İnisiyatik Bağlanma Üzerine
René Guénon 01 Ocak 1970
Çeviren Lütfü Fevzi Topaçoğlu
Çağdaşlarımızın —en azından Batı'dakilerin— çoğunluğunun anlamakta güçlük çeker göründükleri ve dolayısıyla hemen hemen sürekli olarak tekrar değinmek gereken şeyler vardır. Bunlar çoğunlukla gerek genel olarak tradisyonel bakış açısıyla, gerekse daha özellikle ezoterik ve inisiyatik bakış açısıyla ilişkili olan her şeyin bir tür temelinde yer almakla birlikte, normalde, daha çok, basit (ya da ilksel —elementaire— ) olduğunun kabul edilmesi gereken bir düzeyde olan şeylerdendir. Örneğin, törenlerin (ya da, kudsiyetle ilişkili usul ve yolların— ÇN.) rolü ve etkinliği konusu da böyledir. Bununla çok yakından ilişkiselliği nedeniyle, inisiyatik bağlanmanın gerekliliği konusu da, en azından kısmen, aynı durumda görünmektedir. Gerçekte, inisiyasyonun temelde belirli bir mânevi etkinin naklini içerdiği ve bu naklin ancak, işlevi herşeyden önce söz konusu etkiyi muhafaza etmek ve iletmek olan bir örgenleşmenin uyguladığı bir usul (ya da izlediği bir yol) vasıtasıyla mümkün olabileceği kavranıldığında artık hiçbir güçlük kalmaz gibi görünmektedir, iletim ve bağlanma, sonuçta, bir ve aynı şeyin, inisiyatik "zincir"in aşağıdan yukarıya ya da yukarıdan aşağıya doğru alınmasıyla ilişkili olan, iki ters yönüdür. Ancak, böyle bir bağlanma içinde olan bazıları için bile güçlüğün söz konusu olduğunu daha önce gördük; bu daha şaşırtıcı gelebilir, fakat, kuşkusuz, bunda, bu kişilerin ilişkili oldukları ergenleşmelerin mâruz kaldıkları "nazariyatçılık" ile gerçek işlevlerinde oluşan zayıflamanın bir sonucunu görmek gerekir. Zira, açıktır ki, yalnızca bu "nazari" bakış açısında kalan için, söz etmiş olduğumuz düzeydeki konular ve tüm özgün "teknik" hususlar ancak çok dolaylı ve uzak bir perspektifte yer alırlar ve bu nedenle de, bunların —temel nitelikteki—önemleri az ya da çok bilinmeyebilir. Yine, bu durumun fiili inisiyasyon ile bilkuvve inisiyasyon arasındaki mesafeyi ölçmeyi mümkün kılabileceği söylenebilir; kuşkusuz, bundan birincinin ihmal edilebilceği anlamı çıkmaz, durum bunun tersidir, zira özgün anlamında inisiyasyon, yani gerekli "başlangıç" (initium) odur ve o, tüm daha sonraki gelişmeleri sağlayıcı imkânları kendisiyle birlikte getirir; fakat, mevcut şartlarda, bu bilkuvve inisiyasyon ile en küçük bir tahakkuk başlangıcı arasında her zamankinden daha fazla mesafe bulunduğunu iyi anlamak gerekir. Her ne olursa olsun, biz inisiyatik bağlanmanın gerekliliğini yeterince açıklamış bulunuyoruz Ancak, bu konuda bize yöneltilmiş olan bir kaç sorunun daha var olması nedeniyle, bu ifade etmiş olduklarımıza bir kaç tamamlayıcı hususu daha eklemekte yarar görüyoruz.
Öncelikle, (bir din, vd.,ye sonradan giren) bir dönmenin manevi etkileri aldığı anda bile hiçbir manevi etki hissetmemesinin bazılarında oluşturacağı düşünceleri açıklığa kavuşturmamız gerekiyor; aslını söylemek gerekirse, bu durum, yine bir manevi etkinin iletildiği ve en azından genelde, söz konusu durumdakinden daha fazla hissedilmediği, ancak bunun o etkinin gerçekten var olmasını ve onu almış olanlarda, o olmaksızın oluşamayacak olan, bazı tutumların ortaya çıkmasını sağlamasını engellemediği, papazlık aşaması törenleri örneği, egzotik (zahirî) düzeydeki törenlerdekiyle tamamen kıyaslanabilirdir. Fakat, inisiyatik düzey açısından konuyu daha derinlemesine ele almamız gerekiyor: dönmenin kendisine iletilen etkiyi hissetmesi bir tür çelişki oluştururdu, zira o, bu bağlamda, ve tanım itibarıyla da daha henüz salt bilkuvve ve "gelişmemiş" durumdadır, oysa etkiyi hissetmek kapasitesi, tersine, belirli bir gelişmişlik ya da işleyiş kazanmışlık derecesini zorunlu olarak gerektirir; ve bu nedenledir ki, az önce bilkuvve inisiyasyonun başlangıç oluşturuculuğundan söz ettik. Yalnız, egzoterik (zahirî) alanda, sonuçta, alınan etkinin dolaylı olarak ve etkisel sonuçlarıyla dahi, bilinç düzeyine hiç çıkmamasında hiçbir uygunsuzluk yoktur; buna karşın, inisiyasyonda durumun tamamen farklı olması gerekir, ve İnisiyenin tamamladığı içsel çalışmadan sonra bu etkinin içsel olarak hissedilmesi gerekir, ki bu da kesinlikle herhangi bir derecede fiili inisiyasyona geçişi belirtir. Normalde, ve şayet inisiyasyon ondan beklenmekte haklı olunan sonuçlan veriyor ise, olması gereken budur; ancak, gerçekte, çoğu durumda inisiyasyonun hep bilkuvve olarak kaldığı Doğrudur, yani söz ettiğimiz etkisel sonuçlar sürekli olarak gizil halde kalırlar; ancak, bu durum inisiyatik açıdan, bazı yetersizliklerden kaynaklanan, bir anomalidir (ya da, bir aykırılıktır), burada gerek inisiyenin yeterli niteliklere sahip olmaması, yani, —dışarıdan hiçbir katkıda bulunulamayacak olan— kendi yapısındaki imkânların kısıtlı olması, gerekse de bazı örgenleşmelerin yeterince gelişmemişlikleri ya da —gerekli asgari niteliklere sahip olanlara bilkuvve inisiyasyonu her zaman verebilirken, yani manevi etkinin ilk iletimini yapabilirken— fiili inisiyasyona ulaşmayı sağlayabilecek yeterli desteği artık veremez hale gelmelerine ve hatta, buna ulaşmaya yetenekli olanlara, böyle bir şeyin var olabileceği düşüncesini bile veremez hale gelmelerine yol açan dejenereleşmişlikleri söz konusu olabilir.
Yine, konunun başka bir yönüne geçmeden önce, sırası gelmişken şunu da belirtelim ki, bu iletimin, daha önce özellikle belirttiğimiz gibi, "büyü" ile kesinlikle hiçbir ilişkisi yoktur ve olamaz, zira burada temelde söz konusu olan bir manevi etkidir, oysa büyüsel düzeye dahil olan her şey tamamıyla yalnızca psişik etkilerin kullanımıyla ilişkilidir. Manevi etkiye, ikincil (ya da yan etki) olarak, bazı psişik etkilerin eşlik ettiği vâki olsa bile, bu hiçbir şeyi değiştirmez, zira bu, sonuçta tamamen kazai olan ve çeşitli gerçeklik düzeyleri arasında birbirini tutmanın kaçınılmaz olarak daima mümkün olmasından kaynaklanan bir durumdur. Her halükârda, yalnızca manevi etkiyle ilişkili olan ve inisiyatik olması açısından, bunun dışında hiçbir var olma nedeni olmayan inisiyatik yol (ya da usul, yöntem) ne bu psişik etkiler üzerinde, ne de bunlar vasıtasıyla işler. Kaldı ki, egzoterik (zahirî) alanda da, dinsel usuller açısından da bu böyledir; ve bu da, bunlarda, bir kez daha belirteceğimiz üzere, manevi alan ile ilişkili olan her şeye tamamen yabancı olup, sadece, tamamen bayağı ve hatta çok aşağı düzeyden, ikincil bir tradisyonel bilim olan; büyü ile ortak olan hiçbir şeyin bulunmaması için kesinlikle yeterlidir.
Şimdi bize en önemlisi olarak görünen ve konunun temeliyle daha yakından ilişkili olan noktaya gelebiliriz; bu bağlamda şöyle bir görüş öne sürülebilir: hiçbir şey llke'den ayrımlanamaz, zira ondan ayrımlanabilen bir şeyin ne herhangi bir gerçek varoluşu ne de, en aşağı düzeyden bile, herhangi bir gerçekliği olabilir. Dolayısıyla, gerçekleştirilme vasıtaları neler olursa olsun, sonuçta, sadece —kopmuş olan bir bağın tekrar kurulmasını sağlayabilecek biçimde— Ilke'nin kendisine olan bir bağlanma olarak kabul edilemeyecek olan bir bağlanmadan nasıl söz edilebilir? Bu tür bir sorunun, yine bazılarınca sorulan şu soruya yeterince benzediği fark edilebilir: Kurtuluşa ulaşmak için çaba sarf etmeye ne gerek var, değil mi ki, "Bizatihi varlık" (Atma) değişmez, hep aynı kalır ve hiçbir şey tarafından hiçbir biçimde etkilenmez ya da değiştirilemez? Bu tür sorular yöneltenler, böylece, konulara salt kuramsal bakış açısından baktıklarını gösteriyorlar, ki bu da onların konuların sadece bir yanını gördüklerini ya da, bir anlamda birbirini tamamlamakla birlikte, aslında birbirinden açıkça ayrı olan iki bakış açısını, yani ilkesel bakış açısı ile tezahür etmiş varlıklarla ilişkili bakış açısını birbirine karıştırdıklarını ortaya koyuyor.
Kuşkusuz, salt metafizik açıdan yalnızca ilkesel yön dikkate alınarak tüm geri kalan, bir tür, kenara atılabilir. Fakat, özgün inisiyatik bakış açısı, tersine, mevcudatın —aşılmalarını amaçladığı— koşullarından, ve özellikle, içinde bulundukları halleriyle, beşeri bireylerden hareket etmek zorundadır; dolayısıyla, zorunlu olarak, ve onu saf metafizik bakış açısına kıyasla karakterize eden temel nitelik olarak, bir gerçek hali ele almak ve bunu ilkesel düzene herhangi bir biçimde tekrar bağlamak durumundadır. Bu noktaya tamamen açıklık kazandırmak için şunu belirteceğiz: ilkede hiçbir şeyin değişime uğramasının asla söz konusu olmayacağı açıktır; dolayısıyla, kurtulacak olan hiçbir biçimde "Bizatihi Varlık" olmayıp —zira, o asla koşullanmamıştır, -hiçbir sınırlamaya tâbi değildir— "Ben"dir (Moi) ve, bu kurtuluşa ancak ona kendisinin "Bizatihi Varlık" tan ayrı olduğu zannını veren yanılgının bertaraf edilmesiyle ulaşacaktır; yine, tekrar kurulması gereken, gerçekte, ilke ile olan bağ değildir, çünkü o daima vardır ve varlığının sona ermesi de mümkün değildir. Fakat tezahür etmiş olan varlıkta bu bağın gerçek bir bilincinin oluşturulmasıdır; ve beşeriyetin bugün içinde bulunduğu koşullarda bunu gerçekleştirmek için inisiyasyonun sunduğunun dışında başka hiçbir imkan yoktur.
Dolayısıyla, inisiyatik bağlanmanın gerekliliğinin bir ilkesel gereklilik değil —bu durumda onun kadar önemli olan ve bu nedenle hareket noktası olarak almak zorunda olduğumuz— bir zuhurat gerekliliği olduğu anlaşılabilir.
Oysa, kadim çağların insanları için inisiyasyon gereksiz ve hatta kabul edilemezdi, zira, ilkeye yakınlıkları nedeniyle, onlarda mânevi gelişme, tüm dereceleriyle, tümüyle doğal bir biçimde ve kendiliğinden oluyordu; fakat, sonraları "düşüş"ün oluşmasından itibaren kozmik tezahürün kaçınılmaz vetiresi uyarınca, halen içinde bulunduğumuz devrenin koşullan o zamankilerden tamamen farklı hale gelmiştir ve bu nedenle, kadim zamanlardaki imkanların tekrar oluşturulması inisiyasyonun önde gelen amaçlarındandır. Dolayısıyla, bu koşullan gerçekte oldukları şekilleriyle dikkate alaraktır ki, biz inisiyatik bağlanmanın gerekliliğini kabul etmek durumundayız, yoksa, hiç kısıtlamasız biçimde, genel olarak ve her çağ için -hele de her dünya için- değil. Bu bağlamda, canlı varlıkların kendiliklerinden ve ana-babasız olarak doğabilmeleri konusunda daha önce başka yerde söz etmiş olduklarımıza özellikle dikkati çekeceğiz. Bu "kendiliğinden" oluşan nesil aslında ilkenin bir imkânıdır, ve bunun gerçekten mümkün olabileceği bir dünya pekâlâ düşünülebilir; ancak, bizim dünyamız için, .ya da en azından dünyamızın Şimdiki durumunda, böyle bir şey söz konusu değildir. Birer "doğuş"u ifade eden mânevi hâllere ulaşmak konusunda da böyledir ve bu kıyaslama söz konusu durumun kavranılmasına yardımcı olmak açısından bizce en uygun olanıdır. Bu bağlamda, yine şunu da belirtebiliriz: dünyamızın bugünkü halinde toprak bir bitkiyi kendiliğinden, ya da daha önceki bir bitkiden elde edilmiş bir tohum ekilmiş olmaksızın, üretemez. Ancak, pekâlâ da böyle bir zamanın olmuş olması gerekmektedir, aksi takdirde hiçbir şey başlayamazdı, fakat artık böyle bir imkân söz konusu değildir, içinde bulunduğumuz koşullarda, önceden ekilmeden hiçbir şey biçilmez, ve bu manevi açıdan olduğu kadar, maddî açıdan da böyledir; varlığa, onun manevi gelişimini mümkün kılmak için, aktarılması gereken öz, ona, inisiyasyon vasıtasıyla, tamamen tohumunkine benzeyen "örtülü" ve bilkuvve bir halde, iletilen etkidir.
Bu fırsattan aynı zamanda, bazı örneklerini ortaya koymuş olduğumuz, son zamanlardaki bir yanlış değerlendirmeye de değinmek için yararlanacağız: bazıları, inisiyatik bir örgenleşmeye bağlanmanın sadece "inisiyasyona doğru" atılmış bir tür ilk adım olduğunu zannediyorlar. Bu, ancak gerçekten bir fiili inisiyasyon söz konusu olduğunda doğrudur; oysa, bizim söz konusu ettiğimiz kişiler bilkuvve inisiyasyon ile fiili inisiyasyon arasında hiçbir ayrım yapmıyorlar, ve belki de, çok büyük ve hatta temel bir öneme sahip olduğunu söyleyebileceğimiz, böyle bir ayrımın var olduğundan bile haberleri yok; ayrıca, anlam karışıklıkları yaratmaya çok müsait olan, "büyük inisiye"lere ilişkin okültist ve teosofist kökenli bazı kavrayışlardan az ya da çok etkilenmiş olmaları çok mümkündür. Her halükârda bu kişiler inisiyasyon sözcüğünün "giriş" ve "başlangıç" anlamlarına gelen "initium" sözcüğünden türetilmiş olduğunu unutuyorlar; bu, kat edilecek olan, bir yola giriştir, ya da, olağan insanın dar sınırlı yaşamınınkinden farklı olan bir düzeydeki imkânların geliştirileceği yeni bir varoluşun başlangıcıdır; ve inisiyasyon, en dar ve en kesin anlamında, gerçekte, tohum filizi halindeki, mânevi etkinin iletilmesinden, yani, başka deyişle, inisiyatik bağlanmanın oluşturulmasından başka şey değildir.
Yine inisiyatik bağlanmayla ilişkili olan bir diğer konu da son zamanlarda gündeme getirildi; bu konunun şümulünün tam olarak anlaşılması için, bunun inisiyasyonun normal ve olağan olmayan yollardan elde edildiği durumlar ile ilişkili olduğunu hemen belirtmek gerekiyor.
Böyle durumların istisna olmaktan öteye hiçbir zaman geçmediklerinin ve ancak bazı koşullar normal iletimi imkânsız kıldıklarında, bu iletim eksikliğini belirli bir ölçüde gidermek için, ortaya çıktıklarının iyi bilinmesi gerekir. Yalnızca, belirli bir ölçüde diyoruz, zira, hem böyle bir şey ancak, olağanın çok üzerinde olan niteliklere sahip olup, kendi özgün imkânlarıyla arayamadıkları manevî etkiyi bir tür kendilerine çekmek için yeterince güçlü esinleri olan kişilikler için söz konusu olabilir hem de kusurlu bir tradisyonel örgenleşme ile sürekli temas sonucu sağlanacak inisiyatik gelişmelerin az ya da çok kısmi ve noksan olmamaları, böyle kişilikler için bile, çok enderdir. Bu konu üzerinde daha fazla durmayacağız, yine de, buna rağmen, bu imkândan sırf söz etmiş olmak bile tehlike yaratmaktan tamamen uzak olmayabilir, zira pek çok kişi kendileri için bu bağlamda bir takım kuruntulara kapılabilir; yaşamlarında biraz olağanüstü olan, ya da aslında olağanüstü olmayıp da onlara öyle gelen, bir şeyin ortaya çıkması, onların o şeyi böyle bir inisiyasyon elde etmekte olduklarının işareti olarak yorumlamaları için yeterli olur. Özellikle, günümüz Batılıları için, sürekli bir bağlanmadan kurtulmayı sağlaması nedeniyle, böyle bir şeyi kabullenmek çok kolay olur; bu nedenle, normal inisiyasyon imkânı ortadan kalkmadıkça, onun dışında herhangi bir inisiyasyonun söz konusu olamayacağını özenle vurgulamak yerinde olur. Bir diğer çok önemli nokta şudur: böyle bir durumda bile, aslında, daima bir inisiyatik "zincir"e —hangi vasıta ve tarzlarla olursa olsun— bağlanmak ve bir manevî etkinin iletilmesi söz konusudur ve bu vasıtalar ve tarzlar, kuşkusuz, normal durumlardakilere kıyasla çok farklı olabilirler ve de, örneğin olağan zaman ve mekân koşullarının dışında oluşan bir eylem içerebilirler; ancak, her halükârda, burada kaçınılmaz olarak gerçek bir temas vardır ve bu temasın, kuşkusuz, —yalnızca hayal gücünden kaynaklanan— "görü" ile hiçbir ortak yönü yoktur. Daha önce, başka bir yerde, imâda bulunmuş olduğumuz Jacob Boehm'ninki gibi bazı bilinen örneklerde bu temas —bir kez görülüp, bir daha görülmeyen— gizemli bir Şahsiyete rastlanılmasıyla oluşur. Bu gizemli şahsiyet nasıl biri olursa olsun, burada sadece, herkesin istediği gibi yorumlayabileceği, muğlak ve (pek) anlaşılmaz bir "işaret" değil, fakat tamamen "müspet" bir olgu söz konusudur.
Şu var ki, bu tarzda inisiye olan kişi, kendisine sunulmuş olanın ve böylece bağlanmış olduğu şeyin gerçek doğası konusunda açık bir bilince sahip olmayabilir ve —onu bu konuda azıcık dahi bilgi sahibi kılabilecek bir "eğitim"i olmadığından dolayı— haliyle bu konuda hiçbir açıklama dahi yapamayacak durumda olabiliriz. Hatta, gerek kendisinin, gerekse içinde yaşadığı çevrenin, ne inisiyasyon sözcüğünden ne de öyle bir olgunun varlığından haberleri bile olmayabilir. Fakat, bunların, temelde fazla önemi yoktur ve bu durum, inisiyasyonun gerçekliğini hiç etkilemez. Ancak bu tarz inisiyasyonun normal inisiyasyona kıyasla bazı kaçınılmaz dezavantajları vardır Bunu belirttikten sonra, anımsatmış olduğumuz soruya gelebiliriz, zira bu birkaç vurgulama bu konuda daha kolayca yanıt sunabilmemizi olası kılacaktır. Bu soru şuydu: inisiyatik nitelikte içeriği olan bazı kitaplar, bir tradisyonel "zincir" ile hiçbir doğrudan temas söz konusu olmaksızın, sadece okunmalarıyla, özellikle nitelikli olan ve o kitapları gerektiği gibi inceleyen kişilere, sözünü etmiş olduklarımız türünden bir inisiyasyon sağlayabilecek olan, bir manevi etkinin iletilmesinde vasıta olabilirler mi? "Kitaplarla bir inisiyasyonun elde edilmesinin olanaksızlığı" yeterince açıkladığımızı zannetmekte olduğumuz bir husustur, ve ne türden olurlarsa olsunlar sadece kitap okumanın, kimi kez olağan inisiyasyon vasıtalarının yerini alan, şu istisnai vasıtalardan birini oluşturabileceğinin düşünülebileceği hususunun hiç aklımıza gelmemiş olduğunu itiraf etmemiz gerekiyor. Kaldı ki, inisiyatik bir etkinin tam anlamıyla iletilmesinin söz konusu olduğu, özel ve belirli durum bir yâna, böyle bir şey, sözlü iletişimin gerçek tradisyonel eğitimin, her yerde ve her zaman, gerekli bir koşulu olarak kabul edilmesi olgusuna açıkça aykırı olurdu. Öyle ki, bu (tradisyonel) eğitim yazılı olarak yapıldığında bile, sözlü iletişimden asla vazgeçilemez, zira bu iletişimin gerçekten geçerli olabilmesi bir tür "canlısal" (vital) öğenin iletilmesini gerektirmektedir, oysa kitaplar böyle bir iletişimi sağlayamazlar. Fakat, belki de en çok şaşırtıcı olan, sorunun, tam da, hiçbir yanlış anla-, taya yol açmamak için, "kitabî" incelemeye ilişkin olarak —inisiyatik tertipte içeriği olan kitapların durumunu da özellikle belirterek—yeterince açıklama sunmuş olduğumuzu zannettiğimiz bir bölüm ile bağlantılı olarak sorulmuş olmasıdır; dolayısıyla, tekrar bu konuya dönüp, söylemek istediğimizi biraz daha tam olarak geliştirerek sunmak yararlı olacak gibi görünmektedir.
Açıktır ki, bir kitabı okumanın pek çok farklı tarzları vardır ve bu (farklı tarzda) okumalardan elde edilecek sonuçlar da aynı şekilde çok farklı olurlar: örneğin, bir tradisyonun kutsal Metinleri söz konusu ise, sözcüğün tam anlamıyla din-dışi olan bir kişi, ya da modern "eleştiri", bunlarda sadece (bir) "edebiyat" bulacaktır ve —en zahirî anlamda bile olsa, en ufak bir gerçek kavrayış edinmeden (zira, okumuş olduğunun bir hakikati ifade edip etmediğini bilmediği gibi, böyle bir soruyu kendi' kendine sormaz dahi)— bu okuduklarından tümüyle kelimelerde kalan bir bilgi edinecektir; ve bu, en dar anlamda "kitabî" diye nitelendirilebilecek olan bilgi türüdür. Oysa, tradisyona bağlanmış olan kişi, bunun sadece zahirî anlamını bilse dahi ve her ne kadar anlayışı henüz hâlâ "kelâm" düzeyiyle sınırlanmış durumda ise de, bu Metinlerde tümüyle başka şeyler görecektir ve onlarda bulacağının onun için —sadece derin bilgi ile kıyaslanamayacak denli— büyük bir değeri olacaktır; bu en aşağı derece için, yani öğretisel hakikatleri anlayamayıp, bu Metinlerde sadece —onun, hiç değilse, tradisyona kendi olanakları ölçüsünde katılmasını sağlayacak olan— bir davranış biçimi bilgisini arayan bir kişinin durumunda bile böyledir. Örneğin; ilahiyatçının yaptığı gibi, öğretinin zâhiriliğini tam olarak özümsemeyi amaçlayan kişinin durumu ise, kuşkusuz, öncekinden çok daha yüksek bir düzeydedir. Ancak, yine de hep kelâmî anlam söz konusudur ve diğer, daha derin, anlamların yani, sonuç olarak, bâtını anlamlarının var olup olmadıklarından bir kuşku bile duyulmayabilir. Tersine, bâtınî olana ilişkin biraz kuramsal bilgisi olan ise, bazı yorumların yardımıyla ya da başka biçimde, kutsal Metinlerde içerilen anlam zenginliğini sezinlemeye ve ardından da "kelâm"ın ardında saklı olan "ruh"u ayırdetmeye başlayabilir; dolayısıyla, onun kavrayışı egzoteristlerin en bilgin ve en yetkin olandan çok daha derin ve yüksek düzeydedir. Dolayısıyla, bu Metinlerin incelenimi, normalde, her tahakkuktan önce yapılması gereken öğretisel hazırlığın önemli bir aşamasını oluşturabilir. Fakat, bu arada, böyle bir çalışmaya girişen kişi şayet başka yerden hiçbir inisiyasyon almazsa, hep —böyle bir (kitabî) incelemenin, ondan ne denli yararlanılsa da, ' aşılmasına tek başına, haliyle, hiçbir yardımının olamayacağı— kuramsal bilgi düzeyinde kalır.
Kutsal Metinler değil de, özgün inisiyatik nitelikte olan —Şankaraşarya, ya da Muhittin-i Arâbî'ninkiler örneği— bazı metinler söz konusu olduğunda ise bir nokta hariç olarak, yine hemen hemen tümüyle aynı şeyleri söyleyebiliriz: Dolayısıyla, bunları okumanın bir doğu uzmanına sağlayacağı tüm yarar, falanca yazarın (ki, o şahsiyet onun için gerçekten sadece bir "yazar"dan başka hiçbir şey değildir) falanca şeyleri söylemiş olduğunu bilmektir. Yine, şayet bunları, basit bir hafıza çabasıyla metin olarak aynen tekrar aklanmakla yetinmeyip tercüme etmeye kalkarsa, çok büyük bir olasılıkla, bozar, zira bunların gerçek anlamını hiçbir derecede özümsemiş değildir. Daha önce söylediklerimizden tek farklılık olarak, burada, artık zâhirîlik söz konusu değildir, zira bu yazılar yanhzca bâtınî olan ile ilişkilidirler ve böyle olmakla da, onun uzmanlık alanının tümüyle dışındadırlar. Bunları gerçekten anla-yabilmişse, zâhirîlik ile bâtınîliği birbirinden ayıran sınırı aşmış demektir ve o zaman da aslında, kuramsal bâtınîlik ile karşıkarşıyayızdır, ki, daha önce söylemiş olduklarımızı—hiçbir değişiklik yapmadan— bu durum için de yineleyebiliriz.
Şimdi sıra son, ancak bakış açımız için aynı derecede önemli olan, bir farklılığı ele almaya geldi: bir aynı kitabın, "kuramsal" bâtınîlik durumunda olan ve henüz bir inisiyasyon almamış olduğunu farz ettiğimiz biri tarafından okunması ile, —tersine— bir inisiyatik bağlılığa sahip olan biri tarafından okunması arasındaki farklılıktan söz etmek istiyoruz, inisiyatik bağlanma içinde olan kişi de, doğal olarak, bu kitapta diğerinin gördükleriyle aynı tertipten şeyler görecektir, fakat onları muhtemelen daha tam olarak görecektir ve özellikle, onlar ona bir tür farklı bir ışık sunacaklar. O kişi, sadece bilkuvve bir inisiyasyon durumunda bile olsa bu yine böyle olacaktır. O kişi kendisinde tamamlanmamış olarak bulunan bir öğretisel birikimi ancak belirli bir derecede daha derinleştirmiş olacaktır. Fakat, tahakkuk aşamasına ulaşmış olan biri için durum tamamen değişiktir. O kişi için, kitabın içeriği sadece —törensel denilebilecek bir anlamda ve içsel çalışmada kullanılan çeşitli tertipten simgeler bağlamında— bir tefekkür vasıtası oluşturmaz. Kaçınılmaz olarak, doğaları itibarıyla, simgesel olan tradisyonel metinlerin böyle (değişik) bir rol oynamalarında, kuşkusuz, anlaşılmayacak bir şey yoktur. inisiyatik bağlanma durumunda olan kişi için "kelâm" yitip gider ve -gerçekten- o kişi için sadece, "kelâmın ötesinde olan "ruh" söz konusu olur ve böylece ona —bir mantra yada bir yantra üzerinde yoğunlaşarak zikir yaptığı sırada olduğu gibi— sadece kuramsal bir kavrayış için geçerli olabilecek olanlardan tamamen farklı olanaklar sağlanabilir. Fakat, bunun böyle olması, tekrar belirtelim ki, sadece o kişinin almış olduğu ve—o olmadan bir kişinin, ne tür niteliklere sahip olursa olsun, böyle şeyleri en ufak bir ölçüde bile tahakkuk ettirmek olanağına sahip olamayacağı— gerekli koşulu oluşturan inisiyasyon sayesindedir, bu da, sonuçta, tamamen, her fiilî inisiyasyon, bil-kuvve inisiyasyonu zorunlu olarak gerektirir demektir. Şunu da ekleyelim ki, inisiyatik türden bir metin üzerinde zikire dalan bir kişi, bu şekilde, o metinin yazarından kaynaklanan bir etki ile gerçekten temas haline girerse —ki, böyle bir durum, gerçekte, şayet bu metin tradisyo-nel tarzdan kaynaklanıyorsa ve özellikle o kişinin kendisinin dahil olduğu özel "zincir"ile ilişkiliyse olasıdır— bir inisiyatik bağlanmadan çok uzak bir durum olmakla birlikte, bu durum da asla o kişinin birikiminin bir sonucundan başka bir şey değildir. Böylece, konuya nasıl bakılırsa bakılsın, kitaplar vasıtasıyla bir inisiyasyon elde etmek kesinlikle hiçbir biçimde söz konusu olamaz, ancak, bazı koşullarda kitap kuşkusuz, tamamen başka bir şeydir. Bu kez konu üzerinde, hiçbir yanlış anlamaya yer bırakmayacak ve (kitaplarda), istisnai olarak dahi, inisiyatik bağlanma gerekliliğinden muaf tutabilecek bir şeyin bulunabileceği düşüncesine kapılmamayı sağlayabilecek denli yeterince durmuş olduğumuzu umarız.
GURU VE UPAGURU
Guru'nun ya da "Manevi Üstadın (Mürşid'in) inisiyatik rolünden çok söz edilir (kuşkusuz bunun böyle olması, bundan söz edenler bu konuyu her zaman tam olarak anlıyorlar demek değildir). Ancak, buna karşın, genel olarak sessizlikle geçiştirilen bir başka husus vardır: bu, Hindu tradisyonunda upaguru olarak adlandırılanın (inisiyasyondaki) rolüdür. Upaguru adı ile, nasıl olurlarsa olsunlar, herhangi bir kişi için rastlanılmaları halinde belirli bir manevî tekâmül vesilesi ya da (bu yönde) bir hareket noktası oluşturan tüm varlıklar ifade edilir. Genel olarak, bu varlığın kendisinin oynamış olduğu bu rolün bilincinde olması hiçbir biçimde gerekli değildir. Her ne kadar burada bir "varlık"tan söz ediyorsak da, tamamen aynı şekilde (bu bağlamda), aynı etkiyi yaratan bir nesneden ya da hatta aynı etkiyi yaralan herhangi bir durumdan da söz edebilirdik. Bu, sonuçta —daha önce sık sık belirtmiş olduğumuz üzere— herhangi bir şey, duruma göre, bu açıdan bir "vesile" oluşturabilir demektir. Bunun (upaguru1-nun) sözcüğün tam anlamında bir "neden" olmadığı ve aslında gerçek "neden"in bu etkiye maruz kalan kişinin doğasında bulunduğu kendiliğinden anlaşılmaktadır. Zira o kişide böyle bir etki uyandıran şey başka bir kişide hiç de böyle bir etki yaratmayabilmektedir. îşlevlerinin böyle olması nedeniyle, bir ve aynı manevî tekâmül süreci içinde doğal olarak pek çok upaguru'nun varlığının söz konusu olduğunu da ekleyelim. Zira upaguru'ların her biri ancak geçici bir role sahiptir ve sadece belirli bir süre boyunca etkin olabilir ve ondan sonra artık onunla karşılaşıldığında o ancak —her an karşılaştığımız ve az çok kayıtsızlıkla karşıladığımız— tüm diğer şeyler kadar önem taşır.
Upaguru terimi, temelde, gerçek Guru'nun yardımcısı gibi kabul edilebilecek olup (Guru'ya kıyasla) ancak ikincil ve bağımlı bir rolü olanı ifade ediyor. Aslında, gerçek Guru'nun müritlerinin tekâmülüne yarayışlı olan tüm durumları —müritlerinin her birinin yetenek ve eğilimlerine uygun bir biçimde— değerlendirmeyi bilmesi gerekir. Hatta, şayet gerçekten tam anlamıyla bir manevî Üstat (Mürşit) ise, kimi kez —gerektiğinde— böyle durumları kendisi de tezahür ettirebilir. Dolayısıyla, bir varlık tarafından kendi etkinliğini oluşturmak ya da güçlendirmek için kullanılan araçların ve çeşitli imkanların o varlığın uzantıları olmaları gibi, bunların da sadece Guru'nun bir tür "uzantıları" oldukları söylenilebilir. Açıktır ki, bunun böyle olması Guru'nun kendi özgün rolünün azalmasına hiç yol açmaz, tersine, onun daha tam ve —olağan durumların sınırsız çeşitliliğinin bu durumlardan bireysel doğalara uygun düşen birkaçının bulunmasını daima mümkün kılmasıyla— her müridinin doğasına daha uygun düşen bir uygulama yapabilmesini sağlar.
Bu söylemiş olduğumuz "normal" denilebilecek olan ya da en azından inisiyatik süreç açısından "normal" olması gereken, yani bir beşerî Guru'nun fiilî varlığım gerektiren durumlarla ilişkilidir. Bunun dışındaki az ya da çok istisnai durumlarda söz konusu olan bir başka tarz ile ilişkili değerlendirmelere geçmeden önce bir başka vurgulama daha yapmak uygun düşüyor. Özgün anlamında inisiyasyon bir manevi Üstad (Mürşid) olmak için gerekli olan niteliklere sahip olmayan ve bu nedenle yalnızca —yapmakta olduğu işlem ile bağıntılı olan etkiyi— "nakledici" olarak hareket eden biri tarafından oluşturulmuşsa, söz konusu inisiyatör tamamen özel bir önem taşıyan ve tarzında bir tür "tek" olan bir upagtıru olarak da kabul edilebilir. Zira, "ikinci doğuş"u gerçekten belirleyen husus o inisiyatörün işin içine girmesidir. Inisiyasyonun sadece bilkuvve olarak kalması gerekse bile bu böyledir. Bu durum aynı zamanda upaguru'nun rolünün, en azından belirli bir derecede, bilincinde olmasının gerektiği tek durumdur da. "En azından belirli bir derecede" diyoruz, zira az ya da çok dejenere olmuş ya da zayıflamış inisiyatik örgenleşmeler söz konusu olduğunda inisiyatör naklettiği şeyin gerçek doğasından habersiz olabiliyor ve hatta törenlerde mündemiç olan etkinlik hakkında hiçbir fikri bile bulunmayabiliyor. Oysa ki, bu durum, başka vesilelerle açıklamış olduğumuz üzere, bunların —usulüne uygun olarak yapıldıklarında— geçerli olmalarını hiçbir biçimde engellemez. Yalnız, tabiî ki, bir Guru'nun bulunmaması nedeniyle, böyle elde edilmiş olan inisiyasyonun —belki başka bir sefer sözünü edebileceğimiz bazı istisnai durumların dışında— hiçbir zaman fiilî hâle geçememesi riski fazladır. Şimdilik bu hususta' tüm söyleyeceğimiz —burada kuramsal olarak mutlak bir imkânsızlık söz konusu olmasa bile— fiilî hâle geçişe aslında hemen hemen olağan-dışı imkanlarla elde edilen inisiyatik bağlanma kadar ender rastlanıldığıdır. Öyle ki, sonuçta, söz konusu olan en yaygın kapsamlı uygulama olduğunda bunu dikkate almakta yarar yoktur.
Bunu belirttikten sonra, upaguru'nun —sunmuş olduğumuzdan daha derin bir anlamını belirtmek üzere— genel değerlendirmesine dönelim. Beşeri Gürü temelde gerçek "içsel Guru"nun dışsallaşmış ve adeta "maddeselleşmiş" temsilinden başka bir şey değildir ve gerekliliği inisiyenin, belirli bir manevi tekamül derecesine ulaşmamış olduğu sürece, "içsel Gürü" ile bilinçli olarak doğrudan temas kuramamasından kaynaklanır. Beşeri bir Gürü bulunsun ya da bulunmasın, içsel Gürü, her durumda, daima vardır (ya da, hazır bulunur -ÇN.). Zira o "kendilik" (Soi) ile "bir"dir ve, kısaca belirtilecek olursa, inisiyatik gerçeklikleri tam olarak kavramak isteniliyorsa bu bakış açısında bulunmak gerekir. Bu açıdan bakıldığında az önce sözünü etmiş olduğumuz türden istisnalar artık yoktur. Sadece "içsel Guru"nun etkinliğinin söz konusu olduğu çeşitli tarzlar vardır. Upaguru'lar da beşerî Gürü gibi —fakat daha düşük bir derecede ve, deyim yerindeyse, daha "kısmi" olarak— "içsel Guru"nun tezahürleridirler. Dolayısıyla, onlar, deyim yerindeyse, onun —henüz kendisiyle doğrudan iletişim oluşturamayan varlık ile mümkün olduğu ölçüde iletişim oluşturabilmek için— büründüğü görünümlerdir. Söz konusu varlık o durumdadır ki, onunla iletişim ancak dışsal vasıtalarla Tutulabilmektedir. Bu durum, örneğin, müstakbel Buda'nın art arda rastlamış olduğu yaşlının, hastanın, kadavranın ve keşişin onu Aydınlanma'ya (illumination) yöneltmek isteyen Deva'ların büründükleri şekiller oldukları rivayetinin de anlaşılmasını mümkün kılmaktadır. Bu Deva'larm kendileri de burada "içsel Guru"nun görünümleridirler. Fakat, burada bunların illa da sadece "görüntü"ler olduklarını düşünmemek gerekir. Ancak, kuşkusuz, bazı durumlarda bu da mümkündür. Bir upaguru rolünü oynayan varlığın bireysel gerçekliği bu durumdan hiç etkilenmez ya da herhangi bir tahribata uğramaz. Onun geçici olarak "vasıta "lığını yaptığı yüksek düzeydeki gerçeklik karşısında bir tür silinmesi yalnızca —onun bilinçli ya da çoğu kez bilinçsiz olarak taşıyıcısı haline gelmiş olduğu— "mesaj"in özellikle yönelik olduğu kişi için (ya da, o kişi açısından; söz konusudur.
Hiçbir yanlış anlamaya yol açmamak için, son olarak belirtmiş olduğumuz hususa, "içsel Guru"nun tezahürlerinin sadece "sübjektif" (öznel) bir şey oluşturdukları şeklinde yorumlamaktan çok kaçınmak gerektiğini ekleyeceğiz. Biz bunu hiç de bu şekilde anlamıyoruz, ve, bizim bakış açımıza göre, "sübjektiflik" (öznellik) en boş (ya da, temelsiz) yanılgılardan biridir. Sözünü etmekte olduğumuz yüksek gerçeklik "psikolojik" alanın çok üzerindedir ve "sübjektif" (o yüksek düzeyde) artık gerçekten hiçbir anlam ifade etmez. Hatta kimileri bunun üzerinde durmayı gerektirmeyecek denli çok açık bir şey olduğunu bile düşüneceklerdir. Fakat, biz çağdaşlarımızın çoğunun zihniyetini bize böyle belirlemelerin gereksiz olmadıklarını düşündürecek denli iyi bilmekteyiz. "Manevi Üstat" (Mürşid) söz konusu olduğunda işi bunu "Bilincin Yöneticisi" (Directeur de conscience) olarak yorumlamaya dek vardıran kişiler görmedik mi?
GERÇEK VE SAHTE MÂNEVİ EĞİTİCİLER
Bir inisiyatik organizasyona tamamen bağlanmak olan ve bir mânevi etkinin iletilmesini gerektiren tam anlamıyla inisiyasyon ile önceleri sadece bilkuvve olarak var olan bir inisiyasyonu fiilî hâle geçirmek için, sonradan kullanılacak olan imkânlar doğal olarak, her durumda, zorunlu önsel bağlanmayla bağıntılı olan bir etkinliğe sahip olan imkânlar arasında yapılması gereken ayrımın sık sık üzerinde durduk. Varlığın manevi gelişimini oluşturacak olan "içsel çalışma"ya dışarıdan yapılmış birer yardım olan (ve, tabî ki, hiçbir zaman bir içsel çalışmanın yerini tutmayan) bu imkânlar bütünlüklerinde, -en geniş anlamında alınıp ve öğretisel düzeydeki bazı verilerle sınırlandırılmayıp, yaptığı çalışmada (hangi derecede olursa olsun) bit manevi tahakkuka ulaşmasında inisiyeye rehberlik edecek nitelikte olan her şey onun bağlamına dahil edilerek- "inisiyatik eğitim" deyimiyle ifade edilebilirler.
Özellikle çağımızda en zor olan, kuşkusuz, bir inisiyatik bağlanma elde etmek değildir. Fakat nitelikli, yani -onların dışında hareket ettiğinde en yetkin Üstadın bile hiçbir fiilî sonuç alamayacağının belli bir şey olduğu- kendi özel yeteneklerine uygun olan tüm imkânları kullanarak, manevi rehber işlevini gerçekten yerine getirebilecek olan bir eğitici bulmaktır. Böyle bir eğitici bulunmadığında, daha önce açıklamış olduğumuz gibi, inisiyasyon -uygun tören (ya da, ibadet) ile manevi etki gerçekten nakledilmiş olduğunda kuşkusuz geçerli olmakla birlikte, çok ender istisnaların dışında hep sadece bilkuvve olarak kalır. Güçlüğü daha da artıran, bu rolü oynamak için gerekli hiçbir niteliğe sahip olmayıp da, manevi rehber olmak iddiasında olanların sayısının hiçbir zaman günümüzde olduğu kadar fazla olmamış olmasıdır. Bunun yol açtığı tehlike bu kişilerin çok güçlü ve az ya da çok anormal bir psişik yapıya sahip olmaları -ki, kuşkusuz bu durum manevi gelişme açısından hiçbir şey kanıtlamaz ve hatta daha çok olumsuz bir göstergedir- oranında daha fazladır. Bu hususta gerekli ayrımları yapmak için yeterli bilgiye sahip olmayanları bu konuda uyarmak gerekir. Dolayısıyla, ancak kendilerine meyil gösterecek olanları -ve bunun sonucunda sadece zaman yitirmekle kalırlarsa kendilerini mutlu saymaları gereken kişileri- yanlış yola saptırabilen bu sahte eğiticilere karşı elden geldiğince temkinli olmak gerekir, ister zamanımızda pek çok rastlanıldığı üzere basit aldatıcı üfürükçüler olsunlar, ister kendilerinde bu tür yetenek olduğuna kendileri de inanmış olsunlar, sonuçta bunların bir şey ifade etmeyeceği açıktır. Hatta, bir anlamda, az ya da çok samimi olanları (zira bu hususta birtakım dereceler söz konusudur) bu bilinçsizlikleri nedeniyle, daha da tehlikelidirler. Çağdaşlarımızda maalesef çok yaygın olarak görülen ve defalarca değinmiş olduğumuz bir husus olan psişik olan ile manevi olanın birbirine karıştırılmasının en kötü yanılgılara yol açabildiğini eklemeye gerek bile yoktur. Buna sözde "güç"ler ve, az ya da çok olağanüstü "olay"ların cazibesi eklendiğinde, ki bunlar hemen hemen daima eklenir, bazı sahte eğiticilerin başarılı olmalarının nedeni anlaşılır.
Ancak, bunların, hepsinin değilse bile çoğunun kolayca tanınmasını sağlayan bir nitelikleri vardır ve bu, sonuçta, inisiyasyona ilişkin olarak değişmez biçimde hep söylemiş olduklarımızdan doğrudan doğruya ve kaçınılmaz biçimde çıkan bir şey olmakla birlikte, az ya da çok kuşkulu olan çeşitli kişiler hakkında bize son zamanlarda yöneltilmiş olan sorular nedeniyle bunu daha bir belirginlikle yine açıklamanın yararsız olmayacağı kanaatindeyiz. Belirli bir tradisyonel tarza bağlı olmadan ya da bu tarzların oluşturdukları kurallara uymadan, kendini bir manevi eğitici gibi gösteren kişi, kendine atfetmiş olduğu niteliğe gerçekten sahip olamaz. O, duruma göre âdi bir düzmeci ya da inisiyasyonun gerçek niteliklerini bilmeyen bir "gafil" olabilir ve birinciden çok bu ikinci durumda çoğu kez, kesinlikle, o kişi belki de kendisinin bile bilmediği bir şeye hizmet etmektedir. Etkinliğin bir ilk koşulu olarak, düzenli bir organizasyona bağlı olmak gerekliliğini bir yana bırakarak, herkese ve hatta inanmayanlara bile inisiyatik nitelikte bir eğitim verdiğini öne süren (ki, bu durum öncekiyle biraz benzeşir) ya da tradisyonel olarak bilinen inisiyasyonlardan herhangi birine uymayan yöntemlerle etkinlikte bulunan herkes için bunun böyle olduğunu söyleyeceğiz. Bu birkaç hususa dikkat edilip ciddi olarak üzerlerinde durulursa, "sahte inisiyasyon" yaratıcılarının maskeleri —bunlar hangi şekle bürünmüş olurlarsa olsunlar— hemen düşer. Bir de, gerçek olmakla birlikte, sapmış ve tradisyonel hak mezheplere uygunluğunu yitirmiş olan inisiyasyonların temsilcilerinden gelebilecek tehlikeler söz konusudur. Fakat, kuşkusuz bu, en azından batı aleminde çok daha az rastlanan bir durumdur. Dolayısıyla, bu koşullarda bununla uğraşmak çok daha az acil olan bir konudur. Kaldı ki, en azından, böyle inisiyasyonlara bağlı olan "eğitici"lerin genelde sözünü etmiş olduklarımızla ortak bir yönleri olarak, her fırsatta ve hiçbir geçerli neden bulunmadan (zira, onları olağan bir amaçlarını oluşturan, öğrencilerini bu yolla cezp etmeyi ya da elde tutmayı geçerli bir neden olarak kabul edemeyiz) psişik "iktidar"larını ortaya koymak ve bu düzeyden yetilerin aşırı ve az ya da çok düzensiz biçimde geliştirilmelerine ağırlık vermek —ki, bu durum tüm gerçek manevi gelişimlerin her zaman aleyhinedir— alışkanlıklarının olduğunu söyleyebiliriz.
Öte yandan, gerçek manevi eğiticilere gelince, bunlar ile sahte eğiticilerin arasındaki belirtmiş olduğumuz hususlara ilişkin farklılık, bunların tam olmasa da (zira, bu sözünü etmiş olduğumuz koşullar gerekli olmakla birlikte yeterli olmayabilirler) büyük ölçüde kesinlikle ayrımlanabilmelerinde yardımcı olur. Ancak, burada yine bazı yanlış fikirleri yok etmek için bir vurgulama daha yapmak uygun düşer. Çoğunun zannettiğinin tersine, bir kişinin bu rolü belirli sınırlar içinde yerine getirmeye elverişli olması için, o kişinin kendisinin de tam bir manevi gelişmeye ulaşmış olması her zaman gerekli değildir. Aslında, açıktır ki, bir öğrenciye, onun inisiyatik kariyerinin ilk aşamalarında, geçerli bir biçimde rehberlik edebilmek için bundan daha azı da yeterlidir. Tabiî ki, bu öğrenci, onun artık rehberlik edemeyeceği bir noktaya ulaştığında, eğitici onun için artık hiçbir şey yapamayacağını söylemekte ve onu -çalışmasını en uygun koşullarda sürdürebilmesi için- mümkünse kendi Üstadına ya da tanıdığı kendinden yetkin olan başka bir eğiticiye göndermekte tereddüt etmez. Durum böyle olduğunda, sonuçta, öğrencinin ilk eğiticisinin manevi düzeyini aşmasında anormal olan hiçbir şey yoktur. Zaten o kişi şayet gerçekten olması gerektiği gibi biri ise, öğrencisinin bu düzeye ulaşmasına katkıda bulunmuş olmaktan ancak onur duyabilir. Aslında, kişisel kıskançlıklar ve rekabetlerin gerçek inisiyasyon alanında hiçbir yeri yoktur, oysa sahte eğiticiler söz konusu olduğunda böyle durumlara hemen hemen daima rastlanılır. Sadece gerçek mânevi Üstatların değil, inisiyasyonun ne olduğu konusunda biraz bilgiye sahip olan herkesin de teşhir etmeleri ve mücadele etmeleri gerekenler böyle kişilerdir.
DOĞUŞTAN BİLGELİK VE SONRADAN ELDE EDİLEN BİLGELİK
Konfüçyüs iki tür bilgenin var olduğunu öğretiyordu: doğuştan bilge olanlar ve, Konfüçyüs örneği, sonradan kendi çalışmalarıyla bilge olanlar. Burada, Konfiçyüsçü hiyerarşinin en yüksek derecesini oluşturan "bilge"nin (chong) aynı zamanda daha önce başka yerde açıklamış olduğumuz üzere, zahirî ve bâtını alanların birleştikleri bir jûr sınır-nokta'da bulunması nedeniyle, Taocu hiyerarşinin ilk basamağını oluşturduğunu hatırlamak gerekir. Bu koşullarda, Konfüçyüs'ün “doğuştan bilge"den söz ederken, sadece doğası itibariyle, bir hazırlık ,(ya da, çalışma) yapmasına gerek kalmadan, inisiyatik hiyerarşiye gerçeklen dahil olmak için gerekli tüm niteliklere sahip olan ve dolayısıyla az ya da çok uzun ve zahmetli çalışmalarla dışsal hiyerarşi derecelerinde yavaş yavaş yükselmeye hiçbir gereksinimi olmayan kişileri mi kastetmek istemiş olup olmadığı sorusu akla gelebilir. Bu, aslında, çok mümkündür ve hatta en gerçeksi (vraisemblable) yorumu oluşturur. böyle bir durum o denli doğru (ya da, gerçek) olabilir ki, kendi özgün yetileriyle, deyim yerindeyse, doğrudan—Konfüçyüs'ün bile kendisinin hep içinde olarak kabul ettiği— bu zahirî alanın ötesine geçebilecek varlıklar söz konusu olabilir. Öte yandan, özgün Konfiçyüsçü bakış açısının içerdiği sınırlanmalar aşıldığında doğuştan bilgeliğin —belirtmiş olduğumuzun sadece özel bir durumunu oluşturduğu— daha geniş ve daha derin bir anlam ifade edip etmeyeceği sorusu da akla gelebilir.
Böyle bir sorunun söz konusu olabileceği kolayca anlaşılır. Zira, sık sık belirtmek fırsatını bulmuş olduğumuz üzere, her gerçek (ya da, doğru) bilgi, varlık tarafından ilk ve son olarak edilmiş olan ve hiçbir şeyin hiçbir zaman kaybettiremeyeceği, daimi bir kazanç (müktesebat) oluşturur. Sonra, bir varoluş halinde belirli bir tahakkuk derecesine ulaşmış olan bir varlık başka bir hale geçtiğinde, kaçınılmaz olarak, bu şekilde elde etmiş olduğu —ve, dolayısıyla, bu yeni hâlde "doğuştan" gelmeymiş gibi belirecek olan— bilgiyi de kendisiyle birlikte (o yeni hâle) götürmek durumundadır. Tabiî ki, burada eksik kalmış olan bir tahakkuk söz konusudur. Zira, aksi takdirde, başka (ya da, yeni) bir hâle geçmek anlamsız olurdu. Bizi burada esas ilgilendiren durum olan beşerî hâle geçmiş olan varlık durumunda ise, bu tahakkuk (ya da, tekâmül) henüz bireysel varoluş koşullarını aşamamıştır. Fakat, bu tahakkuk en basit (ilkel) derecelerden, beşerî halde, bu halin kemâl durumuna tekabül edene en yakın olan noktaya dek uzanabilir. Hatta, beşer olarak doğan tüm varlıkların bu sonuncu durumda olmalarının gerektiği bile öne sürülebilir. Zira bu bireysel tekâmül düzeyine doğal ve kendiliğinden (spontane) sahiptirler. Bu durum onların beşeri halde doğmadan önce böyle bir düzeye ulaşmak noktasına gelmiş olduklarını gösterir. Dolayısıyla, onlar gerçekten de doğuştan bilgedirler ve bu sadece Konfüçyüs'ün kendi bakış açısından onu anlayabileceği kısıtlı biçimde değil, fakat bu deyime verilebilecek olan tüm anlam genişliği için de böyledir.
Daha uzağa gitmeden önce, burada beşerî hâlin dışındaki varoluş hallerindeyken elde edilmiş olanların söz konusu olduğunu vurgulamak yerinde olur. Dolayısıyla bunun herhangi bir "reenkarnasyoncu" kavrayış ile hiçbir ilişkisi yoktur ve olamaz. Kaldı ki, bu, her durumda, ona ters düşen metafizik düzeydeki nedenler bir yana, ilk insanlar durumunda da açıkça saçmadır. Bu da bu konunun üzerinde daha fazla durmanın yararsız olması için yeterlidir. Belki de, daha önemle vurgulanması gereken kolaycı bir yanlış anlamaya yol açabilecek olması nedeniyle, beşerî hâlden söz ettiğimizde, bu öncelik (anteriorite), beşerî halde söz konusu olan geçici (fânî) süreklilik ile, gerçekten ve harfi harfine, az ya da çok özdeşleştirilebilecek olan bir sürekliliği içerir olarak değil de, sadece çeşitli hallerin bir nedensel zinciri enimi olarak anlamak gerektiğidir. Aslını söylemek gerekirse, bunlar böyle tamamen simgesel bir biçimde, birbirini izleyen haller olarak ifade edilemezler. Fakat, anlaşılacağı üzere, dünyamızın koşullarına uygun olan böyle bir simgeciliğe başvurulmadığında, bu konuları beşerî dil ile anlaşılabilecek biçimde ifade edebilmek tamamen imkânsız olur. Bu husus belirtildikten sonra, yine konumuza dönelim: Bir varlığın beşerî hâlde doğmadan önce belirli bir tahakkuk düzeyine ulaşmış olduğundan söz edilebilir. Konunun bu tarzda ifade edilişinin —ne denli yetersiz olsa da— hiçbir uygunsuzluk içermemesi için, bunu hangi anlamda kavramak gerektiğini bilmek yeterlidir. Bu şekildedir ki, böyle bir varlık, beşeri dünyadaki bu tahakkuk için gerekli olan tekâmül derecesine, chong-jen, ya da Konfüçyüsçü bilge, derecesinden tchen-jen ya da "hakiki insan" düzeyine dek gidebilen derecelere doğuştan sahip olacaktır.
Ancak, yeryüzünün bugünkü koşullarında, bu doğuştan bilgeliğin ilk baştaki kadim çağlardaki gibi tamamen kendiliğinden tezahür edebileceğini zannetmemek gerekir, zira, ortam kesinlikle dikkate alınması gereken engeller çıkarır. Dolayısıyla, söz konusu olan varlığın bu engelleri aşmak için mevcut olan imkanlara başvurması gerekir, bu demektir ki, o varlık, yanlış olarak zannedildiği gibi, bir inisiyatik zincire bağlanmak zorunluluğundan muaf değildir, böyle bir bağlanma olmadığı takdirde, beşeri hâl içinde bulunmakta olması nedeniyle, sadece, -onun tahakkukunda daha ileriye gitmesine izin vermeyen, bir tür mânevi "uyku"ya dalmışçasına beşeri hale girerken nasıl idiyse öyle kalır. Yine, duruma göre, o varlığın- tedrici bir biçimde geliştirmek gereği söz konusu olmaksızın- chong-jen hâlini, dışsal olarak, tezahür ettirdiği düşünülebilir, zira bu hâlde yine zahiri alanın üst sınırında bulunur; fakat bu sınırın ötesinde olanlara ulaşmak için, kelimenin tam anlamıyla inisiyasyon daima zorunlu ve aynı zamanda böyle bir durumda yeterli olan bir koşul oluşturur. O zaman, bu varlık, görünüşte, alelade beşeri halden yola çıkmış olan inisiyeninkiyle aynı olan derecelerden geçebilir, fakat (aslında) gerçek tamamen farklı olacaktır, zira, sadece, normalde önce bilkuvve olan inisiyasyon o varlık için hemen fiilî hale gelmekle kalmayacak, fakat aynı zamanda, o varlık bu "derece"leri, deyim yerindeyse, -kuşkusuz, aslında, bunu ifade etmekte olan, eflatuncu "hatırlama ya benzetilebilecek biçimde- onlara daha önceden sahip olmuş gibi, tanıyacaktır". Bu durum, kuramsal bilgi düzeyinde, bazı öğretisel bilgilerin bilincine içsel olarak önceden sahip olan fakat bunları—gerekli deyimleri bilmediğinden dolayı— ifade edemeyen ve bunlar ifade edilir edilmez bunları hemen tanıyan ve bunları özümsemek için hiçbir çalışma yapmasına gerek kalmadan bunların anlamlarına tamamen nüfuz eden birinin durumuyla da kıyaslanabilir. Hatta, inisiyatik törenler ve simgeler ile karşılaştığında, bunlar da ona sanki o bunları, bir tür "zaman-dışı" olarak hep biliyormuş gibi gelebilir, zira, özel biçimlerin ötesinde ve onlardan bağımsız olarak özü oluşturan her şey aslında onun kendisinde bulunmaktadır ve aslında bu bilginin gerçekten hiç bir " zamansal başlangıcı " yoktur. Zira o bilgi, zaman tarafından gerçekten koşullanmış tek hal olan, beşeri hal sürecinin dışında tahakkuk ettirilmiş olan bir kazancın (müktesebatın) sonucudur.
Söylemiş olduğumuzdan çıkan bir diğer sonuç da, inisiyatik yolda ilerlemek için, sözünü etmekte olduğumuz türdeki bir varlığın dışsal ve beşerî bir Guru'nun yardımına ihtiyacı olmadığıdır. Zira hakiki guru olan "içsel Guru" o varlıkta başından beri etkindir. Bu durum tüm geçici müdahaleleri gereksiz kılar ve dışsal Guru'nun rolü de bu tür bir müdahaleden başka şey değildir ve bu, daha önce atıfta bulunmuş olduğumuz istisnai durumdur. Yalnız, iyi anlaşılması zorunlu olan bir şey de şudur ki, bu durum, insanlığın devre'nin iniş sürecinde ilerlemesi ölçüsünde, daha da istisnalaşan bir durumdur. Bu durum ilk bakıştaki hâlin ve onu izlemiş olan hallerin, Kali-Yuga'dan önceki bir son kalıntısı, kaçınılmaz olarak karartılmış olan bir kalıntı olarak görülebilir. Zira doğuştan, "hak olarak", "hakiki insan" niteliğine ya da ufak bir derecede (manevi) tahakkuk ettiricilik niteliğine sahip olan varlık o niteliğini artık tamamen kendiliğinden ve tüm olağan koşullardan bağımsız olarak geliştiremez. Tabiî ki, o varlık için olağanlıkların etkisi asgariye inmiştir ve zaten, sonuçta söz konusu olan sadece bir insiyatik bağlamadır, ki o varlık, doğasının bir sonucu olan bir "cezbe" ile karşı konulmazcasına yönelerek, bu bağlanmayı her zaman elde edebilir. Fakat, özellikle önüne geçilmeye çalışılması gereken şey, gerek doğal olarak kendilerini inisiyasyonu aramaya yönelmiş hissetmeleri nedeniyle —ki, bu durum, çoğu kez, sadece onların bu yola girmeye hazır olduklarım gösterir. Yoksa onların bu yolu daha önce, başka bir hâldeyken, kısmen katletmiş olduklarını değil—, gerekse, her inisiyasyondan önce kendilerinde bazı —muhtemelen manevi olmaktan çok psişik düzeyden olan— az ya da çok belirsiz "kalınırların (ya da "iz"lerin) varlığını hissetmeleri nedeniyle, kendi durumlarının da böyle bir durum olduğu zaman çok kolayca kapılabilmeleridir. Manevi, düzeyden olmaktan çok psişik düzeyden olan bu hisler, sonuçta, hiçbir fazla olağan üstülük taşımazlar ve yeterli, insanların geneline kıyasla, biraz daha az olarak sınırlanmış olan ve bu nedenle de, bireyselliğin bedensel tarzına daha az kapatılmış olan (enferme) —ki, bu durum, o kişilerin inisiyasyon için gereken niteliklere gerçekten kesinkes sahip olduklarını da göstermez— her insanın sahip olabileceği birtakım "önsezi"lerden başka bir şeyi ifade etmezler. Tüm bunlar, kuşkusuz, kişinin kendisinin bir mânevi Üstat olduğunu öne sürmesi ve fiilî inisiyasyona ulaşması ve de bu bağlamda kişisel çabalar göstermekten kendini muaf zannetmesi için hiç de yeterli olan nedenler değildir. Hakikat, şunu belirtmemizi zorunlu kılıyor ki, böyle bir imkân vardır, fakat bu çok küçük bir azınlığa özgüdür. Öyle ki, sonuçta, pratik olarak dikkate alınmayabilir. Gerçekten bu imkâna sahip olanlar, sözünü ettiğimiz duruma daima varacaklardır. Aslında önemli olan tek şey budur. Diğerlerine gelince, onların boş hayalleri, o hayallere inancı da eklemeye ve bunun sonucuna göre davranmaya kapılırlarsa, onları ancak en üzücü (ya da sıkıcı) düş kırıklıklarına sürükleyebilir.
Not : Yukarıdaki yazı Rene Guenon’un özgün adı “Initiation et Réalisation Spirituelle” olan ve dilimize “Manevi İlimlere Giriş” adıyla çevrilen kitabından alınmıştır. Dipnotlardaki sıralama yazının bütünlüğüne uygun olarak yeniden oluşturulmuştur.