oğlu Ahmet Kemal Ercümend’in yanında yaşadı ve 1931'de Büyükada’da hayata gözlerini yumdu.
Recaizâde Mahmut Ekrem’in en küçük oğluydu Ahmet Kemal Ercümend. 1888'de İstinye’de dünyaya gelmişti. Fakat babası için kendisinden önce doğan ağabeyi Mehmet Nijat kadar önemli olmamıştı. Ercümend Ekrem doğduğunda babası, en yakın arkadaşı Namık Kemal’e olan sevgisi ve saygısı nedeniyle oğluna Ahmet Kemal adını koydu. Arkasından da annesi Ercümend adını ekledi. Ercümend Ekrem, çocukluğundan itibaren kültürlü bir kadın olan annesi Ayşe Güzide’nin gözetiminde büyüyecekti. Arapça, Farsça, Fransızca ve Ermenice dillerini konuşabilen anne, onu batılı tarzda yetiştirmeye kararlıydı. İstinye İptidai Mektebi’nden sonra Mekteb-i Sultani’ye gönderilen Ercümend Ekrem, kısa zamanda Fransızca, Rumca, Almanca ve İngilizce dillerini öğrendi.
Ercümend Ekrem, daha öğrenciyken, 1901'de İbnülhakkı Tahir Bey’in çıkardığı “Çocuklara Mahsus Gazete”de bildiği dillerde çeviriler ve küçük anı yazıları yazmaya başladı. Bu yazılarında daha çok kaybettiği ağabeyi Mehmet Nijat’tan bahsetti. 1905'te Mekteb-i Sultani’den mezun olur olmaz Paris’in yolunu tuttu ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne kaydoldu. Kısa bir süre sonra geri dönen Ercümend Ekrem, babasının da yardımıyla 1907'de “Dersaadet Düyun-u Umumiye-i Osmaniye İdare-i Merkeziye”sine mütercim tercüman olarak alındı. Böylece aile geleneği olan devlet memurluğu onun hayatında da başladı. Ercümend Ekrem, 1908'de saraydan Abidin Paşa’nın kızı Feriha ile evlendi. Ercümend-Feriha Ekrem çiftinin 1909'da tek çocukları Mehmet Muvakkar dünyaya geldi.
Ercümend Ekrem, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra yaşanan hürriyet döneminde Ahmet Rasim’in teşvikiyle gazeteciliğe başladı. Önceleri İkdam Gazetesi’nde mütercim tercümanlık ve musahhihlik yaptı. Yazarlığa ise 1909'dan itibaren Tercüman-ı Hakikat Gazetesi’nde başlamıştı. Genellikle makaleler ve Fransızca’dan çeviri öyküler hazırlayan Ercümend Ekrem, yazılarını “Ercümend Ekrem”, “Recai Hafidi Ercümend Ekrem” ya da “Ebülmuvakkar” gibi isimlerle yayınlıyordu.
II. Meşrutiyet’den sonra 1911'de Ayan Meclisi mütercim tercümanlığına atanan Ercümend Ekrem, 1913'te Divan-ı Humayun Teşrifat Memurluğu görevine getirildi. 1916'da bu görevinden istifa etti ve tekrar gazeteciliğe döndü. 1919'da Damat Ferit Paşa hükümetinde Hariciye Nezareti Matbuat Umum Müdürlüğü görevine getirildi. Fakat işgal altında bulunan İstanbul’da matbuatı yönetmek çok zordu. Kendine göre koyduğu kurallar işgal kuvvetlerini kızdırınca görevinden alındı ve bir süre tutuklu kaldı. Ercümend Ekrem, 1920'de Ankara’da kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinin Matbuat ve İstihbarat Müdiriyet-i Umumiyyesi’nde çalışmaya başladı. Bu işi bulan ve referans olan isim ise Antalya milletvekili Hamdullah Suphi idi. Bu koşuşturmaca içinde eşi Feriha vereme yakalanmıştı. O zaman küçük bir çocuk olan Mehmet Muvakkar da Galatasaray Lisesi’ne yatılı olarak verilmişti.
LATİFE HANIM’LA TARTIŞTI
Ercümend Ekrem, II. Meşrutiyet döneminde başladığı gazeteciliği asıl mesleği olarak gördü ve ömrünün sonuna kadar sürdürdü. Daha çok mizah yazıları yazdı, Kurtuluş Savaşı günlerinde “İnci,” “Alay,” “Diken,” “Güleryüz” ve “Akbaba” gibi mizah dergilerinde destekleyici yazılar kaleme aldı. Bu dergiler arasında 1920'de Aka Gündüz ile birlikte çıkardıkları “Alay” en çılgın olanıydı. Damat Ferit hükümetini hicveden yazılardan dolayı ancak 12 sayı çıkabilen dergi onların polis kovuşturmasına uğramalarına da yol açacaktı. Ercümend Ekrem aynı yıl ilk kitabı “Evliya-ı Cedid”i yayınladı. İşgal İstanbulu’ndaki hayatın anlatıldığı kitap büyük ilgi gördü. “Alay”ın kapanışının ardından yazılarını Sedat Simavi’nin “Diken” dergisinde sürdürdü, hem de “Âşık” ya da “Karga” isimleriyle. Bu dergide tefrika edilen “Viraneler” adlı romanı 1922'de “Kopuk” adıyla kitaplaştırıldı.
Mizah dergileri yanı sıra “Vakit,” “İleri,” “Dersaadet,” “İkdam” ve “Vatan” gibi gazetelerde de günlük fıkralar, roman tefrikaları yayınlayan Ercümend Ekrem, zaman içinde kitaplar yazmaya başladı. “Gün Batarken,” “Sabir Efendinin Gelini,” “Kopuk,” “Asiler,” Kan ve İmam” ve “Zeyl-i Evliya-yı Cedid” adlı kitapları bu dönem tefrika edilmişti. 1923'te onu yeniden Ankara’da görmekteyiz. Aile arasında anlatılan bu yolculuk ve neticesi oldukça ilginçtir: “Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş, Başkent’te devlet kademesinde çalışacak kaliteli insanlar aranmakta… Atatürk, yakın çevresine bir gün ‘Gidip İstanbul’dan Fransızca konuşabilen adamlar bulun getirin’ der. Fransızcası kuvvetli olan ve çevresinde ‘hoca’ diye tanınan Ercümend Ekrem’i getirirler ve hemen Cumhurbaşkanlığı genel sekreterliği görevini verirler. Ercümend Ekrem, bir gün Atatürk’ün huzuruna çıkar. Atatürk çeşitli direktifler vermektedir ve ‘not alınız efendim’ der. Hemen ceplerini karıştıran Ercümend Ekrem kalem ve kâğıt bulamaz. Aynı odada o sırada vazoları düzelten Latife Hanım’a dönerek ‘bir kalem getirebilir misiniz’ deyince ortalık birden gerilir ve hemen görevinden alınır…”
Ankara’dan dönen Ercümend Ekrem, kısa bir süre İstanbul Şehremaneti yardımcılığı yaptı. 1925'ten itibaren Yüksek Muallim Mektebi, Gaziosmanpaşa Mektebi ve Mülkiye Mektebi’nde bir süre Fransızca öğretmenliği görevlerinde bulundu. Ercümend Ekrem’in verem olan karısı Feriha ise 1929 baharında hayata veda etti. Aynı yılın sonunda eski İstanbul Şehremini Rıdvan Paşa’nın kızı Hatice Rıdvan ile evlendi Ercümend Ekrem. 1927'de atandığı Matbuat Müdürlüğü görevini dört yıl sürdüren Ercümend Ekrem, 1931'de Varşova Orta Elçilik Müsteşarlığı’na atandı. Ailenin Varşova’ya taşınmasının hemen ardından aynı yıl kızları Esin dünyaya geldi. Üç yıl sonra Ercümend Ekrem, yurda dönüp ilk göz ağrısı gazeteciliğe yeniden başladı. “Güneş,” “Resimli Ay,” “Muhit,” “Asri Türkiye Mecmuası” ve “Akbaba” dergilerinde yazıları yayınlandı. Bu yazılarını da sonraları “Meşhedi’yle Devr-i Alem”, “Evlere Şenlik” gibi kitaplarda topladı. Tefrika edilen “Kundakçı” ve “Gemi Aslanı” adlı romanlarını da kitaba dönüştürdü. “Teravihden Sahura”, “Sevgiliye Masallar”, “Kız Ali”, “Meşhedi’nin Hikâyeleri”, “Güldüren Kitap”, “Şevketmeab” adlı roman ve hikâyeleri ile “Erenler” adlı üç perdelik tiyatro oyunu da kitap olarak basıldı.
Ercümend Ekrem, 1936-1937 yıllarında Siyasal Bilgiler’de Fransızca öğretmeni olarak çalıştı. Sık sık yaşanan görev değişimleri aile düzenini de bozmaya başlamıştı. Talu soyadını alan Ercümend Ekrem ile eşi Hatice arasında yaşanan kavgalar, bir gün Hatice Talu’nun evi terk etmesiyle sonuçlandı. Hatice Talu kızı Esin’i de yanına alarak, İsviçre’ye gitti. Bu yıllarda Ercümend Ekrem Talu, Ankara’da Gazi Eğitim Enstitüsü’nde, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde ve Hukuk Fakültesi’nde öğretmenlik yapmaktaydı. Ercümend Ekrem, bir seminer için gittiği Mersin’de hastalandı ve uzunca bir süre tedavi gördü. Çift, 1943 yılında boşandı. Kızları Esin babasıyla birlikte yaşıyordu. Ercümend Ekrem artık Galatasaray Lisesi edebiyat öğretmeniydi. Baba-kız evlerini kapatmışlar ve tam on iki yıl konaklayacakları Tokatlıyan Oteli’ne yerleşmişlerdi.
EN İYİSİ SUSMAKTIR
Ercümend Ekrem ilerleyen yaşına rağmen kızı Esin’in okuduğu Notre- Dame de Sion ve Galatasaray Lisesi’nde hocalık yapmayı sürdürdü. Aynı zamanda “Son Posta” ve “Son Saat” gazetelerinde de günlük yazılar kaleme aldı. 1948'de 50. yılını kutlayan Ercümend Ekrem’e jübilesinde bulunanlardan biri, “Üstadım, bu güzel günde söyleyeceğiniz güzel şeyler vardır öyle değil mi” diye sormuştu. Ercüment Ekrem gülümseyip şöyle demişti “İnsan elli yıl boyunca boşboğazlık ettikten sonra, bugün yapacağım en güzel şey susmaktır…”
Ercümend Ekrem, 1950'de kendi isteğiyle Galatasaray Lisesi’nden emekli oldu. 1952'de kendisine Türk-Fransız kültür ilişkilerine katkılarından dolayı “Légion d’honneur” nişanı verilirken bile mutlu değildi. Kalp yetmezliği problemi zaman içinde yanına sirozu da almıştı. Ercüment Ekrem Talu’nun yaşlı vücudu bu rahatsızlıklara uzun süre tahammül edemedi ve 16 Aralık 1956'da hayata gözlerini yumdu.
Ercümend Ekrem Talu’nun ilk eşi Feriha’dan 1909 yılında Mehmet Muvakkar Ekrem dünyaya gelmişti. Mehmet Muvakkar Türkiye’nin ilk spor yazarlarından ve maç spikerlerinden biri oldu. Yine aile geleneği olarak Galatasaray Lisesi’ni bitirdi. Kumkapı ve Beşiktaş takımlarında futbol oynayan Mehmet Muvakkar, futbol ağırlıklı spor yazılarını ilk kez 1930'da “Türkiye Spor” adlı dergide yayınlamaya başlamıştı. Spor yazarlığını 33 yıl boyunca sürdüren Mehmet Muvakkar Ekrem Talu, şiirler de yazmış, bunları “Emekleme” adlı bir kitapta toplamıştı. Ekrem Talu, 1947'de radyoda maç spikerliği yapmaya başladı. 1963'te ölümüne kadar mesleğini başarıyla yürüttü. Mehmet Muvakkar Ekrem Talu, 1929'da Melek Haslet Uncu ile evlendi. 1929'da Ahmet Erdem Talu, 1939'da Feriha Çiğdem Talu adlı iki çocuğu dünyaya geldi. İkinci evliliğini ise 1956'da Gülsüm Güzin Kızılırmak ile yaptı. Ünlü gazeteci-yazar Umur Talu bu evlilikten dünyaya geldi. Ercümend Ekrem Talu’nun kızı Esin ise ikinci eşi Hatice Rıdvan’la evliliğinden olmuştu.
1931'de babası yurtdışı görevindeyken Varşova’da dünyaya gelen Esin Talu, eski milletvekillerinden Ali İhsan Çelikkan ile evlendi. Esin Talu’nun 1957 doğumlu Ekrem Murat Çelikkan adlı bir oğlu var. O da gazetecilik ve yazarlık yapmakta. Esin Talu döneminin en seçkin okulu olan Notre-Dame de Sion’da öğrenim gördü ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. 1951'de Vatan Gazetesi’nde yazarlığa başladı. Gazetecilik serüveni Yeni Sabah, Akşam, Adalet gazetelerinde sürdü. 1965'te girdiği TRT’de Yabancı Yayınlar Dairesi Başkanlığı yaptı. Kurumdan 1983'te emekliye ayrıldı. Birçok çeviriye imza atan Esin Talu Çelikkan’ın Türkçe’ye kazandırdığı eserler arasında Vaclav Havel’den “Görüşme-Kutlama-Çağrı”, Victor Hugo’dan “1793¨, Amin Maalouf’tan “Tanios Kayası”, “Doğunun Limanları”, “Semerkand”, Osamu Dazai’den “Batan Güneş” ve Velibor Çoliç’ten “Bosnalılar” sayılabilir. Esin Talu, 1998'de hayata gözlerini yumdu.
1929 doğumlu Ahmet Erdem Talu ise Mehmet Muvakkar Ekrem Talu’nun ilk eşi Melek Haslet Uncu’dan olan oğlu. Başarılı bir mimar olan Ahmet Erdem Talu, yine kendisi gibi mimar olan Betül Talu ile evli. Çiftin oğulları Eren ve Esen Talu baba mesleğini devam ettirmekte.
ALTIN KELEBEK ALANDA VAR
1970'li yılların unutulmaz şarkı sözü yazarı Feriha Çiğdem Talu da, Mehmet Muvakkar Ekrem Talu’nun 1939 doğumlu kızıydı. Arnavutköy Amerikan Koleji’nden sonra İsviçre’de Ecole Benedict’te eğitim gördü. 17 yıl süreyle Özel Işık Lisesi’nde İngilizce öğretmeni olarak çalıştı. Ünlü felesefeci ve edebiyatçı, yazar, çevirmen ve eleştirmen, Asya Tipi Üretim Tarzı’nın ateşli savunucularından Selahattin Hilav (1928-2005) ile evlendi. Bu evliliğinden Zeynep adlı bir kızı dünyaya geldi. Feriha Çiğdem Talu, 1973 yılından itibaren kendisine büyük ün sağlayacak olan şarkı sözü yazarlığına başladı. 1975, ünlü besteci Melih Kibar (1951-2005) ile çalışmaya başladığı yıldı. İkili 1976'da Erol Evgin’in seslendirdiği “İşte Öyle Bir şey” adlı şarkıyla Altın Kelebek Müzik Ödülü aldı. Melih Kibar’la 273 hafif müzik parçası yaptı. Feriha Çiğdem Talu, Melih Kibar ile birlikte AST ve Egemen Bostancı adına da çeşitli oyun müzikleri ve müzikaller hazırladı. Türk Hafif Müziği’nin unutulmaz söz yazarı yakalandığı kanserden kurtulamayarak 1983'te hayata veda etti. Bugün kızı Zeynep Talu annesinin ardından şarkı sözü yazarlığını sürdürmekte.
1957 İstanbul doğumlu gazeteci Umur Talu, Mehmet Muvakkar Ekrem Talu’nun ikinci eşi Gülsüm Güzin Kızılırmak’tan olan oğlu. Ailenin diğer pek çok üyesi gibi o da Galatasaray Lisesi’ni bitirdi. Daha sonra Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1980'de Günaydın gazetesi günlük ekonomi ekinde başladı. 1982'de Güneş gazetesinin kuruluşunda bulundu. 1983'te Cumhuriyet’te yazı işleri editörü oldu. 1985'te Milliyet Ekonomi yönetmeni, 1986'da ise aynı gazetenin yazı işleri müdürüydü. 1987'de Söz gazetesinde, ardından Hürriyet’te yazı işleri müdürü oldu. 1988'de yeniden Milliyet yazı işleri müdürlüğüne, 1992'de Milliyet genel yayın yönetmenliğine getirildi. 2000'de Star Gazetesi’nde günlük Dipsiz Kuyu yazılarına başladı. Umur Talu, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde ve Bilgi Üniversitesi’nde gazetecilik dersleri verdi. 2001'de Bahçeşehir Üniversitesi kadrosuna katıldı. 1998 ve 2000'de Türkiye Gazeteciler Cemiyeti yönetim kuruluna seçildi. 2001'de Başkan Yardımcısı oldu. Halen Sabah gazetesinde çalışan Umur Talu, meslektaşı Şule Talu ile evli, Çiğdem ve Yonca adlı iki kız çocukları var.
İşte kökleri 200 yıl öncesine dayanan Boğaziçili bir ailenin serüveni… Yazımızı Ercüment Ekrem Talu’nun kendi cümleleriyle bitirelim: “Marmara Bölgesi Türkiye’nin en uygar bölgesidir; İstanbul, Marmara’nın en güzel şehridir; Boğaziçi, İstanbul’un en latif semtidir. Sarıyer, İstanbul’un en şirin kazasıdır; Yeni Mahalle Sarıyer’in en üstün mahallesidir ve Recaizâdeler’in köşkü Yeni Mahalle’nin en harika köşküdür… İşte ben burada doğdum.”

Ziyaret -> Toplam : 125,33 M - Bugn : 89823

ulkucudunya@ulkucudunya.com