MEHMET AKİF ERSOY'UN MEYHANE VE MAHALLE KAHVESİ ŞİİRLERİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
Dr. Bedri AYDOĞAN 01 Ocak 1970
Şiirlerini dört gruba ayırabileceğimiz Mehmet Akif in ilk ve son
grupta yer alan şiirleri bireysel, diğerleri ise sosyal ve toplumsal
içeriktedir(l). Onun sayıca fazla olan şiirleri de sosyal ve toplumsal
konuları işleyen şiirleridir. Sanat hayatına yeni başlayan bir şairin bireysel
konulu şiirler yazması şiirin doğası gereği normal kabul edilmelidir.
Toplumculuğu, halkçılığı şiirinin önemli bir özelliği olarak kabul
ettirdikten sonra yaşamının son yıllarında Akif in yeniden bireysel bir öze
yönelmesi daha şaşırtıcı olmuştur. Akif, Gece, Secde ve Hicran adlı
mistik ve lirik şiirleri üzerine şaşıran ve "Hayret, siz vadiyi
değiştirmişsiniz?" diye soran bir dostuna "Benim asıl vadim bu idi. Ben
şiirlerimi cemiyete faydalı olsun diye yazdım."(2) cevabını verir. Bu
cevap Mehmet Akif in topluma yöneliş nedenlerinden sadece birini
gösterir.
Halk acı çekerken, toplum rezil ve sefil olup yerde sürüklenirken
hassas bir kalp taşıyan Akif in kendinden bahsetmesi olanaksızdı, Bu
nedenle,
" Hânümanlar çöküyor, zelzele yalnız bana mı?
Ortalık can çekişirken açamam ben yaramı " (3) diyerek kendi
dertlerinden söz etmeyi insafsızlık olarak görmüştür. " Bir değil yüz
bin bahar indirse hattâ asuman;
Hiç kımıldanmaz benim ruhumda kök salmış hazan!
Dem çeker bülbül...Benim beynimde baykuşlar öter!
Sonra, karşımdan geçer, bir bir, yıkılmış ianeler! "(4)
Bu dizelerinde sözünü ettiği "yıkılmış ianeler" ise onun şiirinde çok
önemli bir yere sahiptir. Çünkü yuvaların yıkılıp ailenin dağılması
toplumun zarar görmesine neden olacaktır. Topluma baktığı her an bu
duyguları yaşayan, kötü gidişi gören Akif, sanatı, şiiri bir mesaj olarak
görür ve o yolda kullanmaya çalışır. Edebiyattan beklediği de aynı şeydir.
Nasıl bir edebiyata ihtiyaç duyulduğunu şöyle ifade eder:
"Biz bugün hey'et-i içtimâiyemizin gözünü açacak, hissiyatını yük-
seltecek, hamiyyetini galeyana getirecek, ahlâkını tehzîb edecek, hülâsa
bize her ma'nâsıyla ders-i edeb verecek bir edebiyata muhtacız..." (5)
Bu satırlar sadece bir ihtiyacı belirtmekle kalmıyor, aynı zamanda
Mehmet Akif in yapmayı planladığı, uygulamaya çalıştığı şeyleri ortaya
koyuyor. Yine bu satırlar edebiyata yarar ilkesi açısından yaklaştığını da
gösteriyor. Bu yarar hem birey hem de toplum açısındandır. Akif e göre
duygulu, hamiyetli, iyi ahlaklı bireyler yüce ve yüksek bir toplum
oluşturacaklardır. Böyle bir toplumun oluşabilmesi yolunda şaire düşen
mesajını şiirle vermektir. Bu düşünce içinde olan Akif, mesaj verilirken
toplumun aksayan yönlerinin, hiçbir şeyi gizlemeden açık ve çıplak
olarak ortaya konulmasından yana bir tutum içindedir. Bütün çirkinlik ve
kötülükler gösterildiği takdirde insanların bundan bir ibret dersi
çıkarmaları mümkün olabilir. Bunu başlıca amaç edindiğini "Nazmımla
bugün yürümek istediğim gaye, rezail-i içtimaiyemizi ortaya koyup, halkı
bunlardan tenfıre çalışmaktır."(6) diyerek açıkça ortaya koyar.
Mehmet Akif in şiirlerinde dört sosyal kurumun ön plana çıkarıldığı
dikkati çeker: Okul, cami, meyhane ve kahve. Okul ve cami eğitim
kurumlarıdır. Bunlardan birincisinde örgün, ikincisinde ağırlıklı olarak
yaygın eğitim verilmektedir. Akif her iki kuruma toplumun şiddetle
ihtiyacı olduğuna inanmaktadır. Bu inanç nedeniyle okul ve camiden
şiirlerinde çok sık söz eder. Bir başka deyişle bunlar kimi zaman onun
amacı, kimi zaman da en önemli malzemesi, aracı olarak şiirlerinde yer
alır. Bu iki kurum sayesinde toplum gelişecek, yücelecek, ülke
yükselecek, refaha kavuşacaktır.
Akif iyi, doğru, güzel ve olumlunun simgesi olarak gördüğü okul ve
cami yanında iki kurumdan daha söz eder. Bunlar meyhane ve kahvedir.
Kahve denince de aklına mahalle kahveleri gelmektedir. Bunlar tüm
kötülüklerine ve zararlarına rağmen toplumun kurduğu, yaşattığı kurum-
lardır.
Akif diğer İki kurumun ne kadar yanmdaysa, bunların da o kadar
Itarşısındadır. Bireye ve topluma karşı en büyük düşman bildiği bu
i> kurumlardan nefret eder ve toplumda da onlara karşı nefret duygusu
"^uyandırmağa çalışır.
Bu yazının amacı Akifin düşman bellediği bu olumsuz kurumlara
bakışı ve onlar karşısındaki tavrıdır. Şiirlerden önce Meyhane ele
alınacak, Mahalle Kahvesi değerlendirilirken yeri geldikçe Meyhane İle
karşılaştırmalar da yapılacaktır. Daha sonra İki şiirin genel
karşılaştırılması yapılarak sonuca ulaşılacaktır. Bu iki şiir biçim
yönünden de benzerlikler gösterdiği için değerlendirmemiz yalnızca
içerik açısından değil, aynı zamanda biçim açısından da olacaktır.
Meyhane:
Meyhane, Mehmet Akifin manzum hikaye biçiminde yazdığı
şiirlerindendir. Manzum hikayeler Mehmet Akifin estetik kaygıyı ihmal
etmediği, buna bağlı olarak da biçim yönünden kimi arayışlara gittiği
şiirleridir. 130 dizelik bu şiirde aruzun iki ayrı kalıbını kullanmıştır.
Baştaki 22 dize iki l l'lik biçiminde düzenlenmiştir. 11'ilklerde her dize
birbiriyle kafiyelidir, l l'li iki bentten sonra gelen dizeler mesnevi tipinde
kafiyelenmiştir. Bu, Mehmet Akifin sevdiği ve çok kullandığı bir
kafıyeleniş biçimidir. Genelde şiirleri hacimli diyebileceğimiz özellikte
olduğu için bu kafıyeleniş biçimi bir kolaylık da getirmektedir(V).
Meyhane şiiri de 130 dizeyle hacim açısından küçümsenemeyecek
düzeydedir.
Bu şiirde biçim içerik İlişkisi üzerinde dikkatle durulmuştur.
Vezinde iki kalıbın kullanılması yanında kafıyeleniş biçiminin gösterdiği
özellik de bu dikkatin gereği ve sonucudur. Dizelerin kümelenişi için de
aynı şeyi söylemek durumundayız. 11'tiklerde tasvir yapılmıştır. Tasvir,
Mehmet Akifin en çok başvurduğu anlatım Öğelerinden biridir. Yalnız
bu bentlerdeki tasvirler onun genel tasvir özelliklerini taşımazlar. _Akifin
tasvirlerinin değişmez ve genel -özelliği gerçekçi olması, somut yanının
ağır basmasıdır. Bu somutluk çoğu zaman görüntü^uyandırabilecek
ölçüdedir. Bulıentlerdeki tasvirler İse soyut özellikler gösterir. Çünkü bu
tasvirler şairin kafasında meyhane hakkında uyanan düşüncelere ve
oluşan birikime dayalıdır. Bu kısımda tasvirle anlatma içice girmiştir. Bu
tasvirlerde kullandığı dil de yine Akifin genel özelliğinin tersine son
derece ağır ve anlaşılmazdır.
Yine biçim özelliğine bağlı olarak birinci 11 'likte meyhane ikinci
ll'likte oradaki insanın tasviri yapılır. Birinci bendi söylediklerimizi
örneklendirmesi açısından buraya alıyoruz.
"Hurûşan bâd-ı süfliyyet derûnundan, kenarından;
Girîzan rûh-ı ulviyyet harîminden, civarından. Çıkar bin
nâle-i nevnıîd hâk-i ra'şe-dârından, İner bin zulmet-i
makber fezâ-yı şeb-nisârından. Gelir feryâdlar ebkem
duran her seng-i zarından: Yıkılmış hânümanlar sanki
çıkmış da mezarından, Dehân-ı hasret açmış rahnedâr
olmuş cidarından! Çöker bir dûd-ı matem titreyen
kandîl-i târından: Sönüp gitmiş ocaklar yükselir güya
gubârından! Giren bir kerre nadimdir hayât-ı
müsteârından; Çıkan âvâredir artık cihanın kâr ü
bârından. " (s.32)
Bu satırları birazcık açıklayıp, anlaşılır hale getirerek Akif in
meyhaneyi nasıl bir yer olarak gördüğünü anlamakta yarar var. Buna göre
meyhane sadece içinde değil kenarlarında bile aşağılık rüzgarının estiği
bir mekandır. İyilik ve yücelik ruhu ise onun içinden ve çevresinden
kaçışmaktadır. Zemininden ümitsizlik iniltileri çıkmakta, karanlık saçan
havasından mezar karanlığı inmekte, dilsiz olmakla birlikte ağlayan
taşlarından feryatlar gelmektedir. Yıkılan yuvalar, dağılan aileler
mezarlarından çıkmış meyhanenin duvarlarındaki çatlaklarda hasret
ağızları açmış inlemektedirler. Titrek ışığıyla karanlığı dağıtamayan
kandilden ortalığa bir yas isi çökerken toprağından sönen ocaklar
yükselmektedir.
Bu tasvirden sonra bendin son iki dizesinde insan unsuruna geçilir.
Bu herhangi bir insan ya da genel olarak insandır. Kişileşmemiş, ad
kazanmamıştır. Meyhaneye girmiş olan bu insan iğreti, düzensiz
hayatından pişmanlık duyar. Çıkan ise iş güç kaygısından uzak avare biri
haline gelmiştir. Var olan kimlik ve kişiliğini de yitirmiştir.
Birinci bendin son iki dizesinde meyhanedeki insanın maddi hayatı
verilmiştir. Bu dizelerde, sefil, yaratma ve üretmeden uzak, dünya
karşısında kayıtsız yitip giden bir insan tipiyle karşılaşırız. İkinci bentte
bu insan biraz daha ayrıntılı olarak verilir. Bu ayrıntı onun psikolojik
durumu dikkate alınmak suretiyle sağlanmıştır. Bu insan maddi yönden
olduğu kadar manevi yönden de sefildir. Utanma duygusu, yüz suyu artık
içkiler gibi yere dökülmüş, emel ve arzuları kırık kadeh gibi çöpe atılmış,
ayaklar altında dolaşmaktadır. İnsanı insan yapan cevher ve ruh şarap
dalgaları arasında boğulmuştur. Meyhanenin sakisi de müşterisine
benzemekte, o da çirkin yüzünde görünen melunluk ile meyhanenin
olumsuz ortamım tamamlamaktadır. İyice ayyaş olan müşterileri, ne
geçmiş ne de gelecek ilgilendirmektedir. Gençliklerinin en güzel
dönemini ellerinden bırakmadıkları içkiyle zehirleyerek yaşamlarını
tüketmektedirler. Solgun alnına üzüntü ve acılık çökmüş; suskun, |-
taşlaşmış bakışlarında unutkanlık gözlenen bu varlığa insan demenin .
imkanı yoktur. Çünkü onda insanı insan yapan hiçbir özellik, hiçbir
kıymet kalmamıştır. Bu haliyle o tüm insanî değerlerinden soyulmuş,
ruhunu yitirmiş bir bedendir. Ruhu olmadığı gibi kişisel bir tarihi ve
hayatı da yoktur.
Bu bentler içerisinde anlatılan, tasvir edilen meyhane ve insan
değerlendirildiğinde nefret edilecek bir tablo ortaya çıkıyor. Akif in
yapmak istediği de bu zaten. Böylesine olumsuz bir tablo ile halkta bu
kurumlara karşı bir tepki oluşturmak istiyor. Bu tepkinin psikolojik ilk
karşılığı da nefret duygusu uyandırmak oluyor. Akif, böyle kötülükleri
barındıran bir mekanı bu denli kötü, çirkin, sefil, rezil tanıtarak insanların
ondan kaçmasını sağlamak istiyor.
Akif buraya kadar olan kısımda üçüncü bir kişinin ağzından
konuşuyor. Dışardan bir bakış açısıyla meyhaneyi tanıtıyor. Biçim
açısından olduğu kadar dil ve üslup açısından da önemli değişiklik
gösteren şiirin bundan sonraki kısmında,
"Canım sıkıldı dün akşam, sokak sokak gezdim; Sonunda
bir yere saptım ki, önce bilmezdim. " (s.32)
diyerek birinci kişili bir anlatıma geçip, kendini ortaya koyuyor. Arkasın-
dan da,
"Bitince bir sıra ev, sonra bir de vîrâne
Dikildi karşıma han kılıklı bir meyhâne:"(s.32-33)
dizeleriyle okuyucuyu meyhane ile burun buruna getiriyor. Sokaklarda
dolaşmayı seven ve şiirlerinde sokakların tasvirine önemle yer veren
Mehmet Akif, bu şiirinde bir sokak tasviri yapmaz. Sadece üç unsurdan
• söz eder. Bir sıra ev, bir virane yer ve sonrasında gelen han kılıklı bir
yapı. İşte bu yapı meyhanedir. Evlerin bittiği yerde başlayan viraneden
sonra meyhanenin gelmesi Akif in meyhaneyi sokaktan ve toplumdan
uzaklaştırma çabası olarak düşünülebilir. Meyhaneye han kılıklı sıfatını
vermesi de, o yerin bakımsız, harap olduğunu gösterir. Bir viranenin
yanına da ancak harabe yakışır. Meyhanenin dışı böyle olumsuz biçimde
çizildikten sonra içine girilir. Sade ve somut bir tasvirle meyhanenin içi
yansıtılır:
"Basık tavanlı, karanlık, sefil bir dükkan;
İçinde bir masa, yâhud civar tabutluktan
Atılma çok ölü görmüş acıklı bir teneşir!
Yanında hurdası çıkmış bir eski püskü sedir.
Sakat, bacaksız on onbeş hasırlı iskemle,
Kırık dökük şişeler, bir de çinko tepsiyle
Beş on kadeh, iki üç testi... Sonra tezgâhlık
Eden yan üstüne devrilme kirli bir sandık.
Sönük sönük yanıyor rafta isli bir lamba...
Önünde bir küme: Fes, takke, hırka, salta, aba " (s.33)
Meyhanenin içi de dışı kadar sefildir. Sefil sözcüğünü Akif in
kendisi kullanır. Bu tasvirdeki diğer sıfatlar da hep olumsuzdur. Sedir
hurda ve eski püskü, iskemleler sakat ve bacaksız; şişeler kırık dökük,
sandık kirli, lamba islidir. Peki ya havası nasıl? Hava da bu şiirin önemli
unsurlarından biridir. Çünkü Akif ilk bentte bu hava üzerinde durmuştur.
Orada karanlık, zulmet, ışıksızlık, duman ve isten söz etmişti. Hatta aynı
anlama gelen bu sözcükleri tekrarlamış ve anlatmak istediklerini -
pekiştirmişti. Aynı sıfatları somut olarak yaptığı tasvirde yine tekrarlı
olarak kullanır. Orada bir yas isi yayan kandil şimdi yerini lambaya
bırakmıştır. Ortalığı tam aydınlatmayan lamba, isli bir zulmet yaymakta
ve bu izbe mekana bir vahşet havasını ilave etmektedir. Bu vahşet sadece
mekanın yarı karanlık olmasından kaynaklanmamaktadır. Mekana vahşeti
katan öğe, asıl oradaki insandır. Akif
"Kımıldanıp duruyorken, sefil bir sohbet
Bu isli zulmete vermekte büsbütün vahşet:" (s.33)
dizeleriyle bunu açıkça söyledikten sonra, bu sohbetten bir parça yansıtır. "-
Kuzum Dimitri, bu akşam biraz ziyâdece ver... -Ziyâde,
anladık amma ya içtiğin şişeler? -Çizersin..;
-Öyle mi? Lâkin silinmiyor çetele! -
Bakın tavan tebeşirden görünmez oldu...
-Hele!
-Bizim peşin paramız... Almadın mı dün kuruşu? -
Ayol, tükendi mezen... Bari koy biraz turşu. Arattı
kendini ustan... Dinince dinlensin! -Hasan be, sen de
nasıl nazlı nazlı söylersin! Nedir o türkü... Aman
başka yok mu? Hah, şöyle!
-Ömer, ne nazlanıyorsun? Biraz da sen söyle.
Nevazil olmuşum Ahmed, bırak, sesim yok hiç... 1
-Sesin mi yok? Açılır şimdi: Bir imam suyu iç! -
Yarın ne iştesin Osman?
-Ne işteyim...Burada!
-Dimitri çorbacı, doldur! Ne durmuşsun orada? -O
kim gelen?
-Baba Arif.
-Sakallı gel bakalım...
Yanaş.
-Selâmün aleyküm.
-Otur biraz çakalım...
-Dimitri, hey, parasız geldi sanma, işte para!
-Ey anladık a kuzum...
-Sar be yoldaşım cigara... -Aman
bizim Baba Arif susuz muşuz içiyor! -Onun bi dalgası
olmak gerek: Tünel geçiyor. -Moruk, kaçıncı kadeh?
Şimdicek sızarsın ha! -Sızarsa mis gibi yer, yatmamış adam
değil a. " (s.33-34)
Şiirin ilk iki bendinde kişilik ve ad kazanmayan insan burada z
kazanır; Ömer, Hasan, Dimitri olur. Ancak bunların kişilikleri birbirini
aynıdır. Başta belirtildiği gibi işsiz güçsüz, emelsizdirler. Aynı alışkanlıl
la buraya devam edip ömür tüketmektedirler. Utanma, haya duyguların
olmadığını, varsa da kalmadığını konuşmalarından anlıyoruz. Bu konu
malarda büyüğe saygı, küçüğe sevgi ve şefkatin izine rastlanmıyor. Aral
rındaki sohbetin aynı minval üzerinde dönmesi buradaki hayatın ^
gündemin hemen hemen hiç değişmeyeceğine işaret ediyor. İşte Akif
derdi de budur. Yıkılması gereken bu kurum hala ayaktadır ve kendisi y
rinde kalıp aileyi yıkmaktadır.
Şiirin kalan kısmında Akif, sözü bu noktaya getirir. Buraya kad
olan kısımda meyhanenin yıkıcılığı üzerinde durulur. Şiirin temasının t
ucu budur. Asıl önemlisi diğer ucudur ki burada aile vardır. Meyhane l
ailenin yıkılmasına neden olur. Ailenin reisi de bu meyhanen
müdavimleri arasına katılmış gece gündüz içmektedir. Adam sadeı
içmekle kalmayıp aynı zamanda kumar da oynamaktadır. Evini tamamı
unutmuştur. Çaresiz kalan kadın toplumun tüm kurumlarınca ^
değerlerince kendisine yasaklanmış olan bu sefil mekana gelir. Ama
kocasını eve döndürmektir. Kadın oradaki insanlara yuvaların
geçmişini, halini, geleceğini az sözle ama hiçbir şeyi atlamadan anlatır.
Şiiri şiir yapan bu kısımdır. Bu üçüncü bölümle şiir biter. Önceki iki
bölüm aslında birbirinin tekrarıdır. Birinci bölümde de ikinci bölümde de
aslında meyhane ve oradaki insanın tasviri yapılmıştır. Tasvir ise sanatta
ancak bir araç olabilir. Şiiri şiir ve manzum hikaye yapan bu son kısımda
kadın, oradaki insanların kendine yardım edeceğini ummaktadır. Ancak
bu sefil insanlar yardım yerine yangına körükle giderler. Onların
tahrikleriyle bilincini ve ruhunu yitirmiş olan koca karısını boşar.
Akif in bu şiirde dikkati çekmek istediği iki nokta vardır: Biri aile
kutsaldır ve mutlaka korunmalı saygı gösterilmeli, diğeri ailenin
düşmanının meyhane olduğu düşüncesidir.
Mahalle Kahvesi:
Mehmet Akif in aile ve toplum düşmanı olarak gördüğü ikinci
kurum "mahalle kahvesi"dir. Meyhane gibi kahve için de aynı adı taşıyan
bir şiir yazar. Girişte belirttiğimiz gibi Akif, yararlı, iyi kurumlar olarak
gördüğü okul ve camiden birçok şiirinde söz etmesine karşılık onlar
hakkında müstakil bir şiir yazmamıştır. Ama zararlı kurumların her ikisi
için de müstakil birer şiir yazar.
Meyhanenin zararı herkes tarafından daha kolay anlaşılabilir.
Çünkü ortamın getirdiği birtakım olumsuzluklar yanında içilen
maddelerin insan üzerinde yarattığı olumsuzluklar var. İçki doğrudan
doğruya insanın fizyolojisini etkiliyor. Belli bir süreç içinde de değişik
boyutlarda olmak kaydıyla insanın sağlığını bozuyor. Buna karşılık
kahvehanelerin durumu biraz farklı. Toplum bu kurumu meyhaneden
daha kolay kabul edebiliyor. Kahvehanelerin ilk çıkışları göz önüne
getirilirse toplumun onu niçin benimsediği anlaşılabilir. Osmanlı
ülkesinde ilk kahvehaneler camilerin yanında açılmış ve sosyal işlevleri
olan imaret kahveleridir(10).Namaz vakitleri arasındaki boşluğu insanlar
kahvehanelerde doldurmuş, küçük kulübeler biçiminde olan bu yerlerde
çay içip sohbet etmişlerdir. Bunların bir kısmı daha sonra kıraathane
şekline dönüşmüş, buralarda akşamla yatsı arasında hamzaname türünden
kitaplar okunmuştur.
Semai kahvelerinin kuruluşları ise daha sonraları olmuştur.
Bunların sahipleri sanatçı ya da sanatçı ruhlu kişiler olduğundan
buralarda edebiyatın da yeri olmuştur. Bunların sahiplerinin bir kısmı da
yeniçeri ağalarıydı; kahveleri kendi ortalarını temsil etmekte ve
yeniçerilerin toplanmasını sağlamaktaydı. Mehmet Akif in tasvir ettiği
kahve ile semai kahvelerinin benzeyen ve ayrılan yanları vardı(9).
Mahalle kahvelerine mahallenin yaşlıları, itibarlı kişileri de giderdi. Bu
kahvelerde mahallenin sorunları görüşüldüğü gibi kimi işleri de
halledilirdi. Her kahvenin kendine göre bir adabı, usûl ve erkanı vardı.
Daha az sayıda olan kıraathanelerde ise çay içilip, sohbet edilir; gazete,
dergi ve kitap okunurdu. Tanzimattan sonra açılan Beyoğlu
kahvehanelerinin havası ise başkaydı. Burada onlardan söz
etmeyeceğiz(lO). Çünkü o kahveler Osmanlı toplumunun geniş bir
bölümünü temsil etmiyordu.
Bu bilgiler açıkça gösterir ki kahvehaneler Osmanlı'da sosyal ve
toplumsal hayatın önemli kurumlarından biri olmuştur. Yine bu bilgiler
ışığında esrarkeş kahveleri dışındaki (Oralara batakhane demek daha
uygun olur) kahvelere hoşgörü ile bakılması normal görülebilir. Ama
kahvehaneler bu halleriyle kalmadılar ve süratle yozlaştılar. İşte Mehmet
Akif zaman içinde yozlaşan kahvelerin düşmanı oldu. Kahve denildiği
zaman onun aklına insanları uyuşturan, bedenlerini çürüten, ruhlarını sefil
eden bir mekan gelmektedir. Onun gözünde kahve bir batakhanedir.
Osmanlı toplumunda bu tür batakhaneler de mevcuttu(ll). Nitekim
Berlin Hatırlarında arkadaşının "Biraz da kahveye çıksak..." teklifi onu
titrerir. Çünkü kahve denince aklına bizim "mahalle kahveleri"
gelmektedir. Kahveye gidince oranın bizim kahvelerimize hiç
benzemediğini görür. Gördükleri karşısında da hayretler içinde kalır.
Görkemli yapıları, mükemmel dekoru, temizliği, kadın-erkek, çoluk-
çocuk bir arada oturulması, içindeki insanların temiz ve yüksek kültürlü
oluşları ile bu kahvelere hayran olur. Bizim kahvelerimizde her şey
burada gördüklerinin tersidir. Çünkü mahalle kahveleri pislik yuvalarıdır.
İnsanları ise maddeten ve manen sefildirler. Akif e göre bu kurumların
derhal kaldırılmaları gerekmektedir.
Mehmet Akif aslında Meyhane ve Mahalle Kahvesi şiirlerinde
aynı temayı işler. O da bu kurumların toplum için zararlı oluşları ve
özellikle toplumun çekirdeği olarak gördüğü aileyi yıkmalarıdır. İnsan,
saadeti buralarda değil evinde aramalıdır. Bu şiirinde de Meyhane'yc
benzeyen bir yan vardır. Orada meyhane hakkındaki olumsuz
düşüncelerini, tasvir özelliği taşıyan bir üslupla aktarmıştı. Meyhaneyi
tasvir etmiş ve meyhane karşısındaki tavrını ortaya koymuştu. Bunu
üçüncü kişi ağzından yapmıştı. Mahalle Kahvesi'nde de anlatımını
üçüncü kişi ağzından yapar. İlk söyledikleri şunlar olur:
"Dilenci şekline girmiş bu sinsi caniler,
Bu, gündüzün bile yol vermeyen, haramiler,
Adımda bir, dikilir, azminin, gelir, önüne...
Zavallı yolcunun artık kıyar bütün gününe!
Evet, dilenci sanır seyr eden kıyafetini;
Fakat bir onluğa âgûş açan sefaletini,
Görüp de rikkate şayan, biraz sokulsa, hemen,
Vurur şikârını tâ kalbinin samîminden!
"(s. 103)
Görüldüğü gibi şiirin ilk kısmında yine kahve hakındaki
düşünceleri yer alıyor. Burada bazı benzetmeler yapıyor. Kişileştirmeye
de başvurarak kahveyi dilenciye benzetiyor. Sonra cani, harami diyor.
Dilenci ile sefalet, harami ile yol kesme ilişkisini kuruyor. İşi yol
kesmede bırakmıyor cinayete kadar vardırıyor. İnsanı işinden gücünden
alıp, yolundan koyduğu için kıymak fiilini kullanıyor. Frengiden daha
tehlikeli bulduğu, ülke için yüz karası gördüğü hatta ülkeyle sınırlamayıp
tüm Doğu'nun en kanlı yarası olarak nitelediği bu kuruma büyük bir
nefretle bakıyor. Ve daha şiirinin başında,
"Mahalle kahvesi hala niçin kapanmamalı?
Kapansın elverir artık bu perde pek kanlı! "(s. 102) -
dizeleriyle haykırır. Arkasından,
"Hayatımızda gediktir "gedikli" nâmıyle,
Açık durur koca bir kavmin ihtimamiyle! " (s. 103)
demek suretiyle açık bir biçimde toplumdan şikayetçi olur. Tarihinde
övünülecek pek çok kurum oluşturmuş bir toplumun mirasçılarının bu
kurumlara sahip çıkmayışına kızgındır. İyi kurumlara sahip çıkılmayıp,
tam tersine kötü kurumlara sahip çıkıldığı için kızgınlığı daha da
artmakta öfkeye dönüşmektedir.
Mehmet Akif bundan sonraki satırlarında bir kez daha kahveyi katil
olarak niteler. Bu kez o tüm Doğu'nun katilidir. Üzerine ölü toprağı
serpilmiş, zavallı ümmet o çukurda ölmeden gömülmekte ruhunu,
idrakini yitirmektedir. Akif üç beyitle kahvehaneyi ve oradaki havayı
yansıtır.
"Muhit-i levsine dolmuş ki öyle manzaralar
Girince nûr-ı nazar simsiyah olur da çıkar!
Yatar zemîn-i sefilinde en kesîf eşbâh,
Yüzer havâ-yı sakilinde en habîs ervah.
Dehan-ı lâ'nete benzer yarıklarıyla tavan,
Kusar içinde neler varsa hatıratından! " (s. 102-3)
Bu tasvir Meyhane'deki ilk tasvire benziyor. Onun gibi ağır bir dil
kullanılması yanında yine mekanın pisliğinden, sefilliğinden, karanlığın-
dan, havasının ağır ve bunaltıcı oluşundan, duvarların lanet içeren
yarıklarından söz edilir. Meyhane şiirindeki yarıklardan yıkılmış
yuvaların iniltisi gelmekteydi. Burada ise yarıklar bazı hatıralar
kusmaktadır. Akif, bu hatıra kısmında bizi geçmişe götürür ve
ecdadımızın neler yaptığını anlatır. Tarihimizde bir tek "kahvehane"
dışında yapılan her kurum güzel, hayırlı ve olumludur. Ancak bugünkü
nesil hastane, imaret, kanal, köprü, sebil, çeşmeler gibi kurum ve yapıları
yıkmış, viraneye çevirmiş, yok etmiş; onların yerine birer birer
kahvehaneler yapmıştır. İşte bu aymazlık nedeniyle Akif toplumu
karşısında ümitsizliğe düşer. İronik bir tavırla onları iğneleyip
uyandırmaya çalışır. Bu arada meyhane ve mahalle kahvesi yerine aile
hayatını koymak suretiyle bir alternatif sunar. Bu alternatif aynı zamanda
şiirin temasını oluşturur. Meyhane ve mahalle kahvesi toplumun kanayan
yarasıdır. Bu yaranın iyileştirilmesi erkeklerin evlerine bağlanmaları ile
sağlanacaktır. Bu nedenle aile hayatı en büyük saadet olarak gösterilir.
"Hayât-ı aile" isminde bir ma'işet var;
Sa'âdet ancak odur... Dense hangimiz anlar?
Hayât-ı aile dünyâda en safâlı hayât,
Fakat o alemi bizler tanır mıyız heyhat!
Sabahleyin dolaşıp bir kazanca hizmetle;
Evinde akşam olursan kemâl-i izzetle;
Karın, çocukların, annen, baban, kimin varsa,
Dolaşsalar; seni kat kat bu hâleler sarsa;
Sarây-ı cenneti yurdunda görsen olmaz mı?
İçinde his taşıyan kalb için bu zevk az mı?
Karın nedîme-i ruhun; çocukların ruhun;
Anan, baban birer âgûş-i ilticâ-yı masun.
Sıkıldın öyle mi! Lâkin, biraz alışsan eğer,
Feza kadar sana vâsi1 gelir bu dar çember.
Ne var şu kahvede bilmem ki sığmıyorsun eve?
Gelin de bir bakalım...Buyrun işte bir kahve:" (s.103-104)
Aile hayatının önce dar ve sıkıntılı geleceğini, ancak biraz
alışıldığında anne, baba, eş, çocuklar ve başka yakınlardan oluşan
kadrosu ile zenginlik ve genişlik kazanacağını söyleyen Akif, evine
sığamayıp kahveye gidenleri neyin oraya çektiğini anlayamaz. Çünkü ona
göre kahve, mekanı ve insan kadrosuyla imrenilecek değil, iğrenilecek bir
yerdir. İğrenç bulduğu mekanın ayrıntılı bir tasvirini yapar.
Bu tasvir tıpkı Meyhane'nin ikinci bölümündeki gibi açık, sade ve
somut bir tasvirdir. Mahalle Kahvesi'ndeki bu tasvirin Meyhane'
dekinden farkı epeyce geniş tutulmuş olmasıdır.
Meyhane'de 14 dizeyle sınırlı kalan tasvir Mahalle Kahvesi'nde
64 dizeye yükselir. Burada da tıpkı Meyhane'de olduğu gibi önce binanın
önünden söz edilir. Kapının çamuru, üstünde yer alan deliği ve önündeki
pis eşiğinden bahsedildikten sonra içeri geçilir. Zemin de kapı gibi pistir.
Öyleki yerin taş döşemesinin cinsi fark edilmemektedir. Akif bu konuda
emin konuşmaz ve döşemenin malta olduğunu "-malta imiş" ifadesini
kullanarak belirtir. Tavan, duvar, ocak ile mekanın genel görünümü
tamamlanır. Sıra sağda solda görünen eşyalara gelmiştir. Onlar da şu
şekilde tanıtılır:
"Dikilmiş ortaya boynundan üstü az koyu al, Vücûdu
kapkara, leylek bacaklı bir mangal. Şu var ki bilmeyen
insan görürse birden eğer, "Balıkçılın kara saçtan
yapılma heykeli!" der. Kenarda, peykelerin alt başında
bir kirli Tomar sürükleniyor, bir yatak besbelli: Çekilmiş
üstüne yağmurluğumsu bir pırtı, Zavallının, güveden,
lîme lîme hep sırtı. Kurur bu örtünün üstünde yağlı bir
mendil; Ki "bir tependen inersem!" diyen hasır zenbil;
Onun hizasına gelmez mi, bir döner şöyle; Sicimle
kulpuna ilmikli çifte mestiyle! " (s. 104)
Kahve kapısının önünde ve içerdeki görüntüde hakim olan öğe
pislik ve eskiliktir. Hatırlanacağı gibi meyhanenin de dışı harap, içindeki
her şey de pis ve eskiydi. Meyhane şiirinde ana hatlarıyla yapılan tasvir
14 dizede tamamlanmıştı.
Mahalle Kahvesinde ise tasvir duvardaki dolabın içindekilerden
bahsedilerek genişletilmiştir. Bu dolapta sülük kavanozları, kan almak
için kullanılan boynuzlar, kerpeten, usturalar ve havlular bulunmaktadır.
Bu tür dolaplar hemen hemen Türk kahvelerinin hepsinde vardır. Çünkü
bu kahveler aynı zamanda hem bir berber hem de bir dişçi dükkanıdır.
Yerli ve yabancı yazarların Türklerden bahseden eserlerinde kahvelerin
bu özellikte çizildiği dikkati çeker. Şiirde kahveyle ilgili tasvir henüz
tamamlanmamıştır. Sırada duvarlardaki eşyalar vardır.
"Duvarda türlü resimler: Alındı Çamlıbeli,
Kaçırmış Ayvaz'ı ağlar Köroğlu rahmetli!
Arab Üzengi'ye çalmış Şah İsmail gürzü;
Ağaçta bağlı duran kızda işte şimdi gözü.
Bakındı bak Hacı Bektaş'a: Deh demiş duvara!
Resim bitince gelir şüphesiz ki beyte sıra.
Birer birer oku sonra mümkünse, ma'na ver...
Hayır, hülâsası kâfi, yekûnu ömre sürer:
Bedâhaten kusulan herze-pâreler ki düşün,
Epey zaman daha lâzımdı herze olmak için! " (s. 105)
Resimler ve beyitler hemen hemen her semai kahvesinin
duvarlarında rastlanan cinsten ve dönemin kültürünün bir ürünüdür.
Akif in bunları beğenmediği görülüyor. Burası bir kahve olduğuna göre
tabloya elbette oradaki oyun araçlarının tasviriyle devam edilecektir. Bu
kısımda da yine iğrendiren bir pislik ve kirliliğe dikkat çekilir.
"Oturmadan içi yağ bağlamış bodur masanın,
Yayılmış üstüne birçok kağıt ki, oynayanın,
Elinde yağlı meşin zanneder görünce adam.
Ya tavlanın kiri? Kaabil değildir anlatamam.
Harîta-vâri açılmış en orta yerde dama;
Beyaz mı taşları, yâhud siyah mı hiç sorma!
Hutûtu: Gayr-i muayyen hududu memleketin:
Nazarda haylice idman gerek ki farketsin!
Deliklerindeki pislik lebâbeb olsa, yine,
Bakınca bunlara gayet temiz kalır domine.
Delikli çekmece var ha! Demirbaş eşyadan;
Yanında bir de kulaksız tekir... Unutma aman!." (s.106)
Son beyitte ifade edildiği gibi kahvede demirbaş cinsinden
anlatılacak bir eşya kalmamıştır. Canlı dekor sayabileceğimiz tekir ile
tablo tamamlanır. Meyhane'de olduğu gibi şimdi sıra oradaki insanlara
gelmiştir. Mehmet Akif insanları anlatma ya da tasvir yoluna pek fazla
gitmez. Daha çok onları eylemleri içinde bize gösterir. Göstermiş
oldukları tepkiler ve aralarında geçen konuşmalar aracılığıyla onları tanır
ve haklarında bilgi sahibi oluruz. Okuru önce kağıt oynayanların arasına
götürür ve onların oyunla ilgili konuşmalarını verir.
Bunlar, içinde küfür, argo unsurları barındıran sefil ve seviyesiz
sözlerdir. Seyredenler arasından ve başka masalarda oturanlardan söze
karışanlar olur. Konuşmalar ağız dalaşı biçiminde sürdürülür. Bu dalaş
içinde söz sınırlı da olsa çocuğun eğitimine getirilir. Arada dama
oynayanlara da bir göz attıktan sonra medrese ile yeni okulları
karşılaştıran müşterilere kulak verilir. Sosyal ve toplumsal konular
konuşuluyormuş gibi görünse de tüm konuşmaların ortak noktası
seviyesizliktir. Kahveye devam eden insanlar tüm insanî değerleri
yitirmiş, ruhen olduğu kadar maddeten de sefil insanlardır.
"Seyirciler mütefekkir, güzide bir tabaka;
Düşünmelerdeki şiveyse büsbütün başka:
Kiminde el filân asla karışmıyorken işe,
Kiminde durmadan işler benân-ı endîşe!
Al işte: "Beyne burundan gerek, demiş de hulul"
Taharriyât-ı arnikayla muttasıl meşgul!
Mühendis olmalı mutlak şu ak sakallı adam:
Zemîne dâire şeklinde yaydı bir balgam;
Abanmış olduğu yamru yumru değnekle,
Mümâslar çekerek soktu belki yüz şekle " (s. 108)
Mehmet Akif bu sefaleti böyle ironik biçimde aktardıktan sonra
onların iç dünyaları hakkında şu yargıya varır:
"Ayak teriyle cilalanma tahta peykelere, Külâhlı, fesli
dizilmiş yığın yığın çehre: Nasîb-i fikr ü zekâdan birinde
yok gölge; Duyulmamış bu beyinlerde his denen meleke!
" (s. 108)
Akif in belirttiğine göre bu insanların zeka, idrak ve his melekeleri
körlenmiştir. Bu yüzden onlar kişilik ve kimlik sahibi bireyler değil, aynı
biçimde hareket eden bir yığının, sürünün elemanıdırlar. Bu elemanlar
arasında geçen son konuşma dikkatleri yeniden temaya yöneltir. Tema
şiirin ortalarında aile hayatına övgü biçiminde ifadesini bulmuştu. Mutlu
yuva bırakılıp kahvenin pis havasında zehirlenmeyi Akif anlamıyordu. Şu
konuşmalar ise kahvedekilerin düşüncelerinin Akif gibi olmadığını
yansıtıyor.
"-Hasan, bizim yeni damat ne oldu anlamadık,
-Görünmüyor?
-Karı koy vermiyor: Herif kılıbık.
-Evinde çan çan eden erkeğin de aklına şaş...
Laf anlamaz dişi mahlûku, durma sen uğraş.
-Kim uğraşır a babam, bunca yıllık ehlim iken,
Adam hesabına koymam bizim köroğlunu ben. "(s 109-110)
Konuşmalar bu minval üzerine uzar gider. Ama Akif bunları
aktarmaz, koyduğu sıra noktalardan sonra gözü tavandaki yuvaya
bağlılığın simgesi olan kırlangıçlara takılır. Oradaki "dişi erkek çalışan
yavrulu kırlangıçlar" , "sizin yuvanız yok mu?" dercesine kahvedekilere
bakmaktadırlar. Böylelikle Akif şiirinin sonunda mesajını kırlangıçlar
aracılığıyla verir.
Karşılaştırma ve Sonuç:
Mehmet Akif Ersoy, toplumcu ve halkçı yönüyle ön plana
çıkmıştır. Son şiirleri nedeniyle gösterilen şaşkınlık karşısında bireysel
şiirler yazmayı, kendi duygularını şiire dökmeyi her zaman düşündüğünü
belirten Mehmet Akif toplumun içinde bulunduğu koşullar ve ihtiyaçlar
nedeniyle bunu çok az yapabilmiş ve aynı koşullara bağlı olarak sanatını
toplumun hizmetine adamıştır. Toplumu kötülüklerden kurtarmayı görev
bilen Akif, toplum için büyük tehlike olarak gördüğü iki kurumu müstakil
iki şiirle değerlendirir. Bu iki şiir birçok yönden büyük benzerlikler
gösterir. Mahalle Kahvesi adlı şiiri değerlendirirken bu benzerliklerden
söz etmiştik. Burada toplu olarak bir karşılaştırmaya giderek benzerlikleri
bir kez daha dikkatlere sunmak istiyoruz.
Her iki şiir içerik, biçim, dil ve üslup açılarından ortaklıklar
gösterir. Her iki şiirde de işlenen tema birbirinin aynısıdır. Bu tema, aile
hayatının dünyada en mutlu, en huzurlu hayat olduğu ve ailenin mutlaka
korunması, bu kuruma büyük bir saygı ile yaklaşılması gerekliliği olarak
karşımıza çıkmaktadır. Aile teması işlenirken kadının yeri ve durumu da
ortaya konulur. Aile kurumuna zarar veren meyhane ve kahve, erkeklerin
gittiği kurumlar oldukları için, aileyi, aile saadetini yıkan kişi ya da taraf
olarak erkekler görülür. Akifin şiirinde daima hatalı ve suçlu olan
erkeklerdir. Kadın, çocuk ve ihtiyarlar her zaman için suçsuz ve
günahsızdırlar. Bunun nedeni de onların olayları etkileme güçlerinin
olmayışıdır. Çünkü toplumsal koşullar buna olanak tanımazlar.
Hatırlanacağı üzere Osmanlı toplumunda erkek aktif, kadın ise pasiftir.
Çocuk ve ihtiyarlar ise cinsleri erkek bile olsa yaş itibariyle aktif olma
özelliğini taşımazlar.
Mahalle Kahvesfnde aile konusundaki düşünceler çok açık olarak
Akifin dilinden verilir. Buna ek olarak şiirin sonunda kahvedeki
müşterilerin konuşmaları aracılığıyla tema bir kez daha vurgulanır.
Arkadaşlarından birisinin evlendikten sonra kahveye gelmemesi onları
üzmüştür. Tabii bu onların değerlendirmesidir. Oysa Hasan doğru olanı
ve şairin de destekleyip örnek gösterdiğini yapmaktadır. Sıcak bir yuvaya
kavuştuğu için bu zararlı mekanı terketmiştir. Oysa kahvedekiler bu
hayatı, karı dırdırı ve evde oturmanın sıkıcılığı nedeniyle çekilmez
bulmaktadırlar.
Meyhane şiirinde Akif kendi düşüncesini açık olarak söylemez.
Meyhane'de kocasını aramaya gelen bir kadının anlattıkları aracılığıyla
tema ortaya konulur. Adam kahveye dadandığı için evini (annesi, eşi,
oğlu ve kızını) terketmiştir. Kadın kocasını evine götürmek için
meyhaneye gelmiştir. Aile hayatlarını evliliklerinin ilk gününden
başlayarak anlatır. Buna göre evlilik öncesi kadının babası tüm
ihtiyaçlarını karşılamıştır. İki de çocukları olmuştur. Bu mutluluk adamın
meyhaneye dadanmasıyla biter. Adam işi gücü bıraktığından kadın tahta
silmeye çamaşıra giderek evini geçindirmeye çalışır. Öğretmenine para
götürmediği için oğlu okuldan kovulmuş, babasının sarhoşluğundan
dolayı gelinlik kızı neredeyse evde kalmıştır. Maddî manevî büyük
sıkıntılar içinde olduklarını söyleyen kadın kocasının eve dönmesi
yolunda ordaki insanların kendisini destekleyeceğini zanneder. Oysa
onlar kadından yana olmazlar. Tam tersine tahrik edici konuşmalarla
zaten içkiden bilincini kaybetmiş olan kocaya kadını boşatırlar. Burada
dramatik bir gelişmeyle ailenin yıkılışı verilir. Mahalle Kahvesfnde
sonuç ailenin yıkılması noktasına getirilmemiştir. Ancak bilinmelidir ki
bu kurum da önünde sonunda aileyi yıkacaktır. Akif e bu şiiri yazdıran da
zaten bu kaygıdır.
Şiirler biçim açısından da birbirlerine benzerler. Bir kere her ikisi
de manzum hikaye tarzında yazılmışlardır. Her iki şiirde de iki ayrı aruz
kalıbı kullanılmıştır. Meyhane'mn ilk 22 dizesinden sonraki bölümü ile
Mahalle Kahvesfnin tamamı mesnevi biçiminde kafiyelenmiştir.
Meyhane'nin ilk 22 dizesi 11 'ejtli iki bent halindedir. Burası şiirin
birinci kısmını oluşturur. Bu kısımda Akifin meyhane hakkındaki
düşünceleri yer alır. Bu kısım bir yanıyla bir anlatma, bir yanıyla da tasvir
özelliği taşır. Buradaki tasvir somut değil, Akifin meyhane üzerine
düşüncelerini içeren soyut olarak nitelenebilecek bir tasvirdir.
Mahalle Kahvesi iki bölümlük bir şiirdir. Meyhane'deki bölünme
biçim ve öze dayanan bir bölünmeydi. Buradaki bölünme ise biçime değil
öze bağlıdır. Şiirin ilk bölümünde Meyhane'de olduğu gibi Akifin kahve
konusundaki görüşleri yer ahr. Bu kısım Meyhane'ye göre genişlemiştir.
Bu kısımda mekan olarak kahvenin ve içindeki insanların tasvirleri ile
kahvehane üzerine Akifin görüşleri yer ahr. Burada tarihimize de
uzanılarak atalarımızın oluşturduğu kurumlar, bunlar içinde kahvenin yeri
ve mirasçıları olarak Türk toplumunun bu kurumlar karşısındaki tavrı
anlatılır. Bu nedenle Mahalle Kahvesinin ilk kısmı genişler ve 66 dizeye
çıkar. Meyhane'de ilk kısım 22 dizeydi. Meyhane'de 22 dizede
söylenenler burada genişlik kazandırılarak 66 dizede söylenmiştir. Temel
olarak söylenenler arasında fazla fark yoktur.
Her iki şiirin bundan sonraki kısımları tasvirle devam eder. Şair
Meyhane'de,
"Canım sıkıldı dün akşam sokak sokak gezdim;
Sonunda bir yere saptım ki önce bilmezdim. Bitince
bir sıra ev, sonra bir de vîrâne, Dikildi karşıma bir
han kılıklı meyhane:" (s.33-34)
Mahalle Kahvesi' nde,
"Ne var şu kahvede bilmem ki sığmıyorsun eve?
Gelin de bir bakalım...Buyrun işte bir kahve: " (s.104)
demek suretiyle okuru tanıtmak istediği mekanların kapısına getirir. Her -
iki şiir bundan sonra tasvir ve konuşmalarla devam eder. Bu tasvirler ve
konuşmalar şiirlerin hacimleriyle orantılıdır. Meyhane 130, Mahalle
Kahvesi ise 234 dizeden oluşmuştu. Buna uygun olarak Meyhane'deki
tasvir 12, Mahalle Kahvesfndekı ise 64 dizedir. Meyhane'de dükkanın
sefilliği söylendikten sonra sedir, iskemle, tepsi kadeh gibi dükkanda
görülen eşyalardan söz edilir. Mahalle Kahvesinde, de aynı sıra izlenir.
Dükkanm kapısından içeri girildikten sonra ilk göze çarpan ve orta yerde
olan eşyalardan söz edilir. Bu kısım dolabın içindekiler ve duvardaki
resimlerin tasviriyle genişletilmiştir. Mahalle Kahvesinde Meyhane'ye
kıyasla çok ayrıntılı bir tasvirle karşılaşırız.
Şiirlerin ilk kısımlarında karşılaştığımız tasvirler aynı zamanda
Akif in düşüncelerini içerir. Bu tasvirler arasında benzerlikler vardır. Bu
benzerliği görmek için Mahalle Kahvesinden bir parça alalım.
"Muhît-i levsine dolmuş ki öyle manzaralar:
Girince nûr-i nazar simsiyah olur da çıkar!
Yatar zemîn-i sefilinde en kesif eşbâh,
Yüzer havâ-yı sakilinde en habis ervah.
Dehân-ı lâ'nete benzer yarıklarıyla tavan,
Kusar içinde neler varsa hatıratından ! " (s. 102-103)
Burada dikkati çeken çevrenin kirliliği, ortamın karanlık oluşu,
zeminin sefilliği, insanların ruhsuzluğu, havanın ağırlığıdır. Görüldüğü
gibi ruh bunaltan, insanı hayattan, aydınlıktan kopartan bir ortam vardır.
Yazımızın başlarında Meyhane'den aldığımız kısım incelendiğinde orada
da içinde aşağılık rüzgarı estiği, iyi ruhların kaçıştığı, zemininden
ümitsizlik iniltileri geldiği, havasında ölüm karanlığı olduğu, duvardaki
yarıklardan yıkılan yuvaların feryatları geldiğinin anlatıldığı görülür. Bu
karşılaştırma da gösteriyor ki arada büyük bir benzerlik vardır.
Benzerlik daha sonra yapılan iç mekanların somut tasvirlerinde de
dikkati çeker. Bu tasvirlerde kapıdan içeri girilip şöyle bir göz atıldığında
ilk görülenlerden söz edilir. Örneğin Meyhane'de görülen, teneşirden
yapılma masa, bacaksız iskemle, kırık dökük şişeler, çinko tepsi, tezgah
niyetine kullanılan yan çevrilmiş kirli bir sandıktan oluşan birkaç eşyadır.
Burada özellikle sıfatlara dikkat etmek gerekir. Hemen hepsi olumsuz
anlam katarak tamlamalar yapmışlardır. Mekanın zeminindeki ve
havasındaki kirlilik eşyalarda da aynıyla mevcuttur. Onlar hem kirli, hem
kusurludur. Mekan ve orada gün geçirenler düşünülerek, özel olarak
alınmış hiçbir eşya yoktur.
Mahalle Kahvesfndeki mekan tasvirinde de aynı durumla
karşılaşırız. Kahvenin kapısında insanı karşılayan pislik ve eskiliktir.
Üzeri delik olan kapı aynı zamanda çamurludur. Önündeki eşiğin tahta mı
toprak mı olduğu da belli değildir. Kuka renginde olan tavan isten ve
tütünden maun rengini almıştır. Meyhane'de dükkanın basık tavanlı
olduğunu belirten dizeden sonra hemen eş/alar sayılmıştı. Mahalle
Kahvesi'nde ise iç mekanı genel olarak tasvir eden dizelerin sayısı 10'a
çıkar. Sıra eşyalara gelince ortadaki kara bacaklı mangal, peykelerin
yanında sürüklenen kirli bir tomara benzetilmiş yatak ile üzerindeki yağlı
pırtı, onun üzerine kurusun diye serilmiş yağlı mendil ve hasır sepetten
söz edilir. Burada da hakim olan şey kir ve pisliktir. Tiksindirici bir
görüntü ile karşılaşılır. İnsan dışındaki tek canlı olan tekir cinsi kedi bile
kulaksız çizilmek suretiyle bu ortama katkı sağlanır. Mekan, içindeki
eşyalar ve hatta canlılar, hepsi, hepsi kusurludur.
Mahalle Kahvesi'nde içerinin tasvirinin geniş tutulduğunu
belirtmiştik. Bu genişlik dolabın içindekiler ve duvardaki resim ve
beyitlerin tasviriyle sağlanır. Bu arada tavla, domino, kağıt gibi oyun
araçlarından da bahsedilir. Kağıtlar yağlı meşine dönmüş, dominonun
delikleri pislikle dolmuş, tavla taşlarının beyazı ile siyahı arasında fark
kalmamış, tavla kapılarının sınırları kirden görünmez olduğundan
birbirine karışmıştır.
Mekanın tasviri tamamlandıktan sonra sıra insanlara gelir. İnsanlar
tasvir edilerek tanıtılmazlar. Daha önce de söylediğimiz gibi bunların
bireysel kimlikleri yoktur. Meyhane'de,
"Sönük sönük yanıyor rafta isli bir lamba... Önünde
bir küme: Fes, takke, hırka, salta, aba Kımıldanıp
duruyorken, sefil bir sohbet, " (s.33)
Mahalle Kahvesfnde ise,
"Ayak teriyle cilalanma tahta peykelere,
Külahlı, fesli dizilmiş yığın yığın çehre: " (s. 108)
dizeleri de gösteriyor ki Akif bunları bir yığın gibi görüyor. Kimlik ve
kişilik sahibi görmediğinden eşyalarla ilgi kurarak onları tanımlıyor. Bu
nedenle Ahmet, Mehmet vs. yerine fes, takke, hırka diyerek onları
eşyalaştırıyor. Bu insanlar da bu mekanlardaki her şey gibi sefildirler.
Kendileri sefil oldukları gibi konuşmaları da sefildir. Konuştukları çok
ciddi sayılacak konular bile hemen bayağı bir seviyeye düşürülür.
Meyhane'deki konuşmalarda para ön planda tutulur. Veresiye içki verip
vermeme konusunda müşteri ile meyhaneci ağız dalaşı yaparlar. Küçükler
ihtiyarlara hitap ederken sakallı, moruk, çorbacı gibi ad ve sıfatlarla
seslenirler. Bu da gösteriyor ki yaş farkı kalmamış, aradaki mesafe
kapanmış, samimiyetin yol açtığı senli benlilik yerini laubaliliğe
bırakmıştır. Bu, sevgi ve saygının bitmesi anlamına gelmektedir.
Meyhanedeki insanlar hakaret sayılacak seslenmelere ek olarak
birbirleriyle devamlı surette argo konuşurlar. Meyhane'dz yer alan kısa
diyalogda çakmak, dalgası olmak, tünel geçmek, sızmak, dinince
dinlenmek, imam suyu gibi argo sözcük ve deyimler geçer.
Mahalle Kahvesi'nde de durum değişmez. Uzun kulaklı essek,
köpoğlu köpek, itoğlu it, behey geveze, sırıttı aval, mızıkçı, pampin, tirit,
zamane piçleri, besmelesiz, küfürbaz, edepsiz, alçak, oğlum, yahu, dişi
mahluk ve köroğlu konuşmalar içinde geçen hitap sözleridir. Bunların
bir kısmı küfür, bir kısmı ise 'argo niteliğindeki hitaplardır. Bunun
yanında burada saymaya gerek görmediğimiz birçok argo sözcük de şiirde
yer almaktadır.
"-Karışmasan işin olmaz değil mi? Sen de bunak!
-Gelirsem öğretirim şimdi...
-Ay şu pampine bak!
Gelip de öğretecekmiş... Mezarcı Mahmud'a git!
Bir üflesen gidecek ha... Tirit mi sade tirit!
-Zemâne piçleri! Gördün ya, hepsi besmelesiz...
Ne saygı var, ne haya var. Eğer bizim işimiz,
Bu kaltabanlara kalmışsa vay benim başıma!
-Herif belâya sokarsın dırıldamp durma!
-Mezarcı Mahmud'a git ha? Bakın itoğluna bir! " (s. 107)
Bu alıntı argo sözleri, küfürleri çok güzel örnekliyor. Alıntının 5.
ve 6. dizeleri çok ilginç ve dikkate değer. Saygı ve hayadan söz eden kişi
piç, besmelesiz ve kaltaban küfürlerini kullanmakla kendi söylediği ve
beklediğiyle çelişkiye düşerken oradaki tüm insanların kültürel ve ruhsal
durumunu simgelemiş oluyor.
Bu iki şiir hakkında son söz olarak şunları söyleyebiliriz: Her iki
şiirde de işlenen temalar aynıdır. Bu temanın işleniş biçimi, şiirlerin
yapısı, dil ve üslupları arasında da büyük benzerlik var. İki şiir arasındaki
tek fark, Mahalle Kahvesi'nin Meyhane'ye oranla hacimli olmasıdır. Bu
hacim iki şiirin temelde söylediklerini değiştirmemiştir. Tasvirler
ayrıntılandırılmış ve genişletilmiş; aynı biçimde konuşmalar uzatılmıştır.
Bu uzatmalar temayı zenginleştirmek ya da yan temaların eklenmesi
sonucunu getirmekten ziyade Akif in düşüncelerini daha somut biçimde
örneklemesine ve iyice pekiştirmesine yaramıştır.
v Refah düzeyi artmış, sağlıklı, kültürlü, mutlu, yüce
insanlar ve
bunların oluşturduğu bir toplum; yükselerek çağdaş uygarlığın
nimetlerinden yararlanan bir ülke istiyorsak iyi kurumlara sahip çıkmak,
yozlaşanlarını ıslah etmek, yararlı yeni kurumlar oluşturmak, zararlı
kurumları yok etmek herkesin görevi olmalıdır. Sanatını toplumun
hizmetine veren Akif zararlı kurumların ortadan kaldırılması için
kalemini kullanmış, onların nasıl bir toplum yaratacağını Meyhane ve
Mahalle Kahvesi şiirleriyle örneklendirmiştir. Toplumun çalışma ruhunu
öldüren, insanın idrakini söndüren, yuvaları yıkan, aileleri dağıtan bu
mekanların mutlaka ortadan kaldırılması gerektiğini haykırmıştır.
"Mahalle kahvesi hâlâ niçin kapanmamalı?
Kapansın elverir artık bu perde pek kanlı! " (s. 102)
Notlar:
l-Mehmet Akif in şiirlerinin bu gruplanışı hakkında Bedri Aydoğan'ın "Mehmet Akif in
Manzum Hikayeleri" adlı yazısına bakılabilir. Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi, C.4, S.4, Adana, 1996, s.7-54.
2- Büyük Türk Klasikleri, C. l O, Ötüken-Söğüt yayını, istanbul, 1990, s.342; Bu bilgi
aynı eserin 351. sayfasında da biraz farklılıkla yer almaktadır.
3- Mehmed Akif Ersoy, Safahat (Haz: M. Ertuğrul DUzdağ), Marmara Ü. İlahiyat
Fakültesi Vakfı Mehmed Akif Araştırmaları Merkezi, İstanbul, 1988, s.401. Bu
yazımızda Mehmet Akif in şiirlerinden yaptığımız alıntıları bu eserden aktaracağız. Bu
nedenle her alıntıda künye vermeyip sadece sayfa numarası vereceğiz.
4-a.g.e., s.200.
5-İsmail Hakkı Şengüler, Mehmed Akif Külliyatı, C.5., 1.baskı, Hikmet Neşriyat,
İstanbul 1990, s.9.
6- a.g.e., s.306
7-Dizelerin ikişerli olarak birbiriyle kafiyelenmesi klasik şiirimizdeki mesnevi nazım
biçiminin en önemli özelliğidir. Bu kafiye tipi mesnevi nazım biçiminden doğmuştur
denilebilir. Batı edebiyatında da düz kafiye dediğimiz aynı kafiye tipinin olduğu
biliniyor. Bu kafiye tipi de tıpkı mesnevide olduğu gibi düz kafiye nazım biçimiyle
bağlantılıdır. Mesnevi tipi kafiyenin özelliği kafiyeleyişte kolaylık ve rahatlık
getirmesidir. Mesnevinin binlerce beyit olabileceği düşünülürse uzun soluklu eserlerde
bu kafiye tipinin özellikle seçilmesinin nedeni anlaşılır. Mehmet Akifin şiirlerinin
çoğunun mesnevi gibi uzun soluklu (Her biri bir kitap (çık) oluşturacak kadar)
olduğundan bu kafiye tipi çok kullanılmıştır.
8- İmaret kahveleri için bak: Osman Nuri Ergin, Türk Şehirlerinde İmaret Sistemi,
Cumhuriyet M., 1939.
9-Mehmet Akifin kahvesi ile yeniçeri kahveleri arasındaki benzerlik ve farklar
konusunda bir fikir vermek amacıyla Tarih ve Toplum dergisi 3.cilt 89. sayfadan şu
satırları aktarıyoruz:
"Yeniçeri kahveleri yukardaki satırlarda canlandırılan baldın çıplak külhanilerin
sabahtan akşama kadar saz ve söz ve hattâ îş ü nûş, afyon ve esrar ile keyif çatıp
eğlendikleri yerlerdi. Hemen hepsi gayet büyük ve fevkalâde süslü olan bu
kahvehaneler, umumiyetle İstanbul'un manzarası en güzel yerine, bilhassa denize nazır
sur bedenleri üzerine yapılır, yahut, deniz üstüne kazıklarla atılmış salaşlarda kurulurdu.
Her kahvenin mahbub köçekleri, kıssahanları, eli ayağı düzgün şâb-ı emred uşakları
bulunurdu.
Peykeler kilim ve seccadeler, kuzu pöstekileri ile döşenir, duvarlara bektaşi
levhaları asılır,yerlere fırdolayı hasır döşenirdi. Tavandan peykelerin hizasına kadar inen
camların önü çiçek saksıları, bilhassa fesleğenlerle donatılırdı. Kahvehanenin ortasında
daima, etrafı saksılarla süslü bir havuz ve fıskiye bulunurdu. Kahve ocakları ise bir gelin
köşesi gibi süslenirdi. Kapaklı ve açık boy boy cezveler, dolap dolap fincanlar, en az
birkaç tanesi gümüş ve altın başlıklı billur şişeli olmak üzere nargileler, kehribar
ağızlıktı çubuklar, çiçekli oymalı levhalar bir servet teşkil ederdi."
10- Beyoğlu'nda 1880 yılından-sonra kahvelerin sayısı çoğalmıştır. Bu kahveler son
derece özenli, güzel tefriş edilmişlerdir. Tefriş biçimi ise Batılıdır. Garson kızların servis
yaptığı kahvelerde canlı olarak çalınan Batı müziklerL-d4filenirken~tt8hdurma, pasta
yenilir, limonata ve başka içkiler içilir. Bu kahvelerde piket, vist, briç ve tavla gibi
oyunlar da oynanır. Müşteriler ise aydın tabakaya mensupturlar. Beyoğlu kahveleri
Şinasi, Namık Kemal, Abdülhak Hamit, Ahmet Rasim gibi sanatçılar ve pek çok jöntürk
için vazgeçilmez mekanlardır. Hatta bu kahveler Türk edebiyatına da girmişlerdir. Pek
çok roman kahramanı da bu kahvelerin müşterisi olarak karşımıza çıkar.
Beyoğlu kahveleri hakkında geniş bilgi için bak: Salâh Birsel, Ah Beyoğlu Vah
Beyoğlu, Karacan Yayınları, İstanbul 1981.
11-Batakhanelerle ilgili bilgi için bak: Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, Bir Zamanlar
istanbul, Haz:Niyazi Ahmet Banoğlu, Tercüman Yayınları, İstanbul, Tarihsiz.
Bu kahvelerin Mehmet Akifin anlattığı kahve ve meyhane ile benzerliklerini
göstermek açısından bir bölüm aktarmayı yararlı görüyoruz.
"Esrarkeş Kahveleri, Esrarkeş denilen adamlar, bütün vakitlerini kendilerine
mahsus kahvehanelerde geçirirlerdi. Esrar kahveleri Tahtakale, Tophane, Silivrikapı,
Mevlevihanekapı yakınında ve bir de İshakpaşa'ya inen yokuşta idi. Bu yerler bildiğimiz
kahvehanelere hiç benzemezdi. İçeri gayet pis, murdar, tavanları isle kararmış, her
tarafını örümcek ağları sarmış, sıvaları dökülmüş, camları asla silinmemiş, karanlık,
iğrenç kokular saçan birer sefalet yuvası idiler. İçerisinde birkaç kerevet, bir kırık su
testisi, paslı bir tas bulunur ve her birinde barınan yedişer kişisine (Kıdemli dede)
denirdi. Bu dedeler, kımıldamağa mecali kalmamış, birtakım miskin ve tiksinti veren
ihtiyarlardı. Vaktiyle tenbellik veya sefahat, yahut yaratılışlarının şevkiyle bu sefalet
batağına düşmüşler ve günden güne insanlıklarını kaybetmişlerdi."
Bu alıntıdaki mekan ile Mehmet Akifin Meyhane şiirinde karşılaştığımız mekan
arasında büyük bir benzerlik görülüyor. Aynı şekilde buradaki insan ile Meyhane ve
Mahalle Kahvesfndeki insan arasında da benzerlikler hemen farkedilecek düzeydedir.
Yukarda yeniçeri kahveleri ile yaptığımız alıntıdaki kahveden Mehmet Akifin şiirine
yansıyan duvardaki bektaşi levhaları olmuştur. O alıntaya dikkat edilirse yeniçeri
kahveleri aslında son derece düzenli bir görünüm arz etmektedirler. Yine alıntıya göre
oradaki hava da son derece ferah ve iç açıcıdır. Mehmet Akif zararlı yönlerinin ağır
basması nedeniyle haklı olarak bu kurumu düşman gördüğü için bu ferah havayı yansıt-
mamıştır.