« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

26 Ara

2011

MEHMED AKİF ERSOY

01 Ocak 1970

(1873-1936) İstiklâl Marşı ve Safahat şairi, millî-dinî hassasiyeti, karakter ve secîyesîyle Türk milletinin gönlünde yer edinen İslamcılık akımının Önemli şahsiyeti.

Şevval 1290'da (Aralık 1873) İstanbul Fatih'te Sarıgüzel'de doğdu. Babası, küçükyaşta tahsil için Arnavutluk'un İpek kazası Şuşisa köyünden İstanbul'a gelmiş, "temiz" mânasına gelen adının önüne temizlik ve titizliği dolayısıyla ay¬rıca "Temiz" sıfatı eklenerek anılan, Fâtih Medresesi müderrislerinden Mehmed Tâhir Efendi, annesi aslen Buharalı olup Tokat'a yerleşmiş bir aileden Emine Şerî-fe Hanım'dır. Emîr Buhârî mahalle mektebinde ilk öğrenimine başlayan Akif bu¬rada iki yıl okuduktan sonra Fâtih Mu-vakkithânesi'nin yanındaki ibtidâî mek¬tebine yazıldı (1879). Safahat'ta. "Hem babam hem hocamdır, ne biliyorsam ken¬disinden öğrendim" diyerek tanıttığı ba-bası o yıl kendisine Arapça öğretmeye başlamıştı. Aynı zamanda Mühürdar Emin Paşa'nın oğullan İbnülemin Mah-mud Kemal ve Ahmed Tevfik'in özel ho¬caları olan Tâhir Efendi derslerini yazın Emin Paşa'nın Yakacık'taki köşkünde sür¬dürmekteydi. Ailece köşkün bir dairesin¬de kaldıklarından Akif de bir taraftan bu derslere katılmakta, diğer taraftan iki kardeşle arkadaşlık yapmakta ve kardeş¬lerin büyüğü Mahmud Kemal ile birlikte manzumeler yazmaya çalışmaktaydı.

Fâtih Merkez Rüşdiyesi'nden mezun olan Mehmed Akif (1885) Mülkiye Mek-tebi'nin idâdî kısmına yazıldı. Edebiyat hocalığını Muallim Naci'nin yaptığı bu okulun üç yıllık ilk dönemini tamamlayıp yüksek kısmının birinci sınıfında okurken babasının vefatı üzerine (1888) daha kısa yoldan meslek sahibi olarak hayata atıl¬mak için o sırada yeni açılmış olan Mülki¬ye Baytar Mektebi'ne girdi (1889). Aynı yıl çıkan büyük Fatih yangınında evleri yanmasına rağmen Mehmed Akif bu sı¬kıntılar arasında okulunu birincilikle bitir¬di (1893) Mektep yıllarında sporla, bil¬hassa güreşle meşgul oldu ve son iki se¬nede şiire olan ilgisini arttırdı. Mezuni¬yetinin ardından Ziraat Nezâreti Umûr-ı Baytariyye ve Islâh-ı Hayvanât umum müfettiş muavinliğiyle memuriyet haya-tına başladı. Görev yeri İstanbul olmakla birlikte önce Edirne'de, daha sonra Ana¬dolu ve Rumeli'nin çeşitli bölgelerinde dolaşarak bulaşıcı hayvan hastalıklarıyla ilgili çalışmalar yaptı. Bir ara ordunun ihtiyacını karşılamak için gerekli alımları yapmak üzere Şam ve civarında dolaştı. Bu seyahatlerde Köylüyü de yakından ta¬nıma imkânını elde eden, halkın dert ve meseleleri hakkında doğrudan bilgi sahi¬bi olan Mehmed Akif in tesbit ve tahlilleri şiirlerine realist ve canlı tablolar halinde aksetmiş, çözüm tekliflerinin isabetli ol¬masını sağlamıştır. Sekiz on yaşlarında iken başladığı ve zaman zaman ara ver¬diği hıfzını da kendi kendine çalışarak bu sıralarda tamamladı. İstanbul'da bulun¬duğu yıllarda memuriyeti yanında Hal¬kalı Ziraat Mektebi ile (1906) Çiftlik Ma-kinist Mektebi'nde (1907) kitâbet-i res-miyye hocalığı yaptı. II. Meşrutiyet'in ilânından sonra Ebül'ulâ Zeynelâbidîn (Ebül'ulâ Mardin) ve Eşref Edip'Ie (Fergan) birlikte devrin ilim ve fikir hayatın¬da önemli yeri ve tesiri olan, hemen he¬men bütün şiir ve yazılarının çıkacağı Sırât-ı Müstakim mecmuasını başyazarlı¬ğını da yaparak yayımlamaya başladı (27 Ağustos 1908). Aynı yıl İstanbul Darülfü¬nunu Edebiyat Şubesi'nde Osmanlı ede¬biyatı müderrisliğine tayin edildi. Döne¬min aydınları arasında Arapça'yı en iyi bi¬lenlerden olan Akif, bir taraftan da İtti¬hat ve Terakkfnin Şehzadebaşı Kulübü'n-de cemiyetin Hey'et-i İlmiyye üyesi olarak Mu'allakât ve Lâmiyyetü'l-cArab gibi eserleri okutup Arap edebiyatı ve tercü¬me usulü dersleri verdi. Dârüiedeb adlı bir özel okulda da fahri hocalık yaptı. Baytar Mekteb-i Âlîsi Me'zûnîni Cemiyeti başkanlığında bulundu (1910). Dârü'l-hi-lâfeti'l-aliyye Medresesi'nde Türkçe-ede-biyat muallimi oldu (1914).

Mehmed Akif, Balkan Savaşı sırasında kurulan ve ileriki yıllarda Millî Mücadele'-nin teşkilâtlanmasında önemli rol alacak olan Müdâfaa-i Milliyye Cemiyeti'ne bağlı Hey'et-i Tenvîriyye'ye (Hey'et-i İrşâdiyye) katıldı. Burada halkı edebiyat yoluyla uyandırmak ve aydınlatmak için Abdül-hak Hâmid, Recâizâde Mahmud Ekrem, Süleyman Nazif, Hüseyin Cahit (Yalçın), Mehmed Emin, Abdülaziz Çâvîş, Cenab Şahabeddin ve Hüseyin Kâzım Kadri'yle beraber heyetin kâtib-i umûmîsi olarak çalıştı. Süleyman Nazif, bu çalışmalar es¬nasında heyetin başkanı olan Recâizâde'-nin, Akif'in sanatını ve seciyesini takdir ederek ona milletin millî bir destana ih¬tiyacı bulunduğunu, bunu ise ancak ken¬disinin yazabileceğini söylediğini naklet-mektedir. Nitekim Mehmed Akif, Balkan savaşları sonunda memleketin içine düş¬tüğü vahim durum karşısında yeise düş¬memek, birlikten ayrılmamak ve orduya yardım gibi konularda Fatih, Beyazıt ve Süleymaniye camilerinde metinlerini bu sırada adı Sebîîürreşâd olarak değişen dergisinde yayımladığı vaazlar vermiş ve Hakkın Sesieri'ndeki şiirleri yazmıştır.

Haksızlıklara tahammül edemeyen şair, müdürünün haksız yere vazifesinden alın¬ması üzerine memuriyetten istifa etti (1Mayıs 1913). Bu yılın sonunda, İttihat ve Terakkî'nin merkez-i umûmî üyesi olan, aynı zamanda şiir ve yazılarıyla İtti-hatçılar'ın fikir babası sayılan Ziya Gökalp'in ileri sürdüğü kavmiyetçi düşün¬celere ve aynı merkeze bağlı yazar ve ay¬dınların din karşıtı yayınlarına karşı çık¬masının hükümet tarafından tasvip edilmediğinin bildirilmesi üzerine İstanbul Dârülfünunu'ndaki görevinden de ayrıl¬mak zorunda kaldı. Çıkarmakta olduğu Sebîîürreşâd da aynı sebeplerle İttihatçı hükümetler tarafından birkaç kere kapa¬tılmıştır.

Mehmed Akif, 1914 yılı başlarında Abbas Halim Paşa'nın maddî desteğiyle Mı¬sır ve Medine'ye iki aylık bir seyahate çık¬tı.[71] Harbiye Nezâreti tarafından istih¬barat çalışmaları yapmak üzere kurulmuş olan Teşkîlât-ı Mahsûsa'nın verdiği gö¬revle 1914 yılı sonlarında Berlin'e gitti. Batı'yı yakından tanımasına imkân veren ve üç ay kadar süren bu gezi sırasında Almanlar'a karşı savaşırken esir düşmüş İn¬giliz ve Rus tebaası müslüman askerle¬rin kamplarını ziyaret etti. Onlara savaş tan sonra bağımsızlıklarını kazanmak için faaliyet göstermeyi telkin eden konuş¬malar yaptı Hâtıralarkitabındaki "Berlin Hâtıraları" adlı uzun manzumesi bu gezi¬nin intibalarıyla yazılmıştır. Aynı teşkilâ¬tın verdiği diğer bir görevle, Arabistan'¬da başlayan Şerif Hüseyin isyanına karşı devlete bağlı kabilelerin desteğinin deva¬mını sağlamak amacıyla teşkilât başkanı Eşref Sencer'in(Kuşçubaşi) idaresindeki bir heyetle Necid bölgesine (Riyad) gitti (Mayıs-Ekim 1915). Bu seyahatin deva¬mında ikinci defa ziyaret ettiği Medine ve Ravza-i Mutahhara'nın uyandırdığı duygularla, Cenab Şahabeddin ve Süley¬man Nazif gibi edebiyatçıların bir şahe¬ser olarak nitelediği "Necid Çöllerinden Medine'ye" manzumesini kaleme aldı. :

1918 Temmuzunda Mekke Emîri Şerif Alî Haydar Paşa'nın daveti üzerine İzmir¬li İsmail Hakkı Bey'le birlikte Lübnan'da (Aliye) bulundu. Dönüşünde şeyhülislâm¬lığa bağlı dinî-akademik bir kuruluş olan Dârü'l-hikmeti'l-İslâmiyye'nin başkâtipli¬ğine tayin edilen Mehmed Akif (Ağustos 1918) daha sonra kuruluşun aslî üyesi oldu (Ocak 1920). Müessesenin yayın or¬ganı olan Cerîde-i İlmiyye'nin idaresini de üstlendi. Bu arada İstanbul Dârülfünu-nu'nda Maarif Nezâreti'ne bağlı olarak kurulan Kâmûs-i Arabî Heyeti üyeleri ara¬sında yer aldı. I. Dünya Savaşı'nın Osmanlı Devleti aleyhine sonuçlanması, ağır mü¬tareke şartlan ve yurdun işgaliyle Yunan-Iılar'ın İzmir'e çıkması üzerine başlayan Millî Mücadele hareketine fiilen katılma kararıyla 1920 Şubatında Balıkesir'e gi¬den Mehmed Akif burada Kuvâ-yi Milli-yeciler'le görüştü. Zağanos Paşa Camii ile çeşitli yerlerde halkı birliğe davet ve direnmeye teşvik maksadıyla vaaz ve konuşmalar yaptı. Bu sırada İstanbul'da yüksek maaşlı bir görevde bulunmasına rağmen Balıkesir'e, oradan döndükten sonra da Ankara'ya gitmeye karar verme¬si onun vatan severliğinin açık bir gös¬tergesidir. Ayrıca halkın sevip saydığı bir müslüman aydın sıfatıyla Millî Mücade-le'ye katılması, bu hareketin İttihatçı-lar'ın yeni bir macerası olduğu şeklindeki şüpheyi büyük ölçüde gidererek Kurtu¬luş Savaşı çalışmalarına önemli bir güç katmıştır. Nitekim bu sebeple ona "Millî Mücadele'nin manevî lideri" sıfatı veril¬miştir. Balıkesir'den İstanbul'a gelmesi¬nin ardından işgal aitında çalışmanın da¬ha da zorlaşıp sansürün gitgide şiddet¬lenmesi yanında Ankara'dan Hey'et-i Temsîliyye adına gelen davet üzerine on iki yaşındaki büyük oğlu Emin'i de yanına alıp 10 Nisan 1920'de gizlice yola çıktı. Ali Şükrü Bey'le buluşarak Geyve'ye ulaştı. Buradan Büyük Millet Meclisi'nin açılışı¬nın ertesi günü Ankara'ya vardı (24 Nisan 1920). Hacı Bayram Camii'ndeki ilk vaa¬zının ardından vazifesinden izinsiz ayrıl¬dığı gerekçesiyle Dârü'l-hikmeti'l-İslâmiyye'deki görevinden azledildi. Büyük Mil¬let Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa'nın teklifi üzerine Burdur mebusu seçildi (5 Haziran 1920). Haberi olmadan en yük¬sek oyu alarak Biga'dan da seçilmesine rağmen daha önce Burdur mebusluğunu kabul ettiğinden mecliste bu sıfatla bulundu. Zaman zaman Eskişehir, Bur-dur, Sandıklı, Dinar, Afyon. Antalya, Kon¬ya, Kastamonu gibi şehirlerde halka ve diğer bazı mebuslarla beraber cepheler¬de askerlere hitaben Millî Mücadele'yi teşvik eden konuşma ve vaazlarını sür¬dürdü. Bunların en önemlisi meclis kara¬rıyla gittiği Kastamonu'da Nasrullah Ca-mii'ndeki ünlü vaazıdır. Bu vaaz, son de¬rece ihatalı bir bakışla dünyanın siyasî va¬ziyetini tahlil edip Sevr Antlaşmasının bizim için nasıl bir felâket olacağını izah eden, onu yırtıp atmayı ve Batılı sömür¬gecilerin karşısına iman ve silâhla dikil¬meyi hayatî bir mecburiyet olarak telkin edip Millî MDcadele'yi büyük bir heyecan¬la teşvik eden önemli bir belgedir. Bu vaaz ve diğer konuşmalar, Akif'in İstanbul'dan ayrılırken arkasından gelmesini söylediği Eşref Edib'in İstanbul'da tekrar çıkardığı (25 Kasım) Sebîîürreşâdm üç sayısıyla [72] Ankara'da neşredilen (3 Şu¬bat 1921) ilk sayısında yayımlanmıştır. Ay¬rıca bu sayılar ve risale haline getirilen va¬azlar birkaç defa basılarak Anadolu'nun her tarafına ve cephelere dağıtılmıştır.

1920 yılının son aylarında Erkân-ı Har-biyye Riyâseti'nin isteğiyle Maarif Vekâ¬leti millî marş güftesi için bir yarışma aç¬tı. Yarışmaya 700'den fazla şiir gelmesine rağmen nitelikli bir manzume buluna¬mayınca konulan maddî mükâfat sebe¬biyle yarışmaya katılmayan Mehmed Akif in de bîr marş yazması ısrarla isten¬di. Mükâfat şartının kaldırılması üzerine Akif şiirini tamamlayarak teslim etti. Meclisin 12 Mart 1921 tarihli oturumun¬da okunan şiir ittifakla İstiklâl Marşı güf¬tesi olarak kabul edildi.[73] Ancak meclis kararı olduğu için kazanana verilmesi zaruri hale gelmiş bu¬lunan nakdî mükâfat Akif tarafından alı¬nıp Dârü'l-mesâî adlı bir hayır cemiyeti¬ne bağışlanmıştır.

Millî Mücadele'nin zaferle sonuçlanma¬sının ardından Büyük Millet Meclisi'nin aldığı seçim kararı üzerine yeniden te¬şekkül eden ikinci dönemde muhalefet grubuna mensup diğer millet vekilleri gibi Mehmed Akif de aday gösterilmedi. Ekim 1923'te Abbas Halim Paşa'nın da¬veti üzerine Mısır'a giden Akif in bu da¬veti kabulünde, kazanılan Millî Mücade-le'den sonra ümit ettiği İslâm birliği ve bu birlikte Türkiye'nin önemli rol oyna¬ması idealinin gerçekleşememesinin do¬ğurduğu hayal kırıklığının büyük tesiri olmuştur. İki yıl kışları Mısır'da geçirip yazları Türkiye'ye döndüyse de 1928'in sonundan itibaren sürekli Mısır'da kaldı. Bunda da hak kazandığı emekli maaşının bağlanmamasından doğan geçim sıkın¬tısı ve hükümetin muhalif kabul ettiği birçok fikir ve siyaset adamı arasında kendisinin de polis takibine alınmasının ağırına gitmiş olması önemli rol oynamış-tır. Ayrıca bu yılın başında çıkan Şeyh Said isyanı vesilesiyle hükümet muhalifler üze¬rine baskı kurmuş, aralarında Sebîlürreşâd'ın da yer aldığı pek çok dergi ve ga¬zeteyi kapatarak sahiplerini ve bazı ya¬zarlarını İstiklâl mahkemelerine sevket-miş bulunuyordu.

Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki büt¬çe müzakereleri sırasında alınan bir ka¬rar üzerine (21 Şubat 1925) Diyanet İşle¬ri Reisliği, Kur'ân-ı Kerîm'in tefsiri için Elmalılı Muhammed Hamdi'ye, tercü-mesi için de Mehmed Akif'e teklifte bu¬lundu. Akif, yapılacak çalışmanın dinî ve ilmî sorumluluğunu düşünerek uzun bir tereddütten sonra tercüme yerine me¬al denilmesi ve Elmalılı M. Hamdi'nin hazırlayacağı tefsirle birlikte basılması şartıyla teklifi kabul etti. 1926-1929 yıl¬ları arasında yoğun bir mesai sarfedip tercümeyi bitirdiyse de vefatına kadar üzerinde çalışmaya devam etti. Ancak ezanın kanun zoruyla Türkçe okutulduğu o yıllarda namazların da devlet zoruyla Kur'an'ın Türkçe tercümesiyle kıldınlaca-ğı endişesini taşıdığından yaptığı anlaş¬mayı feshedip avans olarak aldığı bir mik¬tar parayı geri verdi ve çalışmasını tes¬lim etmedi. Akif in, hastalanarak Mısır'¬dan Türkiye'ye geldiği sırada geri dön¬mediği takdirde tercümenin yakılmasını vasiyet ettiği ve yıllar sonra (1961) vasi¬yetin Kahire'de yerine getirildiği anlaşıl¬maktadır.[74]

Mehmed Akif'in Mısır yıllarında Kur'an mealinden sonraki en önemli meşguliye¬ti, Kahire'deki el-Câmiatü'l-Mısriyye'nin Edebiyat Fakültesi'nde Türk dili ve ede¬biyatı dersleri vermesi oldu (1929-1936). On yıldan fazla süren Mısır dönemi ge¬çim sıkıntısı yanında eşinin müzmin bir asabî rahatsızlığa müptelâ olması, başı boş kalan çocuklarını arzu ettiği gibi ye-tiştirememesi, vatan hasreti, İslâm âle¬minin perişan halinin kendisinde doğur¬duğu büyük ıstıraplarla geçti. Kahire'de bulunduğu yıllarda Mehmed Akif, kendi¬sini daima himaye eden Abbas Halim Paşa ile ailesi ve orada tahsilde bulunan Türk talebelerle teselli bulmaya çalıştı. Abdülvehhâb Azzâm gibi Mısırlı ilim ve fikir adamlarıyla dostluklar kurdu. Bu arada 1933 yılı sonlarında Safahatın ye¬dinci ve son kitabı olan GÖÎgeler'ı Kahi¬re'de bastırdı.

1935'te rahatsızlanan Mehmed Akif, hava değişimi için bir aylığına Lübnan'a ve o sırada Fransız idaresinde bulunan Antakya'ya gitti. Hastalığının ağırlaşma¬sı üzerine 17 Haziran 1936'da İstanbul'a döndü. Nişantaşı Sağlık Yurdu'nda tedavi gördükten sonra yaz aylarında Said Ha¬lim Paşa'nm Alemdağ'daki Baltacı Çiftli-ği'nde oğlu Prens Halim tarafından mi¬safir edildi. Son günlerini de aynı ailenin Beyoğlu'ndaki Mısır Apartmanı1 nda ken¬disine ayırdığı dairede geçirdi ve orada vefat etti (27 Aralık 1936). Resmî şahıs ve makamların ilgi göstermediği İstiklâl Marşı şairinin cenazesi, Beyazıt Camii'n-den üniversite gençliğinin ve halkın ka¬tıldığı büyük bir cemaatle Edirnekapı Me-zarlığı'nda dostu Babanzâde Ahmed Na-im'in kabrinin yanında toprağa verildi. 1960 yılındaki yol inşaatı sebebiyle her iki mezar Süleyman Nazif'in kabriyle bir¬likte Edirnekapı Şehitliği'ne nakledildi. Mehmed Akif yılı olarak ilân edilen vefa¬tının ellinci senesinde (1986) Kültür Ba¬kanlığı tarafından kabrinin üzerine yeni bir lahit yaptırıldı.

Akif in Ölümü üzerine yakın dostların¬dan Fatin Gökmen, "Çıktı kırklar bir ağız¬dan dediler târihin / İçimizden vatanın şairi Akif gitti"; Yusuf Cemil Ararat da, "Cevherin târihi ahlâfa eder keşf-i nikâb / Âh gitti tercümân-ı efsah-i Ümmü'1-Ki-tâb" beyitlerini tarih düşürmüşlerdir.

Mehmed Akif'in yetişme yıllarında şah¬siyetinin teşekkülünde rolü bulunan kişi¬lerin başında kendisine ilk dinî bilgileri veren, Arapça'sının, fıkıh ve akaid bilgile¬rinin gelişmesine yardım eden babası Tâ-hir Efendi gelmektedir. Ayrıca "Abdülha-mid devrinin hürriyetperver şahsiyetle¬rinden" Fâtih Merkez Rüşdiyesi'nde Türk¬çe muallimi Mehmed Kadri Efendi, hafız¬lık hocası Mehmed Râsim Efendi (Arap Hoca), Meşnevf ve Gülistan derslerini takip ederek Farsça'sını ilerlettiği mesne-vîhan Esad Dede, Arapça hocaları olarak kendisinden Müberred'in el-Kâmil'im okuduğu Hersekli Ali Fehmi Efendi ile Mu'allakât hocası Hâlis Efendi zikredil¬melidir. Bu arada ders ve müzakere ar¬kadaşları Mehmed Şevket ve Babanzâde Ahmed Naim ile daha Baytar Mektebi'n-de talebeyken kendisini klasik eserleri okuyacak kadar Fransızca'sını ilerletme¬ye ve Batı edebiyatını takip etmeye yö¬nelten Ispartalı Hakkı Bey, memuriyeti¬nin ilk yıllarında yanında bulunarak Fran-sızca çalıştığı Baytar Miralay İbrahim Bey sayılabilir. Doğu ve Batı edebiyatlarından zengin bir birikimi olan Akif'in okudukla¬rı arasında çoğu yazıldığı dillerden olmak üzere Mucallakât, Dîvân-ı Hafız, Gü¬listan, Me§nevî, Fuzûlî Divanı gibi eserlerle Doğu'dan İbnü'I-Fârız, Feyzî-i Hindî, Muhammed İkbal; Batı'dan W. Shakespeare, Milton. Victor Hugo. Ernest Renan, Anatole France, Alfred de Musset, Lamartine, J, J. Rousseau, Alphonse Dau-det. Emile Zola, AIexandre Dumas Fils, Sienkiewicz gibi şair ve yazarların eserle¬ri vardır.

İçindeki en eski şiiri 1904 tarihli olan Safahat ile tanınan Mehmed Akif'in bu tarihten çok daha önce şiir yazdığı, ya¬yımlanmış ve yayımlanmamış pek çok manzumesinin bulunduğu bilinmektedir. Akif in bugün elde bulunan ilk şiiri. Hal¬kalı Baytar Mektebi'ndeki Öğrenciliği sı-rasında kaleme aldığı (1892) "Destur" başlıklı bir terkibibend parçasıdır. Hazî-ne-i Fünûn, Mekteb, Resimli Gazete gibi bazı dergilerde, dostlarına yazdığı mektuplarda ve şahsî hâtıralarda rastla¬nan ilk şiirlerinin genellikle Ziya Paşa, Mu¬allim Naci ve Abdülhak Hâmid tesirinde olduğu görülmektedir. Gerek bunlar ge¬rekse Safahatın ilk kitabında yer alan benzer şiirleri, Akif'in bu yıllarda şiirde yapı bakımından değişik şekil arayışları içinde olduğunu, muhteva bakımından Ziya Paşa ve Abdülhak Hâmid'de görül¬düğü gibi birtakım metafizik meselelere meylettiğini göstermektedir. Bir ara Recâizâde Mahmud Ekrem ve Tevfik Fikret gibi tabiat tasvirlerine merak sardığı da kendi ifadesinden anlaşılmaktadır. Yayımlanmış en eski şiirlerinden biri, hafız¬lığını tamamladığı sırada yazdığı ve ha¬yatı boyunca bağlı kalacağı, ahlâk ve se¬ciyenin temelini teşkil eden Kur'ân-ı Ke¬rîm hakkındaki manzumesi olup 1895'te "Kur'an'a Hitap" başlığıyla Mekteb mec-muasında çıkmıştır.

Şiir yayımlamadığı 1901-1908 yılları arasında geçen sürede sanatta takip ede¬ceği yol hakkında önemli kararlar vermiş olmalı ki o zamana kadar sevdiği ve tak¬lit ettiği tarzı bırakarak hayalden uzak, yalnız içinde yaşadığı toplumun mesele¬lerine çözüm arayan bir şiiri benimsemiş, hatta eski şiirlerinin elinde kalanlarını or¬tadan kaldırmıştır. Bu görüşünü Süiey-maniye Kürsüsünde adlı kitabında, "Bu¬dur cihanda benim en beğendiğim meslek / Sözüm odun gibi olsun, hakikat ol¬sun tek" misralarıyla açıklar. Böylece şiir¬de hayalperestliği reddetmiş, ancak bu¬na tepki olan Batı tarzı parnasyen şiiri de benimsememiştir. Gerçekleri dile geti¬ren, takdir ettiği Batılı yazarların roman sanatındaki realist / natüralist anlayışını yansıtan bir şiir tarzını tercih etmiş ve Türk şiirinde toplum meselelerine en çok eğilen şair olmuştur. Akif in şairliği üze¬rinde tartışıp tereddüt edenler, manzu-meci olduğunu ileri sürenler, onun man¬zum hikâyelerini ve gerçekten ahlâkî öğüt veren didaktik şiirlerini örnek gösterirler. Ancak bütünüyle incelendiğinde şiirinin didaktik olmaktan ibaret kalmadığı gö¬rülür. Aslında sanatkâr ruhlu, şairyara-tılışlı bir insan olan Akif, yaşadığı toplu¬mun bir ölüm-kalım savaşı içinde bu¬lunduğu gerçeğinden hareketle toplum¬dan yana. ahlâkçı ve idealist bir yolu seç¬miştir. Bu ikilem dikkate alındığında en toplumsal özellikteki şiirlerinde bile yer yer lirizme ve bir çeşit mistisizme yük¬seldiği görülmektedir. Özellikle son yılla¬rında Mısır'da iç kırıklığı, vatan hasreti, yalnızlık ve hastalık gibi bedbin duygu¬larla yüklü olarak yazdığı Gölgeler kita¬bındaki şiirlerin lirik vasfı öncekilere göre daha da yüksektir.

Mehmed Akif'in makaleleri ve tercüme yazıları gibi Sa/ahaftaki şiirlerinin çoğu da Sırât-ı Müstakim ve Sebîlürreşâd dergilerinde yayımlanmıştır. Onun ilk Sa¬fahattan beri takip ettiği yol dikkate alındığında şiirinde muhtevanın ön plana çık¬tığı belli olur. Bununla beraber sanatkâr mizacıyla şiirlerinin formunu ve estetik yapısını da ihmal etmediği görülmekte¬dir. Daha ılkSafahat'ta nazımda ulaştığı rahatlık ve ustalık, onun bu yıllara gelin¬ceye kadar uzun bir şiir tecrübesi geçir¬diğini ortaya koymaktadır. Bilhassa bu kitabındaki şiirlerinin nazım tekniği üze¬rinde kendisinden önce Edebiyât-ı Cedîde şairlerinin denedikleri, şekille muhteva arasında estetik bir uyum sağlamak için başvurdukları formları başarıyla uygula¬mıştır. Aynı şiir içinde konunun ve duy¬guların değişmesine göre veznin, nazım şeklinin, hatta dil ve üslûbun da değiş¬mesi bu denemelerden bazılarıdır. Özel¬likle manzum hikâyelerde bu teknik daha da belirgindir: Tasvirlerde aruzun tem¬polu vezinlerine, daha eski ve sanatkâra-ne bir dile ve sentaks bakımından beyit¬lerde tamamlanan cümlelere mukabil ay¬nı şiirin tahkiye bölümünde daha hare¬ketli vezinlerin, daha sade ve konuşma diline yakın bir dilin ve anjambmanların kullanılması gibi. Tevfik Fikret'le başla¬yan, aruzun imâlesiz, arızasız kullanılması çığın da Mehmed Akif in şiirleriyle zirveye ulaşır. En metafizik meselelerden sokak¬taki İnsanın konuşmasına kadar çok rahat bir Türkçe, o zamana kadar uygulanma¬mış bir şekilde Akif in şiirleriyle aruzun hemen her kalıbında ifadesini bulmuş¬tur.

Aktif bir siyaset ve ideoloji adamı ol¬mayan Akif İslâmî an'aneye uygun da¬nışmaya ve hürriyete dayalı meşrutî bir rejim taraftarı olarak II. Abdülha-mid'in sıkı yönetiminin aleyhinde bulun¬muş, i 908'den önce dönemin aydınlan arasında yaygın olan gizli komite faaliyet¬leriyle bir ilişkisi olmamıştır. Ayrıca Meş¬rutiyetin ilânından kısa bir süre sonra Fa-tin Hoca (Gökmen) tarafından İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne kaydedilirken üyele¬rin cemiyetin bütün kararlarına kayıtsız şartsız uyacakları şeklindeki yemin cüm¬lesinin değiştirilmesini şart koşması onun seciyesini ortaya koyan en dikkat çekici anekdotlardan biridir. Ancak bu üyeliği de İttihat ve Terakkî'nin Şehzadebaşı İl-miye Mahfili'nde bir süre Arap edebiyatı dersleri vermekten ibaret kalmış, cemiye¬tin maceracı iç ve dış siyasetiyle İslâm'a karşı çıkan aydınların tesiri altında hare¬ket etmesi üzerine kısa süre sonra mu¬halefete geçmiştir.

Mehmed Akif in en verimli şiir ve yayım faaliyetinin görüldüğü 1908-1922 arası Osmanlı Devleti'nin en buhranlı, siyasî istikrarsızlığın ve savaşların en yoğun oldu¬ğu bir dönemdir. Aydınların bu buhranı aşmak için gösterdikleri gayretlerin ürü¬nü olan ve II. Meşrutiyetin ardından ge¬lişme alanı bulan siyasî ve ideolojik akım¬lar arasında Akif, adına sonraları İslam¬cılık denilen cereyanın içinde yer almış¬tır. Çocukluğundan beri aile muhitinde, mekteplerde, arkadaş çevresinde tam bir İslâm kültürüyle beslenmiş, İnancı, ahlâkı ve yaşayışıyla İslâm'dan tâviz vermemiş olan Mehmed Akif, İslâm'ın ruhuna aykırı olmamak şartıyla diğer fikir sahipleriyle iş birliği yapabilecek bir karakter göster¬miştir. Safahatta "kavmiyet" ve "milli¬yet" kavramlarını birbirinden ayırmış, bunlardan "ırkçılık" mânasını verdiği ilki¬ne İslâm'a aykırı olduğu ve devletin par¬çalanmasına sebebiyet vereceği için kar¬şı çıkmıştır. Akif vatan toprağına, bayra¬ğa, milletinin faziletlerine, diline, sanatı¬na son derece bağlı bir insandır. Süley-maniye Kürsüsü'nde vaizin "Kendi mâ-hiyyet~i rûhiyyeniz olsun kılavuz" derken vurguladığı ruhî mahiyet, parçanın bütü¬nüne göre milletin manevî cevherinden başka bir şey değildir. Mehmed Akif'in, ülkeyi idare eden hükümetlerin siyaset¬lerini çok defa tasvip etmediği halde on¬ların verdiği millî vazifeleri kabul etmesi veya memleket çeşitli sıkıntılar içindey¬ken aleyhlerinde açık. sert ve yıpratıcı bir muhalefete girişmemesi bu bağlılığının tezahürüdür. İttihat ve Terakkî hüküme¬tine ve İstiklâl Savaşı'ndan sonra uğradığı mağduriyete rağmen Mısır'da iken Anka¬ra hükümetine karşı takındığı olgun tavır bu anlayışının örneğidir. Ayrıca Batı'da gelişmekte olan bilim ve tekniğin yanın¬da pek çok ahlâkî davranışın da hayranı olan Akif siyasî İslamcılar arasında ken¬dine mahsus bir terkibin sahibi olarak görünmektedir.

İlk Safahat'ta daha ziyade "Tevhid ya¬hut Feryat" şiirinde olduğu gibi metafizik duyguların veya "Durmayalım" ve "Dir-vas"ta görüldüğü gibi bazı dinî hikmetle¬rin didaktik ifadeleriyle "Hasta", "Küfe", "Meyhane"de olduğu gibi sosyal dertler yer almaktadır. Ancak daha sonraki ta¬rihleri taşıyan "Acem Şahı", "İstibdat" ile bilhassa "Köse İmam" şiirlerinde siyasî, fikrî meseleler de işlenmeye başlanmış¬tır. Bunların kuvvetli bir İslâmî ideal hali¬ne dönüşmesi, II. Meşrutiyetin ardından siyasî akımların ve toplumun genel yapı¬sındaki ahlâkî bozulmanın tehlikeli bir hal alması üzerinedir. "Süleymaniye Kür¬süsünde" şiiri, böyle bir tehlikeye karşı İs¬lâm milletlerinin uyanması ve bir birlik teşkil etmesi felsefesine dayanan uzun bir manzume olarak ortaya çıkar. Türk ve İslâm ülkelerini dolaşmış, müslümanları her bakımdan uyandırma gayreti içinde otantik bir şahsiyet olan Sibiryalı Abdür-reşid İbrahim'i temsil eden vaiz, kürsüde bir taraftan İslâm'a ilgisiz hatta karşı olan aydınları tenkit ederken daha acı tenkitlerini, hicivlerini birçok bakımdan bilgisiz ve geri kalmış müslümanlar için yapmıştır.

Mehmed Akif in itikad dışında bir dün¬ya nizamı olarak ele aldığı İslâm'ı daima çağındaki meselelere en isabetli çözümler üretecek şekilde takdim etmesi dikkati çekmektedir. Dinin cevherinde olan ebe¬dîlik dünün, bugünün olduğu kadar yarı¬nın insanına da hitap etmeyi gerektirir. "Böyle gördük dedemizden" demenin mânası yoktur. "Doğrudan doğruya Kur-'an'dan alıp ilhamı Asrın idrâkine söy¬letmeliyiz İslâm'ı" mısraları bu konudaki kanaatlerini ifade eden bir formüldür. Süleymaniye Kürsüsünde adlı kitabın¬da fikirlerini sistemleştiren Akif daha sonra bu sistemin yaşama tarzı, ahlâk, insanın kendi çevresiyle ve başka insan¬larla olan ilişkileri, ilim ve teknik karşı-sındaki tavrı gibi teferruata inen mese¬lelere çeşitli vesilelerle çözüm getirmeye çalışır. Bazan doğrudan doğruya Kur'an ve hadis gibi dinin temel kaynaklarından hareket ederek bazan da yine bu temel¬lere dayanıp daha çok kendi döneminin problemleriyle iç içe bir ifade tekniği kul-lanmıştır. İlkine Hakkın Seslen ve Hâtıralar âyet ve hadislerin serbest tefsirleri, ikincilere de Fatih Kürsüsün¬de ve Âsim ile HdfiraJar'daki "Berlin Hâ¬tıraları" Örnek olabilir. Akif'in İslamcılı¬ğının esasını inançta, emir ve nehiylerde kaynağını İslâm'dan alan bir hayat tarzı ile çağdaş medeniyetin İslâm'a aykırı ol¬mayan güzelliklerinin telifi teşkil eder.

Doğu ve Batı mûsikisine ciddi derecede ilgi duyan, ney üfleyen, yüzme, taş atma (bir çeşit gülle atma), güreş ve uzun yü¬rüyüş gibi sporlara meraklı, hoşsohbet, çevresindekilerle şakalaşmayı seven, zeki ve nüktedan bir insan olan Mehmed Akif, kendisini yakından tanıyan dostları ara¬sında verdiği sözleri her şartta tutma¬sıyla tanınan bir kişidir. Nitekim Baytar Mektebi'nde okurken bir arkadaşı ile, bi¬rinin önce ölmesi halinde diğerinin onun çocuklarına bakacağına dair sözleşmele¬ri buna örnektir. Yirmi yıl sonra Akif, ge¬çim sıkıntısı içindeyken bile sözüne sadık kalarak vefat eden arkadaşının çocukları¬nı evine almış ve kendi evlâtlanyla birlikte okutup yetiştirmiştir. Ayrıca yazdikla-rıyla hayatı arasında tam bir uyum var¬dır ve buna aykırı davranışları affetmeyen bir karakter âbidesi olarak bilinir. Meh-med Akif in, şiirini ve sanatını çok takdir etmesine rağmen daha sonra "Târîh-i Ka¬dım" ve "Târîh-i Kadîm'e Zeyl" manzu-meleriyle dinî ve insanî değerlere saldı¬ran Tevfık Fikret'i, "Berlin Hâtıralarımın doksan sekiz mısralık bölümünde [75] şiddetle eleştirmekten çekinmemesi de bu özelliğinin açık bir göstergesidir.

Eserleri.

A) Manzum Eserleri.

Mehmed Akif in sağlığında yedi ayrı kitap halinde bazıları birkaç defa basılan, ölümünden sonra tek cilt olarak yayımlanan ve tama¬mı aruzla yazılmış 11.240 mısraiık 108 manzumeden ibaret külliyatının genel adı SafahaVhr. Birinci kitabın dışında diğer¬lerinin ayrıca birer adı da bulunmakta¬dır,

1. Safahat: Birinci Kitap (İstanbul 1329). Bazıları İslâm tarihinden alınmış vak'alar üzerine kurulmuş, çoğu sosyal dertleri konu edinen kırkdört şiirden olu¬şur. Bunlardan "Tevhid yahut Feryad", "Ezanlar", "Canan Yurdu", "İstiğrak", "Hasbihal" mistik ve felsefî konularda yazılmış lirik şiirlerdir.

2. Safahat: İkinci Kitap: Süleymaniye Kürsüsünde (İs¬tanbul 1330). Akif in İslâm dünyası, müslümanlar ve İslâm ideali konusundaki fi¬kirlerini yansıtan 1002 mısraiık tek bir manzumedir.

3. Safahat: Üçüncü Kitap: Hakkın SesIeri(İstanbuI 1331). Balkan savaşlarındaki mağlûbiyetler sebebiyle çekilen ıstırapların dile getirildiği on şiir¬den oluşur. Bu şiirlerin sekizi bazı âyetle¬re, biri bir hadise dayanılarakyazılmıştır. Sonuncusu "Pek Hazin Bir Mevlid Gecesi" başlığını taşıyan on mısraiık bir şiirdir.

4. Safahat: Dördüncü Kitap: Fatih Kürsü¬sünde (İstanbul 1332). 1692 mısraiık tek bir manzumedir. İslâm'da çalışmanın ve terakkinin önemiyle kader irade mese¬lesi üzerinde durulan şiirin ilk yarısında İslâm dünyasının perişanlığı tembelliği¬ne, kurtuluşu da çalışmasına bağlanmak-tadır.

5 Safahat: Beşinci Kitap: Hâtı¬ralar (İstanbul 1335). On şiirden meyda¬na gelen kitaptaki ilk yedi şiirin dördü âyetlerin, ikisi hadislerin açıklaması olup bunlar arasında yer alan "Uyan" başlıklı manzume bütün müslümanları ikaz eden bir sesleniştir. Sondaki üç uzun manzu¬me ise şairin Mısır, Berlin ve Medine se¬yahatlerinin intihalarından yola çıkarak İslâm dünyasının dertlerini dile getirdiği fikrî ve lirik şiirlerdir. Bunlardan "Necid Çöllerinden Medine'ye" adlı şiir için Ce-nab Şahabeddin. "Bir hadisedir, bundan sonra Akif e erişiiemez" demiş, Süleyman Nazif de bildiği Şark ve Garp lisanlarında bu kadar güzel, pürüzsüz ve kusursuz şiir okumadığını, bunu yazmak için Akif ka¬dar şair olmanın yetmeyeceğini, onun ka¬dar da dindar olunması gerektiğini, hiç¬bir sanatkârın bu şiirin benzerini yazama¬yacağını ifade etmiştir.

6. Safahat: Al¬tıncı Kitap: Asım (İstanbul 1342). 2292 mısraiık tek bir manzumeden meydana gelir. Memleketin içtimaî ve ahlâkî dert¬leri hakkındaki bu manzumenin tamamı¬na yakın bölümü. Mehmed Akif in eser¬lerinde canlandırdığı en önemli tip olan ve müslüman halkın iman ve irfanını tem¬sil eden muhafazakâr ve tenkitçi Köse İmam ile yenilikçi ve müsamahalı Hoca-zâde (Mehmed Akif), hakperest ve heye¬canlı bir genç olan Asım [76]arasında geçen konuşmalardır. Şai¬rin "Çanakkale Şehidlerine" adıyla bilinen ünlü şiiri de diyalogun bir parçasıdır.

7. Safahat: Yedinci Kitap: Gölgeler (Mı¬sır 1352/1933). Mehmed Akif in eski harf¬lerle Kahire'de bastırdığı, bir kısmı daha önce yazılmış kırk bir şiirinden meydana gelen son kitabıdır. Buradaki baz: şiirler. gerçekleşmeyen bir idealin verdiği üzün¬tü ile vatandan uzak ve işgal edilmiş bir İslâm diyarında yalnızlık hâlet-i rûhiyesi-nin doğurduğu kırgınlıktan kaynaklanan tevekkül ve teslimiyetin mistik duygula¬rıyla kaleme alınmıştır. Kitaptaki son şiir olan 208 mısraiık "Sanatkâr" adlı manzu¬me, Âkifin bütün Safahat'ı boyunca gös¬termediği şahsiyetinin en mühim tarafı olan sanatkâr ruhunu ortaya koyar ve ha¬yal kırıklıklarını, acılar içinde geçen öm¬rünü, İslâm dünyasının yürek yakan hali¬ni içli bir dille mısralara döker. Safahat'ı teşkil eden yedi kitap, Mehmed Âkifin sağlığında onun tashihinden geçerek so¬nuncusu hariç birkaç defa eski harflerle basılmıştır.[77] Eserin tamamını ilk defa yeni harf¬lerle Ömer Rıza Doğrul, devrin siyasetine uygun düşmeyeceği mülahazasıyla yapı¬lan birkaç çıkarma ile neşretmiştir (İstan¬bul 1943). Bu haliyle 1973 yılına kadar ye¬di defa basılan Safahat yedinci baskısından itibaren M. Ertuğrul Düzdağ tara¬fından tamamıyla gözden geçirilip tashih edilerek yayımlanmıştır. Safahat, eski ve yeni harflerle bir şiir kitabı olarak Türki¬ye'de en çok basılan eser olduğu gibi bir¬çok dinî halk kitabının ulaştığı baskı sa¬yısını da aşmıştır.[78]

Mehmed Âkifin gerek 1908'den önce gençlik devrinde gerek sonraki yıllarda yazdığı, ancak Safahat'a almadığı, kendi ifadesiyle "Safahat hacminde" şiirleri ol¬duğu bilinmektedir. Önemli bir kısmını bizzat kendisinin yok ettiği bu şiirlerden devrin dergilerinde ve dostlarına yazdığı mektuplarda kalmış veya bazı kişilerin hâtıralanyla ortaya çıkmış olanları birkaç bin mısraı bulmaktadır. Bunların önemli bir kısmı M. Ertuğrul Düzdağ'ın hazırla¬dığı Safahat neşirlerine eklenmiştir.[79] Mehmed Akif, Millî Mücadele'den sonra "İkinci Asım", "Haccetü'1-Ve-dâ". "Selâhaddîn-i Eyyûbî" (manzum pi¬yes), "İslâm Tarihinden Menkıbeler", "Ço¬cuk ve Mektep Şiirleri" gibi bazı eserler yazmak istediğini dostlarına söylemişse de bunları gerçekleştirememiştir.

Âkifin bazı şiirleri daha sağlığında Arapça'ya tercüme edilmeye başlanmış¬tır. 1932 yılında Mısır'da çıkan el-Macri-fe dergisinde İstiklâl Marşı" ile "Bülbül" şiirleri Arapçalarıyla birlikte yayımlan¬mış, bunları "Çanakkale Şehidlerine" ile "el-Uksur'da" şiirleri takip etmiştir. Yakın arkadaşı Abdülvehhâb Azzâm. "Kör Ney¬zen" ile "Küfe" şiirini mensur olarak "Süleymaniye Kürsüsünde"nin bazı bölümlerini de nazmen [80] tercüme etmiştir. Son Os¬manlı şeyhülislâmlarından Mustafa Sabri Efendi'nin oğlu şair İbrahim Sabri. Âkifin vefatından on yıl kadar sonra Gölgeler' manzum olarak Arapça'ya çevirmiştir.[81] Ekmeleddin İnsanoğlu iki şiirini eş-ŞiV dergisinde Arapça neşretmiştir. Mehmed Akif hakkında Arapça bir monografi ha¬zırlayan Abdüsselâm Abdülazîz Fehmî, Mekke'de yayımladığı kitabında "el-Uk¬sur'da" ile "Necid Çöllerinden Medine'¬ye" şiirlerinin tamamına yakınını ve ince¬lemesine konu aldığı bazı parçalan kıs¬men manzum olarak Arapça'ya çevirmiş¬tir. Yaşayan Arap şairlerinden aynı za¬manda Türkçe divanı da bulunan Hüse¬yin Mücîb el-Mısrî, "Çanakkale Şehidleri¬ne" adlı şiiri nazmen Arapça'ya tercüme etmiştir.[82] Cemal Muh¬tar da İstiklâl Marşı" ile [83] "Âsim" ve "Hâtıralardan küçük birer parçayı [84] Arapça'ya aktarmıştır.

Mûsikiyle yakın ilgisi olan Mehmed Âkifin bazı şiirleri sanatkâr dostları tarafından bestelenmiştir. Ali Rıfat Çağa¬tay, Zeki Öngör, Ahmet Yekta Madran, Muallim İsmail Hakkı, M. Zâti Arca, Kâ-zım Uz, Mustafa Sunar, İsmail Zühtü ta¬rafından bestelenen "İstiklâl Marşf'nın dışında Ali Rıfat Çağatay "Ordunun Dua¬sı", "Köse İmam", "Bülbül"; Sadettin Kay¬nak "Çanakkale Şehidlerine"; Şerif İçli "Ezelden Aşınanım"; Ali Nihat Karame-mişoğlu "Lâ-mekânlarda mısın?"; Ali Ke¬mal Belviranlı "Allah'a Dayan Sa'ye Sarıl" gibi manzumelerini bestelemiş olup no¬taları eldedir.

B) Mensur Eserleri. Telifleri,

a) Tefsir¬ler. Mehmed Akif'in on sekizi manzum olan ve Safahat'a alınmış bulunan elli yedi tefsir yazısının tamamı Sebîlürre-şdd'ın 183. sayısından itibaren muhtelif nüshalarında "Tefsîr-i Şerif" başlığı altın¬da yayımlanmıştır. Bunlar, dönemin gün¬cel meseleleriyle ilgili âyetlerin ele alındı¬ğı yazılardan meydana gelmektedir.[85] Dergide "Hadîs-i Şerif" başlığı al¬tında çıkan dört yazısı da günün mesele¬lerine çözüm olabilecek hadislere dayalı makalelerdir. İlk defa Ömer Rıza Doğrul tarafından Kur'an'dan Âyetler adıyla, bazı müdahale ve eklemelerle kitap hali¬ne getirilen bu yazılar arasında makale ve vaazlarından da seçmeler yer almıştır (İstanbul 1944). 1976'da dikkatsizce ya¬pılmış ikinci baskısı yanında Ömer Rıza Dogrul'un neşrinden aynen aktarılarak gerçekleştirilmiş bir baskısı daha bulun¬maktadır.[86] Sadece tefsir yazılarının Abdülke-rim ve Nuran Abdülkadiroğlu tarafından Sebîlürreşâa"dan aktarılarak hazırlan¬mış bir baskısı ise Diyanet İşleri Başkanlı¬ğı yayınları arasında neşredilmiştir. [87]

b) Vaaz¬lar. Mevâiz-i Dîniyye: Birinci Kısım (İs¬tanbul 1328). Mehmed Akif'in bu vaazı, İttihad ve Terakki Hey'et-İ İlmİyyesi âzası iken Şehzadebaşı Kulübü'nde yaptığı "İt¬tihad Yaşatır, Yükseltir, Tefrika Yakar, Öl¬dürür" başlıklı konuşmasının metni ola¬rak önce Sırât-ı Müstakîm'de çıkmış, ardından bu kitabın içinde tekrar yayım¬lanmıştır.[88] Balkan Savaşı sırasın¬da Beyazıt, Fatih ve Süleymaniye camile¬rinde yaptığı vaazlar ise Sırât-ı Müsta-Mm'de neşredilmiştir. Balıkesir Zağanos Paşa Camii ile [89] Kastamonu Nasrullah Paşa Camii'ndeki vaazı Sebîlürreşâd'm Kasta-

monu'da basılan 464. sayısında çıkmış, gördüğü rağbet dolayısıyla bu sayı birkaç defa bastırılarak Anadolu'ya ve cephelere gönderilmiştir. Ayrıca el-Cezîre Kuman¬danı Nihad Paşa tarafından müstakil bir risale halinde neşredilip (Diyarbekir 1337) bölgenin Elaziz, Diyarbekir, Bitlis ve Van gibi belli başlı vilâyetlerinde ve cepheler¬deki askerlere dağıtılmıştır. Mehmed Akif'in Kastamonu'da bulunduğu süre içinde civar kaza ve köylerde yaptığı ko¬nuşmaların özetlerini de Eşref Edip kay¬dedip derginin 465-467. sayılarında ya¬yımlamıştır. Bazıları yeni yazıyla birkaç defa basılan bu sekiz vaazın ilki hariç di¬ğerleri, Abdülkerim ve Nuran Abdülkadiroğlu tarafından hazırlanan ve yukarıda adı geçen eserin ikinci kısmında yeni ya¬zıya aktarılmıştır,

c) Makaleler. Mehmed Akif'in cemiyet, edebiyat ve fikir bahisleri etrafında makale, sohbet ve hâtıra şek¬linde kaleme alıp Sırât-ı Müstakim ve Sebîlürreşâd'da "Hasbihal". "Edebiyat Bahisleri", "Eski Hâtıralar", Letâif-i Arab'-dan" başlıkları altında neşrettiği elli yazı¬dan ibaret olup Abdülkerim ve Nuran Ab¬dülkadiroğlu tarafından Mehmed Akif Ersoy'un Makaleleri adıyla yayımlan¬mıştır (Ankara 1987). Halen elli kadar mektubu neşredilmiş olan Akif'in birkaç yüz mektubunun daha özel ellerde bu¬lunduğu tahmin edilmektedir. Mahir İz'e yazdıklarını Ktıbbealtı Akademi Mec¬muasında Uğur Derman neşretmiş, bun¬lar başka yerde çıkan birkaç mektupla be-raber İsmail Hakkı Şengüler'in derlediği külliyata da alınmıştır.

Tercümeleri. Tesbit edilebildiği kada¬rıyla 1908'den önce Resimli Gazete ile Servet-i Fünûn'da yayımlanmış ve ayrı¬ca basılmamış olanların dışında kalan çe¬virileri tamamen Sebîîürreşâd ve Sırât-ı Müstakîm'deVi yazılardır [90] Bunlardan bir kısmı sağlığında ki¬tap haline getirilmiştir.

1. Müslüman Kadını (İstanbul 1325). Kasım Emîn'in İslâm'ın kadına bakışını eleştirerek bu ko-nuda Batı ölçülerine göre köklü reformlar yapılmasını teklif ettiği Tahniü'l-mere adlı eserine yapılan tenkitlere ei-Mer tü'1-cedîde kitabıyla verdiği cevaplara karşı Ferîd Vecdî'nin yazdığı ei-Mer'e-tü'1-müslime adlı reddiyenin (Kahire 1319) tercümesidir. Eser Mahmut Çam-dibi tarafından sadeleştirilerek yeniden yayımlanmıştır (İstanbul 1972).

2. Hano-to'nun Hücumuna Karşı Şeyh Muham-med Abduh'un İslâm'ı Müdafaası (is¬tanbul 1331). Fransız siyaset adamı ve tarihçisi Gabriel Hanotaux'nun Paris'te 7e Journal gazetesinde çıkan ve İslâm'a hücum eden makalesine karşı Mısır'da çıkan el-Mü'eyyed gazetesinde Muham-med Abduh'un neşrettiği cevapların ter¬cümesinden meydana gelmektedir. Meh¬med Akif risalenin başına Hanotaux'nun yazısını da çevirerek ilâve etmiştir. Risale İsmail Hakkı Şengüler'in yayımladığı kül¬liyata alınmıştır.

3. İslâmlaşmak (İstan¬bul 1337). Said Halim Paşa'nın Fransızca kaleme aldığı bu risale Sebîlürreşâd'da Mehmed Akif tarafından Türkçe'ye çev¬rilerek neşredilmiş, daha sonra paşanın diğer altı risâlesiyle birlikte Buhranları¬mız adlı kitapta da yayımlanmıştır (İs¬tanbul 1335-1338).

4. İslâm'da Teşkîiât-ı Siyâsiyye. Said Halim Paşa'nın Malta'da sürgünde bulunduğu sırada Fransızca yazdığı eser, devrin özelliği sebebiyle "Mil¬lî Hâkimiyet" bölümü hariç Akif tarafın¬dan tercüme edilerek Sebîlürreşâd'da neşredilmiştir.[91] Müstakil olarakneşri bulunmayan risale, tercüme edilmemiş bölümü de ek¬lenerek M. Ertuğrul Düzdağ tarafından yayıma hazırlanan Buhranlarımız ve Son Eserleri adlı çalışmaya alınmıştır (İstan¬bul 1991).

5. İçkinin Hayât-ı Beşerde Açtığı Rahneler (Ankara 1339). Abdüla-ziz Çâvîş'in bu küçük risalesi de Umûr-i Şer'iyye ve Evkaf Vekâleti tarafından Mehmed Akif'e tercüme ettirilerek bas¬tırılmıştır. Ferhat Koca eseri sadeleştirip İçkinin Zararları İçkinin Hayat-ı Be¬şerde Açtığı Rahneler adıyla yeniden yayımlamıştır (İstanbul 2003).

6. Angli¬kan Kilisesine Cevap.[92] Anglikan kilisesinin şeyhülislâmlık makamına sorduğu İslâm dininin mahi¬yeti, hayat ve insan düşüncesi üzerindeki etkileri, zamanımızın çeşitli bunalımlarını tedavisi, dünyayı çekip çeviren siyasî ve manevî güçlere karşı tutumu gibi önemli sorulara Abdülaziz Çâvîş'in verdiği Arapça cevapların tercümesinden meydana gel¬miştir. Önemi dolayısıyla Büyük Millet Meclisi Umûr-i Şer'iyye ve Evkaf Vekâleti tarafından bastırılan kitabı Süleyman Ateş sadeleştirerek yeniden neşretmiştir (Ankara 1974).

Mehmed Akif'in Ferîd Vecdî, Muham-med Abduh, Azmzâde Refik, Şeyh Şiblî Nu'mânî, Abdülaziz Çâvîş ve Said Halim Paşa'dan yaptığı tefrika halinde kalmış tercümeleri de İsmail Hakkı Şengüler'in hazırladığı külliyat içine alınmıştır. Fevzi-ye Abdullah Tansel, Maarif mecmuasın¬da (Mayis-Ağustos 1895) Sadî imzasıyla yayımlanan "Mebâhis-i İlm-i Servet" başlıklı yazı dizisinin de Mehmed Akif e ait ol¬duğunu İleri sürmektedir [93]Meh-med Akif'in İstanbul Darülfünunu Edebi¬yat Şubesi'nde verdiği derslerin, bir kısmı Sırât-ı Müstakîm'Ğe neşredilmiş notları "Darülfünun Dersleri Kavâid-i Edebiyye" başlığıyla, ders notlarını formalar halinde haftalık olarak tefrika etmek üzere çıka¬rılan Darülfünun adlı bir dergide neşre-dilmişse de [94] elde sadece on altı sayfalık ilk for¬ması bulunmaktadır. Dârü'I-hilâfeti'I-aliy-ye Medresesi'nin beşinci ve altıncı sınıf¬larında okuttuğu derslerin notları dört forma halinde "Edebiyat Dersleri" adıyla yayımlanmış görünmekteyse de henüz elde edilememiştir.

Mehmed Akif in bütün eserleri İsmail Hakkı Şengüler tarafından yayıma hazır¬lanmış ve son tashihleri M. Ertuğrul Düz-dağ eliyle yapılarak on ciltlik Mehmed Akif Külliyatı içinde toplanmıştır. Bu külliyatın dökümü şöyledir: I-IV: Karşı sayfalara açıklamaları konulmak suretiyle Safahat'm tamamı ile Safahat dışında kalmış bir kısım şiirleri; V: Makaleler ve Tercümeler; VI-VIII: Tercümeler; IX: Tfef-sîr-i Şerif, Hutbe, Vaaz ve Mektuplar; X: Hayatı, Seciyesi, İdeali, Sanatı ve Eserle-ri'ne Dair Yazıların Derlemeleri.

Sanatı yanında karakter ve seciyesi, millî meselelerdeki hassasiyet ve gayre¬ti, yakın tarihte oynadığı Önemli roller ve halkın gönlündeki yeri dolayısıyla Meh¬med Akif şiirlere, romanlara, film ve di¬zilere konu olmuştur. Bunlardan ilki ken¬disini çok yakından tanıyan Mithat Cemal Kuntay'ın kaleme aldığı, 1980'lerde dizi film haline getirilen Üç İstanbul adlı ro¬mandır (istanbul 1938). Eserin önde ge¬len kahramanları arasında bir karakter âbidesi olarak Mehmed Akif'e "Şair Meh¬med Râif" adıyla yer verilmiştir. Tarık Buğra'nın, Millî Mücadele Ankara'sındaki gerçek vatan severlerle şahsî menfaat¬lerini öne çıkaran sahtekârların mücade¬lesini ele alan Firavun İmanı adlı roma¬nının (İstanbul 1976) kahramanlarından biri de Mehmed Akif'tir. \fefatının ellinci yılı dolayısıyla yapılan faaliyetler sırasında Mehmed Akif'le ilgili birkaç belgesel film de çekilmiştir.

Ziyaret -> Toplam : 125,30 M - Bugn : 60358

ulkucudunya@ulkucudunya.com