ERCÜMENT YAHNİCİNİN 32.NCİ ŞEHADET YILDÖNÜMÜ
01 Ocak 1970
27 Aralık 1979 Ercüment Yahnici’nin şehadetinin tarihi. Dolayısiyle 27 Aralık 2011 da Ercüment kardeşimizin aramızdan ayrılışının 32.yılı idrak olunacak. 32 sene oğluna kavuşmak duaları ve hasretiyle yaşayan Halide Yahnici Hanımefendiyi Kasım ayında Hakka uğurladık.
Vefatı günü, ertesi günü, toprağa verildiği gün, sonraki günler, yedisinde evde ayetler okundu, taziye vardı. Halide Hanım’ın oğlu gelini ve torunları tarafından da bilinmeyen bir özelliği bu taziye günleri sırasında ortaya çıktı. Evdeki çekmecelerden, komidinlerden, dolaplardan birçok not defteri, pek çok yazılı kağıt çıkmaktaydı. Halide Hanımefendinin tuttuğu notlar, yazıları ve şiirleri… Belki bunlar an gelir toplanır, yayınlanır, umarız.
Bu arada bir Dergi ve bu Dergide Merhume ile yapılmış bir röportaj da elimize geçti. Derginin adı AYZIT idi. 2.Yıl, 6.Sayı Şubat 2002 tarihli nüshası. Sahibinin Atilla KAYA, Yazı İşleri Müdürünün Alişan SATILMIŞ olduğu AYZIT da Melike Sabancı’nın Halide Hanım ve gelini Yasemin YAHNİCİ ile yapılmış bir röportaj yer almaktaydı. Röportaj yanında yine Halide hanımın yazdığı iki adet şiir yer almaktaydı.
Halide Hanımın 40 ının, 52 sinin de yer alacağı Aralık ayı aynı zamanda şehidimizin de şehadetinin yıldönümünü de içinde barındıracak… O zaman 2002 tarihli bu röportaj metnini ve şiirleri bu sıralarda yayınlamak ve hem Ercüment şehidimizi, hem de henüz kaybettiğimiz Halide Hanımefendiyi rahmetle anmamıza vesile olacaktır.(Biz bu metni yayına hazırlamakta iken Şevket Yahnici dostumuzun teyzeleri Nurdan KAYABEKMAN’da Hak’ka yürümüştür. Onu da rahmetle anıyor ülküdaşımıza Allah’tan sabırlar diliyoruz.)
İşte o röportaj …
İşte o şiirler…
AYZIT: O Kargaşalı günleri biz değil ama siz yoğun bir şekilde yaşadınız. O günler hakkında birinci ağız olarak bizlere neler söyleyebilirsiniz,
YASEMİN YAHNİCİ: Çok sıkıntılı günlerdi. Babam ihtilal yapmıştı. Daha sonra sürgüne gönderildik. Döndüğümüzde insanlar hem maddi ve hem de manevi olarak çökmüş durumdaydı. Babam ve rahmetli Başbuğ parti kurmak için gece gündüz uğraşıyorlardı. Kurulan partinin ilkeleri insanın -özellikle Türk insanının- fıtratına uygun olduğu için akın akın katılımlar başlamıştı. Katılanların çoğunluğunu gençler oluşturuyordu. Bu olayların olduğu sıralarda ben daha orta okula gidiyordum. Babam elime bildiri verir dağıttırırdı. “Tek kızın var onu tehlikeye atma” diyenlere; “Ben kendi kızıma yaptıramadığım şeyleri başkalarına hiç yaptıramam” derdi. Sıkı bir eğitim vardı. Okulla parti arasında koşuştururduk. Sürekli seminerler verilirdi.
Seminerlerin konusu, “Adab-ı muaşeret” ten “Ülkücü Kimdir?” e kadar her şeyi kapsardı. Seminerlerin sonunda sınava tabi tutulurduk Bu kutsal hareketin hızla yayılması sindirilemedi ve olaylar başladı. İki günde bir onlardan birileri öldürülürdü. Üniversitedeki tüm profesörler yürüyüşe geçerdi. Arkadaşlardan bir ikisini göz altına alırlardı , ne serbest bırakırlar ne de yargılarlardı. Önümüze barikatlar kurar bizleri derslere hatta sınavlara dahi sokmazlardı. Daha sonra katillerin onlardan olduğu anlaşılır arkadaşları serbest bırakırlardı,
Bizim arkadaşlıklarımız da farklıydı. Hangimizin aşı, parası var, paylaşırdık. Aramızda kız ya da erkek diye ayrım olmazdı gece yarılarına kadar beraber oturur çözüm yolları bulmaya çalışırdık. Ama ertesi gün ayrıldıktan sonra arkadaşlarımızın bazılarının vurulduğunu, bazılarının tutuklandığını öğrenirdik. Şevketle evlendik ; aynı kaldırımda yürüyemiyorduk. Çocuğumla ben bir kaldırımdan yürürdük; Şevket diğer kaldırımdan gelirdi.
Herşeyi rağmen Ercüment ve arkadaşları canlarını severek verdiler. Kimse kavgaya gitmemişti hep pusuya düşürüldük, arkamızdan vurulduk. Tek isteğimiz “Müreffeh bir Türkiye” idi, “Ezan susmasın Bayrak düşmesin” idi,
HALİDE YAHNİCİ: Evimiz Başkente yakındı ( Rahmetlinin Başkent dediği Başkent İktisadi ve Ticari İlimler Yüksek Okulu idi Cebeci Stadının hemen yanında yer alırdı), Üniversite ile arasında üç sokak vardı. Kaçan arkadaşları bize sığınırdı. Çok ıstırap çektik. O gelinceye kadar babasıyla beklerdik. Bir şeyler olacak diye çoraplarımla elbiselerimle yatardım. O gelmeden uyumazdım, uyuyamazdım. Mehmet diye bir arkadaşı vardı. Öldürdüler. Çocuklara yapmadıkları eziyet kalmadı. Bir kız vardı, Menekşe. Kızcağız dar etekle koşamamış da , eteğini çıkarıp çorapla kaçmış. Evimiz devamlı kurşunlanırdı. Hatta birkeresinde polisler evin karşısına karpuz sergisi açmışlardı.
Oğlumun her görüşten arkadaşları vardı. Birgün solcu arkadaşları Cebeciye gidelim demiş. O zamanlar orası komünist kaynıyor. Bir ülkücünün oralarda gezmek ne haddine (!) Ama “Bizim yanımızda bir şey olmaz” demişler , demişler de aralarında Ercüment’i görünce hep beraber güzel bir sopa yemişler. Ercüment’in yanında yüklü bir miktar emanet para varmış, onu da almışlar. Oğlum arkadaşlarına sadece “Neyse siz de komünist dayağı yediniz ya!” demiş.
…
Her sabah kapıyı örter giderdi. O sabah -neden bilmiyorum- kapıyı örtmemişti, Aradan birkaç dakika geçti geçmedi sesler geldi, içime ateş düştü. Üçüncü kattan nasıl indiğimi bilmiyorum. Atladım mı uçtum mu farkında değilim. Kendimi arabanın başında buldum . Evladımı pusuya düşürmüşler.
O günden sonra herşey bana acı verdi. Onun oturduğu yerler, köşeler, hatta güzel hatıralar bile. Odamı gördün. Hertarafta onun hatırası var . Başka hiçbir yerde kalamıyorum, uyuyamıyorum. Başka bir yerde kaldığım zaman onun hatıraları öksüz kalacakmış gibi geliyor. Hayat acıya dönüştü. Eğer bugün ayaktaysam oğlumun, gelinimin ve torunlarımın sayesindedir.
AYZIT; Ercüment beyin vefatından sonra gerek arkadaşları gerekse diğer insanlar tarafından ilgi alâka gördünüz mü? Vefasızlıktan şikâyet ettiğiniz oldu mu?
HALİDE YAHNİCİ: Allah razı olsun. Siz ve sizin gibiler yalnız bırakmıyor. Arkadaşları da arkadaşlıkları da çok sıkıymış. Kaçtanesi doğan çocuklarına adını koydular.
YASEMİN YAHNİCİ: İlgisizlikten ziyade mutsuzluk. Diğer şehit ailelerinde de aynı şeyin olduğunu zannediyorum. İnsanlar tüm umutlarını evlerinin direği olarak nitelendirdiği çocuklarına bağlıyorlar ve onları kaybedince kabul edersiniz ki yerlerini doldurmak kolay olmuyor. Yine de hüznümüzün yanında sevinç de yaşamıyor değiliz. Hiç tahmin edemeyeceğiniz yerlerde hastahanede devlet dairelerinde ya da tatil merkezlerinde soyadımızı öğrenince hemen Ercüment’le akrabalığımız olup olmadığını, tanıyıp tanımadığımı soruyorlar.
AYZIT; Ercüment Beyin nasıl bir insan olduğu hakkında bize bilgi verebilir misiniz?
HALİDE YAHNİCİ: Kimseleri incitmek istemezdi. Arkadaşlarıyla arası hep iyi olurdu. Bizim ülkücü olmayan akrabalarımız da vardı. Onları da ziyaret ederdi. Gönüllerini alırdı .Tam bir ülkücüydü. Çeliğe sarılmış ipek gibiydi. Okurdu, Çalışırdı. Hiç yorulmazdı.
YASEMİN YAHNİCİ: Beni çok severdi, çok iyi anlaşırdık. Bana “İyi ki kız kardeşim yok sen varsın” derdi. Hamileyken Sağlık Bakanlığında çalışıyordum. Arabayla gelir beni alırdı. Tabi araba kurşunlanır. O benim başımı eğdirirdi. Herşeyden önce çok iyi bir amcaydı. Oğlum Dündar’ı çok severdi. Biz ona toplu olduğu için takılırdık. O da Dündar’ı – O Zaman Dündar 11 aylıktı- kendisinin hep gittiği, Abdurrahman Tatlıcı’ya götüreceğini, şişmanlatacağını söylerdi. “Ben bunu şımartıcam” derdi. Bir keresinde evde muz kalmadığı için gecenin 12 sinde manav açtırmıştı. Daha o zamanlar
Dündar’ı alır partiye götürürdü. Hatırlaması çok güç ama Dündar, amcasının onu havaya atıp tuttuğunu hatırladığını söyler. Yanıma sık sık gelip giderdi. Kavaklıdere’de oturduğumuzdan oralar onun için çok tehlikeliydi. Ufacık şeylerden memnun olurdu.
Bizden küçüktü ama ona Ercüment Baba derdik. Gözlerine baktıkça huzur bulurdum.
AYZIT: ”Yahnici” ailesini tanıyoruz. Ülkücülük aileye nereden geliyor.
HALİDE YAHNİCİ: O zamanlar tam olarak bilinmediği için ailemizde ülkücü yoktu. Ama bizler vatanını seven insanlarız. Mesela dedemiz Çanakkale şehitlerindendir. Çocuklarımızı ninni yerine destanlarla büyütürüz. Ercüment daha ilkokuldayken Ulus”ta bağıra bağıra “Altaylardan selâm sana” diye marş söyleyen bir çocuktu. Büyüyünce de abisinin ardından ülkücü harekete benim de teşvikimle girdi.
YASEMİN YAHNİCİ: Şevket, hocası Necdet Sançar’ın teşvikiyle ocaklara gitmeye başlıyor, ardından Ercüment daha 9 yaşındayken abisinin peşinden ocaklara girip çıkmaya başlıyor. Hani dediğimiz gibi “bu tadı almaya başlayan bir daha bırakmıyor”.
Devlet Beyin öğrencisiydi. Çok güzel bir grupları vardı ve birbirlerini çok severlerdi. Onu kendisine her zaman örnek almıştı. Belki de bu yüzden çok kibardı.
AYZIT : Sizce Ercüment bey halen yaşıyor olsaydı neler yapardı?
YASEMİN YAHNİCİ: Yine ülkesi ve ülküsü için çalışacağından eminim. Hele partimizin iktidarda olduğunu bilse muhakkak ki önceden olduğu gibi o heybetli cüssesiyle partinin kapısından ayrılmazdı. Liderlik vasıflarını taşıdığı için yine etrafına insanları toplar gece gündüz durmadan Türkiye için çalışırdı. Etrafındaki insanları her kesimden seçer ama hepsiyle de çok iyi anlaşırdı. Herkesi ikna edecek bir yol bulur, hiç kimseyi üzmezdi. Hata yaptırmazdı ,yapılan hataların da üzerinde durmaz eksikleri kendisi tamamlardı.
HALİDE YAHNİCİ: 4 yaşında kapıya gelen dilenciye bile iyi davranıp kendisinden ayrı tutmayan “anne fukarama yumuşak ekmek,yumuşak yemek ver, dolma ver” diyen bir çocuk ülkesi ve insanları için neler yapmazdı. Zaten evladıma yapacaklarını bildikleri için kıydılar.
AYZIT: Bizler genç olmamıza ve ümidin ülkümüzdeki yerini bilmemize rağmen zaman zaman ümitsizliğe düştüğümüz oluyor. Sizlerin de bizlerle aynı duyguları taşıdığınız anlar oldu mu?
YASEMİN YAHNİCİ: Kesinlikle hayır. Biz sizlerden çok daha kötü günler gördük. İhtilalden sonra sürüldüğümüzde çok küçüktüm. Evden ne zaman ayrılsak geldiğimizde evin alt üst edilip arandığını görürdük. Mektuplarımız çizilir iade edilirdi. İyi insan konumundan bir gün sonra kötü insan konumuna düştük. Her şekilde hayat standartlarımız düştü. Hatta bir keresinde bizim ev yerine yanlışlıkla hakim bir komşumuz vardı onların evine bombalı pankart asılmıştı da adam korkudan evini taşımıştı. Kendimizden çok memleketimizin en az 20 sene geriye gitmesine üzüldük. Her gün ülküdaşlarımızdan birkaç tanesinin pusuya düşürüldüğünü ya da işkencelere maruz kaldığını öğrenmek hiç de kolay değildi. Ama biz asla ümitsizliği düşmedik. Belki de “Kızıl Elma”ya inancımızdandır.
AYZIT: Ercüment Beyle ilgili unutamadığınız bir anınız var mı ?
HALİDE YAHNİCİ; Vefatından bir sene sonraydı. Genç bir çift gelip babasına bir miktar para veriyorlar. Babası “Bu ne?” diye sorunca “Bizim alyansımızı Ercüment Baba almıştı. Biz de şimdi bu parayı size iade etmek istedik” diyorlar. Babası da “Bu oğlumun size hediyesiymiş öyle kalsın” diyor. Zaten çok çalışırdı. Ama bir çoğu arkadaşları içindi. Bu falanın yurt parası bu filanın yol parası diye hesap yapardı. Bir keresinde de Dündar l yaş 3 aylıktı; kafasını şöminenin kenarına çarpmıştı. Ben de ayağıma alıp uyuttum. Uyandığında “Babaanne amcam gelip öptü benim ufum iyi oldu” dedi.
Yahnici ailesine teşekkürlerimizle.
Melike SABANCI
ŞEHİT OĞLUMA
Aslım toprak neslim toprak
Sonum olacak gene toprak
Toprak bağrını açta bak
Toprak şehidime iyi bak
Toprak yiğidime iyi bak
Haktan gelince emir
Toprak sana verdiğim
Bir cevherdir bir cevher
Sende gömülü olan;
Toprak sana ne denir
Toprak şehidime iyi bak
Toprak yiğidime iyi bak
ERCÜMENT
Suyum ekmeğim aşım
Kollarımda duruyor
Kıvırcık saçlı başın
Yumuşacık sesinle ananı çağırışın
Ta üç sokak öteden
Soluğunu alırdım
Allah’a şükreyleyip
Secdeye kapanırdım
Şehitlik galip geldi
Ananın duasından
Al bayrak cazip geldi
Damatlığın hasından.
Bu şiirler şehit ülküdaşımız Ercüment YAHNİCİ'nin annesi Halide YAHNİCİ'ye aittir...