Ziya Osman Saba ve Dergilerde Saklı Kalmış Şiirleri
Bilge YÜKSEL 01 Ocak 1970
Özet: Ziya Osman Saba 1910’da İstanbul’da doğmuş ve okumaya
meraklı bir ailenin içinde büyümüştür. Bu sayede de çok küçük yaşlar-
dan itibaren edebiyatla ilgilenmeye başlamıştır. Servet-i Fünun’un
1927 tarihli sayısında “Sönen Gözler” şiirinin yayımlanmasıyla edebi-
yat dünyasına ilk adımını atan Ziya Osman Saba, o sıralarda Servet-i
Fünun’da çalışan Sabri Esat, Yaşar Nabi, Muammer Lütfi, Cevdet
Kudret, Vasfi Mahir ve Kenan Hulusi ile tanışmıştır. 1928’de onlarla
birlikte, Yedi Meşale isimli şiir kitabını çıkarmış, 1928’in Eylül’ünde
yayınına başladıkları Meşale adlı dergide de yayın süresince kurucu-
yazar olarak yer almıştır. Yedi Meşaleciler adıyla anılan bu grubun da-
ğılmasının ardından Ziya Osman Saba, edebiyat dünyasında bireysel
olarak varlığını sürdürmüş, ölümüne kadar da şiir yazmaya devam et-
miştir. Bu süreç içinde -yazdığı hikâyelerin sayısı da az olmamasına
rağmen- kendini özellikle şair olarak tanımlayan Ziya Osman Saba’nın,
hayatının farklı evrelerini bünyesinde toplayan üç şiir kitabı yayım-
lanmıştır. Ziya Osman Saba’nın, Sebil ve Güvercinler, Geçen Zaman,
Nefes Almak adlı üç ayrı şiir kitabı, bir de Mesut İnsanlar Fotoğrafha-
nesi-Değişen İstanbul adlı hikâye kitabı mevcuttur. “Bütün Şiirleri”
başlığı altında birkaç farklı basım hâlinde yayınlanan bu şiir kitapları,
çoğunlukla ilk basımları esas alınarak yapılmış olduğundan, kimi şiirle-
ri dergilerde saklı kalmıştır. Bu çalışmanın amacı, dergilerde kalmış
olan bu şiirleri gün ışığına çıkarmak ve bahsi geçen şiirlerin Ziya Os-
man Saba’nın sanat anlayışı içindeki yerini tespit edebilmektir.
Anahtar Kelimeler: Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri, Yedi Meşale,
Meşale, Sebil ve Güvercinler, Saf Şiir
30 Mart 1910’da İstanbul’da, bir yalıda dünyaya gelmiş olan Ziya Osman Saba,
geçirdiği mutlu çocukluk yıllarının (Onger 1970) ardından, daha sekiz yaşında
iken, annesini, sonrasında kardeşini kaybederek (Siyavuşgil 1957:7)1, ölümün
acı yüzüyle tanışmış, 1920’de anneannesini de kaybetmesinin ardından Galata-
saray Lisesi’ne yatılı olarak verilmiştir. Ziya Osman’ın maddî ihtiyaçları, askerî
ateşe göreviyle Paris’te bulunan babası tarafından karşılanıyor olmasına rağ-
men, baba sevgisi arayan ve bulamayan Ziya Osman, okul süresince içine ka-
* Ticaret Meslek Lisesi, Borçka / ARTVİN
bilgeyukcell@yahoo.com
panık bir çocuk olarak, şiir ve edebiyatla avunmaya çalışmıştır. Bu yıllar onun
edebiyata ciddiyetle eğilmeye başladığı yıllardır ki, anne kucağının özlemiyle
“Hissiyâtım” başlıklı kara kaplı bir defterde annesini merkez aldığı düz yazılarını
biriktirmeye başlamış; ancak bir süre sonra, mor mürekkepli kalemle ve hevesle
yazdığı bu metinleri, okuduğu romanların etkisinde kalarak büyük bir yazar
olmak sevdasıyla yakmıştır (Saba 1992). Dolayısıyla bu deftere ilişkin kendisinin
söyledikleri dışında, günümüze hiçbir iz kalmamıştır. Ziya Osman’ın edebiyat
dünyasına girişi yine bu yıllara rastlamaktadır. Daha on yedi yaşında iken Ser-
vet-i Fünun’da yayınlanan ilk şiiri “Sönen Gözler”le (1927: 123) kendini gös-
termeyi başarmış, Galatasaray Lisesi’ne devam ettiği bu yıllarda Yedi Meşale’yi
oluşturacak gençlerle2 tanışarak edebiyata asıl adımını atmıştır. Meşaleciler,
Nisan 1928’de çıkardıkları Yedi Meşale adlı şiir kitabının ardından Yusuf Ziya
Ortaç’ın öncülüğünde Meşale adlı mecmuayı çıkarmaya başlamışlar, ancak 1
Temmuz 1928’de yayınına başladıkları bu derginin kimi olumsuzluklar nedeniy-
le sekiz sayı sonra kapanması üzerine, farklı dergilerde eser vermeye devam
etmişlerdir. Bu süreçte Ziya Osman da Milliyet ve İçtihat’ta arkadaşlarıyla birlikte
çalışmış, Yaşar Nabi’nin 1933’te Varlık dergisini çıkarışıyla metinlerini orada
yayımlatmaya başlamıştır.
Ziya Osman Saba, 1928’den 1943 yılına kadar yazdığı şiirlerinden seçtiklerini,
1943 yılında ABC Kitabevi’ne bastırmıştır; Sebil ve Güvercinler adını verdiği bu
kitabında 66 şiiri vardır. 1947 yılında ise Geçen Zaman adlı şiir kitabı yayım-
lanmıştır. Varlık Yayınları arasında çıkan bu kitap, Ziya Osman’ın Sebil ve Gü-
vercinler adlı kitabındaki şiirlerinin yanı sıra 1943’ten 1946’ya kadar geçen
sürede yazdığı şiirlerin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştur. Şairin ilk kalp
krizinden sonra yazdığı 1947-1957 arasındaki şiirlerinin toplamından oluşan
Nefes Almak adlı şiir kitabı ise, şairin isteği üzerine yine Varlık Yayınevi tarafın-
dan ve kendisi öldükten sonra yayımlanmıştır. Daha sonraki yıllarda, Varlık
Yayınevi tarafından Geçen Zaman ve Nefes Almak kitaplarının birlikte basımı
yapılmış; ancak 1974 ve 1991 yıllarında yayınlanan bu kitaplara herhangi bir
ek yapılmamıştır. Ziya Osman Saba’ya ait, basılan son şiir kitabı ise Konur
Ertop’un derlemesi ve eklemeleriyle 2003 yılında Alkım Yayınevi tarafından
yayımlanmıştır. Bıraktığım İstanbul başlıklı bu kitap, Ziya Osman Saba’nın
Meşale ile Servet-i Fünun’da yayımlanmış, ancak kitaplarında yer verilmemiş
olan şiirlerini de içeriyor olması bakımından, Ziya Osman Saba’nın şiirlerine
dair yayınlanmış en kapsamlı basımdır.
Ancak, “Yedi Meşale Topluluğu ve Türk Edebiyatındaki Yeri” (Yüksel 2004)
başlıklı yüksek lisans tezimin tarama aşamasında fark ettiğim ve “Ziya Os-
man Saba’nın Şiirlerinde Aşk” başlıklı çalışmam esnasında da derinlemesine
inceleme fırsatını bulduğum bir husus dikkat çekicidir ki, bu, Ziya Osman
Saba’nın şiirlerinden bazılarının dergilerde yayımlanmış olmasına karşın, şiir
kitaplarında yer almayışıdır. Buna göre, Ziya Osman Saba hayattayken ve
öldükten sonra basılmış, fakat hiçbir şiir kitabında yer almayan ya da kimi
değişikliklerle kitaplarına almış olduğu şiirleri vardır.
I. Dergilerde Kalan Şiirleri: Servet-i Fünun (c: 62, nr. 1630-156, 10 Teşrîn-i
sani 1927, s. 406)’da yayımlanmış olan “Merdivenler” şiiri, Ziya Osman’ın şiir
kitaplarında yer almayan en eski tarihli şiiridir. Çocukluğunu geçirdiği yalının
yanması sonucu, İstanbul’daki tek akrabası olan teyzesiyle birlikte Fener Yo-
lu’na taşınmasının (Kırcı 1991: 31) ardından yazdığı bu şiirde, Ziya Osman’ın
geçirdiği sıkıntılı günlerin onda yarattığı karamsar psikolojiyi ve yaşama dair
yılgın tavrı açıkça görmek mümkündür. Bu tavrı, Ziya Osman’ın yaşadıklarının
bir sonucu olarak kabul etmenin yanı sıra, o dönemlerde hâlâ etkisini sürdür-
mekte olan Servet-i Fünun anlayışına bağlamak da hatalı olmayacaktır. Nitekim
yaşama dair karamsar bakış ve bunu dile getirişte kullandığı “Acı gıcırtılarla ezilir
biter her gün”, “Gözlerindeki aksin sönük kandilleridir” tarzındaki benzetmeler,
Servet-i Fünun anlayışının bir yansımasıdır. Ayrıca “merdiven” imgesinin, Fecr-i
Âti’nin büyük temsilcisi Ahmet Hâşim’in “Merdiven” şiirindeki kullanımıyla
benzerliği dikkat çekicidir. Hatta o kadar ki, Ziya Osman’ın, Ahmet Hâşim’in
“Merdiven” şiirindeki “Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden” dizeleri ile kesiş-
tiği “İnerken ağır ağır uzun merdivenlerden” şeklindeki ifadelerine bile rastlamak
mümkündür. Bu durum, edebiyat dünyasında kendini bulmaya çalışan Ziya
Osman’ın ilk şiir denemelerinden olan “Merdivenler”de de, hayranı olduğu
şairlerin ve sanat anlayışlarının etkisinde kalmış olduğunun bir kanıtıdır.
Şiir hususundaki acemiliği, özellikle şiirin biçiminde kendini göstermiş; 14
(7+7)’lü hece ölçüsüyle yazılmış 8 dörtlükten meydana gelen bu şiirde, ü-
çüncü bendin son dizesinde hece kalıbı 17’ye ulaşmış, kimi dizelerde de
“Dudaklarında kuruyan ve son kanla ümitler” , “İçlerinde susayan istekler
döküm döküm” , “sürüklenen ayaklar nasırlanır da yerde” tarzında anlam ve
ifade zorlamalarına düşülmüştür.
Ziya Osman’ın, yazılışından altı ay sonra yayınlanan “Merdivenler” şiiri, Ziya
Osman imzasıyla, ileride Yedi Meşale grubunun kurucularından olan Sabri
Esat’a ithafen yazılmıştır:
MERDİVENLER..
Sabri Esat Bey’e:
İnerken ağır ağır uzun merdivenlerden
Acı gıcırtılarla ezilir biter her gün.
O kapalı kapıya doğru yürüyenlerden
Siyah halkalı gözler, son bakışlar var ölgün.
İnleyen basamaklar kıvrılır döner döner,
Yüzlerde soluk renkler ölüm mendilleridir.
Dudaklarında kuruyan ve son kalan ümitler
Gözlerindeki aksin sönük kandilleridir.
Bir boğuk ses hıçkırır, kıvrılır bir kahkaha,
Doldurur damla damla ebed denizlerini.
Son ümitle bakılır görünmeyen İlâha.
Yorgun insanlar büker delinen kanlanan dizlerini.. (17 hece)
Görür de hissedemez sonsuz ıztırâbını3,
İner durur bıkmadan hayat merdiveninden.
Ellerini uzatır tutmaya serâbını,
Kilitlenen ağzında dişler gıcırdar kinden.
Bir tozlu ışık düşer inen basamaklara,
Gözlerine va’deder, vücutlara bir ölüm.
Yerlerde pıhtılaşır lekeler kara kara,
İçlerinde susayan istekler döküm döküm.
Yüzlerdeki bir hırsla adaleler sıkılır,
Herkes iner, ilerler dâima göz ilerde.
Karanlıkta gölgeler üst üstüne yıkılır,
Bu kocaman kapıda ölüm siyah bir perde!
Şuursuz parıltılar uzakta derinlerde,
Sürüklenen ayaklar nasırlanır da yerde!
Tüketemez bir türlü akisleri inlerde:
Hani büyük vaadiniz, ışıklarınız nerde4?
Bu kapalı kapıya doğru yürüyenlerden
Kararmış gözlerde renk soluk bitkin ve ölgün!
Ağır ağır inerken uzun merdivenlerden
Acı ıztırâblarla silinir, biter her gün…
Feneryolu: Mayıs 1927
Ziya Osman’ın sadece dergilerde kalan diğer bir şiiri ise, Servet-i Fünun (c:
63, nr. 1650-176, 29 Mart 1928, s. 306)’da yayımlanmış olan “Gurûpta
Ufuk” tur. “Her Günün Akşamında” adlı şiirin ilk bölümü olan “Gurûpta
Ufuk”5 şiirinde de -bir önceki şiirde görülen karamsar hava biraz daha yu-
muşamış olmakla birlikte- daha adından başlayarak, batan güneşin ve umu-
du ümitsizce beklemenin kasvetli havası hissettirilmiş, tıpkı Servet-i
Fünuncular gibi daha güzel bir dünyanın özlemi vurgulanmıştır. 14 (7+7)’lü
hece kalıbıyla yazılmış 6 üçlükten meydana gelmiş olan “Gurûpta Ufuk” şiiri,
1928 Şubat’ında yazılmış, yaklaşık bir ay sonra yayımlanmıştır:
HER GÜNÜN AKŞAMINDA
GURÛPTA UFUK
Her günün akşamında uzak bir dünya gibi,
Derdimizle eğlenen güzel bir rüya gibi,
Ufuklarda açılır bin renkli bir pencere.
Oradan semâların baharları akseder:
Bir cennet bahçesinden saçılır kızıl güller
Sıcak başlarımızın ıslattığı yerlere.
Canlanır bir an için ölü ruhumuz bile,
Bakarız ufuklara bir mahkûm azâbıyla,
Gelmeyecek bir günü senelerce bekleriz.
O uzak bahçelerde, belki, ölen gözler var!
Sönmüş ümitlerimiz bu boş hayalle parlar:
Gitsek oraya, deriz, gitsek oraya deriz.
O sevgili gözlere bir ah götür ey rüzgâr!
Bekleyen kalbimizi parçalayan kargalar!
Çözülsün, bu zindâna bizi zincirleyen bağ
Enginlerde kapanır bin bir renkli pencere,
Son ışık, son kızıl gül solarak düşer yere,
Yığar siyah bulutlar ufka koskoca bir dağ!
Şubat 1928
İçtihat (c: 12, nr. 278-2, 18 Temmuz 1929, s. 11)’ta yayımlanmış olan “So-
ne” başlıklı şiiri de yine hiçbir şiir kitabında rastlanmayan şiirlerindendir.
Sadece şiir ismi olarak değil, biçimce de sone tanımını karşılayan bu şiirde,
yukarıdaki iki şiirden farklı olarak, aşk temi ele alınmış; ancak bu konu, çok
daha hırçın bir tavırla ve Ziya Osman’ın diğer şiirlerinde görmeye alışkın
olunan tavrın dışında bir yaklaşımla bedensel arzu üzerinden ele alınmıştır.
Ziya Osman’ın genel şiir dili ve konusu bakımından da, Servet-i Fünun şiiri
bakımından da hayli farklı bir duruş sergileyen bu şiir, Ziya Osman’ın Türk
şiir anlayışına yenilik getirme kaygısı taşıdığı, gençlik dönemi şiirlerine örnek
teşkil etmesi bakımından önemlidir:
SONE
Ölüm, bir anne gibi bize açınca kucak,
Bir tek vücut olacak kederim de yasın da.
Ben bugün su ararken elinin azasında,
O akşam sıcak kanın kanıma karışacak.
Ehram kadar ömrümüz üstümüzde bir kapak,
Göğsümüz taş olurken bir aşkın mumyasında,
Toprağın perde perde açılan dünyasında
Uyumak, asırlarca hiç nefessiz uyumak.
Böyle çekmek isterken seni yerin dibine,
Bir sihirbaz zevkiyle kalbim çarpar da yine,
İğrenerek iterim alevlenen etini.
Bakışlarım derini sıyırıp birer birer,
Büsbütün benim olan bir vücut diye sever,
Çıplak kafatasınla, beyaz iskeletini...
Varlık (c: 1, 1 Temmuz 1934, s. 376)’ta yayımlanmış olan “Beklemek” adlı
şiiri de Ziya Osman’ın dergilerde kalmış şiirlerindendir. 14 (7+7)’lü hece
kalıbının uygulandığı bu şiirde de, şairin ilk şiirlerinde genellikle tercih ettiği
nazım biçimi olan sone kullanılmıştır. Hüzünlü ve kimsesiz bir ölümü konu
alan “Beklemek” şiirinde, yukarıdaki şiirlerde görülen hırçın ve karamsar
hava dağılmış, daha çok kabullenişin hâkim olduğu bir metin sunulmuştur.
Bunda, şairin âşık olup evlendiği, teyzesinin kızı Nermin hanımın psikolojik
rahatsızlığının artış göstermesinden ötürü yaşadığı sıkıntıların ve erken yaşta
bir evin erkeği olmanın verdiği olgunluk da etkili olmalıdır:
BEKLEMEK
Beklemek, bir sabahı bir akşamı beklemek,
Beklemek gelir diye o saat ağır ağır.
Lâkin kapılar bana dâima kapalıdır.
Kapılar, artlarında. Sonsuzluk, ışık ve renk.
Orası benim dünyam, orası içime denk!
Lâkin bütün kapılar sımsıkı kapalıdır.
- Sabır, ey kalbim, sabır bir parça sabır:
Bir gün gelecek elbet, elbet bir gün gelecek.
Bir gün gelir de belki açar diye sahibi,
Kapalı bir kapının eşiğinde durarak
Ben dâima beklerken mermer aslanlar gibi;
Karanlık vücudumu alıyor tâ içine,
Bir derin orman gibi gökler susuyor yine:
Sükût beni örtüyor, örtüyor yaprak yaprak…
Ziya Osman’ın dergilerde kalmış bir diğer şiiri de “Gözümde Tüten Renk”
başlığını taşıyan şiirdir. Varlık (c: 3, nr. 65, 15 Mart 1936, s. 258)’ta yayım-
lanmış olan bu şiir de yine sone nazım biçimi ile 14 (7+7)’lü hece ölçüsüyle
yazılmıştır. Dilin çok daha akıcı bir söyleyiş kazandığı gözden kaçmayan bu
şiirinde Ziya Osman, -yukarıdaki şiirlerinden farklı olarak- beyaz renginin
huzur uyandıran duygularının hissedildiği umutlu bir şiir sergilemiş, hatta
ölümü bile huzur içinde anar, bekler olmuştur. Bunda Ziya Osman’ın kendi-
ni, ilk eşi Nermin hanımın ölüme yaklaşan ömrünü mutlu geçirmesine ada-
masının da etkisi olduğu kanısındayız. Nitekim bu yıllarda yazdığı çoğu şii-
rinde, beyaz renk, hep ilk eşi Nermin hanımı temsil edecek; beyaz etek, be-
yaz örtü, beyaz eller biçiminde sürekli karşılaşılan özdeşliklerden olacaktır:
GÖZÜMDE TÜTEN RENK
Bir ağacın dibine yorgun oturmak biraz,
Ve seyretmek bembeyaz çiçek açmış bir dalı.
Artık bütün renklerden artık uzaklaşmalı:
Beyaz işte, aylardır gözümde tüten beyaz.
Kış bitti.. uzaklarda ilk ümitler gibi yaz.
Duyuyorum, içimden kış günleri çıkalı,
İçimin dört duvarı bembeyaz badanalı.
Temizliğin kokusu, sükûn, ah bir anlık haz..
Bir kuş ötecek şimdi! Havada bir durgunluk.
Mermer ile konuşan açık kalmış bir musluk.
Beyaz çiçeklerini tek tük düşüren ağaç.
Tadılmamış bir sükûn geliyor kederime,
Sanıyorum nihayet damlıyor içerime,
Tanrım, nihayet beni iyi edecek ilâç…
II. Dergilerdeki İlk Hallerinden Farklı Olarak Kitaplara Alınan Şiirle-
ri: Ziya Osman Saba’nın şiir kitaplarında yer almayıp dergilerde kalan yuka-
rıdaki şiirlerinin yanı sıra; kitaplarına alınmış olmasına karşın, dergilerdeki
yayınlanış tarihlerine göre ilk hâllerine nazaran farklılıklar arz eden şiirleri de
tespit edilmiştir. Bu şiirler, metinlerin -biçim ve ifadede- ilk ve asıl hâllerini
bilip şairin dünyasına biraz daha girebilmek, böylece şiir dilindeki değişimi
takip etmek adına önemli ayrıntılar oldukları için, bu makale kapsamına
alınmıştır. Sonraki biçimleri ile bu şiirlerin ilk halleri aşağıda karşılaştırmalı
olarak sunulmuştur.
Bu gruba dahil olan örneklerden en eski tarihlisi, Servet-i Fünun (c: 63, nr.
1639-165, 12 Kânun-ı sani 1928, s. 142)’da “Ninni” başlığı altında yayım-
lanmış olanıdır. Bu eser, ilk defa Alkım Yayınevi’nin -Konur Ertop önderli-
ğinde- Ziya Osman Saba’nın şiirleri üzerine yaptığı derleme çalışmasında
gün ışığına çıkarılmıştır. 2003 basımlı, Bıraktığım İstanbul adlı bu kitabın
195. sayfasında Ziya Osman sunulan “Ninni” başlıklı bu şiir, 14 (7+7)’lü
hece ölçüsünün kullanıldığı 3 dörtlükten meydana gelen bir şiirdir:
NİNNİ
Bir an gözlerime bak ve uzat ellerini!
Şimdi semalardan nur yağıyor deste deste.
Kuytu karanlıklarda kaybolurken bir beste;
İçimde fısıldayan bir ses söylüyor ninni!
Niçin yine her nefes hep seni ediyor yâd?
Göğsümde yoksa senin ruhun mu yayılıyor?
Kül olmuş zannedilen ölüler ayılıyor:
Susuz dudaklarında ismin ilk ve son feryâd!
Bir an gözlerime bak ve uzat ellerini!
Sen, azizeler gibi başında solgun hâle;
Artık hiç söz söyleme yavaşça sus ve dinle:
İçimde fısıldayan bir ses söylüyor ninni!..
Burada asıl dikkat çekici olan ise, bu şiirin, Ziya Osman’ın, Milliyet (c: 10-11,
30 Kânun-ı evvel 1929, s. 6)’te yayımlanan “Sone” ile büyük benzerlikler
taşımasıdır. Milliyet gazetesinin “Edebiyat Hayatı” sütununda yayımlanmış
olan “Sone” başlıklı şiiri, “Ninni” şiirindeki “Bir an gözlerime bak ve uzat
ellerini” dizesinin tekrarı ile 3. dörtlükteki dizelerin, “Sen azizeler gibi saçla-
rında bir hâle / Artık hiç söz söyleme yavaşça sus ve dinle / İçimde söyleniyor
uzun uzun bir ninni” gibi, sözcük bazında ufak değişikliklerle kullanılarak,
eklenen ve şiirdeki anlamı, duyguyu güçlendiren farklı dizelerle şair tarafın-
dan yeni bir şiire dönüştürülmüştür:
SONE
Bugün açmak istersen bir kabrin mermerini
Sağır kulaklarına tekrar ismimi inle.
Ömrüm kadar upuzun ve beyaz eteğinle
Bir an gözlerime bak ve uzat ellerini!
Bir an gözlerime bak ve uzat ellerini.
Sen azizeler gibi saçlarında bir hale.
Artık hiç söz söyleme yavaşça sus ve dinle
İçimde söyleniyor uzun uzun bir ninni..
Bu ses damarlarımı sararken için için,
Senin de cenazeni son defa öpmek için,
Zayıf parmaklarında günleri sayıyorum.
Yakında bir su gibi akacaksın elimden.
Sen, annem ve kardeşim… hatta biraz da yavrum!...
Bu yeni şiirde biçim olarak, ilk iki bentte “Ninni” şiirinin dörtlüklerden oluşan
yapısına sadık kalınmasına karşın son bentler 1 üçlük, 1 ikilik şeklinde dü-
zenlenmiştir. Bu durumda, ilk hâlinden ifâde ve dize sayısı bakımından fark-
lılık arz eden şiir, sonuna eklenen ikilikle, başlığında işaret edilen sone nazım
biçiminin de dışında özgün bir şekil kazanmıştır.
“Ninni” adlı şiirle benzerlik arz eden bir diğer şiir ise, Ziya Osman’ın 1943 yılın-
da ABC Kitabevi’nden çıkarttığı Sebil ve Güvercinler kitabının 67. sayfasındaki
“Açmak İstersen Eğer” başlıklı şiiridir. Başka hiçbir şiir kitabına alınmamış olan
bu şiir, bir de yıllar sonra Alkım Yayınevi’nin 2003 yılında yayımladığı Bıraktı-
ğım İstanbul isimli basımının 80. sayfasında yer bulmuştur kendine6:
AÇMAK İSTERSEN EĞER
Açmak istersen eğer bir mezar mermerini,
Unutulmuş adımı –duyayım- yalnız inle,
Ömrüm kadar upuzun ve beyaz eteğinle
Bir an gözlerime bak ve uzat ellerini.
Bir an gözlerime bak ve uzat ellerini,
Sen azizeler gibi saçlarında bir hâle.
- Seher! Açılan seher, kuşlar geliyor dile,
Ömrüm… Sen alnımdaki ellerin en serini,
Ah, benden her saniye ayrılan için için,
Bir sabah ellerini son defa öpmek için,
Zayıf parmaklarında günleri sayıyorum.
Bilinmez denizlere, yorgun, dâima giden,
Kül olmuş vücutları dirilten ruhunla sen,
Sen, annem ve kardeşim, hatta biraz da yavrum.
1929
“Ninni” ve “Sone” adlı şiirlerdeki gibi 14 (7+7)’lü hece ölçüsü ve onlardan
ayrı olarak sone nazım biçimiyle yazılmış olan bu şiir, bahsi geçen şiirlerdeki
dizelerle eşdeğer kimi ifâde ve tekrarlardan oluşmuştur. “Ninni” şiirinin 3.
bendindeki “Bir an gözlerime bak ve uzat ellerini / Sen, azizeler gibi başında
solgun hâle / (…) Kül olmuş zannedilen ölüler yayılıyor” dizeleri, bu şiirin 2.
dörtlüğünde “Bir an gözlerime bak ve uzat elerini / Sen azizeler gibi saçların-
da bir hâle” ve son bendinde “Kül olmuş vücutları dirilten ruhunla sen” şek-
linde, ufak bir vurgu ve sözcük değişikliğiyle yineleniyor olmakla birlikte
duyguda aynı, fakat ifâdede bambaşka bir aktarım sergilenmiştir. Buna göre,
“Açmak İstersen Eğer” şiiri, özellikle “Sone” adlı şiirin üzerinden geliştirilmiş
ve son şeklini bulmuş gibidir.
“Sone” adlı şiirdeki “Bugün açmak istersen eğer bir kabrin mermerini / Sağır
kulaklarına ismimi inle.” dizeleriyle benzer “Açmak istersen eğer bir mezar
mermerini / Unutulmuş adımı -duyayım- yalnız inle” sözleriyle başlayan
“Açmak İstersen Eğer” adlı şiirde vurgu, değiştirilen “bugün” ya da çıkarılan
“sağır-unutulmuş adımı” gibi sözcüklerle güçlendirilmiştir. İlk iki dizenin
ardından gelen “Ömrüm kadar upuzun ve beyaz eteğinle / Bir an gözlerime
bak ve uzat ellerini”; ikinci bendin başındaki “Bir an gözlerime bak ve uzat
ellerini / Sen azizeler gibi saçlarında bir hâle” ve son iki bentteki “Zayıf par-
maklarında günleri sayıyorum / Sen, annem ve kardeşim, hatta biraz da
yavrum” dizelerinin aynen kullanımıyla şiirler arasında iddia ettiğimiz bağ
netlik kazanmıştır. Bütün bu benzerliğe karşın, “Açmak İstersen Eğer” adlı
şiirde, haykıran ve -diğerlerinden farklı olarak- “Senin de cenazeni son defa
öpmek için” yerine “Bir sabah ellerini son defa öpmek için” gibi ayrılık hüz-
nünü çok daha yumuşatarak dile getiren nahif bir ses vardır. Bunların dışın-
daki “-Seher! Açılan seher, kuşlar geliyor dile / Ömrüm… Sen anımdaki
ellerin en serini / Ah, benden her saniye ayrılan için için” gibi önceki iki şiir-
de yer almayan dizelerde de bu özenli sözcük seçimi kendini göstermiştir.
Birbirinin kardeşi sayılabilecek bu üç şiirin de kitaplarda pek yer almamış
olması, düşündürücüdür. Ufak tefek biçimsel farklılıkların yanı sıra özellikle
kimi ifade değişiklikleri üzerine yoğunlaşılan bu şiirlerden birincisi olan “Nin-
ni”, Ziya Osman’ın gençlik dönemlerindeki ilk denemelerinde görülen farklı
konu ve bakış açıları yaratma girişiminin örneklerindendir. Şiirdeki “Göğ-
sümde yoksa senin ruhun mu yayılıyor? / Kül olmuş zannedilen ölüler ayılı-
yor / Susuz dudaklarında ismin ilk ve son feryâd!” tarzında ürperti duyuran
dizeler, şairin yaratmak istediği yumuşak ifâdeye, meleğe yakın imgeleme
aykırı düştüğü için, yayımlamaktan vazgeçtiği dizeler olabilir. Ardından,
dergide yayımlamış olduğu “Sone” gelir. Bu şiir ilkine göre, anlam bütünlü-
ğünün ve ifâde gücünün çok daha kuvvetle hissedildiği bir metin olmakla
birlikte, tam anlamıyla sone nazım biçiminin kurulabildiği ve duygusal yo-
ğunluğun aktarılabildiği bir metin değildir. Bu açıdan bakıldığında Ziya Os-
man, “Açmak İstersen Eğer” adlı şiirde biçimsel olgunluğu yakalamıştır.
Ayrıca bu şiirdeki “Ah, benden her saniye ayrılan için için, / Bir sabah ellerini
son defa öpmek için, / Zayıf parmaklarında günleri sayıyorum / Bilinmez
denizlere yorgun, dâima giden / Kül olmuş vücutları dirilten ruhunla sen,”
ifâdeleri ile duygusal bağlılığın ve ayrılığın acısını daha içten hissettiren Ziya
Osman, şiirin son hali olarak “Açmak İstersen Eğer”de karar kılmış olmalıdır.
Ama yine de, kendisi hayattayken, bu şiiri, niçin Sebil ve Güvercinler kitabı-
nın dışındaki diğer şiir kitaplarında yayımlamayı tercih etmediğinin yanıtını
bulabilmek zordur.
Bu grupta değerlendirilebilecek diğer bir şiir ise, Varlık (c: 12, 15 Eylül 1942,
s. 104)’ta yayınlanmış olan “Hatıra” adlı şiirdir. Serbest nazım biçimiyle
yazılmış olan “Hatıra”, Ziya Osman’ın, kalıplardan kurtulup Cahit Sıtkı’nın
telkiniyle (2001: 39, 51, 56, 131) Garipçilere yakın denemelere giriştiği dö-
nemin şiirlerindendir. Artık, şair ve birey olarak kendini bulmaya başlayan
Ziya Osman’ın ana temalarından biri olan çocukluk günlerine özlemini, bu
şiirinde de açıkça görmek mümkündür. Ayrıca 1940’lı yıllardaki çoğu şiirin-
de olduğu gibi burada da, karamsarlığının dağılarak, hayata -geçmişe özle-
me rağmen- yaşama sevinciyle tutunduğu hissedilmektedir:
HATIRA
Bir zamanlar oturduğum şu sokak,
Saadet yuvası evler…
Sevinçle uyandığım sabahlar
Taze gazetemi aldığım..
Evimin kapısını çaldığım
O mübarek akşamlar…
Geceler… Akıp giden bir yarı aydınlıkta,
Başlarımız aynı yastıkta.
Nasıl ağlamıştım bir gün sen çıkarken yola,
Neler konuşurduk,
Nasıl otururduk yan yana…
Yollar… Gezindiğimiz kol kola…
Denizler… Kahkahalarla yıkandığımız.
Baharlar! Baharlar! Kırlara uzandığımız…
Gençliğimiz, aşkımız.
Ziya Osman’ın iyimserliğinde, yaşının ve sanatçı kimliğinin belli bir olgunlu-
ğa erişmesi değildir asıl etkili olan; bu hususta özellikle ikinci eşi Rezzan Ha-
nım’la tanışmasının ve ilişkilerinde evliliğe doğru giden mutlu sürecin çok
büyük etkisi olmuştur. 1942 yılında yazılıp ardından Ziya Osman Saba imza-
sıyla Varlık’ta yayımlanan bu şiir, hiçbir şiir kitabında yer almamış; sadece,
bir yıl sonra ABC Kitabevi tarafından basımı yapılan Sebil ve Güvercinler
adlı kitabın 26. sayfasında “Bir Zamanlar” başlığıyla, çoğu dizesi çıkarılarak
yayınlanmıştır:
BİR ZAMANLAR
Bir zamanlar oturduğum şu sokak,
Güzel isimli apartımanlar7.
Sevinçle uyandığım sabahlar,
Taze gazetemi aldığım.
Evimin kapısını çaldığım
O mübarek akşamlar…
Geceler... Akıp giden bir yarı aydınlıkta
Başlarımız aynı yastıkta..
1942
Buna göre, “Başlarımız aynı yastıkta” dizesine kadar “Hatıra” adlı şiirin
olduğu gibi aktarıldığı “Bir Zamanlar” şiirinde, sadece ikinci dizedeki “Sa-
adet yuvası evler” ifadesi değiştirilmiş; yerine, mutluluğu ve yuva sıcaklığı-
nı daha çok imâya dayalı ifâde eden ve evden daha geniş bir alana yayan
“Güzel isimli apartımanlar” dizesi getirilmiştir. “Başlarımız aynı yastıkta”
dizesinden sonraki bölüm ise şiirden tamamen çıkarılmıştır. Bu değişimle,
“Hatıra” şiirindeki öznel duyguların, gençlik aşkının ve ayrılığın baskın
olarak hissedildiği, hatta sondaki dizelerle açıklık kazandığı anlatım, “Bir
Zamanlar” şiirinde çok daha daraltılarak, yuva kurmanın vurgulandığı bir
anlatıma dönüşmüştür. Üstelik “Başlarımız aynı yastıkta” dizesiyle sonlan-
dırılarak bu birlikteliğin derinliği okuyucunun hayal gücüne bırakılmış,
böylece ayrılıktaki hüzün ve özlem duygusu güçlendirilmiştir. Konuyu mu-
hafazayla birlikte -ifâdeyi güçlendiren ve vurgunun yerini netleştiren- söy-
leyişe dair yapılmış bu değişime karşın, “Bir Zamanlar” şiirinde biçimsel
bir farklılığa ihtiyaç duyulmamış, şiir yine serbest nazım olarak kalmıştır.
Sadece biçimde değil, yayın tarihlerinde de aynılığın söz konusu olduğu
1942 tarihli “Hatıra” ve “Bir Zamanlar” adlı şiirlerden hangisinin daha önce
yazıldığını belirleyebilmek oldukça zordur. Ancak, Ziya Osman’ın kadın
erkek ilişkilerine genel bakışının aile olmak, yuva kurmak gibi ahlâkî değer-
lerle paralel gittiği düşünülecek olursa, ilkinin Ziya Osman’ın daha çok genç-
lik şiirlerini andıran üzerinde uğraşılmamış bir havası olduğu söylenebilir. Bu
açıdan bakıldığında da, şiirin konu alanının daraltılmasıyla amaca çok daha
kestirme ve daha sade bir yoldan ulaşan şiir, ikincisi olduğu için, “Hatıra”
adlı şiirin bu eserin ilk hâli olduğunu düşünmek hatalı olmayacaktır. Ayrıca,
birbirinin içinden doğduğunu söyleyebileceğimiz bu iki şiir, Ziya Osman
Saba’nın Varlık Yayınları’ndan çıkmış olan Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi-
Değişen İstanbul adlı hikâye kitaplarının 1992 yılındaki birleştirilmiş bası-
mında yer alan “O Sokak” adlı hikâyesinden esinlenilerek yazılmış gibidir.
Denilebilir ki, hikâye kadar kapsamlı olmasa da “Bir Zamanlar” adlı şiir, “O
Sokak” adlı metnin şiir biçimindeki kısa sunumudur.
Dergide yayımlanmış ilk hâlinden farklı olarak kitaplarda yerini alan diğer bir
şiir ise “Her Şeye Alışmışım” adlı şiirdir. Ziya Osman’ın 1957’deki ölümünün
ardından evrâkı arasında bulunup “Her Şeye Alışmışım” başlığı altında,
Varlık (c: 25-26, nr. 476, 15 Nisan 1958, s. 3)’ta duyurulmuştur:
HER ŞEYE ALIŞMIŞIM8
Her şeye alışmışım, ölene doğana,
Kuş cıvıltısına, insan hıçkırığına.
Fenalık etmeye, kin gütmeye…
Kimi var alışmış yalınayak gitmeye.
Delisi, akıllısı, körü, topalı,
Eli kolu bağlı, gözü kapalı,
Dolmuş gibi hepimiz bir kocaman gemiye,
Alışmışım yaşayıp gitmeye…
Ziya Osman Saba imzasıyla yayımlanmış olan bu şiirin ardından, 1957’de
Varlık Yayınevi tarafından basılan kitaplarda bu şiire yer verilmiştir. Ancak
kitaplarına alınan bu şiir, “Her Şeye Alışmışım” başlığı altında değil de, yazı-
lış tarihi olarak sunulan 1955 notuyla birlikte daha farklı bir nazım biçimi ve
ifadeyle “Alışmak” başlığı altında sunulmuştur:
ALIŞMAK
Her şeye alışmışım yaşamaktan yana,
Sefaya, cefaya, ölene, doğana,
Kuş cıvıltısına, insan hıçkırığına.
Alışmış kimimiz yalnayak9 yürümeye,
Kimimiz kuru ekmeğe;
Göğüs germeye, sabretmeye,
Alışmışız yaşayıp gitmeye…
1955
Serbest vezinli bir yapı sergilemesine karşın kendi içinde düzenli, yeni bir
biçim denemesi örneği olabilecek bu şiir, bölümlenerek ve her bölümde
“alışmak” sözcüğünün “alışmışım, alışmış kimi, alışmışız” gibi özelden gene-
le giden tekrarıyla sağlanan vurgu kullanılarak yaşamın zorunlu kabullerine
içten içe isyan duygusunun, daha kolay ve güçlü iletilmesi sağlanmıştır.
Her iki şiir de aynı sözlerle başlamış olmasına ve “Kuş cıvıltısına, insan
hıçkırığına / (…) / Alışmışı(m)(z) yaşayıp gitmeye” gibi benzer dizelerine
karşın, “Alışmak” şiirinde “Her Şeye Alışmışım” şiirindeki gibi, hayatı he-
men her yönüyle uzun uzun anlatma kaygısına düşülmeksizin çok daha az
sözle, daha fazla şey anlatabilmek amaçlanmış gibidir. Bunun sağlanması
için de, “Alışmak”ta söylenecekler bölümlere ayrılmış, böylece konu alanı-
nın dağılması ve şiirin ana duygusundaki etkinin söz kalabalığında gücünü
yitirmesi engellenmiştir. Buna göre, yaşamın kendisini oluşturan acı, tatlı
gerçekler “Her şeye alışmışım yaşamaktan yana / sefaya, cefaya, ölene
doğana, / kuş cıvıltısına, insan hıçkırığına” dizeleriyle; maddî sıkıntılarla
savaşım ise “Kimi var alışmış yalınayak gitmeye / delisi, akıllısı, körü, to-
palı, / (…)” gibi bildik sözler ve dolaylı ifadeler yerine, konu dağıtılmadan,
ekonomik sıkıntılarla sınırlandırılmış ve “Alışmış kimimiz yalnayak yürü-
meye, / Kimimiz kuru ekmeğe / (…)” dizeleriyle özetlenmiştir. Bu noktada
dikkati çeken başka bir husus ise, “Her Şeye Alışmışım” şiirindeki “ben”
diline karşın, “Alışmak” şiirinde, özellikle sonda “Alışmışız yaşayıp gitme-
ye” dizesiyle vurgulanan “biz” dilidir. Şairin bu, kendini insanlarla özdeş-
leştirme, tüm insanlığı bir bütün olarak algılama kaygısı, onun -özellikle
son dönem olgunluk şiirlerinde belirginleşen- hümanist yaklaşımının bir
sonucudur. Bu durumda -hangisinin daha önce yazıldığını tam olarak
tespit edemediğimiz iki şiirden- “Alışmak”, ifâde ve biçimce, diğerine naza-
ran, daha yoğun bir anlatıma sahip olduğu için şiirin ilk hâlinin “Her Şeye
Alışmışım” olduğu sonucuna varmak hatalı olmayacaktır.
Yukarıdan bu yana irdelenmiş olan şiirlere bakıldığında, kimilerinin dergi
sayfalarından kitaplara hiç geçmediği, bir kısmının da büyük sayılabilecek
değişikliklerle farklı bir şiir olarak dergilerden kitaplara geçtiği görülmüştür.
1927-1958 arasındaki çeşitli zamanlarda yazılmış ve dergilerde yayımlan-
mış olan bu şiirlerin çoğu 1927-1929 arasına denk gelir ki, Ziya Osman’ın
gençlik döneminden kalma bu grup şiir denemelerinin şairin kendisi tara-
fından kitaplara alınmamış olması dikkat çekicidir. Ziya Osman’ın söyleşi,
mektup ya da düz yazılarında bu tip değişiklik ya da tercihlerine ilişkin
herhangi bir açıklamaya rastlanmadığı için, bu konuya dair kesin bir yar-
gıya sahip olabilmek oldukça güçtür. Ziya Osman’ın henüz sanatçı kimliği-
ni bulamadığı ve farklı konu denemelerini örnekleyen bu ilk şiir örnekleri,
şairin mizacıyla tam örtüşmeyen, duyguların şiddetle dile getirildiği, be-
densel arzunun ön plâna çıktığı ve ürpertinin yoğun biçimde hissedildiği
şiirlerdir. Bu metinlerden özellikle “Merdivenler”, “Gurûpta Ufuk” ve İçti-
hat’ta yayımlanmış olan “Sone”, ve hiçbir kitabında yer almamıştır. Buna
karşın, 1929 tarihini taşımakla birlikte, konu ve söyleyiş bakımından, adı
geçen şiirlere oranla, daha yumuşak bir ifâde yakalamış olan “Ninni” şiiri,
“Sone” ve “Açmak İstersen Eğer” gibi farklı şiir formlarına sokularak şair
tarafından değiştirilmiştir. Bu şiir de -Ziya Osman hayattayken- sadece
“Açmak İstersen Eğer” biçimiyle tek bir kitapta10 yer bulabilmiştir. Bu du-
rumda, bahsi geçen şiirlerin kitaplarda yer almamasını, Ziya Osman’ın,
acemilik dönemine denk gelen ve kitaplarındaki genel şiir karakterine uy-
mayan, henüz olgunlaşmadığını düşündüğü şiirleri açığa çıkarmak iste-
memesine bağlamak mümkündür. Dergilerde kalmış bir şiirin değiştirilme-
siyle ve şair hayattayken tek bir şiir kitabının dışına çıkamayan “Bir Za-
manlar”11 şiiri de yine aynı açıklamanın getirilebileceği şiirlerdendir. Ancak
1934 ve 1936 tarihlerinde Varlık’ta çıkan, üstelik kitaplarındaki şiirlere
yakın bir anlam yakalayan “Beklemek” ile “Gözümde Tüten Renk” şiirleri-
ni niçin hiçbir yerde yayımlamamış olabileceğine dair tahmin yürütmekte
zorluk çekiyoruz.
Şiirlerde yapılan değişikliklere gelindiğinde, şairin biçimden ziyade içerik ve
söyleyiş üzerinde yoğunlaşmış olması dikkat çekicidir. Bu durum, Ziya Os-
man’ın biçimsel kaygıların ötesinde, şiirde anlam, ses ve kelime gibi unsurla-
rın seçimiyle konuyu ilk sıraya koyduğunu gösterir.
Ziya Osman, 1927’den başlayarak ölümüne dek süren şiir serüveninde kendi
çizgisini bulmuş, bu çizgiyi yakalayana kadar da içerik olarak pek çok şiir biçimi
denemekten çekinmemiş bir şairdir. Kitap oluşumunda hayli titiz ve kişiliğini
yansıtan bir derleme yapmaya özen gösterişi, üzerinde durulması gereken bir
durumdur. Yukarıdaki tespit çalışmasından da anlaşılacağı üzere, denilebilir ki,
Ziya Osman’ın kitap çıkarmaktan anladığı, hiçbir zaman bütün şiirlerini topla-
mak olmamış; ona göre kitap çıkarmak, birbiriyle bütünlük oluşturan, kendisinin
sanattaki ve hayattaki kişisel duruşuna uyan şiirlerin sergilenmesi biçiminde
tanımını bulmuştur. Bu yazıda varlıklarına değinilen şiirler, -sebebini tam bile-
memekle birlikte- kendisinin kitaplarına almayıp dergilerde bıraktığı metinler de
olsa, Ziya Osman’ın şiir dilindeki gelişmelere yeni bir bakış kazandıracağı ya da
en azından şair hakkındaki değerlendirmelere katkıda bulunacağı düşüncesiyle,
gün ışığına çıkarılmasında yarar gördüğümüz metinlerdir.
Açıklamalar
1 Sabri Esat Siyavuşgil’in metninde değindiği kardeş konusunda Ziya Osman Saba’nın
oğlu Osman Saba, kendisiyle yapmış olduğumuz 26 Mart 2005 tarihli görüşmede, bu
konuda herhangi bir bilgisi olmadığını, kendisine, Ziya Osman’ın babasının ikinci
eşinden olan kız kardeşi dışında başka bir kardeşin varlığından bahsedilmediğini be-
lirtmiştir. Yine de şiirlerinde geçmişindeki gerçekliklere sıkça yer veren Ziya Osman’ın,
“Çocukluğum” şiirindeki ‘Çocukluğum, çocukluğum / Habersiz ölen kardeşim, / Meza-
rı bilinmez eşim (2003: 39) ’; “Açmak İstersen Eğer” adlı şiirindeki ‘Bilinmez denizlere,
yorgun, daima giden / Kül olmuş vücutları dirilten ruhunla sen, / Sen annem ve karde-
şim, hatta biraz da yavrum (2003: 103) ’ ; “Kuyular”daki ‘Ölüleri kendime ne kadar
yakın duyuyorum / Onlar beni anıyor: Oğlum! Kardeşim, yavrum (2003: 85)’ ; “Öl-
mek Konusunda” adlı şiirindeki ‘Ha üç gün önce, ha beş gün sonra / Geldiğin gibi gi-
dişin. / Nereye gittiyse anan, baban, / Peşinden kardeşin (2003: 155)’ dizeleri bahsi
geçen kardeşin varlığını doğrular gibidir.
2 Sabri Esat, Yaşar Nabi, Cevdet Kudret, Muammer Lütfi, Vasfi Mahir, Kenan Hulusi.
3 “ıstırap” sözcüğünün çevirisinde metnin aslına sadık kalınmıştır.
4 “nerede” sözcüğünün çeviri yazımında metnin aslına sadık kalınmış ve 14’lü hece
kalıbını bozmayacak biçimde aktarılmıştır.
5 “Gurûpta Ufuk” adlı şiir, “Her Günün Akşamında” adlı şiirin ilk bölümüdür. Bu
şiirin ikinci metni olan “Uyku” adlı şiir ise, Alkım Yayınevi’nin 2003 tarihinde çı-
karmış olduğu Ziya Osman Saba Bıraktığım İstanbul adlı kitapta sayfa 201’de ya-
yınlanmıştır.
6 “Açmak İstersen Eğer” başlıklı şiirin iki kitap dışında, Ziya Osman Saba hayattay-
ken bile, niçin diğer kitaplarına alınmamış olduğuna ilişkin ise hiçbir bilgiye rast-
lanmamıştır.
Bahsi geçen diğer kitaplarının basım tarih ve baskı sayıları: Geçen Zaman (1.bsk.
1943, 2. bsk. 1974, 3. bsk. 1961), Nefes Almak ( 1. bsk. 1957, 2. bsk 1962) ve
Geçen Zaman ile Nefes Almak adlı kitapların ortak basımında ( 1. bsk. 1974, 2.
bsk. 1991).
7 “apartman” sözcüğü, metnin aslındaki yazılıma sadık kalınarak aktarılmıştır.
8 Bu dip not, 15 Nisan 1958 tarihli Varlık dergisinin kendi açıklamasıdır:
“Şairin evrakı arasında bulunmuş ve hiçbir yerde çıkmamış bir şiiri. İlk iki mısra
bir de şöyle yazılmıştır:
Her şeye alışmışım, göğe, suya, toprağa,
Sıcağa, soğuğa, uyuyup uyanmaya.”
9 “yalınayak” sözcüğü, metnin aslındaki yazımına sadık kalınarak aktarılmıştır.
10 Bu şiirin ilk hali “Ninni” adlı metindir (bkz. Servet-i Fünun, 1639-165, 12 Kâ-
nun-ı sani 1928: 142) ve “Açmak İstersen Eğer” başlığıyla Sebil ve Güvercinler
isimli şiir kitabında yayınlanmıştır (bkz. Sebil ve Güvercinler, ABC Kitabevi,
1943: 26.
11 Bu şiirin ilk hali “Hatıra” adlı şiirdir (bkz. Varlık, 15 Eylül 1942: 104) ve “Bir Za-
manlar” başlığıyla Sebil ve Güvercinler isimli şiir kitabında yayınlanmıştır (bkz.
Sebil ve Güvercinler, ABC Kitabevi, 1943: 26.
Kaynakça
AKBAL, Oktay (1958), “Aramızda Bir Ermiş Yaşadı”, Varlık, XXV-XXVI (471), 1
Şubat: 4-5.
KIRCI, Mustafa (1991), Ziya Osman Saba (Hayatı- Eserleri- Sanatı) [Yayınlanmamış
Doktora Tezi], 19 Mayıs Üniversitesi, Samsun.
MİYASOĞLU, Mustafa (1999), Ziya Osman Saba, Ankara: Akçağ Yayınları.
NAYIR, Yaşar Nabi (1972), Dost Mektuplar, İstanbul: Varlık Yayınları.
NECATİGİL, Behçet (1999), Düzyazılar I-II, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
ONGER, Fahir (1970), “Ziya Osman Saba Yaşamını Anlatıyor”, Varlık, XXXII-XXXIII
(749), 1 Şubat: 35-36.
ÖZBALCI, Mustafa (1991), “İyilik ve Güzellikler Şairi Ziya Osman Saba”, Yılların
İçinden (Sanat-Edebiyat Yazıları) , Samsun: Sönmez Matbaası.
ÖZMEN, Kemal (1979), “Bir Mutluluk Serüveni ve Ziya Osman Saba”, FDE (Yazın
ve Dilbilim Araştırmaları Dergisi)-4, Kış: 124-135.
SABA, Ziya Osman (1942), “Hatıra”, Varlık, XII (221), 15 Eylül: 104.
SABA, Ziya Osman (1943), Sebil ve Güvercinler, İstanbul: ABC Kitabevi.
SABA, Ziya Osman (1947), Geçen Zaman, İstanbul: Varlık Yayınları.
SABA, Ziya Osman (1957), Nefes Almak, İstanbul: Varlık Yayınları.
SABA, Ziya Osman (1958), “Her Şeye Alışmışım”, Varlık, XXV-XXVI (476), 15 Ni-
san: 3.
SABA, Ziya Osman (1991), Bütün Şiirleri: Geçen Zaman- Nefes Almak, İstanbul:
Varlık Yayınları.
SABA, Ziya Osman (1992), Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi-Değişen İstanbul, İstan-
bul: Varlık Yayınları.
SABA, Ziya Osman (2003), Bıraktığım İstanbul, İzmir: Alkım Yayınevi.
SİYAVUŞGİL, Sabri Esat (1957), “Ziya Osman Saba İçin”, Varlık, XXIII-XXIV (448),
15 Şubat: 7.
TARANCI, Cahit Sıtkı (2001), Ziya’ya Mektuplar, İstanbul: Varlık Yayınları.
TUNCER, Hüseyin (1994), Yedi Meşaleciler, İstanbul: Akademi Kitabevi.
UYGUNER, Muzaffer (1959), “Ziya Osman’ın Şiirleri ve Tarancı-I”, Varlık, XXV-
XXVI (496), 15 Şubat: 8-9.
UYGUNER, Muzaffer (1959). “Ziya Osman’ın Şiirleri ve Tarancı-II”, Varlık, XXV-
XXVI (497), 1 Mart: 6-7.
UYGUNER, Muzaffer (1962), “Ziya Osman’ın Şiirleri”, Varlık, XXX (567), 1 Şubat: 6-7.
YÜKSEL, Bilge (2004), Yedi Meşale Topluluğu ve Türk Edebiyatındaki Yeri, Hacet-
tepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, [Yayınlanmamış Yüksek Lisans Te-
zi], Hacettepe Üniversitesi, Ankara.
Ziya Osman (SABA) (1927), “Sönen Gözler”, Servet-i Fünun, LXI (1586-112), 1
Kânun-ı sani: 123.
Ziya Osman (SABA) (1927) “Merdivenler”, Servet-i Fünun, LXI (1630-156), 10
Teşrîn-i sani: 406.
Ziya Osman (SABA) (1928) “Her Günün Akşamında: I. Gurûbun Ufku”, Servet-i
Fünun, LXII (1650-176), 29 Mart: 306.
Ziya Osman (SABA), Sabri Esat, Yaşar Nabi, Muammer Lütfi, Cevdet Kudret, Vasfi
Mahir ve Kenan Hulusi (1928), Yedi Meşale, İstanbul: Ahmet Halit Matbaası.
Ziya Osman (SABA) (1929), “Sone”, İçtihat, XII (278-2), 18 Temmuz: 11.
Ziya Osman (SABA) (1929), “[Edebiyat Hayatı:] Sone”, Milliyet, X-XI, 30 Kânun-ı
evvel: 6.
Ziya Osman (SABA) (1934), “Beklemek”, Varlık, I (15), 1 Temmuz: 376.
Ziya Osman (SABA) (1936), “Gözümde Tüten Renk”, Varlık, III (65), 15 Mart: 258.