Emel Esin
Aynur Mısıroğlu 01 Ocak 1970
İrtihâli: 26 Şubat 1987
Emel Esin hanımefendi’nin beyi, Osmanlı devlet adamlarından Sâdullah Paşa’nın oğlu olan ve büyükelçiliklerde vazife almış bulunan Seyfettin Esin’dir.
Babası ise, Ahmed Ferid Tek’tir. Ahmed Ferid Tek; Osmanlı ve Cumhuriyet devirlerinde bakanlık yapmış, sonra da büyükelçiliklerde bulunmuş, meslek itibariyle asker, fakat daha ziyade gazetecilikle şöhret yapmış bir kimsedir. Sultan II. Abdülhamid merhumun devrinde subay olmasına rağmen siyâsî faaliyette bulunduğu için Trablusgarb’a sürülmüş, bilâhare Fransa’ya kaçarak Jön Türk grubuna iltihak etmiştir. Bunların yurtdışında çıkardıkları gazetelerde yazılar yazan Ahmed Ferit Tek, son Osmanlı Meclis-i Mebusânı’nda da Kütahya milletvekiliydi. İttihadçılar arasında bulunmuş, bilâhare onlarla da anlaşamayarak Sinop’a sürülmüş olan Ahmed Ferid Tek’in bundan sonraki hayatı daha ziyade yurtdışında ve büyükelçiliklerde geçmiştir.
Emel Esin hanımefendinin annesi ise, Müfîde Tek’ti.
Annesi ve babası, Jön Türklerden beri devam edip gelen Batı hayranı bir kafaya sahip olduğu hâlde, onların elinde büyüyen Emel Esin hanımefendi -Allah’ın bir lütuf ve inâyeti sâyesinde- tâvizsiz bir müslüman olarak yaşamış ve hayatını bu minval üzere tamamlamıştır. Bu ise, cidden hayret edilecek bir şeydir. Esâsen görmüş olduğu tahsil de, bu aykırılığı bir kat daha hayretle karşılamaya sebep olacak mâhiyettedir.
Gerçekten o, Paris’te “Ecole des Sciences Palitiques”in Tarih bölümünde yüksek öğrenim görmüştür. Daha sonra Paris ve Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’nde mimârî, resim, mozaik, vitray ve gravür tahsil etmiştir.
“Türk Ekonografisi’nde Ejder” başlıklı teziyle Paris Üniversitesi’nde Sanat Tarihi doktoru ünvanını kazanmış olan Emel Esin hanım, bir devrin meşhur şarkiyatçı âlimlerinden Necati Lugal’dan Arapça ve Farsça öğrenmiştir.
Ayrıca Zeki Velidi Togan’dan “Orta Asya Tarihi”, Herbert Yarsky’den “Ortaçağ Türkleri Metinleri” derslerini almış, Doğu ve Batı dillerinin çoğunu bilmesinden dolayı bir çok eseri inceleyerek Türk Sanat Tarihi ve Arkeoloji sahasında husûsî çalışmalar yapmıştır. Elde ettiği bilgileri fişleyerek muhafaza ettiği için de kıymetli bir arşiv oluşturmuştur. Milletlerarası pek çok kongrelere iştirâk etmiş, tebliğler sunmuş, bir çok dergilerde ilmî makaleler neşretmiştir.
O, yaşarken Türkiye’den ziyade hâriçte tanınmış bir şarkiyat araştırmacısı idi. Her nasılsa, 1983 yılında Atatürk Kültür Dil Tarih Yüksek Kurumu’nun asil üyeliğine kabul edilebilmiştir.
Eserlerinden bazıları: Orta Asya’da Maddî Kültürün Oluşumu, Türk Kozmolojisinde Güneş, Türk Sanatında İkonografik Motifler, Türklerde Maddî Kültürün Oluşumu.
Bu eserlerin birinde, Batılıların çizmiş oldukları Peygamber Efendimiz’e âid bir tasvire yer vermiş olmasından dolayı, bilâhare İslâmî şuurlanması tamamlandıktan sonra pek çok pişmanlık duymuştur. Gerçekten bu eserin Türkçe yayınlanmasının ardından bir çok okuyucudan ikazlar, hatta hakaret dolu mektuplar aldığını söylemiş ve kendilerine hak verdiğini ifade sadedinde:
“-Bunu yapmamalıydım!..” demiştir.
Bütün hayatı, Batı Âleminde geçen bir insanın, şu hâdise karşısında gösterdiği olgunluk, cidden takdire şâyândır.
O, ilk çocukluk yıllarından itibaren sosyetik bir anne ile Jön Türk kafalı bir babanın elinde Batı’da yetişmiş bir hanım olmanın yanısıra, daha sonraki yıllarda da bir büyükelçi hanımı bulunmak hasebiyle uzun yıllar yurtdışında kalmış bir hanımdı. Buna rağmen nasıl olup da İslâm ile me’luf bir kalbe sahip olduğunu anlamak cidden zordur. Bir neticenin şerefi, ona ulaşmak için katlanılan güçlükler nisbetindedir. O, hayatındaki bunca menfî müessire rağmen İslâm’a gönül vermiş ve onu ilim olarak hazmetmiş âlime bir insandı.
* * *
Çengelköy’ün en güzel koyunda muhteşem Sadullah Paşa Yalısı hâlâ hayranlıkla seyredilir. Büyük bir bahçenin içinde bulunan bu yalı, çınar ve manolya ağaçları ile âdeta bir koru görünüşündedir. Emel Esin hanım, bu şahane yalıda çok az bir süre ikamet etmiştir. Çünkü bu yalının uğursuzluğuna, o da inanmaktaydı.
Bazı mahallerde -eskilerin tâbiriyle söylemek gerekirse- bir “şeâmet” yani uğursuzluk olduğuna inanılır. Bu yalının ilk sahibinin intihar etmiş olduğu bilinmektedir. İkinci sahibi, onun kayınpederi Sadullah Paşa da Berlin’de Osmanlı Büyükelçisi olarak bulunmaktayken hava gazı musluğunu açarak intihar etmiştir. Muhtemelen o da bu duyduklarının tesirinde kalarak, kocası emekli olup Türkiye’ye döndüğü hâlde burada uzun müddet ikamet etmeyi tercih etmemiştir. Kendisi oradaki kısa ikameti sırasında yüksek sosyeteye mensup bazı kimseleri ve yabancıları burada ağırlamıştır. Bu misafirler arasında İngiliz prensesi Margaret de vardır.
Sadullah Paşa Yalısı bir hayli boş kaldıktan sonra, burasını Asil Nadir’in eski eşi Ayşegül Nâdir kiralamak isteyince, Emel Esin hanım, onu eski eserler ve antika bilgisi itibariyle bir imtihana tâbî tutmuş, sonra da bu yalının kıymetini bilebileceği düşüncesiyle kendisine kiralamıştı. Ayşegül Nadir’in de burada huzurlu bir hayat geçiremediği ve eski eser kaçakçılığından dolayı başına birtakım belaların gelmiş olduğu cümlenin mâlumudur.
Emel Esin hanım, Salacak’ta, Setüstü’nde güzel bir villa yaptırarak ömrünün sonuna kadar burada oturmuştur. O zaman Üsküdar-Harem arasındaki sahil yolu yapılmamış olduğundan, bu bina bir yalıydı. Evin bir katı, yıllarca dünyanın dört bucağından topladığı değerli eserler ve kıymetli arşiv vesikalarıyla lebâleb doluydu. Vefât edene kadar burada oturmuş, seçkin misafirleriyle bu evde çok kıymetli ilmî sohbetler yapmıştır.
Sanat tarihinde master yapmış, kitap ve yazılarıyla kültür hayatımıza hizmet etmiş, görgülü ve seviyeli tavrıyla ziyaretine gelen herkesi, ilmine ve olgunluğuna hayran kılan Emel Hanım, genç yaşına rağmen kırlaşmış saçları ve duru mavi gözleri ile cidden güzel bir hanımdı.
Arapça ve Farsça’ya ilâveten belli başlı yabancı dillerine vâkıf olduğundan hemen her meselede kaynaklara müracaat edebiliyor ve muhataplarını engin bilgisiyle hayran bırakıyordu.
“İlmin sonu yok!..” gerçeğinden hareketle, kendisinden istifade edebileceği her gerçek âlime dört elle sarılır, öğrenmek hususundaki nihayetsiz aşkını tatmin için en küçük istifade fırsatını kaçırmazdı. Rahmetli Hocamız Muhammed Hamidullah Bey’den İslam tarihini okuyup büyük ölçüde istifade sağlamıştır. Kendisine, İslam’ın en küçük bir emri bildirildiği zaman, onu büyük bir heyecan ve olgunlukla kabul eder ve bunu söyleyene pâyânsız teşekkürler ederdi.
Emekli olup İstanbul’a yerleştikten sonra, sık sık Kur’ân-ı Kerim kurslarını ziyarete gider, oralarda okuyan genç hanımlarla sohbet eder, kurs müdîresinden yardıma muhtaç olanları öğrenerek ilmi gibi servetini de bezletmekten büyük bir haz duyardı.
Ömrü boyu toplayıp biriktirdiği kütüphane ve arşiviyle bu arşivin yer aldığı Salacak’taki yalıyı, hizmetinin devamını arzu ettiğinden Kültür Bakanlığı’na bağışlamıştır. Bu, âlime ve hayırsever insan, genç sayılacak bir yaşta, benim yâd ellerde bulunduğum 1986 yılında vefat etmiştir. Nurlar içinde yatsın.