« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

26 Ara

2011

MEHMET AKİF ERSOY’UN ŞAHSİYETİNİN KAYNAKLARI

01 Ocak 1970

Her milletin yüksek şahsiyet sahibi insanları vardır, onları tanıtmak ve şahsiyetlerini hangi
kaynaklardan beslenerek kazandıklarını araştırmak, eğitimcilerin başta gelen görevleridir.
Mehmet Âkif Ersoy, modern Türk edebiyatı ve düşünce tarihinin kuşkusuz seçkin
şahsiyetlerinden biridir. Onu, şahsiyeti ve eserleriyle doğru tanımak, bugün yaşamakta
olduğumuz sıkıntıları aşmada bize yol gösterecek düşüncelerin ipuçlarını yakalamak demektir.
Önce “şahsiyet”in ne olduğunu kısaca anlatmamız uygun olur. Her kavramın bir sözlük
anlamı, bir de ait olduğu bilim veya sanat dalında bir terim anlamı vardır. Eğitimde basitten
karmaşığa doğru ilerlemek esas olduğuna göre, biz de burada kavramın sözlük anlamından
başlayarak terim anlamına doğru ilerleyen kısa bir açıklama yapmakla yetineceğiz.
Başlıca sözlüklerimizde şahsiyet (kişilik) kelimesine şu anlamlar verilir: “Kişi hususiyeti”,
“yüksek kişi”, “bir adamın şahıs ve nefis ve zat itibariyle mevcudiyeti, kim olduğu hususu”, “bir
kimseye özgü belirgin özellik; manevi ve ruhi niteliklerin bütünü”.
Şahsiyet psikolojiye ait bir terimdir. Bu bilim dalında şahsiyetin ne olduğu, nasıl
kazanıldığı, tâ çocukluk yıllarından başlanarak erginlik ve olgunluk yaşına gelinceye kadarki
gelişimi adım adım izlenerek anlatılır:
“Kişiliğin yapısı, birbiriyle birleşmiş, organik bir bütün meydana getirmiş elemanlardan
meydana gelmiştir. Bu elemanların bir kısmı, bireyin kalıtsal özellikleri ve biyolojik yapısıyla, bir
kısmı, öğrendikleri ve sonradan alışkanlık hâline getirmiş olduğu davranış şekilleriyle (...)
ilgilidir. Psikolojinin hedefi de kişiliği meydana getiren bu elemanları ve bunların insan
davranışlarındaki rollerini keşfetmektir.
Kişiliği meydana getiren bu parçalar ( kalıtsal unsurlar ve öğrenilmiş davranışlar) öylesine
birleşmiş ve bir bütün meydana getirmişlerdir ki bunları ayırt etmeye çalışmak ve her birinin
fonksiyonlarını belirtmek bilimsel incelemelerde güçlük meydana getirmektedir”.1
Bununla beraber psikologlar, “kişilik testleri”nin verilerine dayanarak kişiliğin oluşmasında
“kalıtsal unsurlar” ile “öğrenilmiş davranışlar”dan hangisinin daha baskın olduğunu saptama
çalışmalarına devam etmektedirler. Psikolojide bir yandan bu çalışmalar devam ederken, bir
yandan da eldeki verilere dayanılarak tanımlar yapılmaktadır. ‹şte onlardan ikisi: “ ... kişilik, bir
doğal ve sosyal ortamda yaşayan bireyin doğuştan getirdiği, kalıtsal nitelikte olan psikolojik,
biyolojik, fizik yapısının gerektirdiği tepki şekillerinin çevre etkilerine göre geliştirilmiş, ahenkli
ve organik bir bütünüdür”.2
“Bugüne dek yapılan tanımlarda kişilik, bir insanı başkalarından ayıran bedensel, zihinsel
ve ruhsal özelliklerin bütünü olarak değerlendirilmiştir. Bir başka deyişle, kişilik kavramından,
bir insanı, nesnel (objektif) ve öznel (subjektif) yanlarıyla diğerlerinden farklı kılan duygu,
düşünce, tutum ve davranış özelliklerinin tümü anlaşılır”.3
Şahsiyetin tanımı ve açıklanmasıyla ilgili daha başka görüşler varsa da bunların hepsini
burada zikretmemiz mümkün değildir; ancak bunlarda “kalıtsal unsurlar” ile “sonradan
öğrenilmiş davranışlar”ın bir ortak özellik olarak bulunduğunu söylemekle yetinelim. Bir
kimsenin şahsiyetinin oluşmasında bunlardan hangisinin daha baskın olduğuna ilişkin elde
kesin bilgiler yoksa da yaş ilerledikçe “sonradan öğrenilmiş davranışlar”ın etkisinin giderek
arttığına dair kanaatler vardır:
“Doğal güdüler tüm canlılarda vardır. Canlının temel gereksinimlerini sağlar, yaşamını
sürdürebilmesi için gereklidir. ‹nsanda doğuştan varolan doğal güdüler, bebeklik ve ilk çocukluk
yaşlarında kişilik gelişmesini ve davranışı önemli ölçüde etkiler.
Buna karşılık toplumsal güdülerin tanınması ve tanımlanması güçtür. Değişik renk ve
biçimlerde karşımıza çıkarlar. Bebeklikten çocukluğa, çocukluktan gençliğe, gençlikten
olgunluğa geçildikçe, kısacası yaş ilerleyip insan geliştikçe, toplumsal güdüler daha güçlenir,
kişilik yapısı ve davranışlar üzerinde daha etkili olurlar. Kişiliğin gelişmesine, kişinin toplum
içindeki durumunun sürdürülmesine, korunmasına, düzelmesine, iyileşmesine, pekişmesine
yardım ederler.
Genel olarak doğal olan güdülerin doğuştan varolduğu, toplumsal güdülerin sonradan
kazanıldığı, öğrenildiği kabul edilir.
Toplumsal güdülerin bir bölümü doğal güdülerden kaynaklanır. ‹nsanda doğal olarak
bulunan beslenme içgüdüsü, toplumsallaşma süreci içinde biçim ve nitelik değiştirerek
çalışmak, kazanmak, geleceğe yönelik tasarımlar ve yatırımlar yapmak, diğer insanlarla yeni
yeni ilişkiler kurmak biçiminde değişir.”4
Bu açıklamalar bize bir çocuğun şahsiyetinin doğuştan getirdiği kalıtsal unsurların
yanında ailesinden gördüğü “terbiye”, çocukluk ve gençlik yıllarında aldığı “öğrenim”le bir süreç
içinde oluştuğunu gösterir. “Terbiye” ve “öğrenim” yoluyla elde edilmiş unsurlar, şahsiyete son
şeklini veren ve onu görünür kılan unsurlardır. Bu durumda terbiyenin şekli ve öğrenimin
kaynağı ayrı bir önem kazanmaktadır.
Şahsiyetini kazanmış bir kimsede görülen başlıca özellikleri şöyle sıralayabiliriz:
• Şahsiyet sahibi insan psikolojik bakımdan güçlüdür. Bu gücünü, inandığı ve bağlandığı
değerlerin doğruluğuna dair kafasındaki bilincinden alır.
• Şahsiyet sahibi insan tutarlıdır. Bu tutarlılığı, gündelik olayların akışı içinde sözleri ile
davranışları arasındaki uyumuyla gösterir.
• Şahsiyet sahibi insan sorumludur. Bu sorumluluğu, gündelik hayatın akışı içinde yaptığı
konuşma ve davranışlarının doğurduğu olumlu veya olumsuz sonuçları kabullenmekle ortaya
koyar.
• Şahsiyet sahibi insan bağımsızdır. O, bağımsızlığını kendisine telkin edilen bilgi ve
düşüncelerin niçin ve nedenlerini sorup soruşturmakta ve ancak araştırmalarının sonunda
benimseyip benimsememekte kendisini serbest hissetmekle gösterir.
Buraya kadar anlattıklarımızın ışığında Mehmet Âkif Ersoy’un hayatına ve eserlerine
baktığımızda, onun kelimenin tam anlamıyla bir “şahsiyet” olarak karşımıza çıktığını görürüz.
Hayat hikâyesi, eserleri ve onu yakından tanıyan arkadaşlarının hakkında yazdıklarından yola
çıkarak bu şahsiyetin hangi kaynaklardan beslendiğini, zamanla nasıl oluştuğunu, eserlerine ve
gündelik hayata ne oranda yansıdığını açıklıkla görmek mümkündür. Buna göre onun
şahsiyetinin üç kaynaktan beslendiğini söyleyebiliriz5:
• Kur’an’lı ev,
• Pehlivanlı mahalle,
• Deneysel bilimli okul,
Bu kaynakları sırasıyla şöyle açabiliriz:

1. Kur’an’lı Ev:
Mehmet Âkif Ersoy’un şahsiyetini besleyen birinci kaynak “Kur’an’lı ev”dir.
Âkif, ‹stanbul’un Fatih semtinde bulunan bir evde dünyaya geldi. Bu evde Doğu
Türkistan’dan, Buhara’dan ‹stanbul’a göç etmiş olan bir ailenin soyundan gelen Emine Şerife
Hanım ile Batı Türklerinden, Arnavutluk’tan ‹stanbul’a gelen Tahir Efendi’nin kurduğu bir aile
yaşıyordu. Bu, içinde beş vakit namaz kılınan ve Kur’an-ı Kerim okunan bir evdi. Çocuk Âkif, ilk
din terbiyesini ve ileride gelişip serpilecek olan şahsiyetinin tohumlarını böyle manevi iklimde
yaşayan bir aileden almıştır. Bunu kendisi de belirtir:
“‹lk din terbiyemi, ev, mahalle, ilk mektep ve rüştiye tahsilinde aldığım telkinler vermiştir.
Bilhassa evin bu husustaki etkisi büyüktür. Annem çok ibadet eden ve günahlardan kaçınan bir
hanımdı; babam da öyle (...). ‹badetin vecdini, zevkini, heyecanını tatmışlardı”. Bu alıntıda
özellikle son cümleye dikkati çekmek istiyorum. Onun ailesi “ibadetin zevkini tatmış” bir ailedir.
Belli ki bu ailede yaşanan ‹slamiyet, bilime, içtenliğe ve umuda dayanan bir ‹slamiyet’tir.
‹slam’a bağlılığı, cahilliğe, taklide ve korkuya dayanan bir kimsenin ibadetinden zevk duyması
mümkün değildir. Çocuk Âkif, anneciği Emine Şerife Hanım’ın tatlı sesiyle okuduğu Kur’an
ayetlerini duya duya büyüdü. Babası Tahir Efendi’nin onlar üzerindeki açıklamalarını ve
düşüncelerini dinleye dinleye olgunlaştı. Çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını içinde yaşadığı bu
“Kur’an’lı ev”, Mehmet Âkif’e ömrünün sonuna kadar hiçbir zaman soluklaşmayacak ve
silinmeyecek birtakım şahsiyet özellikleri kazandırmıştır. Bunların başında “samimiyet” gelir.
Mehmet Âkif Ersoy, şiirleri ile nesirlerinde anlattığı duygu ve düşüncelerinde kelimenin gerçek
anlamıyla “samimi” olan bir şahsiyettir. Bunu şiirlerinin, dolayısıyla sanatının en büyük hüneri
sayacak kadar ileri götürmüştür:
Bana sor sevgili kârî, sana ben söyliyeyim
Ne hüviyyette şu karşında duran eş’ârım
Bir yığın söz ki, samimiyyeti ancak hüneri
Ne tasannu bilirim, çünkü ne sanatkârım.
Çocukluğunu, manevi iklimin hakim olduğu bu “Kur’an’lı ev”de yaşayan Mehmet Âkif’in
küçücük kalbinde Kur’an-ı Kerim’e karşı uyanan bu ilgi, sonra onu ezberlemeye, daha sonra da
Türkçe’ye çevirmeye kadar ilerleyecektir. Daha da önemlisi bu kitap, onun şahsiyetine ve
sanatına yön veren tükenmez kaynaklardan biri olacaktır. Henüz yirmi iki yaşındayken
yayımladığı ilk şiirinin “Kur’an’a Hitap” olduğunu biliyoruz:6
Ey nüsha-i cân-ı ehl-i dinin!
Ey nâsih-ı şân-ı münkirînin!
beytiyle başlayan yirmi sekizlik beyitlik bu uzun şiir,
Pîrâye-i hâfızam sen oldun
Sermâye-i hâfızam sen oldun.
Sensin hele ey kitâb-ı a’zam
Hâşâ buna hiç tereddüd etmem
Dünyada refîk u hem-zebânım
Ukbada muîn ü müste’ânım.
beyitleriyle sona erer ve Mehmet Âkif’in hem günlük hayatının, hem sanatının onunla ne kadar
kaynaştığını gösterir. Mehmet Âkif, daha sonra başta Sebilürreşad ve Sırat-ı Müstakîm
dergilerinde olmak üzere yazacağı makalelerinde ve yayımlayacağı şiirlerinde
Kur’an”ıKerim’den seçtiği ayetlerden yola çıkarak duygu ve düşüncelerini yazmaya devam
etmiş ve bu davranışını ömrünün sonuna kadar sürdürmüştür.7

2. Pehlivanlı Mahalle:
Mehmet Âkif Ersoy’un şahsiyetini besleyen ikinci kaynak “pehlivanlı mahalle”dir. Buna
kısaca “spor”dur, diyebiliriz. O, daha öğrencilik yıllarındayken yüzmek, atlamak, taş atmak ve
koşmak gibi spor dallarıyla yakından ilgilenmeye başlamıştır. Mehmet Akif’in yüzmeye karşı
tutkunluğunu, arkadaşı Ali Rıza Uğur, “O, denizi gördü mü, biz de onun yüzdüğünü görürdük.”
cümlesiyle âdeta özetlemiştir. Bu sporların arasında onun en çok ilgilendiği, şüphesiz
“pehlivanlık”tır. Ona pehlivanlığı mahallelerinde bulunan Kıyıcı Osman Pehlivan sevdirmiştir.
Bu zat, Mehmet Âkif’in ölümüne kadar münasebetlerini devam ettirdiği yakın dostlarından
biridir. Mehmet Âkif öldükten sonra Mithat Cemal Kuntay, artık çok yaşlanmış bulunan Kıyıcı
Osman Pehlivan’ı ziyarete gitmiş ve Âkif üzerine konuşmuşlardır. ‹şte Osman Pehlivan’ın
gözüyle Mehmet Âkif’in çocukluğundan çizgiler:
“Âkif Efendi’yi çocukluğundan beri tanıyorum. Ben ondan bir-iki yaş daha büyüğüm. O,
yaşça mahallemizin en küçüğü sayılır. Fakat mahalle çocukları arasında üstünlüğü vardı. Her
şeyde onun sözü hâkim olurdu. Beni çok severdi. (...) Bir gün bana dedi ki:
-“ Osman, ben iyi yapılı ve kuvvetliyim. Acaba seninle güreşemez miyim? Sen, gel bana
pehlivanlığı öğret. Ben de sana okuma öğreteyim. (...) Öyle yaptık. O, pehlivanlığı öğrendi;
fakat ben okuyamadım”.
Mehmet Âkif, Mithat Cemal Kuntay ile konuşmalarında söz Kıyıcı Osman’dan açıldığında,
onun, “Namık Kemal’in ümmî”si olduğunu söylermiş... Vatanını Namık Kemal kadar coşkun bir
duyguyla seven bu Müslüman adam, iki rekat namaz kılmadan hiçbir güreşe tutuşmazmış...
‹şte böyle bir pehlivan olan Kıyıcı Osman’dan güreş dersleri alan Mehmet Âkif,
mahallede, mektepte, hatta yakın çevredeki köy ve kasabalarda güreş müsabakalarına
katılmıştır. Mehmet Âkif, pehlivanlığa sadece bir spor değil, “bünyenin fazileti” olarak
bakıyordu. Ona göre pehlivanlar “içki bilmez” ve “fuhuş tanımaz” temiz insanlardı. Gençliğinde
onu zararlı alışkanlıklara kapılmaktan “Kur’an’lı ev” ile “pehlivanlı mahalle” kurtarmıştır. Başta
pehlivanlık olmak üzere ilgilendiği sporlar, Mehmet Âkif’in bünye bakımından “sağlam”, ahlak
bakımından “iyi” ve irade bakımından “kararlı” bir şahsiyet olarak yetişmesini kolaylaştırmıştır.

3. Müspet ‹limli Mektep:
Mehmet Âkif Ersoy’un şahsiyetini besleyen üçüncü kaynak “müspet ilimli mektep”tir. Âkif,
öğrenim hayatından bahsederken Fatih Merkez Ortaokulu’ndaki Türkçe öğretmeni Hoca
Kadri’yi özellikle belirtir. Abdülhamit döneminin (1876 – 1908) “hürriyetçi şahsiyetlerinden biri”
olan bu zat, Mehmet Âkif’in şahsiyetini yoğuran önemli öğretmenlerinden biridir. Bunu, “Bu zat,
lisan itibariyle üzerimde çok etkileyici oldu...” cümlesiyle bizzat kendisi açıklar.
Mehmet Âkif, Merkez Ortaokulu’nu bitirince Annesi Emine Şerife Hanım, oğlunun
medreseye gidip sarık sarmasını ve cübbe giymesini ister. Medresede hoca olan babası Tahir
Efendi ise:
“Hanım, medresede okuyacağı şeyleri, oğluma, ben evimde de öğretirim.” diyerek karşı
çıkar ve oğlunu Siyasal Bilgiler Okulu’na yazdırır. Beş yıllık olan bu okulun dördüncü sınıfına
giderken Mehmet Âkif’in babası ölür. Ailecek geçim sıkıntısına düşerler. O sırada yeni bir
mektep olan Mülkiye Baytar Mektebi açılır. Bu mektepten çıkanların hemen iş bulacaklarına
dair söylentilerin yayılması üzerine Mehmet Âkif, birkaç arkadaşıyla birlikte dört yıllık olan bu
mektebe geçer. Mehmet Âkif, Mülkiye Baytar Mektebi’nde “deneysel bilimler”le tanışır. Bu
tanışma ona eşya ve olaylara “bilim disiplini”yle bakmayı öğretir. Ona bu disiplini kazandıran
hoca, Rıfat Hüsamettin Paşa (1862 – 1921)’dır. Rıfat Hüsamettin Paşa, mikrop kültürünü
Paris’te “Pasteur (Pastör) (1822-1895)’ ün kendisinden almış, eli onun eline değmiş” ve bu yeni
bilimi Mülkiye Baytar Mektebi’ne getirmiş bir hocadır. Mehmet Âkif, Rıfat Hüsamettin Paşa’dan
Pasteur’ün yalnız ilmini öğrenmekle kalmamış, onun insanlık için o “büyük feragatini” de
dinlemiştir. Bunun sonunda hem kendisine, hem ilmine karşı sevgi ve saygısı artmıştır.
Deneysel bilimlere bu derin sevgi ve saygısı, Mehmet Âkif’e “realite”yi doğru olarak
“gözleme” ve onu eserlerinde doğru olarak “anlatma” becerisini kazandırmıştır. Programı geniş
ölçüde deneysel bilimlere dayalı böyle bir mektepte okumaktan gelen gözlem, bilgi ve düşünce
birikimi, onun şahsiyetinde realiteye bağlılık çizgisinin gelişmesini kolaylaştırmış ve onu
şiirimizin önde gelen gerçekçi şairlerinden biri durumuna getirmiştir:
“Âkif, okulda, seçtiği branş çerçevesinde, tabiata, realist bakışa, gerçeği olduğu gibi
görme, olanı olduğu gibi gözlemeye alıştı.Ve hayat ve sanatı boyunca bunu uyguladı.
Baytar mektebinden sonra meslek hayatı başlar. Laboratuar ve mektep bilgisi, bizzat
tabiat ve memlekette pratik alana götürülür. Tabiatın patolojisinden cemiyetin patolojisine
geçmek artık bir mizaç ve zihin yapısı, bir ülkü meselesi, o günün havası içinde bir gün
meselesidir. Müspet bilgi, eşyada “şimdiki zaman”ı gözler”.8
Bütün bunların yanında Mehmet Âkif’in şahsiyeti üzerinde görüşlerini yazan yakın
arkadaşları ve tanıdıkları, onda şu özelliklerin de bulunduğunu belirtmişlerdir:
Mehmet Âkif, “vefalı”, “hür fikirli”, “taassup, istibdat, cahillik ve ümitsizliğe düşman”, “din
konusunda müsamahası ve haksızlığa tahammülü olmayan”, “azim sahibi”, “sözünde duran”,
“hasisleri ve meşrepsizleri sevmeyen”, “cömertliği ve tevazuu seven”, “hüsn-i hat ve musikiye
meraklı olan” ve “geleceğe önem veren” bir şahsiyettir. O, bütün bu özelliklere sahip olduğunu
günlük hayatını bunlara uygun yaşamak suretiyle göstermiştir.
Mehmet Âkif’in hem şahsiyeti, hem sanatı, milletimizin de gönülden benimsediği bu feyizli
kaynaklardan beslenmiştir. Bu sebeple onun şiiri, nesiller boyunca okunmuş, sevilmiş
insanımızı ve gençlerimizi terbiye etmiştir. Bugün de postmodernizmin getirdiği şüphe, tereddüt
ve bunalım ortamında Safahat’ın yol göstericiliğine ihtiyacımız devam etmektedir.
_______________
1 Lûtfi Öztağ, Psikolojide ‹lk Adım, Remzi Kitabevi, ‹stanbul 1970, s.173,174.
2 Lûtfi Öztabağ, age., s. 174.
3 Özcan Köknel, Kaygıdan Mutluluğa Kişilik, Altın Kitaplar Yayınevi, ‹stanbul 1982, s.21.
4 Özcan Köknel, age., s. 61.
5 Kaynakların adlandırılması, Mithat Cemal Kuntay’a aittir: Mehmet Âkif Ersoy, Hayatı-
Seciyesi-Sanatı, Ankara 1986, s.157.
6 Fevziye Abdullah Tansel, Mehmet Âkif, Hayatı ve Eserleri, ‹kinci Basım, ‹rfan Yayınevi,
‹stanbul 1973, s. 14; Recep Duymaz, “Mehmet Âkif Ersoy’un Eserlerinin Bibliyografyası”,
Ölümünün 50. Yılında Mehmet Âkif Ersoy, Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Yayınları, ‹stanbul 1986, s. 225 - 252.
7 Mehmet Âkif’in Kur’an-ı Kerim ile münasebeti için bkz: Ertuğrul Düzdağ, “Mehmet Âkif ve
Kur’an-ı Kerim”, Mehmet Âkif Hakkında Araştırmalar-2, Mehmet Âkif Araştırmaları Merkezi
Yayınları, ‹stanbul 1989, s. 74-96; Dücane Cündioğlu, Bir Kur’an Şairi, Bîrun Yayınları,
‹stanbul 2000.
8 Sezai Karakoç, Mehmed Âkif, 4. Baskı, Diriliş Yayınları, ‹stanbul 1979

Ziyaret -> Toplam : 125,30 M - Bugn : 60199

ulkucudunya@ulkucudunya.com