« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

16 Oca

2012

Hz. Muhammed Türk Müdür?

Ömer Sağlam 01 Ocak 1970

Hz. Muhammed’in Arap olmadığı kesindir. Zira onun soyu, aslında Arap olmamakla birlikte sonradan Araplaşan bir etnik kökene dayanmaktadır. Böyle olduğu için onun soyuna “Araplaşan Arap” ya da “Sonradan Araplaşan” anlamında “Arab-ı Müsta’ribe”, ya da “Arab-ı Mütearribe” denilmektedir. Bu görüş, hemen bütün bilimsel kaynakların benimsediği ortak bir görüştür(1). O zaman akıllara gelecek ilk soru “O halde Hz. Muhammed’in etnik kökeni nedir?” sorusudur.

Bu soruyu Columbia Üniversitesi Eski öğretim üyelerinden Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan ve eski bakanlardan Namık Kemal Zeybek’e sorarsanız hiç düşünmeden “TÜRKTÜR” cevabını alırsınız. Çünkü her ikisi de bu konudaki görüşlerini Türk ve Dünya kamuoyu ile paylaşmış durumdalar. Adı geçenler, bu konudaki görüşlerini genelde Hz. İbrahim’in Sümerli, Sümerlerin de Türk olmasına dayandırmaktadırlar.

Namık Kemal Zeybek, bu konudaki görüşünü “Halka ve Olaylara Tercüman” gazetesinin 6.2.2005 tarihli sayısında bulunan “Hazreti İbrahim Sümerli mi?” başlıklı yazısında net bir şekilde ortaya koymuştur. Söz konusu yazısında şöyle diyor Namık Kemal Zeybek; “...En yüce insan olan Hazreti Muhammed, Hazreti İbrahim’in oğlu Hazreti İsmail’in soyundandır. Hazreti İbrahim, bir Sümerlidir... Sümerler Türk’tür... Öyleyse, Hazreti Muhammed soy olarak Türk’tür. Bunu dedim ve diyorum ki, böylesine yüce bir insanın Türk soylu olmasından kendisini Türk sayan herkes kıvanç ve övünç duyar. Ben de kıvanıyorum ve övünüyorum.”

Dün (10.05.2009) akşam Haber-Türk TV. kanalında yayınlanan “TEKE TEK” programının konuğu Ord. Prof. R.Oğuz Türkkan idi. Fatih Altaylı ve Murat Bardakçı’nın sorularını yanıtlayan Reha Oğuz Türkkan’a kalırsa bu dünyadaki herkes, bu arada Hz. Muhammed de Türk’tür. Program sunucularının bu anlamdaki sorusuna hiç düşünmeden “EVET” cevabını verdi çünkü. Tarihçi Murat Bardakçı da kafasıyla hocayı tasdik etti. Reha Oğuz Türkkan, sadece Hz. İbrahim’i ve onun soyundan geldiği söylenen Hz. Muhammed’i Türk yapmakla kalmadı, ünlü fizikçi Albert Einstein’i de Türk yaptı. Reha Oğuz Türkkan’a göre Einstein, Yahudi dinine mensup Hazar Türkü. Ayrıca ona göre; Rönesans’ın öncüleri olan Leonardo Da Vinci, Rafael ve diğer Floransalı sanatkârlar da Türkoğlu Türk’tür! Zira Floransa’nın bulunduğu bölge, Etrüsk medeniyetinin egemen olduğu bölgedir ve Etrüskler de Türk kökenlidir. E o zaman tabiatıyla Avrupa rönesansının Floransalı önderleri de Türk’tür. Ünlü yazar Arthur Koestler’in de bu görüşte olduğunu söyledi Reha Oğuz Türkkan.


Öte yandan Arthur Kostler’in “13.Kabile” adlı araştırmasında Aşkenaz Yahudilerinin tarih sahnesinden silinmiş olan Hazar Türkleri olduğu savını ortaya attığı, bu savın bilimsel çevrelerde halen tartışma konusu yapıldığı biliniyor(2). Albert Einstein’in ise Yahudi olduğu zaten bilinen bir gerçek. Reha Oğuz Türkkan’ın, “Einstein Türk’tür” iddiası da muhtemelen Aşkenaz Yahudileri’nin Yahudi Hazar Türkleri olduğu savı etrafında değerlendirilen bir iddiadır.

Ord. Prof. Reha Oğuz Türkan’ın, 1944 yılındaki ünlü “Türkçülük-Turancılık” davasında yargılananlardan olduğunu ve tüm hayatını hemen hemen bu konuya adadığını, Namık Kemal Zeybek’in de genelde bu terbiye ile yetiştiğini düşünürsek, onların ileri sürdükleri iddialara şüphe ile bakmamız kaçınılmazdır. Dolayısıyla bu gibi adamlar, mensubu olduğu milleti yüceltmek için ellerinden gelen her şeyi yapacaklardır. Bu yüceltme işinin içine, Hz. İbrahim gibi insanlık tarihinin mümtaz bir şahsiyeti ve Peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed’i kendi milletine mensup olarak göstermek de dâhildir. Dolayısıyla, bu tür şahsiyetlerin iddialarına biraz “Hissi” nazarıyla bakılması kaçınılmazdır.

Bundan birkaç ay öncesiydi; ilahiyat profesörü M. Saim Yeprem’e Namık Kemal Zeybek’in iddialarını sorduğumda, hocanın bana verdiği cevap şu oldu: “Geçenlerde Kendisiyle bir uçak yolculuğu yaptık. Bu konuda aramızda küçük bir tartışma geçti. Kendisine şu Arap atasözünü söyledim; -Zekeri küçük olanlar, dedelerinin zekerinin büyüklüğü ile övünürmüş!-“.

Ancak biz konuya Prof. Dr. M. Saim Yeprem gibi toptan retçi bir anlayışla yaklaşma niyetinde değiliz. Çünkü Hz. İbrahim ile Türkler’i, dolayısıyla Türklerle Hz. Muhammed’i yan yana getirmeye çalışan başka ciddi araştırmalar da bulunmaktadır. Bu konuda çalışma yapanlardan birisi de Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı’dır. Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı, “Hz. Peygamber’in Hadislerinde Türkler ve Türklerle İlgili Hadislerin Ortaya Koyduğu Yeni Hikâyeler” isimli kitabında ciddi hadis kaynaklarının taranmasıyla elde edilmiş birçok hadise yer vermiştir. Hz. Peygamber’in bu hadislerinde Türkler’den daha çok “Kantura Oğulları” anlamında “Benî Kantura” olarak bahsedilmektedir. Bu konudaki iddialardan birisi, Türkler’in, Hz. İbrahim’in, “Kantura” isimli hatunla evlenmesinden türedikleri konusundaki iddiadır. Bu anlamda Türklerle Hz. Muhammed, amcazade oluyorlar. Yani yakın akraba! Ancak bize göre; Türkler’in Hz. İbrahim’in “Kantura” isimli kadınla evlenmesinden türemesi değil, Hz. İbrahim’in “Kantura” isimli bir Türk kızıyla da evlenmiş olduğu iddiası çok daha akla yatkın gözüküyor. Peki; gerçekte Hz. İbrahim “Kantura” isimli bir bayanla evlenmiş midir ve “Kantura” gerçekten de Türk müdür? Bilmiyoruz. Ancak Tevrat’ta Hz. İbrahim’in “Ketura” isimli bir kadınla evlendiğinden bahsedilmektedir. Bu “Ketura” ismi, muhtemelen bazı kaynaklara “Kantura” olarak geçmiş bulunmaktadır.

Hz. İbrahim’in Türklüğü meselesine gelince: Onun Türklüğü tamamen Sümerli oluşuyla alakalı bir konudur. Hz. İbrahim’in arkeolojik buluntularla da desteklenen(3) Tevrat kaynaklı hayat hikâyesine bakılırsa; onun hemen bütün hayatının Sümerlerle Hititler’in egemen olduğu bir coğrafyada geçtiği görülür. Zira o, Sümerler’in hakim olduğu Güney Mezopotamya’daki Ur şehrinde doğmuş, sonra babası ve kardeşleriyle birlikte Mezopotamya’nın Hititler’in egemen olduğu kuzey kısmındaki Urfa (Harran) şehrine gelerek oraya yerleşmiş, oradan Filistin ve Mısır’a kadar gitmiş, sonra geri dönerek bugünkü Filistin topraklarına yerleşmiştir. Hayatı incelendiğinde, Hz. İbrahim’in bir ayağının sürekli bugünkü Urfa (Harran) civarında olduğu görülür. Zira babası Azer (Terah) orada ölmüş. Kardeşi Nahor ise yine orada hayat sürmüştür. Hz. İbrahim oğlu İshak’ı ısrarla Urfa’daki akrabalarının kızlarından birisiyle evlendirmek istemiş ve bu yüzden kardeşi Nahor’un kızı Rebeka’yı oğlu İshak’a eş olarak almıştır. Yani içlerinde yaşadığı toplum olan Arap ısıllı Filistinlilere hiçbir şekilde itibar etmemiş, böylece kanlarının bozulmasına müsaade etmemiş, soya önem vermiştir.

Hz. İbrahim’in hayat hikâyesine ve yaşadığı coğrafyaya bakılınca onun aynı zamanda bir tüccar olduğunu söyleyenler vardır. Bu görüştekilere göre; onun Sümerlerin egemen olduğu Güney Mezopotamya’dan kalkıp, Kuzey’de Hititlerin (ya da Hattilerin) hâkimiyet sahası olan Kuzey Mezopotamya’ya yani Anadolu topraklarına gelmesi, oradan da Suriye, Filistin ve Mısır’a kadar gitmesi, zaman zaman da bir ticaret merkezi olan Mekke’ye kadar yolculuklar etmesi, tamamen onun bir tüccar olmasıyla açıklanmaktadır. Bu görüştekilere göre; o, aynı zamanda canlı hayvan ticareti yapan ve bu sebeple sürü sahibi de olan bir tüccardır. Tevrat’a göre; Filistin’de, Hititli Efron’dan, ölen eşine mezar yapmak için içinde bir mağarası (Makpela Mağarası) da bulunan tarla satın alması ve satın alma işleminin tamamen Hitit kanunlarına göre cereyan etmesi, Hititler’in o devirde Filistin bölgesinde de egemen olduklarını göstermektedir. Bu egemenlik, bizzat olabildiği gibi, vassallık şeklinde de olabilir. Ancak, Efron isimli bir Hititli’nin, Filistin’de satabileceği topraklarının bulunması, bu egemenliğin, vassallıktan öte, doğrudan işgal ve fetih anlamında bir hâkimiyet olduğunu gösteriyor.

Netice olarak; Hz. İbrahim’in peygamberlikten önce ve peygamberliği sırasında ticaretle uğraştığı(4) ve mallarını ve sürülerini satmak için birçok memleket dolaştığını söyleyebiliriz. Ayrıca onun doğup büyüdüğü toprakların Sümer hâkimiyetinde, seyahat ettiği, hayatının büyük bölümünü yaşadığı ve öldüğü toprakların da Hitit hâkimiyetinde olan topraklar olduğu bilimsel olarak kanıtlanmış durumdadır(5). Şimdi bilimsel yönden kanıtlanması gereken, daha doğrusu kanıtlanması yönünde ciddi sonuçlara ulaşılmakla birlikte uluslar arası bilim çevrelerince kabul edilmesi gereken husus, Sümerlerin ve Hititler’in Türk kökenli olduklarının kesin bir şekilde ortaya konulmasıdır. Bu takdirde; soyunun Hz. İbrahim’e dayandığı söylenen Hz. Muhamed’in Türk soylu olduğu konusunda da çok ciddi bir adım atılmış olacaktır.

Şimdi denilecektir ki; Hz. İbrahim’in Sümer veya Hititlerin egemen olduğu coğrafyada yaşamış ve ölmüş olması, onun Sümerli veya Hititli olduğunu göstermez. Bu bakımdan Sümerlerin ve Hititler’in Türk oldukları kanıtlansa bile Hz. İbrahim’in Türk olduğu söylenemez. Doğrudur; söylenemez. Ancak bu iddia, en az 72 milyonluk Türkiye’de kendisini Türk hisseden bir insana, “Hayır Türk değildir” demek kadar abes bir iddia olur. Sümerlerin Ur şehrinde doğan, kimilerine göre bu şehrin rahibi olacak kadar, kimilerine göre, saygın ve büyük bir tüccar olacak kadar toplumda tebarüz eden, daha sonra da Sümer ve Hitit topraklarında tevhid dinini yaymakla görevli bir insanı, o toplumların birer mensubu saymamak akılcı ve bilimsel değildir. Arapların arasında yaşadığı için Arapça konuşmak zorunda kalan ve Arapça gelen bir vahyi ilk olarak Araplara tebliğ ettiği için Hz. Muhammed’e “Arap” denildiği biliniyor. Böyle olunca; Sümerlerin ve Hititler’in arasında yaşadığı için Aramice, İbranice veya Süryanice konuşmak zorunda kalan ve kendisine muhtemelen bu dillerden birisinde gelen vahyi, bu dillerden birisini kullanarak tebliğ eden Hz. İbrahim’i, “Sümerli” veya “Hititli” saymamak, ikiyüzlülüğün tam da daniskası olacaktır. Tıpkı Sümerli veya Hititli olan Hz. İbrahim’in soyundan geldiği söylenen Hz. Muhammed’e “Arap” demenin abesle iştigal etmek olduğu gibi...
______________

1-Bu konu tarafımızca kaleme alınan “Çöldeki Osmanlı ve Kavm-i Necip” isimli eserde de inceleme konusu yapılmıştır.

2-http://tr.wikipedia.org/wiki/Arthur_Koestler).

3- Bu konuda Muazzez İlmiye Çığ’ın kitaplaarına bakılabilir.

4-Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan, TEKE TEK programında Hz. İbrahim’in peygamberlik gelmeden önce Ur şehrinin rahibi olduğunu, Peygamberlik geldikten sonra, çok tanrılı bir dine mensup olan Sümer inancına karşı savaş açıp, putlarını kırması üzerine Sümer idaresiyle ters düştüğü için çevresinde dağınık ve zayıf bir şekilde yaşamakta olan İbrani kabilesinin başına geçerek Ur şehrini terk etmek zorunda kaldığını söylemiştir. Dini kaynaklarda, Hz. İbrahim’in put kırma işini, çocuk yaşlarda yaptığı, hatta babası Terah’ın put yapımıyla uğraştığı yazılıdır. Oysa Hz. İbrahim’in, Ur şehrinden çıkarken babası Terah’ı da beraberinde getirdiği ve yaşlı Terah’ın Urfa’da öldüğü biliniyor. Eğer, İbrahim put kırma işini çocuk yaşta yapsaydı, putperest olan babasının da bir nevi sürgüne gönderilmesi gerekmezdi. Bizim de kanaatimiz, Hz. İbrahim’in bu işi, tevhit dininin peygamberi olmasından sonra yaptığı yönündedir. Tıpkı torunu(!) Hz. Muhammed’in, Kâbe’deki putları kırma işini Mekke’nin fethi sonrasına bırakması gibi...

5- Şahsen biz, Hz. İbrahim’in kabrinin de Filistin bölgesinde değil, Harran’da, yani bugünkü Şanlıurfa civarında olduğuna inanmak istiyoruz. Çünkü Hz. İbrahim’in hayatında Urfa bölgesinin özel bir yeri vardır. Hem babası Terah, hem de kardeşi Nahor orada yaşamış ve ölmüşlerdir. Oğlu İshak’ı oradan bir kızla evlendirmiştir. Dolayısıyla Hz. İbrahim’in, öldükten sonra Harran bölgesine defnedilmeyi çocuklarına vasiyet etmesi kuvvetle muhtemeldir.

Ziyaret -> Toplam : 125,26 M - Bugn : 15186

ulkucudunya@ulkucudunya.com