Rıza Tevfik ve Halk Şiiri
Rıza FİLİZOK 01 Ocak 1970
Rıza Tevfik'in çocukluğu ve gençliği tekke ve saz şiiri geleneğinin canlı bir şekilde yaşadığı Gelibolu'da geçmişti.[1] Tekke şiirini bu mu-hitte tanımak fırsatını bulan Rıza Tevfik, daha sonra yeni Türk şiirini tanıdıktan, Abdülhak Hamid'in, Tevfik Fikret'in tesirinde şiirler yazdıktan sonra 1905'ten itibaren hece vezniyle ve halk şiiri nazım şekilleriyle şiirler yazmaya başladı.[2] Halk şiirini büyük bir başarıyla taklid ederek nefesler, divanlar, koşmalar yazdı. Halk şiirini kay-nağından tanıyan Rıza Tevfik'in şiirleri, hece veznine, koşma ve nefes gibi halk şiiri nazım türlerine ilginin artmasını sağlamış, heceyle şiir yazma cereyanına yeni bir hız vermiştir.
Mehmed Emin, halk şiiri ile sınırlı bir ilişki kurmuştu. Ziya Gökalp, aydınlarımızın halka ve Batı'ya yönelerek edebiyatta yeni bir terkibe ulaşılmasını istiyordu. Böyle bir anlayışla yazdığı edebî eserle-rinde Mehmed Emin'den çok daha ısrarlı bir tarzda Halk edebiyatım göz önünde bulunduruyor, fakat onları değiştirerek işlemeyi ihmal et-miyordu. Yahya Kemal de hece vezniyle yazan gençlere yeni bir duyuş tarzıyla ve yeni bir zevkle eserler vermelerini tavsiye ediyordu. Rıza Tevfik, yazdığı manzumelerle halk şiiri geleneği aynen devam ettirmenin yolunu açtı. Hece ile şiir yazanlar temel olarak bu üç eğilimin etrafında toplanmışlardı. Bununla birlikte aynı şairin bu eğilimlerin her birine uygun düşen şiirler yazdığı da görülüyordu.
Rıza Tevfik, bu tarz eserleriyle sadece koşma ve nefes yazma geleneğini devam ettir¬menin yolunu açmamış, Halk Edebiyatındaki herhangi bir türün aydınlar tarafından ele alınıp devam ettirilmesi çığırını da açmıştır. Bu bakımdan Rıza Tevfik'in nefesler yazmasıyla Orhan Seyfi'nin ma¬niler yazması, Faruk Nafiz'in destanlar söylemesi aynı şeydir ve halk şiirine aynı tarzda yaklaşımın ifadeleridir. Halk Edebiyatındaki bir türü, bu türün bütün özelliklerine uyarak devam ettirenlerin faaliyetle¬rini bu anlayışın devamı saymak yerinde olacaktır. Bu tip eserlerde Halk Edebiyatının tesirleri en yüksek noktadadır, bundan dolayı artık "tesir" değil, "temsil" den bahsetmemiz daha doğrudur.
Kısaca söyleyecek olursak Rıza Tevfik'in açtığı çığır, geleneği devam ettirme çığırıdır. Bu yüzden Yahya Kemal, Rıza Tevfik 'in şiirlerini yeni bulmaz :[3]
"Hece vezninden nefret edenler yalnız bir istisna gözetirler : Feylesof Rızâ'nın koşmaları! Acaba neden? Bu koşma'ların şiiri bu zamanın yegâne hâlis şiiridir de ondan mı? Hayır, Rızâ Tevfik'in des¬tanları, koşmaları, nefesleri ve türküleriyle eski, pek eski bir aşinalığımız vardır, onların ilhamını, edasını, şivesini, mazmun-larını, rediflerini, kafiyelerini asırlardan beri zâikamızla hatırlarız, yeni değildirler; yeni olsalardı, otuz sene evvel Tevfik Fikret'in şiirinden nasıl birdenbire lezzet almadıksa onlardan da lezzet almaz¬dık. Hece vezninde sırf yeni zevk ve yeni tahassüsle ne kadar güzel şiir¬ler gördüm ki feylesofun koşmaları gibi sevilmediler : Faruk Nafiz'in bir "Kır Türküsü" bütün bir hıçkırıktı, Ali Mümtaz'm "Pınar" ı adetâ bir akar su mûsikîsiydi, Hâlid Fahri 'nin "Bursa 'da Akşam" ı kadar nefis bir melal şiir Edebiyât-ı Cedîde mecmualarında güç bulunur, Orhan Seyfi'nin "Bir Çiftlik Manzarası"ndaki kıtalar yeni sanatın fevkalâde güzel numuneleriydi. Vâlâ Nureddin'in "Tarlalar"ı safvetin bir timsâliydi, İdris Sabîh'in çiçekler için, Emin Receb 'in kırlar için Necmeddin Halil'in harb hâtıraları, Ahmet Hamdi'nin "İsfahan" için birer manzumesini hatırlıyorum ki nadir söylenebilir şiirlerdendir, Halide Nusret'in "Git Bahâr"ını senelerden beri yeni bir lezzetle tekrar okurum, bütün bu manzumeler alkışsız geçtiler; hece vezninden olduk¬ları için mi ? Rızâ Tevfik'in koşmaları da aynı vezindedir. Hayır ondan değil, çünkü bu saydığım manzumeler yeni tahassüsde ve yeni zevktey¬diler."
Yahya Kemal bir başka makalesinde Rıza Tevfik'in şiirlerinin he¬ce şiirler arasındaki mevkiini Muallim Naci'nin şiirlerinin aruzla ya-zılmış şiirler arasındaki mevkiiyle mukayese eder ve şu hükme varır4:
"Yirmi sene evvel; Edebiyât-ı Cedide şâirleri, alafranga bile olsa, yeni tahassüsü yeni şekillerle ifâde ediyorlardı; onların aruzlu şiirde aştıkları merhaleyi Rızâ Tevfik ve onun gibi semai kahvesinin lehçesiyle koşmalar ve hıdrellez şîvesiyle mâniler söyleyen gençler heceli şiirde aşamadılar. Pek doğru olarak denilebilir ki otuz sene evvel Mual¬lim Nâcî ve peyrevleri aruzlu şiirde ne vaziyettelerse bugün Rızâ Tevfik ve peyrevleri o vaziyettedirler. Bu şâirler manzumelerini eski kalıplarda ve zincirleme kafiyelerle döküyorlar."
Rıza Tevfik sadece şiirleriyle değil, araştırmaları, derlemeleri, ma¬kaleleri ve polemikleriyle aydınların dikkatini Halk Edebiyatı üzerine çekmesiyle de Millî edebiyat cereyanına kuvvetli bir zemin hazırlamış, Halk Edebiyatının tesirlerinin devamlı olmasına yardımcı olmuştur.
Şekil
Rıza Tevfik, koşmalarında, divanlarında, nefeslerinde gelenekte olduğu gibi 6+5 duraklı 1l'li hece veznini kullanmıştır. 7'li ve 8'li vezni birkaç şiirinde görmekteyiz. Mehmed Emin'in tesirinde yazdığı bazı şiirlerde 4+4+4+3 duraklı 15 'li hece veznini kullanmıştır.
Yazdığı koşma, divan ve nefesler şekil yönünden klasik koşma şekline tamamen uygundur. Şair pek çok şiirinde son dörtlüklerde mahlas kullanma geleneğine dahi uymuştur.
Şairin eserlerini, koşma, divan, nefes olarak ayırması sağlam bir ölçüye göre yapılmamıştır. Bunların içinde sadece "nefesler" ilhamını ve konularını tasavvufî halk şiirinden aldıklarından, Bektaşi ge-leneğine bağlı, zarif, laubali, müstehzi şiirler olduklarından diğerlerinden kolaylıkla ayrılırlar ve "nefes" başlığı altında toplanabi-lirler. [4] "Divan" adı altında toplanan şiirlerin halk şiirindeki "Divan" şekliyle hiç bir ilgisi yoktur, klâsik koşma tarzında yazılmış şiirlerdir. "Koşma" adı verilenlerle "Divan" adı altında toplananlar arasında görebildiğimiz tek fark, koşmaların üç dörtlükten, divanların dört ya¬hut dörtten fazla dörtlükten meydana gelmiş olmalarıdır. [5]
Dil
Rıza Tevfik’in şiirlerinde Servet-i Fünûn üslubundan Tekke şairle¬rinin ifade tarzına kadar uzanan değişik ifade özellikleri görülür. Şekil ve muhteva olarak Tekke şiirine bağlı olan "Nefesler"de dil de tabiî olarak aynı kaynağa bağlıdır. Koşma ve nefes¬lerin dili, devrin edebî dili ile saz şairlerinin dili arasında gider gelir.
Tekke şiirine bağlı ifadelerine örnek olarak "Kalenderî"sinin şu dörtlüğünü gösterebiliriz :
Harâbat ehliyiz; bu bir âlemdir,
Şevk ile onda dem sürenlerdeniz.
Hesap sorma bizden, biz hayli demdir.
Defter-i a'mâli dürenlerdeniz. [6]
Saz şairlerinin ifade özelliklerini yansıtan şiirlerine örnek olarak "Serzeniş" şiirini gösterebiliriz :
Yürü hey bî-vefa hercayi güzel!
Gönlüm o sevdadan vazgeldi geçti,
Soldu açılmadan gonca-i emel
Sonbahara erdik, yaz geldi geçti!” [7]
Devrin edebî diliyle ve konuşma dilinin hususiyetleriyle yazdığı şiirlere örnek olarak "Gel ! Daha Yakın Gel !" şiirini gösterebiliriz :
Bu gece gene bir garip hüznüm var,
Sohbetinle yaşat hâtırâtımı;
Gamla bunalmasın! Birkaç günüm var,
Şenlendir şu bezgin hissiyâtımı. [8]
Rıza Tevfik'in şiir dilini diğer hece şairlerinden ayıran önemli bir nitelik, şairin zaman zaman konuya bağlı olarak eski kelimelere şiirlerinde yer vermesidir. Yunus Emre'nin kabrini ziyareti münasebetiyle yazdığı “Yunus Emre'ye Armağan" şiirindeki dil bunun güzel bir örneğidir :
"Yüce dağlar ardından
Deniz aşıru geldim
Evliyalar yurdundan
Selâm tapşuru geldim." [9]
Rıza Tevfik, Türk halk şiirinin cümle yapısını en iyi yoklayan şairlerimizden birisidir. Türk halk şiirinin “mısralaştırma” (versifikasyon) tarzını şiirlerinde başarıyla kullanmıştır. Halk şiirinde bir cümle bütün bir dörtlüğe yerleştirilirken genellikle, dörtlüğün ilk üç mısraına cümlenin birbirine paralel olan ve gramatikal yönden aynı görevi yüklenen unsurları yerleştirilir; dörtlüğün son mısralarında da cümle tamamlanır. Bunu şematik olarak şöyle gösterebiliriz :
Dörtlük
Cümle Cümlenin paralel üç unsuru
cümlenin temel unsuru
Buna Pir Sultan Abdal 'dan bir örnek verelim: [10]
Karataşı konukluğa konduran
Rahmetile şu alemi dolduran
On iki kurbanı bir kazana dolduran
Uyan dağlar uyan Ali geliyor
Karacaoğlan'ın aşağıdaki dörtlüğü de aynı kuruluştadır : [11]
Şahin gibi yükseğinde uçarken
Ab-ı Kevser ırmağından geçerken
Keklik gibi engininden içerken
Susuz pınarlardan kandırdı beni
Bu kuruluşu Rıza Tevfik'in "Eneiyyet-i Aşk" şiirinde aynen bulu¬yoruz :
Müjgân-ı şûhuna yaşlar sinerken,
Sonra damla damla taşıp inerken,
Göğsünde şahkalar coşup dinerken,
Titrek dudakların cidden güzeldi. [12]
Rıza Tevfik'in şiir cümleleri, Türk Halk şiirinin mısralaştırma kurallarıyla (versifikasyon) geniş bir benzerlik içindedir ve onların taklidinden doğmuştur.
İmajlar
Rıza Tevfik 'in halk şiirine en fazla yaklaştığı şiirleri, "Nefes" leridir. Bu şiirlerinde hayaller halk şiirinden alınmıştır, şahsî imajlar ikinci planda kalmaktadır. "Gel Derviş" şiirindeki :
Gir gönül şehrine, dolaş bir kerre
mısraında gördüğümüz imaj gibi Yunus Divanı'nda yahut mutasavvıf halk şairlerinin eserlerinde daima rastlayabileceğimiz cinsten imajla¬ra şiirlerinde bol bol yer vermiştir.
Bunun yanında "koşma" nazım şekliyle yazıldığı halde oldukça şahsî, yeni, kompleks imajlara yer verdiği şiirleri de vardır. "Udun Te'siri" şiirinde gördüğümüz şu hayaller bunun güzel bir örneğidir :
Söyle ey gençliğin tâc-ı gururu,
Nedendir ruhumun gizli sürûru ?
Kumral saçlarının hande-i nûru
Mehtâb-ı hüsnünde hâle mi nedir ?
Şair, şiir geneleğimizde oldukça sık kullanılan bir teşbihten, sevgi¬liyi, "mehtab"a benzetmeden yola çıkmış, sonra sevgilinin saçlarının "hande-i nûr"u gibi soyut, “impressionist” bir imaj elde etmiş, Batı res¬minden gelen bir imajla aya benzeyen sevgilinin saçları üzerine ışıktan bir hale yerleştirmiştir. Rıza Tevfik'in kullandığı dil gibi, kullandığı imajlar da, büyük bir çeşitlilik gösterir.
[1] Abdullah Uçman, Rıza Tevfik, Ankara, 1986, s.7. 2- Uçman, s. 15.
[2] Uçman, s.15.
[3] Yahya Kemal, Edebiyata Dair, İstanbul, 1984, s. 112. 4- Yahya Kemal, Edebiyata Dair, s. 131.
[4] Ahmet Tal 'at, Halk Şiirlerinin Şekil ve Nev 'i, İstanbul, 1928, s. 112.
[5] AhmetTal'at, s. 79.
[6] Uçman, s. 87.
[7] Uçman, s. 29.
[8] Uçman, s. 28.
[9] Uçman, s. 102.
[10] Cahit ÖZ telli, Pir Sultan Abdal, istanbul, 1971. s. 114.
[11] Sadeddin Nüzhet, Karacaoglan, s. 77.
[12] Uçman. s. 27.