« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

19 Şub

2012

BAHÂEDDİN VELED

01 Ocak 1970

(ö. 628/1231)

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin babası, mutasavvıf.

546'da (1151) Belh'te doğdu. Bahâed-din (Bahâ-i Veled) lakabı ve Sultânü'l-ule¬mâ unvanı ile şöhret buldu. Kendi ifa¬desine ve Sipehsâlâr ile Eflâkî'ye göre "sultânü'l-ulemâ" unvanı ona rüyada Hz. Peygamber tarafından verilmiştir. Anne¬si Hârizmşahlar hanedanından birinin kı¬zı olmalıdır. Eflâkî, Bahâeddin Veled'in annesinin bu sülâleden Sultan Alâeddin Muhammed Tekiş'in, "melîke-i cihan" di¬ye nitelendirdiği kızlarından biri olduğu¬nu söylüyorsa da bunu kronolojik ola¬rak doğrulamak mümkün değildir. Çün¬kü Bahâeddin Veled'in doğduğu tarihte bu hükümdar henüz evlenmemiş, bel¬ki de daha doğmamıştı. Yine adı geçen müelliflerin ve bunlardan faydalanan di-ğer kaynakların rivayetlerine göre Ba¬hâeddin Veled'in soyu Hz. Ebû Bekir'e ulaşır. Menâkıbü'}-':ânfm'ĞeWi konu ile ilgili diğer kayıtlar incelendiğinde bu ak¬rabalığın anne tarafından oiduğu anla¬şılmaktadır.

Belh'e yerleşmiş sûfîmeşrep bir bil¬ginler ailesine mensup olan Bahâeddin Veled, üç yaşında iken babası Hüseyin el-Hatîbî'yi kaybetti. Ailesine dair birçok keramet ve menkıbeyi ihtiva eden Me-nâkıbü'l-'ârifînve Risâle-i Sipehsâlâr ile bunlara dayanan diğer kaynaklarda öğrenim durumu hakkında bilgi verilme¬diği gibi kiminle ve ne zaman evlendi¬ğinden ve diğer hususlardan söz edil-memiştir. Bununla beraber kendi eseri Ma cdrif'ten ve adı geçen kaynaklarda¬ki bazı kayıtlardan onun küçük yaştan itibaren ciddi bir öğrenim gördüğü, dinî İlimler, hikmet ve tasavvuf alanında seç¬kin bir şahsiyet olduğu anlaşılmakta¬dır. Yine Ma'arifinden, 1199-1210 yıl¬ları arasında birkaç çocuğa sahip bulun¬duğu, bunların birine Hüseyin adını ver¬diği annesinin VII. (XIII.) yüzyılın başla¬rında hayatta olduğu, halk tarafından kendisine "Veled", annesine "Mâmî" (an¬ne) denildiği, kötü huylu ve küfürbaz bir kadın olan annesinin ara sıra kendisini incittiği, çocukları ve annesi için çok zah¬met çektiği, tasavvufa çok küçük yaş¬larda ilgi duyup zikir ve riyazetle meş¬gul olduğu, zikirden usandığı bir sabah Hârizm'e gidip orada İmâdüddin Tabîb adındaki bilginden tıp ilmi okumayı gön-
lünden geçirdiği, vaizliği meslek edindiği, hilaf* ilmi ve tefsir okuttuğu, ders¬lerini Farsça olarak takrir ettiği, malî du¬rumunun ev satın alacak ve kira ödeye¬bilecek derecede iyi olduğu öğrenilmek-tedir. Dünyanın mülk ve makamlarından tamamen uzaklaşmaya çalıştığı anlaşılan Bahâeddin Veled'in Necmeddîn-i Kübrâ'-nın müridi olduğu ve Ahmed el-Gazzâ-ifden intikal eden tarikat hırkasını giydi¬ği de rivayet edilir. Sipehsâiâr, onun bey-tülmâlden aldığı maaşla geçimini temin ettiğini ve asla vakıf malına el sürmedi¬ğini; Eflâkî de Fatma Hatun adında bir kızı ile Alâeddin Muhammed ve Celâled-din Muhammed adında iki oğlu daha ol¬duğunu, evli bulunan kızının Anadolu'ya hicretinden az Önce genç yaşta öldüğü¬nü söyler.

Ma 'arif adlı eserinden 1203-1210 yıl¬ları arasında Belh'te veya Vahş kasaba¬sında oturduğu, yahut Belh'te ikamet edip bu kasabaya gidip geldiği ve her iki halde de Vahş emîri ile ilişki kurdu¬ğu anlaşılmaktadır. Ayrıca Mevlânâ'nın Fîhi mâ iîh adlı eserindeki bir hikâyede de Semerkant'ın Sultan Alâeddin Mu¬hammed Tekiş tarafından zaptı sırasın¬da Bahâeddin Veled'in orada bulundu-ğundan bahsedilmektedir. Masarif (I, 82] ile Menâkıbü'l-'ârifîn'öe (I, 11, 12) Ba¬hâeddin Veled'in aklî ilimlere ve özellik¬le felsefeye karşı olduğu, ilmî mevkiini ve manevî hâkimiyetini kıskanarak ken¬disine dil uzatan bilgin ve filozofları, özel¬likle bid'atçı saydığı ünlü kelâma Fah¬reddin er-Râzî'yi, Hârizmşah Atâeddin Muhammed Tekiş'i, Belh ve Vahş kadıla¬rını ve diğer zahir ulemâsını sık sık min¬ber ve kürsüden açıkça ve şiddetle eleş¬tirdiği görülmektedir.

Eflâkî ve ondan faydalanan diğer tez¬kire müelliflerinin kaydettiklerine göre Bahâeddin Veled, Fahreddin er-Râzfnin kışkırtmalarına kapılan ve bu yüzden Ba-hâeddin'in kendisine karşı ayaklanacağı¬na inanan Hârizmşah Alâeddin Muham¬med Tekiş ile arası açılınca, Alâeddin hü-kümdar olduğu sürece Belh'e dönme¬yeceğine yemin ederek ailesi, yakınları ve bazı müridleriyle birlikte Belh'ten ay¬rılmıştır. Eflâkî'nin bu konuda verdiği bilgiler oldukça çelişkilidir. Bir yerde Ba¬hâeddin Veled'in Belh'ten ayrılmasına yol açan olayın 1208'de meydana geldiğini söylerken başka bir yerde 604'te (1207) doğduğunu söylediği Mevlânâ'nın Belh'¬ten ayrıldıklarında beş yaşında olduğu¬nu kaydeder. Bir başka yerde ise Mevlâ-nâ'nın altı yaşında iken Belh'te olduğunu söyler. Öte yandan Moğollar'ın Belh'e saldırıp halkın büyük bir kısmını kılıç¬tan geçirdikleri haberi halifeye ulaştığın¬da Bahâeddin Veled'in Bağdat'ta bulun¬duğunu belirtir. Eğer Mevlânâ'nın 1207'-de doğduğu ve babasıyla Anadolu'ya hic¬ret ettikleri sırada beş altı yaşında ol¬duğu kabul edilirse -ki bu doğru değil¬dir- Anadolu'ya 1212 veya 1213 yılların¬da gelmiş olmaları gerekir. Bu ise hem 606'da (1209) öldüğü bilinen Fahred-din er-Râzî'nin ölümü, hem de 1220'de Belh'in Moğollar tarafından zaptı olayı ile çelişki teşkil eder. Öyle anlaşılıyor ki Eflâkî, Mevlânâ soyunun kerametlerini ispat etmek ve Moğol istilâsının Bahâ¬eddin Veled'in gönlünün incinmesi yü¬zünden meydana geldiğini dile getirmek, ayrıca her zaman bâtın ulemâsına karşı çıkan zahir ulemâsının bir şey bilmedik¬lerini belirtmek için bu ve benzeri riva¬yetleri kronoloji sıralamasına dikkat et¬meden bir araya toplamış, diğer tezki-reciler de bu rivayetleri tekrar etmişler¬dir. Bahâeddin Veled, Belh'ten, Fahred-din er-Râzî'nin kışkırtmasına kapılan Alâ-eddin Muhammed Tekiş'e kızarak veya adı geçen âlim ve taraftarlarından inci¬nerek ayrılmış olsa bile sanıldığı gibi Anadolu'ya değil henüz Hârizmşah'ın eli¬ne geçmemiş olan Sultan Osman'ın hâkimiyeti altındaki Semerkant'a 1212'den önce gitmiş olmalıdır. İbnü'l-Esîr'e gö¬re 1210. Cüveynî'ye göre 1212'da Se-merkant Hârizmşah tarafından kuşatıl¬dığı sırada Bahâeddin Veled oğlu Mev¬lânâ ile bu şehirde bulunmaktaydı. Se-merkant Sultan Alâeddin'in eline geçin¬ce çaresiz kalarak muhtemelen Belh'e dönmüş ve orada yedi sekiz yıl kalıp mü-ridlerinin terbiyesiyle meşgul olmuş, da¬ha sonra Moğol saldırısından çekinerek 616 (1219) yılının sonlarına doğru Belh'¬ten ayrılmıştır. Devletşah ve Câmî, Ba¬hâeddin Veîed'in kafılesiyle Belh'ten ay¬rılıp hacca gitmek üzere takip ettiği gü¬zergâh üzerinde bulunan Nîşâbur'a ge¬lince Şeyh Ferîdüddin Attâr tarafından karşılandığı, Attâr'ın Esrârnâme adlı ese¬rini Mevlânâ'ya hediye edip babasına, "Çabuk ol, senin bu oğlun dünyanın yan¬ma kabiliyeti olan kişilerini ateşe vere¬cektir" dediğini rivayet ederler. Attâr'ın Bahâeddin Veled'i karşılaması ve eserini beş altı (gerçekte on üç) yaşındaki Mev¬lânâ'ya hediye edip geleceğinden haber vermesi tarihî yönden mümkün ise de Velednâme ve Menâkıbü'!-'arifin gi¬bi ilk kaynaklarda yer almayan bu hikâ¬ye Bahâeddin Veled'i yüceltmek, Attâr'-ın kerametini ispat etmek ve dikkatle¬ri Mevlânâ'ya çevirmek için düzenlen¬miş olmalıdır. Bahâeddin Veled Bağdat'a vardığında başlarında meşhur şeyh Ebû Hafs Ömer es-Sühreverdî'nin bulundu¬ğu büyük bir kalabalık tarafından kar¬şılandığı, halifenin gönderdiği hediyele¬ri reddettiği, bir cuma günü vaazında bulunan halifeyi şiddetle tenkit ettiği, Moğollar'ın Bağdat'a saldıracağı ve ha¬lifeye Abbasî hilâfetinin son bulacağını söylediği, orada kaldığı birkaç günü Müs-tansıriyye Medresesi'nde geçirdiği Eflâ¬kî ve diğer kaynaklar tarafından bildi¬rilmekte ise de bu olaylardan bir kısmı¬nın gerçek olması şüpheli ve hatta im-kânsızdır. Çünkü 1228-1234 yıllan ara¬sında yapılmış bulunan Müstansıriyye'de kalmış olmaları mümkün olmadığı gi¬bi Bağdat'ta duyulduğu bilinen Moğol istilâsını haber vermenin de bir keramet sayılamayacağı açıktır.

Bağdat'ta fazla kalmayıp Küfe yoluy¬la Mekke'ye giden Bahâeddin Veled hac dönüşü Şam yoluyla Anadolu'ya geldi. Ancak önce hangi şehre gittiği, nerede ve ne kadar kaldığı belli değildir. İbtidû-ndme'sinde {Velednâme) olayları kısa kısa veren Sultan Veled yer ismi olarak sadece Rum ve Konya'dan bahseder ve dedesinin Konya'da iki yıl kaldıktan son¬ra orada öldüğünü söyler. Sipehsâlâr ise Bahâeddin Veled'in Suriye'den Erzincan'a gittiğini, oradan Erzincan Akşehiri'ne geçtiğini, burada Mengücükoğullan'n-dan Fahreddin Behram Şah'ın hanımı İs¬met Hatun'un yaptırdığı hankahta bir yıl kadar oturduktan sonra Konya'ya geç¬tiğini, Mevlânâ'nın bu sırada on dört ya¬şında olduğunu yazar. Eflâkî ise onun Şam yoluyla önce Malatya'ya geldiğini, oradan Erzincan'a geçtiğini, Erzincan'da fazla kalmadan Akşehir'e gittiğini, bu¬rada İsmet Hatun'un yaptırdığı medre¬sede dört yıl kaldığını, daha sonra yak¬laşık yedi yıl oturdukları Lârende'ye (Ka¬raman) yerleştiğini, burada on yedi veya on sekiz yaşında olan oğlu Mevlânâ'yı Şerefeddin Lâlâ-yı Semerkandî'nin kızı Gevher Hatun ile 1224 veya 1225'te ev-lendirdiğini, Sultan Veled ile kardeşi Alâ¬eddin'in burada doğduklarını. Selçuklu Hükümdarı Sultan Alâeddin Keykubad'ın daveti üzerine Konya'ya gittiğini kayde¬der. Eflâkî ile Sipehsâlâr'ın rivayetleri birleştirilip Sultan Veled'inki ile muka¬yese edilirse Bahâeddin Veled'in 1220'de Bağdat'tan Mekke'ye gittiği, dönüşte Şam yoluyla Anadolu'ya geldiği, Malat¬ya'dan geçerek Erzincan'a, oradan da Erzincan Akşehiri'ne ulaştığı, daha son¬ra Lârende'ye gidip orada yedi yıla ya¬kın bir süre ikamet ettiği ve son iki se¬nesini Konya'nın merkezinde geçirdiği sonucuna varmak mümkündür. Bahâed¬din Veled'in şöhreti kısa sürede bütün Konya'ya yayıldı. İrşad faaliyetine ilgi gi¬derek arttı. Kaynaklarda belirtildiğine göre emirler, vezirler, hatta Sultan Alâ¬eddin Keykubad bile kendisine mürid oldular. Sabahtan Öğleye kadar talebe¬lerine ders veriyor, öğleden sonra mü-ridleriyle meşgul oluyor, cuma ve pazar¬tesi günleri halka vaaz veriyor, bu ara¬da Maarifini tamamlamaya çalışıyor¬du. Tarikat silsilesinin Necmeddîn-i Küb-râ'ya ulaştığı rivayet edilmekle birlikte bir Kübrevî şeyhi olarak faaliyet göster¬memiştir. Eflâkî onun lafza-i celâl ile ya¬ni "Allah Allah" diye zikretmeyi tercih ettiğini kaydeder.

EflâkTnin Sultan Veled'den naklen söy¬lediğine göre kuvvetli, iri yarı, cüsseli bir zat olan Bahâeddin Veled 18 Rebîülâhir 628 (23 Şubat 1231) Cuma günü vefat etti.

Bahâeddin Veled sık sık şeriatın zahi¬rini korumanın, sünnetlere riayet etme¬nin gerekli olduğunu söyler, şeriata aykırı davrananlardan nefret eder, ehil olan herkesin iyiliği emretmesini ve kötülü¬ğü yasaklamasını isterdi. Macârif adlı eserinden onun son derece zengin bir ruh dünyasına sahip bulunduğu anlaşıl¬maktadır. Ona göre iyilik ve kötülük iza¬fîdir; mutlak iyi ve mutlak kötü diye bir şey yoktur. Küfür Allah'a nisbetle hik¬met, bize nisbetle âfettir, yani her ikisi Allah'a nisbetle aynı, bize nisbetle fark¬lıdır. Yaptığımız her şey ve bizden mey¬dana gelen her fiil, Allah'ın fiili ve O'nun yaptığı şeydir. Bizler Hakk'ın yüklerini taşıyan develer gibiyiz; kalkma zamanın¬da yükümüzü sırtımızdan alırsa kalkar, çökme anında bizi uyutursa uyuruz. Al¬lah binlerce sanat ve fen yaratmış, bun¬lardan biri olan merhameti anneye o ver¬miştir. O kimseye muhtaç olmadığı bir şeyi vermemiştir. Yerde ve gökte cazibe¬si bulunmayan bir şey yoktur; her şey kendi cinsini mıknatıslar ve ona meyle¬der. Sen birine meylediyorsan mutlaka o da sana meylediyordun dostluk ve sev¬gi tek taraflı değildir. Asıl olan mâna ve maksatlardır, görünüşler ve kalıplar de¬ğil. İnsanlar kadehe değil içindeki şara¬ba, köşke değil onun niçin ve kim için yapıldığına baksa kâinatta ikiliğin bu-lunmadığını kavrar, ruhta ve mânada bir¬liğin hâkim olduğunu görürler. Allah'a bağlanan ve O'nunla ilgi kuran ruhlar arasında hiçbir perde ve hiçbir ihtilâf kalmadığı gibi hiçbir cehennem ve hiçbir zahmet de kalmaz; güneş ışınının gü¬neşle aynı olduğu gibi onlar da O'nunla tek şey olurlar.

Bahâeddin Veled'in Macârif adlı ese¬ri Bedîüzzaman Fürûzanfer tarafından neşredilmiştir (MI, Tahran 1333-1338 hş; 1352 hş.).

Ziyaret -> Toplam : 125,29 M - Bugn : 48155

ulkucudunya@ulkucudunya.com