ALİ ŞİR NEVAİ
01 Ocak 1970
(ö. 906/1501) Klasik Çağatay edebiyatının, Osmanlı edebiyatı sahasında da tesirleri devam etmiş en büyük şairi; devlet adamı.
Soyca bir Uygur kabilesinden gelen Ali $îr Nevâî 17 Ramazan 844 [187] tarihinde Herafta doğdu. Babası Kiçkine Bahadır (Kiçkine Bahşı) Timur'un torun¬larının hizmetinde bulunmuş, en sonra Bâbür Şahın sarayında da önemli bir mevki sahibi olmuştu. Annesinin dedesi Bû Said Çiçek ise Hüseyin Baykaranın dedesi Baykara Mirza"nın uluğ beyi (bey¬lerbeyi) idi. Şâhruh'un ölümüyle çıkan ka¬rışıklıklar üzerine Kiçkine Bahadır o sı¬rada altı yaşlarında olan Ali Sîr'i yanına alarak Yezd üzerinden Irak'a gitti. Bu yolculuk sırasında Zafernâme müellifi Şerefeddin Ali Yezdî ile karşılaşan Ali Şîr. aralarında geçen konuşmayı daha sonra Mecâlisü'n-nefâis adlı eserinde anlat-mıştır. [188]
Horasan'da karışıklığın sona ermesiyle Kiçkine Bahadır tekrar Horasana dön¬dü (1452) Arada geçen süre zarfında kendisi Bâbür'ün hizmetine girdiği gibi oğlunu da onun himayesine verdi. Hü-seyin Baykara’yı da himaye eden Bâbür Han, Ali Şîr'le olan münasebetini babası¬nın ölümünden sonra da kesmemiş. Meşhed'e giderken hem Hüseyin'i hem de Ali Şîr'i beraberinde götürmüştü (1456). Bâbür 1457'de Meşhed'de ölünce Hüseyin Merv'e döndü. Ali Şîr ise Meşhedde kalarak tahsiline devam etti. Bâbür'ün ölümü ile hamisiz kalan Ali Şîr, Timurlular'm kuşçu emirlerinden Seyyid Ha¬san Erdeşîr'den yardım ve ilgi gördü.
Ali Şîr Meşhed'de İmam Rızâ Medresesi'nde okurken pek çok İranlı âlim ve şairle tanışmış, birçoğundan da ders al¬mıştır. Bunlar arasında Kemal Türbetî ve Arap aruzunun üstadı sayılan Derviş Mansûr da vardı. 1464'te Meşhed'den Herafa geien Ali Şîr, burada Ebü Said Mirza'nın hizmetine girdiyse de ondan ilgi göremeyince Semerkant'a gitti ve Hâce Celâleddin Fazullah Ebü'l-Leysînin medresesine devam etti. Arkadaşı Hü¬seyin Baykara'nın tahta geçmesine ka¬dar da Semerkant'ta kaldı.
Ebû Said Mirza'nın 1469'da Irak Seferi'ne çıkışını fırsat bilen Sultan Hüseyin Horasan'a yürüdü; babasının yokluğu sı¬rasında Semerkant'ı idare eden Ahmed Mirza da bu haber üzerine ordusu ile Horasan'a gitmek zorunda kaldı. Ah¬med Mirza'nın ordusunda Ali Şîr de bu¬lunuyordu. Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan'ın Ebû Said'i Öldürdüğü haberi¬nin gelmesi üzerine Sultan Hüseyin Herat'ı alarak tahta çıktı [189] ve arkadaşı Ali Şîr'i de yanı¬na çağırdı. Herafın alınışından bir ay kadar sonra buraya gelen Ali Şîr, Sultan Hüseyin'e ünlü “Hilâliyye” kasidesini sun¬du. Bu tarihten sonra devlet işleriyle de ilgilenmeye başladı ve ölünceye kadar sadakatle ona hizmet etti. Bağlılığının bir belirtisi olarak Mecâlisü'n-nefâis adlı tezkiresinin sekizinci bölümünü bü¬tünüyle ona ayırdı. Diğer eserlerinde de Hüseyin Baykara'dan bahseden Ali Şîr. eserlerinin bir kısmını onun adına yaz¬mıştır.
Hüseyin Baykara eski arkadaşını ken¬dine nişancı olarak tayin etmişse de devlet islerinden pek hoşlanmayan Ali Şîr bir süre sonra bu görevi Nizâmed-din Süheylî'ye bırakmıştır. Ali Şîr, Hüse¬yin Baykara tarafından Muhammed Ya¬digâr Mirza'ya karşı açılan sefere katıldı (1470) ve taht üzerinde hak iddia eden bu şehzadeyi bizzat yakalayarak hüküm¬dara teslim etti. Bir süre sultanın divan beyi ve nedimi oldu. Hükümdardan son¬ra idarede söz ve en büyük nüfuz onun¬du. Mührünü evrakın üstüne basacağı yerde altına basmış olmasıyla bu usul daha sonra resmî âdet haline gelmiştir. Devlet idaresinde Hüseyin Baykara'nın yanında sahip olduğu mevki ve nüfuza rağmen idarî işlerden uzak kalmak is¬tiyordu. Kendisini çekemeyen bazı kim¬selerin aleyhinde çalışmalarına bakma¬yıp yine de çeşitli görevlerde bulundu. Kardeşi Derviş Ali'nin isyanı ile çok sev¬diği Seyyıd Hasan Erdeşîr'in Ölümüne (1489) çok üzüldü; bunun üzerine 1490 yılında divan beyliği görevinden ayrıla¬rak sadece sultanın nedimi olarak hiz¬metini sürdürmeye başladı. Nevâî'ye bü¬yük bir saygı duyan Hüseyin Baykara bir fermanla herkesin şaire hürmet etmesi¬ni emretti (1490) Birkaç yıl sonra yakın dostu mutasavvıf-şair Câmî'nin ölümü de I898 (492) onu derinden etkileyen bir başka hadise oldu. Hamsetü'I-mütehayyirîn adlı eseri bu yıllardaki duy¬gularının mahsulüdür.
Bazı saray entrikaları sonucunda Hü¬seyin Baykara'nın oğlu Bedîüzzaman ile arasının açılması ve bundan olma toru¬nu Mirza Mehmed Mü'min'in yanlış bir fermanla öldürülmesi, daha sonra bu olayı hazırlayan vezir Nizâmülmülk'ün idam edilmesi, hem hükümdarı, hem de Nevâryi çok sarstı. Bu hadiselerde me¬selelerin halli daima ona düşmüştü. Fa¬kat o bu saltanat mücadeleleri arasın¬da bile Lisânut-tayr (903/149). Muhâkemetü'l-lugateyn (904/1499), Sirâcal-müshmîn (904/1499) ve M.ahbûbü'1-kulûb (905/1500) adlı eserlerini kaleme almaktan geri kalmadı. Bu sırada sağlı¬ğı bozuldu, 31 Aralık 1500de Hüseyin Baykara'yı Esterâbâd dönüşünde karşı¬larken el öptüğü sırada yere yıkıldı. Herat'a getirildikten üç gün sonra 13 Cemâziyelâhir 906'da [190] öldü. Kudsiyye Camii yanında kendisinin yap¬tırdığı türbeye defnedildi.
Ali Şîr Nevâî manzum ve mensur eser¬leriyle sadece Çağatay edebiyatının de¬ğil bütün Türk edebiyatının önde gelen simalarındandır. Türkçe eserlerinde Ne¬vâî ve Farsça şiirlerinde Fânî olmak üze¬re iki mahlası vardır. Ali Şîr'e tesir eden¬lerin başında İran'ın büyük mutasavvıf¬larından Abdurrahman-ı Câmî gelmek¬tedir. Câmrye olan hayranlığı ve fikir¬lerine duyduğu hürmet onun Câmî'nin mensup olduğu Nakşibendiyye tarikatı¬na girmesine sebep oldu. Bunların dı¬şında Attâr, Hüsrev-i Dihlevî ve Nizamî ona tesir eden belli başlı şairler arasın¬da sayılabilir. Şiire Farsça ile başlayan Ali Şîr daha on beş yaşlarında iken ken¬dini şair olarak tanıtmayı başarmıştır. Sonraları Türkçe de yazmaya başlamış ve bu yüzden “Zü'1-lisâneyn” diye tanın¬mıştır.
Nevâî'nin Orta Asya Türk dili ve ede¬biyatının gelişmesinde büyük tesiri ol¬muştur. Bundan dolayı Çağatayca'ya “Nevâî dili” denmiştir. Eserleri Türkis¬tan'dan başka, Azeri ve Anadolu saha¬sında da okunan Ali Şîr Nevâi’'yi Osman¬lı şairleri üstat tanımışlar, şiirlerine XV. yüzyıldan bu yana çeşitli nazireler yaz¬mışlardır. Ali Şîr, divan şiirine Türk ha¬yatından gelen millî ve mahallî unsurlar kazandırmıştır. [191]
Eserleri
Divanlar
Daha çocuk denecek yaşta başlayıp hayatının sonuna kadar şiirler yazmış olan Ali Şîr Nevâî bunları farklı zamanlarda, farklı adlar altında bir araya toplayıp yedi divan meydana getirmiştir. Bunlar hakkında oldukça geniş bilgi veren Nevâî'nin bir de Farsça divanı vardır. Nevâî'nin tertip tarihi ba¬kımından divanlarının en eskisi, çocuk¬luk ilk gençlik çağında yazdığı şiirleri¬nin, kendi divanlarını tertip etmesinden daha önce başkaları tarafından derle¬nip 870'te (1465-66) ünlü hattat Sultan Ali Meşhedî tarafından istinsah edilmiş olanıdır. Bunun tek nüshası Leningrad Saltıkov-Çedrin Devlet Kütüphanesi'ndedir. [192] Bizzat kendi tertip ettiği divanlar ise devrelere göre ayrılmakta¬dır. Nevâî ilk yazdıklarıyla önce iki di¬van, daha sonra yeni yazdıklarını da ka¬tarak bu ilk iki divanı dört ayrı divan haline koymuş, yaşlılık çağında ise hep¬sini tek ad altında bir araya getirmiştir,
A) 1) Bedâyiu' -bidâye. Nevâî şiirleri¬ni ilk defa Hüseyin Baykara'nın tahta geçmesinden sonra, yani 1470-1476 yıl¬ları arasında bizzat onun isteği üzerine tertip etmiş ve böylece ilk divanı olan Bedâyiu'l-bidâye ortaya çıkmıştır. Nevâi’nin bu divanının başına koyduğu ön¬söz daha sonra kendisi tarafından “Hutbe-i Devâvîn” başlığı ile Garâibü's-sıgar adlı divanının başına da alınmıştır. Bu divanın bugün bilinen dört nüshası var¬dır: Paris, Bibliotheque Nationale, Suppl. Turç. 746; Londra, Biritish Museum, Or. 401-Bakü, Azerbaycan İlimler Akademi¬si Cumhuriyet El Yazmaları Fonu, 3010; Taşkent. Özbekistan İlimler Akademisi'nin Edebiyat Müzesi, 84.
2) Nevâdi-rü'n-nihâye. Nevâî'nin 1476-1486 yılla¬rı arasında yazdığı şiirleri içine alan ikin¬ci divanıdır. Sultan Ali Meşhedî hattıy¬la Hüseyin Baykara'nın hazinesi için ya¬zılmış tek nüshası, Taşkent Özbekistan İlimler Akademisi. Bîrûnî Şark-şinaslık Enstitüsü'nde [193] bulunmaktadır. Bu divanı için ayrıca hazırlamış olduğu bilinen dîbâce bugün elde yoktur.
B) 1) Garâibü's-sıgar. Hüseyin Baykara'nın. şiir yazmada durgunlaştığı sı¬rada Nevâfye iki ayrı divan daha tertip ederek bunların sayısını dörde çıkarma¬sını söylemesi üzerine, Nevâî ilk tertip-lediği iki divanı ile daha sonra yazdıkla¬rını bir sınıflamaya tâbi tutmuş ve di¬vanlarının sayısını dörde çıkararak ilki¬ne, kendi deyimiyle “Tufüliyyette vâki bolgan garib manalara” Garûibü's-sıgar adını vermiştir. Bedâylul-bidâye için yazdığı önsözü de buna koyarak esere yirmi yaşına kadar olan şiirlerini almış¬tır. Divanın sayısı pek çok olan nüshala¬rı içinde en önemlileri, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi [194] ile Paris Bİbliotheque Nationale'deki [195] “Küllîyat”ta yer almış olan-lardır. Bu dörtlü divan serisinin diğer üçü de şu tertipledir;
2) Nevâdirü 'ş-şebâb. Gençlikte yani yirmi ile otuz beş yaşları arasında yazdığı şiirlerini birara-ya getiren divanıdır. Yine kendi tabiriy¬le bunlar “Yigitlikde zahir bolgan nâdir terkibler”dir.
3) Beafiyiul-vasat. Orta yaşlarda, otuz beş ile kırk beş yaşları arasında yazmış olduğu şiirlerin yer al¬dığı divanın adıdır.
4) Fevâidü'l-kiber. Nevâî'nin elediği gibi “Ömrning âhırıga yakın nazmga kirgen fayideler”i, yani ömrünün sonuna doğru yazdığı şiirleri ihtiva etmektedir. Bu şiirler kırk beş-altmış yaşları arasındaki devreye aittir.
Bu dört divanda yer alan şiirlerin ke¬sin olarak Nevâî'nin dediği devrelerde yazıldığı söylenemez. Çünkü bizzat kendi dediği gibi iik iki divan ile son yazdığı şiirleri birlikte harmanlamış ve bunla¬rı sonra devrelere ayırmıştır. Nevârnin bu divanlan yirmi sekiz harfte kalmayıp ve lâm-elif ka¬fiyeli gazelleri ile otuz iki harf üzerine tertiplenmiş bulunmaktadır.
C) Hazâinü'l-meânî. Dört divanda yer alan bütün şiirleriyle son şiirlerinin bir¬likte harmanlanmasından meydana ge¬len son divanına vermiş olduğu addır. Kûlliyyât-ı Devâvîn adıyla da tanınan bu eser Hamid Süleyman tarafından Ki¬ril harfleriyle Özbekistan Fenler Akademisi'nce yayımlanmıştır. [196] 1959-1960 yılları içinde diğer üç cilt de basılmıştır. Nevâî bu son divanı için 905'te (1500) ötekilerden ay¬rı bir önsöz kaleme almıştır. Divan'ın Türkiye'deki beş nüshasında yer alma¬yan bu önsözün memleketimizdeki tek nüshası Nuruosmaniye Kütüphanesi'nde 3999 numaralı Şerhu'l-Hamâse adlı yaz¬manın 21b-29a yapraklarının arasında bulunmaktadır. Bu divan 55.000 mısra tutmaktadır. [197]
Farsça Dîvân
Üç nüshası bilinen [198] bu di¬vanında Nevâf Fânî mahlasını kullanmış¬tır. Şair Muhâkemetü'l-lugateyn’de bu divanın 6000 beyitten meydana geldiğini bildirmektedir. Yine aynı eserde bahse-dilen Tuhfetü'l-efkâr”, “Nesîmü-huld”, “Aynü'l-hayât”.”Minhâcü'n-necati” ve “Kötü'l-kulûb” adlı Farsça kasideler de bu divanda yer almaktadır.[199]
Mesneviler
Nevâî, bu sahada Ham-se'sinden sonra yazdığı diğer bir ese¬riyle birlikte altı mesnevi meydana ge-tirmiştir. Hamsedeki mesneviler şu sıra üzeredir:
1) Hayretü'l-ebrâr. Nizâmfnin Mahzenü'l'esrar'ı ile Emîr Hüsrev'in Matla'u'1-envâr'ı ve Câmfnin Tuhietü'l-alırâr'ına nazîre olarak 888'de (1483) kaleme alınmıştır. 4000 beyit civarında olan mesnevi iki kısım halinde altmış dört bab olarak tertip edilmiştir. Yirmi makaleden meydana gelen ikinci kısım, eserin ağırlık merkezini teşkil eder. Mes¬nevi, aruzun “Müfteilün müfteilün fâilün” kalıbı ile yazılmıştır. Eser Taşkent'te Parsa Semsiyev tarafından yayımlanmış¬tır (1958-1960).
2) Ferhâdü Şîrîn. Niza¬mî ile Hüsrev-i Dihlevî'nin aynı addaki eserinden ilham alınarak yazılan bu mes¬nevi 889 (1484) yılında “Mefâîlün me-fâîlün feûlün” kalıbı ile yazılmıştır. Mesneviyi diğer Hüsrevü Şîrîn'lerden ayı¬ran özellik, ağırlık merkezinin yani hi¬kâyenin Hüsrev yerine Ferhad üzerinde kurulmasıdır. Ferhad, Nevârnin mesnevisinde alelade birisi olmayıp Çin haka¬nının oğludur. 5780 beyitten ibaret olan mesnevi. Parsa Semsiyev ve Hâdî Za¬rif tarafından Arap harfleriyle [200], Gönül Alpay tarafından da incele¬me ve edisyon kritikli metin halinde ya-yımlanmıştır. [201]
3) Leylâ vü Mecnûn. Eser Mecnûnu Leylâ ola¬rak da bilinmektedir. İran edebiyatında ilk defa Nizamî tarafından ele alınan bu konu daha sonra Hüsrev-i Dihlevî tara¬fından da işlenmiştir. Nevâî bu mesne¬viyi yazarken her iki müelliften de fay¬dalanmıştır. 3500 beyit kadar olan mes¬nevi aruzun “Mef'ûlü mefâilün feûlün” kalıbı iledir.
4) Seb'a-i Seyyare. 889'da (1484) aruzun “Feilâtün mefâilün feilün” kalıbı ile yazılan ve 5000 beyit civarında olan bu mesnevi elli babdan meydana gelir. Bu hikâyeyi ilk defa Firdevsî Şeh-name'de islemiş, daha sonra Nizamî Heft Peyker, Emîr Hüsrev de Heşt Bihişt adıyla kaleme almıştır. Eser Parsa Şemsiyev'den başka Hâdî Zarif tarafından Ali Şîr Nevâî, Seb'a-i Seyyare İs-miyle Özbekistan Fenler Akademisi ya¬yını olarak [202], Hamid Araslı tarafından da Yedi Seyyare adıyla Bakü'de yayımlanmıştır (1947). Konu, Behram'ın güzel cariyesi ile olan macera-sıdır.
5) Sedd-i İskenderî. Beyit sayısı 7000'i aşan ve vezni “Feûlün feûlün fe¬ûlün feûl” olan bu son mesnevi 890'da (1485) yazılmıştır. Buradaki konu Nevâî'den önce Firdevsî. Nizamî ve Hüsrev tarafından işlenmiş. Câmî tarafından da Hırednâme-i İskenderî adıyla kaleme alınmıştır. Ancak Câmî eserini, Nevârnin eserini tamamlamasından sonra bitir¬miştir. Nevâî bu eserinde İskender'i bir Türk hükümdarı gibi tasavvur etmiş ve onun şahsında Hüseyin Baykara ile oğlu Bedîüzzaman'ı anlatmıştır.
6) Lisânü't-tayr. Nevârnin Hamse dışında kalan mesneviterindendir. 3553 beyitten mey¬dana gelen eserde Nevâî Farsça şiirle-rindeki Fânî mahlasını kullanmıştır. Ko¬nu Attâr'ın Mantıku't tayr adlı eserin¬den alınmış olmakla beraber birçok de¬ğişiklik ve ilâveler yapılmıştır. Attâr'ın hikâyesindeki on kuştan sekizinin alın¬masına karşılık onda bulunmayan altı¬sının daha ilâvesiyle eserde rol alan kuş¬lar on dörde çıkar. Nevâî, eserin başın¬da küçük yaştan beri bu eseri Türkçe'ye çevirmek istediğinden bahseder. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi. Revan 803'teki nüshada (vr nb), dört divan yazdıktan başka pek çok da eser vücu¬da getirdiği halde Mantıku't-tayr adlı eserin tercümesini aklından bir türlü çı¬karamadığını, nihayet altmış yaşına gir¬diğinde bu eserin tercümesine başladı¬ğını ve her gece kırk-elli beyit yazdığı¬nı anlatır. Yaşı ile ilgili ifadesinden ese-rin 904 (1499) tarihinde yazıldığı anla¬şılmaktadır. Mesnevi Özbekistan Fenler Akademisi tarafından yayımlanmıştır. [203]
Tezkireler, Hal Tercümeleri - Hâtıralar
1) Nesâyimü'l-mehabbe min şemâyimi'l-îütüvve. Eser Câmî'nin 883’te (1478) yazdığı Neiehâtü'1-ünsmin hazaröti'l-kuds adlı, velîlerin hayat hikâyelerini ih¬tiva eden Farsça eserinin Çağatay Türkçesi'ne tercümesidir. Aslında Câmî bu eserini Nevârnin ricası üzerine kaleme almıştı. Eserin önemini bilen Nevâî. duy¬duğu ihtiyaçla 901'de (1495) onun ter¬cümesini meydana getirdi. Bu mensur eserde otuz dördü kadın olmak üzere 770 velînin hayat hikâyesi yer almakta¬dır. Eseri zeyillerle genişletmek isteyen Nevâî, Attâr'ın Tezkiretül-evliyâ’süa bulunan muhtelif hal tercümelerini ki¬taba kattıktan başka, Câmî ve Attâr'da yer almamış, Yesevi’den kendi zamanı¬na kadar gelen çok sayıda Türk şeyhini ilâve etmiştir. Eser Kemal Eraslan tara¬fından Topkapı Sarayı Müzesi Kütüpha¬nesi [204] nüshası esas alın¬mak suretiyle Bibtiotheque Nationale [205], Süleymaniye Kü¬tüphanesi [206], İstanbul Üni¬versitesi Kütüphanesi [207] ve British Museum'daki [208] nüshalar üzerinden edisyon kritik yapılarak bir indeks ilâvesiyle yayımlanmıştır. [209] Fuad Köprülü tarafından, ese¬rin Bibliotheque Nationale'deki külliyat¬ta mevcut nüshasına dayanılarak Ahmed Yesevî çevresine mensup Türk sûfilerine dair kısmı ele alınmış ve bir değerlendirmesi yapılmıştır [210].
2) Mecâlisü'n-nefâis. 897'de (1491-92) kaleme alınan eser, Türk dilinde yazılan ilk şuarâ tez¬kiresi olması bakımından önemlidir. Ne¬vâî, Câmrnin. Bahâristân ve Devletşah'ın Tezkiretü'ş-şucarâ: adlı tezkirelerini ör¬nek alarak kendi eserini de sekiz kısma ayırmış ve her kısma “Meclis” adını ver-miştir. Sekizinci meclis tamamen Hüse¬yin Baykara'ya ayrılmıştır. Tezkirede adı geçen şairlerin büyük bir kısmı şiirlerini Farsça kaleme almış olanlardır. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi [211] nüshasına göre Mecâlis'te 451 şair bulunmakta ve bunlardan sadece kırk birinin Türkçe şiir yazdığı görülmekte¬dir. Eser Özbekistan Fenler Akademisi tarafından 1961 yılında yayımlanmıştır. Mecâlisü'n-nefâis, Hakîmşah Muhammed b. Kazvînî. Fahrîyi Herâtî ve Şâh Ali b. Abdülalî tarafından bazı ilâvelerle XVI. yüzyılda üç defa Farsça'ya çevril¬miştir. Fahrî ile Kazvînrnin tercümeleri¬ni Ali Asgar Hikmet bir önsözle yayım¬lamıştır. [212] Sâdıkî-i Kitâbdâr'ın (XVI. Yüzyıl) M.ecmau'1-havas adıyla ve Çağatay Türkçesi'yle yaz¬dığı tezkiresi Mecâlis'e zeyil mahiyetin¬dedir. Bu eser de Farsça'ya çevrilmiştir. [213]
3) Hamsetü'l-mütehayyinn. Nevâî bu ese¬rini Câmî’nin ölümünden sonra, bu yeri doldurulmaz dostu ve üstadı için yaz¬mıştır. Bir mukaddime, üç muhavere ve bir hatimeden ibarettir. Mukaddimede Câmrnin nesebi ve doğumu, gördüğü tahsil ile Nevâi’nin onun yanma geldiği devre anlatılır. 1. muhaverede Câmî ile Nevâfnin dostluğu, 11. muhaverede Ne¬vâî Merv'de iken Câmî ile mektuplaşma¬ları, 111. muhaverede ise Nevâfnin isteği üzerine Câmrnin yazdığı eserlerle ilgili hâtıraları söz konusu edilir. Hatimede ise ona ait son hâtıraları ile Câmrnin son anları ve ölümü. Ölümünden sonra¬ki matem merasimleri anlatılmakta¬dır. NevâFnin bir tarih kıtası ve uzun bir mersiyesiyle son bulan eser men¬surdur. İçinde aralara serpiştirilmiş ba¬zı şiirler de bulunmaktadır.
4) Hâlât-ı Seyyid Hasan Erdeşîr Big. NevâFnin. babası gibi sayıp sevdiği, şahsına çok bağlılık duyduğu mürşidi Seyyid Hasan'ın ölümü üzerine onun hayatını ve meziyetlerini, kendisiyle olan hâtırala¬rını anlattığı mensur ve manzum olarak kaleme alınmış risâlesidir. Kemal Eras-lan tarafından dört “Külliyat” nüshasın¬dan faydalanılarak edisyon kritikli neş¬ri yapılmıştır. [214]
5) Hâlât-ı Pehlevân Muhammed. Nevâî, çok yakın dostu, şair, bes¬tekâr ve tabip Pehlevân Muhammed'in ölümü üzerine kaleme aldığı bu risale¬de onun hayatını ve kendisine dair hâ¬tıralarını anlatır; aynı zamanda sûfî ya¬nı üzerinde de durur. Nazım nesir karı¬şık yazılan risalenin İstanbul'da üç, Pa¬ris'te de bilinen bir nüshası vardır. Bu dört nüshası üzerinden hazırlanan edis¬yon kritikli metni Kemal Eraslan tara¬fından yayımlanmıştır. [215]
Dinî Eserleri
1) Çihl Hadîs. Câmrnin aynı addaki eserinin dörder mısralık kı¬talar halinde 886'da (1481) yapılmış tercümesidir. Eser genellikle “Külliyat”larda yer almaktadır. Necib Âsim tara¬fından Erbain Hadis Tercemelen baş¬lığı altında yayımlanmıştır. [216] Nevâî bu eserini Hüseyin Baykara'ya it¬haf etmiştir.
2) Sirûcü'l-müslimîn (905/1500) Nevâînin külliyatı içinde yer alan küçük bir akaid kitabıdır. Şeriatın hü¬kümlerini. Allah'ın sekiz sıfatını ve İs¬lâm'ın esaslarını manzum olarak anlat¬maktadır.
3) Münûcût. Sinan Paşa'nın Tazarru 'name'si gibi Tanrı'ya mensur bir yakarıştır. Secilerle örülmüş kısa cümlelerden kurulu samimi bir nesir örne¬ğidir. Topkapı Sarayı Müzesi ve Fâtih kütüphanelerindeki “Külliyat” nüshalarının başında yer alan Münâcât'ın hangi ta¬rihte yazıldığı bilinmemektedir. [217]
Diğer Eserleri
1) Muhâkemetü'l-lugateyn (905/1500). Nevâi’nin dil alanın¬daki millî şuurunu gösteren önemli bir eserdir. İranlılar'la bir arada yaşanan ve Mecâlis'te geçen pek çok şairin Farsça yazdığı bir devirde Nevâî Türkçe yaza¬rak bu dilin ifade kuvvetini ve Farsça'ya göre üstünlüğünü eserinde ispat etme-ye çalışmıştır. Nevâî aynı zamanda böy¬le zengin ve üstün ana dilleri dururken, devrin onu bir yana bırakıp Farsça yaz¬maya özenen edebiyat heveslisi genç¬lerini tenkit ederek onları uyarmak is¬ter. XIX. yüzyılda Türkiye'de aydınların ilgisini çeken Muhâkemetü'l-lugateyn, Bursa'da Nilüfer dergisinin 37-40. sayı¬larında Osmanlı Türkçesi'yle tefrika edil¬miş (1889), 1897'de de İkdam külliyatı içinde İstanbul'da kitap halinde yayım¬lanmıştır. Bu yayının başında Belin tara¬fından Ali Şîr Nevâînin hayatı hakkında yazılan “Notice biographique et litteraire sur Mir Ali-Chir-Nevâfi” adlı makalenin Necib Âsim tarafından yapılan tercüme¬sini Veled Çelebi'nin Osmanlı Türkçesi'ne yaptığı tercüme ile Çağatay Türkçesiyle olan metin takip eder. 1941'de de Türk Dil Kurumu tarafından Refet Işıtman'ın yeni tercümesi yayımlanmış¬tır. Muhâkemetü'l-lugateyn'i T. Genceî Farsça'ya [218], R. Devereıuc da İngilizce'ye [219] çe¬virmişlerdir. Eser aynca M. Yâkub Vahidî tarafından Kabil'de basılmıştır (1984).
2) Mîzânü'l-evzân (898/1492'den sonra). Aruz hakkında toplu bilgiler vermek üze¬re kaleme aldığı bu üç bölümlük küçük risalede sırasıyla teknik bir mesele ola¬rak zihaf, bahirler ve taktT konulan üze¬rinde durur. Rubâî vezinlerinden sonra tuyuğ, koşuk, türkî, cenge, arazvârî, muhabbetnâme gibi millî şekilleri ele al¬ması eserin en dikkate değer tarafıdır. Eser Özbekistan Fenler Akademisi tara¬fından yayımlanmıştır. [220]
3) Mahbubü'l-kulûb' (906/1500-1501). Sa'di’nin Gülistan'ı ile Câmînin Bahâristân'ını hatırlatan bu eser Nevârnin şah¬siyetiyle ilgili bilgiler vermesi bakımın¬dan önemlidir. Üç kısma ayrılan eserin kırk bölümlük ilk kısmında zamanın ce¬miyetindeki muhtelif tabakalar, çeşitli zümreden insanlar, on bölümlük ikinci kısmında iyi işleri övme ve kötüleri yer¬me bahis konusu edilir. Üçüncü kısım¬da ise ahlâkî konular üzerinde durulur. Mahbûbü'l-kuîûb İstanbul (1289), Bu¬hara (1907) ve Taşkent'ten sonra Mosko¬va'da (1948) da yayımlanmıştır.
4) Münşe¬at (897/1492'den sonra). Nevârnin mek¬tuplarının toplandığı eserin adıdır. Mek¬tupların içinde Sultan Hüseyin Bayka-ra'ya ve Bedîüzzaman'a yazmış oldukla¬rı da bulunmaktadır. Bu mektuplarda Nevârnin devri ve hayatı ile ilgili önemli bilgiler vardır. Münşeat Azer-Neşir ta-rafından yayımlanmıştır. [221]
5) Vaicfiyye (886/1481). Mensur olarak ya¬zılmış, arasına şiirler serpiştirilmiştir. Bu küçük eserde Nevâî uzun uzun Hüse¬yin Baykara'yı methettikten sonra ken¬dinin yapmış olduğu vakıflarına geçer. 881'de (1476) Hüseyin Baykara'nın ken¬disine Herat'ın kuzeyinde bir arazi ver¬diğini, bu araziye bir saray, bahçe, bir medrese, bir mescid ile bir dârülhuffâz kurduğunu ve bu medreseye İhlâsiyye adı verdiğini, yine aynı yerde bir cami ve Halâsiyye adlı bir hankah yaptırdığını bu Valifiyye'den öğrenmekteyiz. Eser, Ne¬vâ’nin vakıfları hakkında bilgi edinmek için güzel bir kaynaktır. Bu eser de Âzer-Neşir tarafından neşredilmiştir. [222]
6) Nazmü'l-cevahir (890/1485). Hz. Ali'ye affedilen Nesrü'l-Ie'âlî adlı kitabın her Arapça vecize için bir rubâî yazılarak tercüme edilmiş şeklidir.
7) Târîh-i Enbiyâ ve Hükemâ (890/1485'ten sonra). Hz. Âdem'den Hz. Muhammed'e kadar gelen peygamberlerle belli başlı hakimler hakkındaki menkıbeleri ihtiva eden mensur bir eserdir.
8) Târih-i Mülûk-i Acem (890/1485'ten sonra). Men¬sur bir eserdir. İçinde yan mesnevi tar¬zında yazılmış iki beylilik şiirlere de rast¬lanır. İran'ın efsanevî tarihini anlatan bu kitabında Nevâî İran hükümdarlarını dört hanedana göre sınıflandırmıştır. Eserde Pîşdâdiyân, Keyâniyân, Eşkâniyân ve Sâsânîler söz konusu edilmektedir. Eserin önemi, dinî ve tarihî mitoloji hakkında geniş bilgi vermesidir. Nevâî bu eseri ha¬zırlarken İslâm dünyasının Câmicu't-tevârih, Taberfnin Târih'i, Naşîhatü'l-mülûk, Günde ve bilhassa BeyzâvFnin Ni-zâmü't-tevârih'ı gibi önemli kaynak eser-lerinden faydalanmıştır. Osmanlı Türk-çesi'ne tercümesi Târih-i Fendi adıyla Viyana'da basılmıştır (1872).
Nevârnin bugün elimizde olmayan, fa¬kat kaynaklardan varlıkları tesbit edilen diğer eserleri ise şunlardır: Nevödirü'n-nihâye için yazmış olduğu “Dibace”, Zübdetü't-tevârih, Risâle-i Mu cammâ (Fars¬ça). Vaicfiyye (Farsça) ve Münşe'ât (Fars¬ça). Aynca kütüphanelerde adına kayıtlı Sebcatü ebhur adlı Arapça bir lügati ile yine ona atfedilen Nazm-ı Akâid'i bu¬lunmaktadır. Zübdetü't-tevârih için ba¬zı kaynaklar Târih-i Enbiyâ ve Hüke¬mâ ile Târih-i Mülûk-i 'Acem adlı ese¬rin birleşmiş biçimine verilen ad olabi¬leceğini söylerler. Zeki Velidî bu eserin İlhanlı ve Timurlu sultanları tarihi oldu¬ğunu belirtmektedir. Bursalı Mehmed Tâhir, Nevârnin Siyerü'l-mülûk adlı bir Farsça eserinden söz ederse de şimdiye kadar böyle bir esere rastlanmamıştır.
Eserlerinin gördüğü devamlı rağbet dolayısıyla bunları bütünü ile içine ala¬cak şekilde külliyat nüshalan meydana konulmuştur. Bugün ikisi İstanbul'da olmak üzere beş büyük “Külliyafı bilin-mektedir. Bunlann bir kısmı minyatürlü ve tezhiplidir. Bu beş “Külliyafın için¬deki eserlerin ayn ayn listesi Agâh Sır¬rı Levend tarafından verilmiştir. [223] Eserinin ilk cildini Ali Şîr Nevârnin ha-yat ve şahsiyetine ayıran A. S. Levend bu ikinci ciltte onun bütün divanlarından, üçüncü ciltte hamselerinden, dördüncüde ise bunlar dışında kalan eserlerin¬den geniş ölçüde seçme metinleri top¬lamıştır. [224]