« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

19 Şub

2012

İBN BATTÛTA

01 Ocak 1970

Ebû Abdillâh Şemsüddîn (Bedrüddîn) Muhammed b. Abdillâh b. Muhammed b. İbrâhîm el-Levâtî et-Tancî (Ö. 770/1368-69} Ortaçağ'in en büyük müslüman seyyahı.

17 Receb 703'te (24 Şubat 1304) Fas'ın Tanca şehrinde doğdu. Ailesi Berberi Le-vâte kabilesine mensup olup Berka'dan buraya göç etmiş ve onun seyahatname¬sinde yer alan "Kaza ve meşihat benim ve atalarımın mesleğidir [779] cümlesinden anlaşıldığına göre birçok ka¬dı yetiştirmiştir. Nitekim kendisi de çeşitli yerlerde kadılık yapmış ve Tâmesnâ kadı¬sı iken ölmüştür.[780]

İbn Battûta'dan bahseden en eski mü¬ellifler Lisânüddin İbnü'l-Hatîb, İbn Hacer el-Askalânîve İbn Haldun'dur; Makkarîve Abdülhay el-Hasenî de er-Rihie'den alın¬tı yapmışlardır. Mağrib'de Sa'dîler tara¬fından İstanbul'a sefir olarak gönderilen Ebü'l-Hasan et-Temgrûtî eserinde bazı şehirleri anlatırken İbn Battûta'ya atıfta bulunmuş, Zebîdî de ondan bahsederken Muhammed b. Fethullah el-Beylûnî'nin (ö. 1085/1674) yaptığı muhtasara temas etmiştir.[781] İbnü'l-Hatîb, Abdülhâ-dî et-Tâzî tarafından yayımlanan bir mek¬tubundan da anlaşıldığı üzere [782] aslında İbn Battû-ta'yı çok iyi tanımaktadır; ancak muhte¬melen meslekî kıskançlıktan dolayı ese¬rinde ona pek yer ayırmamış, birkaç cüm¬leden ibaret malumatı da hocası Ebü'l-Berekât İbnü'l-Hâc el-Billifîki'den (Belefiki) naklen vermiştir.[783] Ay¬nı şekilde İbn Hacer el-Askalânî de el-îhö-ta'yı kaynak göstererek onu bir iki cüm¬leyle geçiştirmiş [784] İbn Haldun ise ancak Vezir İbn Vüdrâr el-Haşemî'nin bir uyarısı müna¬sebetiyle adını anmıştır.[785] İbn Battûta'nın hayatı ve şah¬siyeti hakkındaki bilgilerin ana kaynağı kendi seyahatnâmesidir.

Türkler'in. Moğollar'ın, Maldivliler'in hü-kümdarlanyla tanışan İbn Battûta birçok ülkede kadılık makamına getirilmiş, Fars¬ça ve Türkçe bilmesi ve yolculuklarında çeşitli siyasî tecrübeler kazanması dolayı¬sıyla kendisine bazı diplomatik görevler verilmiştir. Derviş gibi giyinmesi ve der-vişçe davranması sebebiyle de halk ve ulemâ tarafından seviliyordu.[786] İbn Battûta, sûfîlere ve zâ-hidlere duyduğu yakınlık dolayısıyla onla¬rın sözlerini ezberlemiştir. er-Rihle bu yönüyle o dönemin tasavvuf hayatı hak¬kında da değerli bilgiler verir. Sıradan bi¬ri gibi görünmesine rağmen üslûbunda olağan üstü renklilik ve sarsıcılık hâkim¬dir. Zaman zaman bazı sözlere inanmadı¬ğını belirtse de itimat ettiği birinden ge¬len rivayeti asla reddetmez. İbn Battûta bazan küffara karşı cihada katılmış, ba-zan da kendini nimetlerden uzak tutarak bir zâhid gibi yaşamıştır. Bütün malını el¬den çıkarıp Şeyh Kemâleddin Abdullah el-GârTnin tekkesine girmiş, fakat kendi İfa-desiyle hayat onu tekrar maceraların ku¬cağına atmıştır.[787]

Seyahatnameden öğrenildiğine göre İbn Battûta, Mağrib Sultanı Ebû Saîd el-Merînî döneminde 2 Receb 725'te (14 Ha¬ziran 1325) Tanca'dan hac niyetiyle yola çıktığında henüz yirmi iki yaşındaydı. Ku¬zey Afrika sahillerini takip ederek 1 Cemâziyelevvel 726'da (5 Nisan 1326) İsken-deriye'ye vardı. Burada Şeyh Burhâned-din el-A"rec'in telkiniyle kendisinde Hint, Sind ve Çin gibi doğu memleketlerini gör¬me hevesi uyandı. İskenderiye'den Kahi-re'ye, oradan Yukarı Mısır'a (Saîd) gitti ve Şeyh Ebü'l-Hasan eş-ŞâzelFnin Humeyse-râ'daki kabrini ziyaret etti; eserinde tam metin halinde verdiği Hizbü'l-bahr virdi tasavvuf tarihi bakımından önemli bir belgedir. Yukarı Mısır'dan de¬niz yoluyla Cidde'ye geçmek İçin Kızıldeniz kıyısındaki Ayzâb Limanı'na indiyse de bölgedeki siyasî karışıklıktan ötürü Kahi-re'ye dönmek zorunda kaldı. Burada dik¬kat çeken hususların biri Ayzâb Limanı'-nm milletlerarası statüye sahip olduğunu tesbit etmesi, bir diğeri Mısır Memlükleri'ni "Etrâk" diye anması ve Memlûk hâ¬kimiyet alanını Anadolu gibi "Türk ülkesi" tabiriyle tanıtmasıdır (I, 231). Kahire'de fazla kalmayan İbn Battûta 15 Şâban'da (17 Temmuz) Suriye'ye doğru yola çıktı ve Kudüs. Aclûn. Akkâ, Sûr, Sayda, Taberiye ve Antakya gibi şehirleri dolaştıktan son¬ra 9 Ramazan'da (9 Ağustos) Dımaşk'a va¬rıp ramazanı burada geçirdi. Başta Şehâ-beddin İbnü'ş-Şıhne olmak üzere araların¬da iki de kadın muhaddisin bulunduğu on dört âlimden umumi icazet aldı. Memlûk Sultanı el-Melikü'n-Nâsır'm Karasungur'u Öldürmek için İsmâilî fedailerden oluşan özel timler gönderdiğini söylemesi böl¬geyle ilgili olarak verdiği ayrıntılardan bi¬ridir. Seyahatnamenin bu kısımları savaş tarihi ve gerilla taktikleri hususunda da iyi bir kaynaktır.

İbn Battûta şevval ayında (eylül) Dı-maşk'tan hareket eden kafileyle Hicaz'a gitti ve ilk haccını ifa etti. 20 Zilhicce'de (17Kasım) Mekke'den Irak'a yönelerek Kâ-disiye, Necef, Bağdat, Basra. Übülle. Aba¬dan, Şüster (Tüster) yoluyla İsfahan'a var¬dı. Şeyh Kutbeddin Hüseyin b. Şemseddin Muhammed er-Recâ'nm elinden tarikat tacı giydikten sonra Şîraz'a geçti ve orada Şeyh Mecdüddin İsmail b. Muhammed'in derslerine devam etti. Şeyh Mecdüddin'in İlhanlı Hükümdarı Muhammed Hudâben-de'yi [788] etkileme¬si ve onun Şiîlik'ten Sünnîliğe geçmesine vesile olmasıyla ilgili anekdotları [789] bu bölgenin evvelce çok yoğun bir Sünnî nüfusu barındırmaktayken zaman¬la Şiîleşmesi hususunda bilgi vermesi açı¬sından İran tarihi için son derece önem¬lidir. Yine bu bölümde verdiği, Emîr Ço-ban'ın siyasî ihtirasları uğruna girdiği ma-cera, dönemin üç süper gücü olan Altın Orda. İlhanlılar ve Memlükler arasında ce¬reyan eden diplomatik ilişkiler ve Ebû Sa¬îd Bahadır Han'ın Ölümünden sonra İlhan¬lı topraklarının paylaşılmasıyla ilgili bilgi¬ler de çok değerlidir. İran'dan Bağdat'a ve arkasından Kuzey Irak'a yönelerek Sâ-merrâ ve Tikrît üzerinden Cezîre-i İbn Ömer'i, ardından Nusaybin. Sincar ve Mardin'i gezdi. Bu arada Artukoğulları'ndan Gâzîel-Melikü's-Sâlih'ten övgüyle bahseder ve sultanın Mardin'de medre¬se, zaviye ve aşhaneler açtırarak halkının hoşnutluğunu kazandığını bildirir. Daha sonra tekrar Bağdat'a döndü ve 727-730 (1327-1330) yılları arasında üç defa hac¬ca gitti.

730 (1330) yılında Cidde'den Kızılde-niz'e açılan seyyah, fırtınalı bir yolculuk¬tan sonra Yemen'in Zebîd şehrine ulaştı. Cebele, Taiz, San'a ve Aden'i dolaşarak Resûlî Hükümdarı Nûreddin Ali b. Dâvûd ile görüştü ve Aden Limanı'ndan hareket edip Doğu Afrika sahillerini kapsayan ge¬zilerine başladı. Evvelâ Zeyla' ve Makdi-şu'ya (Somali), ardından Mombasa (Kenya) ve Kilve (Tanzanya) limanlarına uzanıp de¬niz yoluyla Yemen'in Zafâr Umanı'na dön¬dü ve bugünkü Uman sınırları içinde ka¬lan Nezve'ye geçerek Sultan Ebû Muhammed b. Nebhân'ı ziyaret etti. Bu bölüm¬de, Hint Okyanusu'na bakan Kalhat gibi Yemen ve Uman şehirlerinin ve Doğu Af¬rika sahilindeki Kilve ile Makdişu'nun mil¬letlerarası deniz ticaretinde çok ileri bir seviyede olduğunu söyler. Uman'dan son-ra Hürmüz Limanı'na geçerek Sîrâf gibi Basra körfezinin İran kıyısındaki bölgele¬ri gezip tekrar Arabistan'a döndü ve 732 (1332} yılında beşinci haccını ifa etti.

Haccını eda ettikten sonra Hindistan'a gitmek niyetiyle Cidde Limanı'ndan deni¬ze açılan İbn Battûta, Kızıldeniz'de yaka¬landığı fırtına sebebiyle Ayzâb yakınların¬daki Re'süddevâir burnunda karaya çıktı ve Nil boyunca ilerleyerek Kahire'ye vardı; oradan Gazze'ye giderek Kudüs. Remle, Akkâ yoluyla Lazkiye'ye ulaştı ve bir Ce¬neviz gemisine binip Türkiye"ye doğru hareket etti. Alâiye'ye (Alanya) vardıktan sonra Anadolu'yu gezmeye başladı. An¬talya. İsparta, Eğridir, Denizli, Tavas. Muğla, Milas ve Barçın'a uzandı, ardından Konya-Erzurum seyahati yaptı. Barçın'-dan sonra Konya'ya geçmesi bazı araştır¬macıları hayrete düşürmüş, bu güzergâh¬ta hiç dolaşmadığı, hatta sadece işittik¬lerini anlattığı tarzında bir te'vil yapılmış¬tır [790] Ancak bu karışıklık, yani Erzurum'dan ansızın tekrar batıya Birgi'ye gelmesi adı geçen bölgelerde seyahat edilmediği şeklinde yorumlana¬maz; bu belki de kâtip Ebû Abdullah İbn Cüzey el-Kelbfnin tasnifinden kaynakla¬nan bir hatadır. Eretnaoğullan'na bağlı alanları gezerken Kayseri'de, İlhanlı hü¬kümdarının vekili olarak hareket ettiğini söylediği Alâeddin Eretna'nın hanımıyla görüştü. Konya'ya uğrama¬sı münasebetiyle de Mevlânâ'dan "şair şeyh" olarak bahseder. Birgi'den çıkarak Ayasuluk, İzmir, Manisa. Bursa üzerinden İznik'e gider ve Umur Bey'in Haçlılar'la yaptığı savaşa temas ettikten sonra Osmanlılar'ın komşu beylikler arasındaki saygın konumunu anlatır. Anadolu'nun o günkü siyasî durumu, ticarî kapasitesi, Ahîlik müessesesi. Hanefîliğin yaygın ve hâkim mezhep oluşuna dair geniş bilgi ve¬rir. Daha sonra Mekece üzerinden Sakar¬ya vadisini geçerek. Geyve, Göynük, Bolu. Kastamonu yoluyla vardığı Sinop'tan deni¬ze açılarak Kırım'ın Kerç Limanı'na çıkar.

Karadeniz'in kuzeyinde Deştikıpçak'ı gezerek Sultan Muhammed Özbek Han ile görüşen İbn Battûta, bugünkü Kazan şehri civarında bulunan eski Bulgar şeh¬rine varmış, "Arzızulumâf'a [791] ulaşamadığını belirterek orası hakkında duyduklarını nakletmekle yetinmiştir. 10 Şevval 732'de (5 Temmuz 1332) Bizans imparatorunun kızı ve Öz¬bek Han'ın üçüncü hatunu olan Beylûn'un kafilesine katılarak Ükek, Sudak (Suğdak). Baba Saltuk (Dobruca ?) üzerinden yakla¬şık bir ayda İstanbul'a gelen seyyah İm¬parator III. Andronikos Palaiologos ile gö¬rüşür; fakat herhalde adını unutmuş ola¬cak ki ondan "Tekfur b. Circîs" şeklinde bahseder. İstanbul'dan tekrar Deştikıp-çak'a dönerek Özbek Han'ın ülkesini Çin'e bağlayan ticaret yoluyla Ural nehrinin Ha¬zar'a kavuştuğu yerdeki Saraycuk şehri¬ne varır; sonra da kırk gün süren bir yol¬culukla Türkler'in en güzel şehri diye ni¬telendirdiği Hârizm'e (Ürgenç) ulaşır. Burada Emîr Kutlu Demür ile gö¬rüşür ve eşi Türâbek Hatun'dan hediye¬ler alır. Ardından Ceyhun'un kuzeydoğu¬sundan geçerek Kât (Kâs) ve Vâbkent üze¬rinden gittiği Buhara'da Hanefî fakihi Sad-rüşşerîa ile tanışıp Buhârî ve Şeyh Seyfed-din el-Bâharzfnin kabirlerini ziyaret eder. Buradan Nahşeb yoluyla Semerkant'a ge¬çen İbn Battûta bu seyahati sırasında Ça¬ğatay Hanı Tarmaşirin'le de konuşur; ese¬rinde Tarmaşirin'in diğer Moğol asilzade¬leri karşısındaki durumu vb. konular ay¬rıntılı bir şekilde işlenmektedir (111,27-32). Daha sonra Horasan'ın en büyük şehri olan Herat'a ve arkasından Câm, Tûs, Serahs. Bistâm şehirlerini dolaşıp doğuya dönerek Hindukuş dağlarına uzanır; ora¬dan da Gazne-Kâbil yoluyla 1 Muharrem 734'te (12 Eylül 1333) İndus vadisine gi¬der. Buradan Delhi Türk Sultanlığı toprak¬ları na girer ve 17 Safer 743 (22 Temmuz 1342) tarihine kadar Sultan Muhammed b. Tuğluk'un himayesiyle Delhi'de kalarak onun arzusu üzerine yedi yıldan fazla kadı¬lık hizmetinde bulunur. er-Rihle'de Delhi Sultanlığı'nın siyasî tarihi, malî vaziyeti, İstihbarat servisi, ulak sistemi gibi konu¬larda etraflıca bilgi vermiştir (111, 105-193).

Delhi'den ayrıldıktan sonra güneye uza¬nan İbn Battûta Barcelure, Mangalore, Dehfetten gibi güneybatı sahil şehirlerin¬den geçerek Kaliküt'e varır. Aslında sul¬tan onu Çin'e sefir olarak göndermiş, fa¬kat İbn Battûta savaşlardan, fırtınalardan ve gezme tutkusundan başını kaldırama-mıştır. Malabar sahillerindeki müslüman-ların ticarî hayatlarının son derece faal olduğunu belirten seyyah buradan halkı¬nın dindar, halim selim insanlar olduğu¬nu, ancak kadınlarının gereğince örtün¬mediklerini söylediği Maldiv adalarına ge¬çer: âdetlerine ve ticarî geleneklerine iliş¬kin dikkat çekici bilgiler verir. Maldiv'de bir buçuk yıl kalır ve yine kadılık yapar. Daha sonra Seylan adasına gidip Serendib dağına çıkarak Hz. Âdem'e ait olduğu söylenen ayak izini görür; eserinde gerek Hint dinlerine, gerekse semavî dinlere mensup insanların kutsal saydığı bu ziya-retgâh üzerine dinler tarihi bakımından ilgi çekici açıklamalar yapar. Buradan ay¬rıldığında Bengladeş kıyılarına geçer, ül¬kenin tarihi ve komşu bölgelerle müna¬sebeti hakkında bilgi verir.[792] Daha sonra Berehnegar ülkesine geldiği¬ni, başka toplumlarda görülmeyen garip âdetlerin bu kavimde bulunduğunu an¬latır. İlk zamanlarda bazı araştırmacılar tarafından uydurmacılıkla suçlanmışsa da sonraki çalışmalarda bu ülkenin Anda-man olabileceği söylenmiştir. Buradan Cava'ya, arkasından Sumatra'ya geçer ve Malaka Boğazı'ndan dönerek Kakula [793] Limanı'na ula¬şır. Tekrar denize açıldığında bir aydan uzun bir süre karaya çıkamaz ve nihayet bazılarınca efsanevî sayılan Tavâlisî ülke¬sine varır.[794] Türkçe konuşan bir prenses tarafın¬dan yönetildiğini söylediği Tavâlisî ülke-sinden Çin'e açılır ve on yedi günde Zeytûn (Tsia-tung) Limanı'na varır; resmî gö¬revli olması münasebetiyle el üstünde tu¬tularak Hanbalık'a (Pekin) götürülür. Çin'¬de hâkimiyet kuran Moğol hanedanının müslüman tacirlere iyi davrandığını söy¬ler; kâğıt paradan ve Çin bürokrasisinden, ayrıca Çinliler'in resim ve seramikteki us¬talıkları ile ipek ticaretinden bahseder.[795]

Çin'den ayrılıp tekrar Sumatra'ya ve oradan Cava'ya geçen İbn Battûta, Malabar kıyılanna yöneldikten sonra Basra körfezine gelir; Bağdat-Suriye yoluyla Mı¬sır'a varır ve oradan da Hicaz'a geçerek al¬tıncı haccını ifa ettikten sonra (749/1349) tekrar Mısır'a döner ve İskenderiye'den gemiyle 750 yılının Safer ayında {Mayıs 1349) Tunus'a gider; oradan Sardunya adasına geçer ve sonra geldiği Cagliari Limanı'ndan Cezayir'e doğru tekrar denize açılarak Tenes'te karaya çıkar. 7S0 Şa¬banının sonunda (Kasım 1349) Fas'a va¬ran ve Sultan Ebû İnan e!-Merînî tarafın¬dan kabul edilen İbn Battûta böylece se¬yahatinin birinci kısmını bitirir. Seyahat¬namenin bu kısmında Merîni Devleti ve Sultan Ebû İnan biraz abartılı şekilde övülmekle birlikte ülkede yapılan sosyal hizmetlerin ve imar faaliyetlerinin ger¬çekten çok yüksek bir seviyede olduğu bi¬linmektedir.

Doğudan döndükten sonra Fas'ta bir süre kalan İbn Battûta Endülüs'e geçip Marbella, Mâleka Malağa, Hammayoluy¬la Gırnata'ya (Granada) varır ve aynı yoldan geri dönerek Merakeş'e geçer. Bu seya¬hatle ilgili yazdıklarında dikkati çeken hu¬sus Merînîler'in Endülüs'e olan yoğun il¬gileridir; girdikleri savaşlar, inşa yahut tamir ettikleri kaleler vb. uzun uzun anla¬tılmaktadır.[796] Tekrar seyahat arzusuyla yollara düşen seyyah Mali'ye yö¬nelir ve Büyük Sahrâ'yı kuzeybatıdan gü-neydoğuya doğru geçerek Nijer'e gidip Mense Süleyman ile görüşür; ancak daha içerilere girmeden Merînî sultanından gelen bir emirle 754 Zilkadesinde (Aralık 1353) Fas'a dönmek zorunda kalır. Yolcu¬luğunun bu son kısmında İç Batı Afrika hakkında çok önemli bilgiler vermekte¬dir.[797]

Ibn Battûta yurduna döndüğünde gez¬diği uzak ülkelerden, gördüğü garip olay¬lardan bahsedince sözleri alayla karşılan¬mış ve pek çok şeyi uydurduğu sanılmış¬tır. Gırnata'da görüştüğü Ebü'l-Berekât el-Billîfîkî de onun asılsız haberler nak¬lettiğini ileri sürmüştür.[798] Seyyahın yola çıkarken derin bir kül¬türe sahip olmadığı ileri sürülse de gerek seyahat sırasında aldığı İcazetler ve her sahada öğrendiği yeni bilgiler, gerekse ön¬ceki müelliflerin verdiği bilgileri güncel¬leştirme çabası onu tecrübeli bir âlim ha¬line getirmiş ve yurduna döndüğünde seçkin bir danışman olarak sultanın mec¬lisinde yer almasını sağlamıştır.[799] İbn Sûde, İbn Battû-ta'nın er-Rihle'den başka eî-Vasît Ü ahbari men halle medînete Tİmentît adlı bir kitabının daha olduğunu söyler.[800]

Fas Devleti 1996-1997yılını İbn Battû¬ta yılı olarak ilân etmiş, bu münasebet¬le gerçekleştirilen etkinlikler çerçevesin¬de İslâm Eğitim Bilim ve Kültür Teşkilâtı (ISESCO) Tanca'da İbn Battûta adına bir müze kurmuştur.

İbn Battûta. Marko Polo ile birlikte Or-taçağ'ın en büyük iki seyyahından biridir ve hatta çok daha geniş bir alanı gezme¬si, üç kıtada en Önemli kültür merkezleri¬ne ulaşması sebebiyle onu geride bırak¬mıştır.[801] Ayrıca İbn Battûta gezdiği birçok ülkede sosyal ha¬yata karışmış, evlilikler yapmış ve hâtıra¬larını hiçbir şüpheye yer bırakmadan gü¬venilir birine yazdırmıştır.[802] Halbu¬ki Marko Polo'nun seyahatnamesine bir¬çok hayalî hikâye katıldığı bilinen bir hu¬sustur. Ayrıntıları asla ihmal etmeyen İbn Battûta eserinde insan unsuruna en fazla yer veren seyyahtır. Çeşitli millet¬lerin giyim kuşamı, âdetleri ve inançları hususunda ayrıntılara inmesi bazı araştırmacılar tarafından ilk antropologlardan.[803] bazılarınca da ilk etnologlardan sayılma¬sına yol açmıştır.[804] İbn Battûta. gezdiği ülkelerin coğrafyası ve ekonomisi hakkında da ay¬rıntılı bilgiler verir. Fakat klasik bir coğ¬rafyacı olmadığı için mesafeleri belirtme¬miş, sadece yolculuğunun kaç gün tuttu¬ğunu kaydetmiştir. İncelediği ana unsur insan olduğundan pek çok şehri "binaları sağlam, mescidi küçük" yahut "köhne bir kapısı var, kalenin iç kısmı boş" tarzında klişe cümlelerle geçiştirmiştir.

Seyahatnamenin Özellikleri. Müellif ta¬rafından TUhfetü'n-nüzzâr ü ğarâ'ibi'l-emşâr ve acâ ibi'l-esfâr diye adlandırı¬lan ve literatürde Rihletü İbn Battûta adıyla bilinen eser. seyyahın kısa aralık-larla yirmi sekiz küsur yıl süren gezilerini kâtip İbn Cüzey el-Kelbî'ye ham metin olarak aktarması ve onun da bazan ihti¬sar edip bazan küçük ilâvelerde bulunma¬sıyla meydana gelmiştir. İbn Cüzeyy'in esere pek fazla müdahale etmediği onun şu ifadesinden anlaşılmaktadır: "Üstat İbn Battûta'nın sözlerini naklederken onun maksadını anlatan kelimeleri kul¬landım ve çok defa da nasıl söylediyse 'köküne, dalına dokunmadan' öylece bı¬raktım; bahsettiği şeylerin aslı nedir di¬ye araştırmadım. Çünkü üstadımız aktar¬dıklarını değerlendirme sırasında en iyi yolu tutmuş, aslı astan olmayan haberler için güvensizliğini bildiren sözler söyle¬miştir. Ben yer ve kişi adlarından prob¬lemli olanları halletmek ve harekeleri belirtmek suretiyle kitabı daha verimli hale getirmeye çalıştım" (I, 152). Eserin mu¬kaddimesi İbn Cüzey el-Kelbî tarafından yazılmıştır. Abdülhâdî et-Tâzî. er-Rihle'-yi neşre hazırlarken otuznüshaya baktı¬ğını ve bazı özel nüshalarda mukaddime¬nin "İbn Cüzey der ki" diye başladığını kay¬deder (I, 149). Kitabın sonunda verilen iki ayrı tarihten. İbn Battûta'nın hâtıraları¬nı yazıya geçirişinin 3 Zilhicce 756'da (9 Aralık 1355) son bulduğu ve İbn Cüzeyy'in de metin üzerindeki çalışmalarını 757yı¬lının Safer ayında (Şubat 1356) tamamla¬dığı anlaşılmaktadır.

Kitabın dili genelde sadedir; ancak üç farklı anlatım tarzından bahsetmek müm¬kündür.

1. Esere canlılık veren kısa cüm¬leler ve yalın tasvirler İbn Battûta'nın ka¬leminden çıkmış olmalıdır. İbn Battûta. bazı araştırmacılara göre klasik tedrisat¬tan geçmesine rağmen halktan biridir ve zaman zaman kaba sayılabilecek tasvir¬lerde bulunur; olayları sadece meraklı bir kişi gibi anlatır. Aslında pek çok seyyaha göre objektif sayılabilir; Afrika zencileriy-le ilgili değerlendirmeleri bunun delilidir. Dikkatli bir gözlemcidir.

2. İbn Cüzeyy'in etkisi. Kâtibin arada bir yaptığı açıklama¬lar ya manzumdur ya ilgili beldenin ha-tırlattığı bir anekdottur ya da İbn Battû¬ta'nın verdiği bilgileri düzeltir mahiyette¬dir. İbn Cüzeyy'in üslûbu, gerek mukaddi¬meden gerekse metin içindeki açıklama¬larından anlaşıldığı üzere biraz külfetlidir. İbn Cüzey üslûbunda dönemin diğer vak-'anüvisleri, saray kâtipleri olan İbn Fazlul-lah el-ömerî ve Kalkaşendî gibi garip ben¬zetmelere yer verir.

3. Alıntı yapılan kay¬nakların etkisi. Seyahatname içinde genel akışa uymayan, çok ayrıntılı bina tasvirle¬rinin geçtiği bölümler vardır. Meselâ Dı-maşk Emevî Camii'nin ve Kabe'nin tasvir¬leri müellifin kendi anlatımından değil¬dir. Bu gibi bölümlerde onun İbn Cübeyr ve Ebû Ubeyd el-Bekri gibi daha eski müelliflerden alıntı yaptığı, ayrıca İbn Cü-beyr'in üslûbundan da etkilendiği görü¬lür. Bu konu üzerinde duran araştırmacı¬lar, İbn Battûta'nın özet şeklinde ve ba¬zan da aynen İbn Cübeyr'in rihlesinden alıntı yaptığına işaret etmişler, özellikle Mekke'de gerek hac günlerinde gerekse diğer zamanlarda yapılan ibadetlerin tas¬virinde veAkkâ. Medine. Sûr, Dımaşk, Humus, Halep, Hama, Küfe, Musul. Bağdat. Nusaybin ve Mardin'in tanıtımında ondan faydalandığını söylemişlerdir.[805] Esasen kendisi de bu tip alıntıları belirtir ve isim verir (1,272-273); dolayısıyla eseri intihal olarak görmek doğru değildir. Kitabın dikkat çekici bir yönü de çeşitli beldeler hakkında azım. sanmayacak sayıda beyit ihtiva etmesidir (1,274-275). Seyahatname, bazı devlet ve müesseselerin karanlık kalan yönlerini aydınlatma hususunda önem taşımakla beraber tarih açısından bütünüyle güve¬nilir bir kaynak değildir. Meselâ müellif Hârizmşah Muhammed ile oğlu Celâled-din'i karıştırmakta ve ilk seyahatine ait bazı bilgileri ikinci seyahatinde görmüş gibi anlatmaktadır.[806]

Avrupa hariç neredeyse eski dünyanın tamamını gezen İbn Battûta'nın dönemi, dolaştığı ülkelerin çoğunda Türkler'in ve Moğollar'ın hâkim olması sebebiyle bir Türk-Moğol asrı sayılabilir. Dünyanın ye¬di büyük hükümdarı arasında ilk sıraya koyduğu Ebû İnan el-Merînî hariç diğer¬leri Türk veya Moğol asıllıdır; dolayısıyla verdiği bilgiler bu milletlerin tarihi açısın¬dan çok önemlidir. er-Rihle'de Anadolu'¬nun o günkü durumu hakkında ayrıntılı bilgi vardır ve eser beyliklerin iç ihtilâfları. Umur Bey'e karşı düzenlenen Haçlı sal¬dırısı, Alanya'nın milletlerarası bir liman oluşu. Germiyanoğullarfna karşı duyulan güvensizlik, Eretna Devleti'nin refah se¬viyesi. Sinop'un stratejik değeri, Erzurum ve Erzincan'da birbirleriyle çarpışan Türk¬men kabileleri, Anadolu genelinde Hanefî mezhebinin yaygın oluşu, İlhanlıların Ana¬dolu siyaseti, Çobanoğulları, Ahiliğin yük¬selişi vb. hakkında birinci el kaynaklar¬dandır. İbn Fazlullah el-Ömerîve Kalka-şendî gibi Arap kaynaklarında da Anado¬lu'ya dair kayda değer bilgiler yer alır, fa¬kat bunlar İbn Battûta kadar zengin de¬ğildir. Eserde kullanılan Türkçe kelimeler ise henüz İncelenmemiştir. George Alf red Leon Sarton'un da temas ettiği gibi [807] kitapta Türkçe'¬nin tarihî gelişimine az da olsa ışık tuta-cak bir hayli kelime bulunmaktadır.

Sosyal hayat, âdetler, inançlar ve töre¬ler hakkında çok zengin malzeme ihtiva eden er-Rihle antropoloji açısından da değerli bir kaynaktır. Çünkü eserde ye¬mek tariflerinden bayram ve matem giy¬silerine, siyasetten tasavvufa kadar o dö¬nemin insanıyla ilgili her konuda bilgi ve-rilmiştir. Gerek A. L. Sarton gibi bilim ta¬rihçileri [808] gerekse H. A. R. Gibb gibi mütercim-araştırmacılar er-fîihie'nin bu ansiklopedik yönüne dikkat çekmişlerdir. Abdullah Abdülganî Ganim ise İbn Battûta'yı ilk antropologlardan saymaktadır.[809] Gânim'in de belirttiği gibi er-Rihlenin verileri âdetler, ekonomi ve hukukî uy¬gulamalar bakımından ele alındığında or¬taya ayrıntılı ve çok renkli bir dünya tablo¬su çıkmaktadır. Meselâ Hindistan'la ilgili kısımda ölü yakma merasimine yer veril¬miş, İran'ın Fîrûzân şehrinde cenaze tö¬renlerinin düğün havasında cereyan etti¬ği belirtilmiş, îzec'de cenaze münasebe¬tiyle cemaatin perçemlerini keserek çığ¬lık attığı anlatılmış, Anadolu'nun Mudur¬nu yöresinde mezarların üstüne uzaktan bakınca evi andıracak şekilde- ahşap ça¬tılar kondurulduğuna temas edilmiş, Si¬nop'ta cenaze kaldıranların başlarını aç-tıkları ve giysilerini ters çevirdikleri kay¬dedilmiş. Moğol kökenli Çin kağanlarının cenazesinde hizmetçi ve câriye tayfasın¬dan bir grup insanın diri diri gömülmekte olduğu, Maldiv adalarında katil bulunup öldürülmeden maktulün cenazesinin kal¬dırılmadığı anlatılmıştır.

İbn Battûta sosyal statüyle ilgili sem¬bollere de temas etmiştir. Çin'de tacirler kazandıkları altını özel boyutlarda erite¬rek evlerinin kapısına asmakta, beş kalıp altını olan tacir parmağına tek yüzük, on kalıp altını olan ise iki yüzük takmaktadır. Maldiv kadınlarının giyim kuşamı, evlilik âdetleri ayrıntı biçimde anlatılır. Onu en çok şaşırtan hususlardan biri de Türk ka¬dınlarının statüsüdür. Anadolu'da kadın¬lar tıpkı bir akıncı gibi at koşturmakta, pazar ticaretinde ön sıraları tutmaktadır. Özbek Han'ın ülkesinde asilzade hanım¬ları sosyal etkinliklerde kocalarından aşa¬ğı kalmamaktadır. Onun antropolojik mü¬lâhazalarının en önemlisi anaerkil düze¬ne işaret ettiği yerlerdir. İç Batı Afrika'da-ki müslüman zencilerin bazı bölgelerde kurdukları düzen tamamen anaerkil esas¬lara dayanmaktadır. Nesep ve miras işle¬rinde anne ve annenin ailesi belirleyici ko¬numdadır ve orada erkekler babalarına değil anneleriyle dayılarına nisbet edil¬mektedir.

er-Rihle'öe ticaret kültürüyle ilgili ola¬rak ahî birliklerine temas edilmiş, bunların Kırım'dan Konya'ya, Alanya'dan Sivas'a uzanan siyasî ve ticarî etkinliğine dair ay¬rıntılı bilgiler verilmiştir. Ona göre Ahilik Mısır'daki fütüvvet sistemine benzemek¬tedir. Bu düzenin bir benzeri de İsfahan'-da mevcuttur. Ahî kelimesinin Arapça "ah"tan geldiğini ve "ahî" tarzında okun¬ması gerektiğini savunanlar İbn Battû¬ta'yi şahit göstermişlerse de eserde bu¬na dair hiçbir işaret yoktur. İbn Battûta, söz konusu kelimeyi Arapça "ahrye an¬lam bakımından değil şekil açısından ben¬zeterek izaha çalışmıştır (11, 163).

Çin'de bütün iktisadî faaliyetlerin kâ¬ğıda bağlandığını, para hükmündeki kâ¬ğıt parçalarının yıpranması veya yırtılma¬sı durumunda büyük darphâneye getiri¬lerek değiştirildiğini anlatır. Maldivliler'in ve Koko'daki Afrikalılar'ın mübadele ara¬cı "veda denilen deniz kabuklarıdır. Bu adalarda büyük memurlara maaş olarak pirinç ödenmektedir. er-Rihle'yl ilginç kılan hususlardan biri de seyyahın gezdi¬ği ülkelerdeki dinar ve dirhemleri Mağrib ve Mısır dinar ve dirhemleriyle mukayese etmesidir. Böylece çeşitli ülkelerin para birimlerinin gerçek alım gücünü karşılaş¬tırmalı biçimde verir.

Eserle İlgili Kuşkular ve Cevaplar, Rihle'nin bazı bölümlerinde tarihî kopuk¬luklar olduğu herkesçe kabul edilen bir husustur. Birtakım olayların tasvirindeki abartısı, bazı şehirleri anlatırken pek çok seyyahın temas ettiği hususlara yer ver¬memesi vb. durumlar, İbn Battûta sarih¬leri ve mütercimlerinin çoğu tarafından tabii karşılanmış, hatta son araştırmalar¬da İbn Battûta'nın başka seyyahlara gö¬re daha gerçekçi olduğu ve sağlam bir ha¬fızaya sahip bulunduğu vurgulanmıştır. Ancak eserin bazı bölümlerine çok daha ciddi itirazlar yöneltilmiştir. Şarkiyatçı Stephen Janicsek, er-Rihle'nm Arzızulu-mât ve Bulgar şehrine dair anekdotlarını uydurma, hatta kötü bir kopya gibi telak¬ki etmiş [810] Çin'le ilgili bölümlerin, o dönem¬deki Moğol kökenli Yuan hanının Kurtay adını taşımaması gibi hususlar dikkate alınarak hayal mahsulü olduğu söylenmiş [811] Pasifik denizin¬deki seyahatin bir kısmı. Tavâlisî ülkesi, Berehnegar cemaati, gerek imparatorun ismi gerekse güzergâhtaki müphemlik sebebiyle Kostantiniye seyahati yine ha¬yalî addedilmiş, seyyahın efsanevî kuş Roh'tan bahsetmesi ise tenkitleri büsbü¬tün arttırmış ve onun Sindbad masalla¬rından fazla etkilendiği ileri sürülmüştür.[812] Fakat zamanla Krachkovsky [813] Gibb [814] Yamamato [815] Âgâ Mehdî Hüseyin [816] S. M. İmâmüddin [817] Norris [818] ve Beckingham [819] gibi şârih, mütercim ve araştırmacılar, bu müphem kısımların çoğunu demlendirerek tasdik etmiş, bir bölümünü de uygun şekillerde yorumlamışlardır. İbn Battûta'nın Filis¬tin'i zikzaklar çizerek dolaşması ise bu bölgeyle ilgili bilgilerin bir kısmını daha eski bir müslüman seyyah olan Ebû M-hammed el-Abderî'den çaldığı şeklinde yorumlanmıştır.[820] Şüphesiz yolun bu ka¬dar dolambaçlı işlenmesi ve Abderî'nin güzergâhıyla benzerlik arzetmesi Elad'ın iddiasının yabana atılır cinsten olmadığı¬nı göstermektedir. Ancak bu tür iddiala¬rın sahiplerinin de bileceği üzere İbn Bat-tûta zaman zaman seyahat rehberi türü kitaplardan faydalandığını bizzat söyle¬miş, bu arada ve İbn Cübeyr'den alıntı yaptığını belirtmiştir [821]dolayısıyla Abderfden de istifade etmiş olabilir. Belli bir kitap¬tan faydalanmış olması ise orayı gezme¬diği anlamına gelmez; aksine kendi sun¬duğu bilgileri daha derli toplu hale getir¬me gayreti taşıdığını gösterir. Esasen İbn Battûta. alıntı yaptığı kaynakta bulunma¬yan yeni bilgiler vermeyi asla ihmal etme¬miştir. İbn Battûta'ya yöneltilen ciddi iti¬razlara cevap veren ve er-Rihle'nin oriji¬nalitesini savunan araştırmacıların cevap¬ları N. Muhammed A. İsmail tarafından üç madde halinde özetlenmiştir.[822] İbn Battûta'nın fıkıh bilgisi ve iti¬mada şayan olup olmadığı gibi hususlar da Arap âleminde tartışılmıştır.[823]

Literatür. Eser üzerine yapılan ilk çalış¬ma Muhammed b. Fethullah el-Beylûnf-nin hazırladığı muhtasardır. Zebîdî'nin de temas ettiği [824] bu özetin Brockelmann tarafından bildirilen nüshaları dışında [825] bir nüsha İzmir Millî Kütüphanesi'nde [826] bir nüsha da Medine'de Arif Hikmet Kütüp-hanesi'nde [827] bulunmaktadır. Ancak bu eser Avrupa'da tanınıp er-Rih¬le'nin müjdecisi olarak telakki edildikten sonra İslâm dünyasında basılmıştır; İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'nde de [828] meçhul bir müellif tarafından yapılmış bir Türkçe çevirisi mevcuttur. Bu çevirinin sayfa kenarlarına sonradan Arapça ve Farsça notlar düşülmüş. Merâşıdü'l-ıttılâ1 gibi kaynaklara atıf yapıl¬mıştır.

Krachkovsky'nin de belirttiği gibi er-Rihle'nin bu muhtasarını Avrupa'da ilk keşfedenler ilim adamları değil seyyah¬lardır. Seetzen ve Burckhardt bu muh¬tasarı Gotha ve Cambridge'e getirdiler (1808). Böylece ilim çevrelerinde eser üze¬rine İlk incelemeler yapıldı.[829] er-Rihle'y'ı etraflı şekilde ele alan ilk şarkiyatçılar Alman asıllı M. Kosegar-ten İle öğrencisi H. Apetz'dir. Kosegarten İran, Maldiv adaları ve Afrika ile ilgili kı¬sımları [830] Apetz ise Mala-bar sahiliyle ilgili kısmı tahlil etmiştir.[831] Nihayet Samuel Lee, Beylûnfnin ihtisar ettiği met¬ni İngilizce'ye çevirdi.[832] Daha sonra Fas'ta 1797'de bulunan bir el yazmasına daya¬nan J. de Santo Antonio Moura, er-Rih-7e'yi bu eksik nüshadan Portekizce'ye ter¬cüme etti [833]Avrupalılar'ı er¬ken bir dönemde bir seyahatnameyi et¬raflı şekilde incelemeye ve kendi dillerine çevirmeye iten asıl sebep sömürgecilikle ilgilidir. Nitekim öncelikle ele aldıkları böl¬geler Hindistan, Seylan ve İç Afrika gibi iştah kabartan yerler ve en fazla incele¬dikleri fasıllar da zenginlik ve altın keli¬melerinin geçtiği kısımlardır.

Fransa'nın Cezayir'i işgal etmesiyle Ku¬zey Afrika kütüphaneleri sömürge yöne¬timinin eline geçti ve er-Rihle'nm beş özel nüshası Bibliotheque Nationale'e ge¬tirildi; bunlardan ikisi kâtip İbn Cüzey el-Kelbî'nin elinden çıkmıştı. C. Defremery ile B. R. Sanguinetti, uzun süren bir çalış¬ma yürüterek eserin Arapça tam metni¬ni Voyages d'îbn Batoutah adıyla Fran¬sızca'ya çevirip dipnotlarla zenginleştire¬rek dört cilt halinde yayımladılar.[834] Girişte Ernest Renan'ın İbn Battûta ve üslûbuna dair övgü dolu bir yazısının da yer aldığı bu tercüme o tarih¬ten bugüne kadar İbn Battûta üzerine ya¬pılan inceleme, karşılaştırma ve tenkit¬lerde daima esas alınmıştır.[835] Bu yayından sonra kitabın çeşitli bölüm¬leri yahut tamamı hakkında epeyce çalış¬ma yapılmıştır. Ernest Meyer eseri bo¬tanik tarihi bakımından İncelemiş [836] Oscar Peschel ondan hareketle Hindistan tarihini [837] Henry Yule Hindistan. Bengladeş ve Çin [838] ve L. Fletcher Güney Hindistan [839] coğrafyalarını ele almışlar, August Fischer araştırmasında Battûta kelimesindeki "tfnın niçin şed¬deli olması gerektiğini izah etmiş [840] ve Hans von Mzik'in kısmî çevirisinin ardından [841] H. A. R. Gibb zengin notlarla bezeli Selections from Ibn Battuta başlıklı ki¬tabını yayımlamıştır (London 1929). Batı dillerindeki ilk çalışmalarda esere karşı duyulan güven üzerine zamanla Yule gibi bazı araştırmacılar yüzünden gölge düş¬müşse de Hans von Mzik ve Gibb'in eser¬leri kitabın güvenilirliğiyle ilgili temel ka¬naati güçlendirmiştir. Daha sonra Agâ Mehdî Hüseyin'in Delhi Sultanlığı [842] Yama-moto'nun Tavâlisî [843]Narayana R. Seletore'nin Kral Haryab [844] Abdülmecîd Han'ın FfrûzŞah[845] Stephan Conermann'ın Muham¬med b. Tuğluk [846] veRichard Hennig'in Nijerya [847] ile ilgili kısım¬lar üzerine yaptıkları incelemeiar İbn Bat-tûta'yı iyice değerlendirmiştir. Zaman za¬man Arnikam Elad gibi [848] menfi tes-bitlerde bulunan araştırmacılara rastlan¬sa da yeni çalışmalar çoğunlukla İbn Bat-tûta'yı tasdik ve ikmal ile sonuçlanmak¬tadır.

XX. yüzyılın ikinci yarısında er-Rİhle üzerine yapılan en zengin şerh-çeviri Gibb'e aittir.[849] Ancak onun ömrü büyük emek verdiği eserin son cil¬dini çıkarmaya yetmemiş ve bunu halefi Beckingham yayımlayarak neredeyse bü¬tün paragrafları işlenip notlandırılmış olan çeviriye son şeklini vermiştir (London 1994). Şu anda eserin en kaliteli ve ayrın¬tılı şerh-çevirisi budur. Gibb'in başarısı. İbn Battûta'ya yakın zamanlarda yaşayan İbn Dokmakve İbn Hacer gibi biyografi ve tarih yazarlarına başvurarak kitaptaki isimleri tahkik etmesinden ve Anadolu, Orta Asya ve Hindistan'la ilgili başka eser¬leri de incelemesinden kaynaklanmakta¬dır. Yine 19S0'li yıllardan sonra Çek asıllı araştırmacı İvan Hrbek'in çalışması [850] çok önemli¬dir, er-fîihie'deki olayların tam olarak ne zaman ve nerede gerçekleştiğini ve me¬safelerin nasıl hesaplanması gerektiğini diğer kaynaklarla karşılaştırarak ele alan bu çalışma hayranlık uyandıran bir sab¬rın ve dikkatin ürünüdür. Çok zengin bir literatür sunan Ross E. Dunn'ın eseri de [851] eserin hangi bölüm¬lerinin hangi kitaplara ve araştırmalara başvurularak değerlendirilebileceğini gös¬termesi bakımından kıymetlidir. Kitap F. Gabrielli tarafından Viaggiotori Arabi. Viaggi ibn. Battuta adıyla İtalyanca'ya (Cagliari 1961), Serafin Fanjul ve Federico Arbös tarafından da A traves del islam adıyla İspanyolca'ya (Madrid 1987) çevril¬miştir.

StephaneYerasimos, Defremery-San-guinetti çevirisini gözden geçirerek yeni giriş bölümü ve yeni notlarla daha zengin hale getirmiştir.[852] Notların düzenlenmesinde Gibb'den fay¬dalanılmakla beraber Anadolu, Balkanlar ve Kırım gibi bölümlerde orijinal açık¬lamalarda bulunulduğu görülmektedir. Paule Charles-Dominique er-Rİhle'nin önce geniş bir özetini yayımlamış [853] daha sonra İbn Fadlan, İbn Cübeyr ve İbn Bat-tûta'nın eserleriyle müellifi meçhul bir se-yahatnameyi Fransızca'ya çevirmiştir.[854] Thomas J. Abercrombie de ilginç bir metotla National geographic'ın maddî yardımıyla yola koyulup İbn Bat-tûta'nın gezdiği yerleri dolaşmış ve te¬mel intibalarını, fevkalâde güzel fotoğ¬raflarla beraber bu dergide neşretmiştir.[855]

Arap dünyasında en son gerçekleşti¬rilen Abdülhâdî et-Tâzî neşri [856] ve birkaç ciddi araştırma hariç tutulursa er-Rihle konusunda ayrıntılı bilgi ve mukayeseye dayalı orijinal çalışma yok gibidir. Eser Defrâmery-Sanguinetti neşrinden uzun bir süre sonra Kahire'de basılmıştır (1288/1871,1322/1904); ancak bu baskılarda ciddi hatalar vardır ve ay-nca Fransızca çeviride bulunan dipnot ve açıklamaların hiçbirine yer verilmemiştir. Fuâd Efrâm el-Bustânî bazı bölümleri okul çocukları için bir dizi haline getirmiştir (Beyrut 1927). Mısır Maarif Vekâleti'nin İsteği üzerine eser Ahmed el-Avâmirî ve Muhammed Câdelmevlâ'nın gayretiyle Mühezzebü Rİhleti İbn Battuta adıyla iki cilt halinde tekrar basılmışsa da (Ka¬hire 1934; Beyrut 1985) coğrafyacı M. Fah-reddin'in bir iki kıymetli haritası dışında ciddi bir şey ortaya konulamamış, birçok yabancı kelime açıklanmadan olduğu gi¬bi bırakılmış ve herhangi bir karşılaştır¬ma da yapılmamıştır. Bunları ilmî olma¬yan diğer bazı baskılar takip etmiştir [857] Daha sonra Mahmûd Şerkâvî'nin [858] Şâkir Hasbâk'in [859] Hüseyin Mûnis'in [860] çalış¬maları yayımlan mışsa da er-Rihle'y\ kül¬tür ve tarih bakımından ele alan bu eser¬ler ya seyahatlerin yeni bir tasnifi veya tekrarı ya da şarkiyatçıların bazı açıkla¬malarının tercümesi olmaktan öteye gi¬dememiştir. Arap dünyasında eserdeki yabancı kelimeler ve bazı bölgeler üzeri¬ne yapılmış ayrıntılı araştırmalar da bu¬lunmaktadır.[861]

Abdülhâdî et-Tâzî'nin hazırladığı tah¬kiki i neşirde dipnotların birçoğu Gibb-Beckingham neşrinden alınmışsa da na¬şirin orijinal katkıları asla azımsanamaz. Tâzî otuza yakın el yazmasına bakmış, za¬man zaman Defremery Sanguinetti nüs¬hasında bulunmayan farklı ibarelere ulaş¬mış [862] girişte çok zengin bir malzeme sunmuş ve IV. cildin sonundaki ilâvede eserle ilgili bazı belgelerden ve diplomatik kaynaklardan bahsetmiştir.[863] Bu neşri önem¬li kılan bir husus da V. cildin şahıs isimle¬ri, coğrafî isimler, siyasî - kültürel kavram¬lar, giyim kuşamla alâkalı tesbitler. yemek ve hayvan isimleri gibi alanlarda otuz dört ayrı fihrist ihtiva etmesidir.

Türkiye'de Rus şarkiyatçısı Krachkovsky'-nin de belirttiği gibi [864] da¬ha 186O'lı yıllarda bu esere karşı bir ilgi uyanmış, kötü ve eksik bir nüshadan da olsa yapılan ilk çeviriler Takvîm-i Vekayi' gazetesinde neşredilmiştir (Mayıs 1862). Meçhul bir mütercimin yaptığı Terceme-i Seyahatnâme-i İbn Battûta 1290'da Sü¬leyman Efendi Matbaası'nda ilk çeviri ki¬tap olarak basılmıştır. Muhammed Mah¬mûd es-Sayyâd da takdirkâr bir ifadeyle Türkler'in Araplar'dan erken davrandığı¬nı belirtir.

Mehmed Şerif Paşa, er-fli/ıie'nin De¬fremery-Sanguinetti nüshasını Seyahat¬nâme-i İbn Battûta adıyla üç cilt olarak [865] Türkçe'ye çevir¬miştir (İstanbul 1315-1319). Eser ayrıca 1917 yılında Maarif Vekâleti tarafından görevlendirilen bir heyete Defremery-Sanguinetti neşrinden tercüme ettirilmiş¬tir. Bu çalışma, yirmi altı sayfalık bir mu¬kaddime ve ayrıntılı bir fihristle birlikte beş cilttir. El yazması İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'nde bulunan [866] bu çevirinin zayıf tarafı fihrist kıs¬mındaki bazı isimlerin yanlış imlâ ile ve¬rilmiş olmasıdır; herhalde Fransızca neş¬rin fıhristindeki isimler İslâm coğrafya li¬teratürü gözden geçirilmeden olduğu gi¬bi nakledilmiştir. M. Cevdet, er-fîihie'nin Ahîlik'le ilgili kısmına Zeyl 'alâ taşli'l-ahiyyeti'l-ütyâni't-Türkiyye iî Kitâbi'r-Rihle li'bn Battûta adıyla Arapça bir ze¬yil hazırlamış. Ahilik müessesesini Arap-lar'daki fityân ile karşılaştırmış, tarihî ge¬lişimini, eğitim ve merasimlerini, askeri, tasavvufî yönlerini ve çeşitli sanayi kolla¬rındaki hizmetlerini belge ve rakamlarla açıklamıştır (İstanbul 1351/1932). Meh¬med İzzeddin'in er-Rihle'de anlatıldığı şekliyle Bizans topografyasını ele alan ça¬lışması Fransızca olarak basılmıştır.[867] İbrahim Kafesoğlu'nun İslâm Ansiklo-pedisi'ne yazdığı İbn Battûta maddesi de oldukça muhtevalıdır.

Türkçe'de bu çalışmalardan sonra ciddi bir incelemeye rastlanmamaktadır. Mü¬min Çevik tarafından Mehmed Şerif çe¬virisinin sadeleştirilip "tam metin" oldu¬ğu belirtilerek gerçekleştirilen baskısın¬da [868] birçok kelime yanlış okunmuş, say¬falar dolusu şiir ve açıklama atlanmış, ay¬rıca yer yer fahiş hatalar yapılmıştır. İsmet Parmaksizoğlu, Kültür Bakantığı'nın 1000 Temel Eser serisi için hazırladığı bir kitap¬çıkta Türkler'le ilgili birkaç bölümü yayım¬lamış, ancak onda da Mehmed Şerif çe¬virisinin sadeleştirmesine kalınmıştır.[869] Mehmet Şeker tarafından kitabın Anadolu, özellikle Denizli ve ahi¬lerle ilgili kısmı üzerine yapılan çalışma Osmanlıca çevirinin bazı bölümlerinin ye¬niden tasnif ve tekrarından ibaret kal¬mıştır.[870] Nurettin Bürol İbn Bat-tûta'ya Göre Deşt-i Kıpçak ve Türkis¬tan başlıklı bir yüksek lisans tezi hazırla¬mıştır.[871] Son yıllarda esere tekrar ilgi duyulmuş ve Sait Aykut tarafından Abdülhâdî et-Tâzî'nin beş ciltlik neşri esas alınarak Gibb ve Beckingham'ın İngilizce, Yerasimos'un Fransızca tercümeleri ve Dunn'ın çalışması gibi diğer önemli lite¬ratürden faydalanmak suretiyle açıklama¬lı bir çevirisi yapılmıştır; çalışma yakında Yapı Kredi Yayınları arasında neşredilecektir.

er-Rihle M. Hüseyin tarafından Urdu¬ca'ya (Lahor 1898), Muhammed Ali Mu-vahhid tarafından Farsça'ya [872]çevrilmiştir.

Ziyaret -> Toplam : 125,29 M - Bugn : 51086

ulkucudunya@ulkucudunya.com