TARIK BUĞRA’NIN HİKÂYE DİLİNDE İRONİ
Nazım Elmas 01 Ocak 1970
Özet
Bu makalede hikayeci-okur ilişkisinde devrede olan bir uygulamadan söz
edilecektir. Yazar hikaye metnini kurarken okuru dikkate alır. İlerleyen
sayfalarda esere olan ilgiyi canlı tutmak için okuru sarsacak, şaşırtacak,
gülümsetecek noktaları anlatıma katar. Bu yerlerde ilgi artar. Anlatılarda
ironik anlatım, yazarların sık sık kullandığı bir yöntemdir.
Hikaye dilinde ironik anlatım, okur tepkisini çeken bir özellik taşır. Hikaye
metni okurla bütünleştiği bu anlarda kalıcılık kazanır ve daha etkili olmaya
başlar. İronik dille okur muhayyilesinde gizli metnin nasıl oluştuğu ve
zenginleştiği anlaşılmış, Tarık Buğra’nın hikaye dilinde de bu yöntemin
önemli bir yer tuttuğu görülmüştür. Onun bir hikayesinden hareketle,
yöntemin kullanılışı ve dile katkısı sunulmaya çalışılacaktır.
Bir retorik araç olarak ironi; yazar ile okur arasındaki ‘gizli anlaşma’
(iletişim) esasına dayanır. Bu cümleden olmak üzere; hikâye ya da diğer
kurmaca anlatılar için varlık alanı olarak ‘gizli metnin’ hedeflendiğini
belirtmeliyiz. Zira okur, nihayetinde, bu sentetik, yazılmamış metne
ulaşmakla mükelleftir. Hikâye ya da diğer kurmaca anlatılar için varlık alanı
olarak oluşturulan gizli metin, sanat eserini var eden bir sanatçı hüneridir.
Her metin dilsel manada ortaya çıktığı anda değil, bir okuma ya da dinleme
esnasındaki algılanış seviyesi ile değer kazanır. Metinde cümleler arsında
oluşturulan sürükleyici bağlar, yeni yeni söyleyiş alanları açarak geliştirilen
akış, okuyucunun dikkatini metne yönlendirir. Okur, yazarın örtülü alanda
gizlediği yazılmamış metne yaklaştığı oranda okuma uğraşını kazanmış
olacaktır. Metnin çizgisel tüketimi değil, dikey ve yatay manasıyla ürettiği
ilişkiler önemlidir. Bunlar mevcut halde yok imiş gibi durabilir, okumanın
muradı bu varlığı gün yüzüne çıkarabilmektir. Yazılan ya da söylenen ne?
Yazar neyi anlatmak istiyor? Metnin ilerleyen bölümlerinde olaylar
arasında sanatçının söylemek istediklerini okur kafasında canlandırabiliyor
mu? Bu ayrı anlam basamaklarında okur alımlaması nasıl olacak? Metnin
cümlelerindeki açık anlam ve muhtemel anlam arasındaki bağlar, sanatçının
sezdirmesi ile algılanmaktadır. İroni bu süreçlerde yazarın işini
kolaylaştırmakta, görünmezi anlatma niyetine destek vermektedir.
İroninin kelime olarak kullanımı, halk arasında deyim olarak
yerleşmesi, toplumdan topluma farklı algılanışı söz konusudur. Her alanda
varlığını hissettirmesi, ilk çıkış amacına yakın izler taşıması, kullanım
yaygınlığının işaretidir. İnsanoğlu ironiyi sevmektedir. Edebi eserlerde
kullandığı gibi, yeri geldiğinde günlük konuşmalarında düşüncesini niyet
ettiği bağlamda sunmak amacıyla da bu yola başvurmaktadır. İronisiz bir
hayatın renksiz, söylemin ise eksik olacağı anlaşılmaktadır. Şair ve yazarlar
eserlerinde bu yöntemi kullanırken, sanat eserine kattığı değeri görmüşler,
insanlar, günlük konuşmalarında bu imkânı kullanarak daha etkili
olacaklarını fark etmişlerdir. İroni hakkında ön bilgiler şöyledir:
İroni; Fr. ironie 1. ed. Gülmece. 2. Söylenen sözün tersini kastederek
kişiyle veya olayla alay etme, dolaylı ve alaylı anlatım, mizah, alaysılama. Bu
kelimeye kullanım olarak yakınlığı bakımından alay kelimesinin de, ses
tonu, söz, davranış gibi yollarla biriyle, bir şeyle eğlenme, onu küçümseme
anlamına geldiğini belirtelim.
Edebi eserlerde estetik bir unsur olarak kullanılan bu terim; düşünülen
ve ifade edilen, olması beklenilen ve olan şeylerin çatışması, farklı ve
değişik olanın hissettirilmesi şeklinde tezahür eder. “İroni, kullanıldığı her
yerde bir tür karşıtlığı içerir, ama etkisi ancak iki karşıt duygunun yan yana
gelmesiyle açığa çıkar: acı çekme ve gülme. Bir durum ya da olay aynı anda
hem acıklı, hem komik olduğunda ironinin kuralları işlemeye başlamış
demektir. Acı çekme ve gülme etkilerinin aynı anda gündeme gelebilmesi
için, ironi ile karşılaşan kişinin acı çekecek denli özdeşleşmiş, gülebilecek
kadar uzaklaşmış olması gerekmektedir.”1
1 Beliz Güçbilmez, Modern Sonrası Tiyatroda İroni ve Bir Örnek Olarak Tom Stoppart Tiyatrosu,
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara: 2002 (Yayınlanmamış Doktora
Tezi)’nden aktaran Refika Altıkulaç, Oktay Arayıcının Oyunlarında İroni Çeşitlemesi, Bilkent
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2003 (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), s.
12 (www.thesis.bilkent.edu.tr/0002272.pdf).
“İrony en genel ifadesiyle ‘ifade edilenin, söylenenin tersini kastetmek’,
‘mevcut olan veya olması beklenilene tam manası ile aykırı olma’, ‘mizahi
veya alaycı ifade’, ‘birleşen şart ve durumların beklenilenden veya uygun
olandan çok farklı, onun tamamen zıddını ortaya çıkarması’, ‘tartışmada
bilmezden gelme’ diye özetlenebilir. Budalaca bir teklife ‘pek akıllıca’
demek veya bir itfaiye motorunun yanarak batması ironi kavramı içinde
görülür.”2
Yazısının devamında İnci Enginün bu kavram için, Sevim
Kantarcıoğlu’nun “kinaye” kelimesini önerdiğini söyleyerek, aynı kavram
için Cenap Şehabeddin’in “istihza” kelimesini kullandığını ifade eder.
Kavramın özünde Cenap Şehabeddin’in de üzerinde durduğu bir nokta
varsa o da ince bir zekânın varlığı ve gerekliliğidir. Bu durum sanatçı ile
muhatabını karşılıklı ilgilendiren bir gerekliliktir. Bu noktada kültürel
ayırım ortaya çıkar. Sanatçının kastettiğini anlamak, yorumlamak, zihinsel
olarak nüfuz etmek ve çözmek, aynı değerleri paylaşmayla yakından
ilgilidir. Tercüme eserlerdeki estetik kaybın temelinde de bu denge vardır.
Sanatçı muhatabına bazı şeyleri iletirken ortak kültürel unsurların
yardımına ihtiyaç duyar.
Sanatçının ironik bir anlatımla okuyucuyu rahat bırakmadığını anlarız.
O, okuyucu ile değişik açılardan buluşma kabiliyeti elde eder ve muhatabını
sarsar. Birçok ortak nokta yakalamayı başarır. “İronik anlatım,
karşıtlıkların, yergilerin, yaşanan olumsuzlukların daha etkili ve vurucu bir
şekilde aktarılmasını sağlamak amacıyla, asıl niyetin gizlenerek bütün
bunların doğal bir durummuş gibi ima biçiminde sunulmasıdır. İronik
yaklaşımla yazarlar, gerçeğe vurgu yaparak, sarsıcı bir etki yapmayı
hedeflerler.”3
Anlatım tarzı olarak çok eski çağlardan beri kabul gören ironik söylem
içinde eleştirel bir taraf vardır. Bu işlem, sanatçının ustaca uygulamaları ile
eserin içine sindirilerek okuyucuya ya da seyirciye yaptırılır. İroniyi sevimli
ve gerekli kılan da muhatabını bu manada meşgul etmesidir. “İroni alaycı
hatta nihilist bir tavırdır. Yanlışlarla alay eder ama yanlışı bir doğruyla
karşıtlamak gereğini duymaz. Doğruya zaten pek inanmaz. Belli bir değerin
üstüne çıkar, öteki bir değeri alaya alır; sonra bir başka değere oturur, az
önce üzerinde durduğu değeri yerin dibine batırır.” Edebiyat Üstüne
Yazılar’da Murat Belge, ironi ile eleştiri arasındaki ince çizgide ısrarlıdır.
Şöyle devam eder: “Eleştiride yanlışın ‘teşhir’iyle aynı anda doğru da
belirlenir, iki süreç birbirinden ayrılmaz. Eleştiri bir sistematiğin sonucu,
ironi ise bir sistematiğin yokluğudur. Eleştiri değiştirmeyi amaçlar; kendi
başına değiştirmez elbette, ama neyin niçin ve nasıl değişeceğini gösterir,
2 İnci Enginün , “Mehmet Akif’te İroni”, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, Dergâh Yayınları,
İstanbul 1991, s.563.
3 Necip Tosun, “Öyküde İronik Anlatım”, Hece Edebiyat Dergisi, XI/124 (2007), s. 84.
yani daha olumluya geçişin teorik hazırlığını yapar, İroni ise değişme ve
değiştirme gibi amaç gütmez.”4
İronik anlatımda çarpıcı bir söyleyiş vardır. Bu usul, anlatımın
içeriğinden giderek muhatabına farlı bir uyarı yapmayı tasarlayan
sanatçının başvurduğu bir yöntemdir. Sanat eserinde estetik uyarıcı olarak
kullanılır. Okuyucunun dikkatini çekmek, düşündürmek, zihnini sanat eseri
ile meşgul etmek amaçlandığında, sanatçı için müsait bir vasıta olarak akla
gelir. İroninin sanat eserlerinde farklı kullanımları vardır. Kullanımlar
türlere göre değişir. Görsellik arz eden tiyatro ve sinema gibi türlerle,
duyuların daha ziyade zihinsel faaliyet içine çekildiği roman, hikâye gibi
alanlarda, ironi uygulamaları değişiklik göstermektedir.
Edebi incelemelerde, anlatım ustalıkları ve sanatçı hünerleri arasında
sık sık ironiden söz edilmektedir. Sanatçılar, eserlerinde bu usulü denerken,
yerel olarak bazı eklemeler çıkarmalar yapmışlar, ancak sanat eserinin
muhatabı ile sanatçı arasındaki esrarlı bağ ve iletişimi korumuşlardır.
Edebiyatımızda, bir sanatçımızdan hareketle uygulamanın ustaca
kullanımından söz ederek, ironinin edebi esere kattıklarını görmek
mümkün olacaktır. Bu uygulamayı hikâyelerinde ustaca kullanan bir
sanatçımızı araştırmamızda ele almayı uygun gördük. Usta yazar Tarık
Buğra’nın hikâyelerinde başarıyla kullandığı ironik anlatım yöntemini,
Havuçlu Pilav Meselesi hikâyesi ile sınırlı tutarak sunmaya gayret edeceğiz.
HAVUÇLU PİLAV MESELESİ’NDE İRONİK HİKÂYE DİLİ
Havuçlu Pilav Meselesi5 adlı hikâye, yazarın 1948 yılında yazarlık hevesiyle
yazdığı ilk hikâyelerdendir. Yazarlık hayatının ücretle tanıştığı ilk ürünü
olan bu hikaye ile ilgili olarak Tarık Buğra şöyle der: “Ben ‘Havuçlu Pilav
Meselesi’ni verdim, Yusuf Ziya Ortaç bana 15 lira verdi. Böylece ilk
hikâyemi satıyor profesyonel yazar oluyordum artık. Çınaraltı dergisi çıktığı
sürece, her hafta bir hikâyem yayınlanacak, her hafta 15 lira
kazanacaktım.”6 İlk hikâyesi üzerine konuşurken bile eserlerini “satan” bir
sanatçı olarak inceden inceye kendisiyle alay etmektedir.
Havuçlu Pilav Meselesi adlı hikâyede, daha başlangıçtaki takdim, okuru
ironinin keskin çizgisi ile karşı karsıya getirir. ‘Mesele ‘ kelimesinin ardına
takılan havuçlu pilav kelime grubunun çağrışım alanı, anlatının muhatabını,
satır arasına saklanmış olan ince eğlenceli bir alana doğru çeker. Bu
kelimenin belirli kullanım alanlarının oluşturduğu beklentiler, ironi yoluyla
havuçlu pilav kelime grubu üzerinden, karşımıza ince bir ifade derinliği
çıkarır. Yazarın görünür kıldığı şeyin görünmez tarafları, okur tarafından
4 Murat Belge, Edebiyat Üstüne Yazılar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1994, s.188.
5 Tarık Buğra, Yarın Diye Bir Şey Yoktur, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2007, s.17 (Hikâye ile ilgili
alıntılar bu kitaba aittir.).
6 Tarık Buğra, Düşman Kazanmak Sanatı, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2008 s.217.
alımlanarak sanat eserinin işlevi amacına ulaşmış olur. Okur, zihinde soru
işareti yaratan, çözümlenmemiş bir şeylerle karşılaşacağını düşünmeye
başlar.
Hikâyede daha evliliğinin ilk yıllarında mutlu bir beraberliği sürdüren
çiftin evdeki bir günü anlatılmaktadır. İlk metin halkaları ev ortamında
geçen hikâye, Havuçlu pilav meselesi yüzünden eşiyle aralarında çıkan
tartışma sonucu evden bir süreliğine ayrılan anlatıcı karakterin, sokakta ve
meyhane ortamında geçen diğer metin halkalarından oluşmaktadır.
Hikâye, “Ben anlatıcı” konumundaki hikâye kahramanının bakış açısı
ile yazılmıştır. Yazar, hikâye boyunca iki ayrı mekânda anlatıcı karakter
olarak bulunan erkek üzerinden anlatıyı kurgular. Yazar hikâyeyi ilgi çekici
bir yapıya büründürmek için çatışma unsurlarını iki düzlemde uygulamaya
koyar. Birincisi, anlatıcı karakter (erkek) ve kadın arasında oluşturulan
ironik anlatımlar. İkincisi anlatıcı karakter ile hikâyenin diğer şahısları
arasında geçen ironik anlatımlar. Her iki düzlemde yazar olay kişilerinin
çatışan, çelişen, zaaflarla dolu ve safça tutumlarını sözel ironi ve durum
ironisiyle okura ulaştırır.
Anlatıcı karakter ironilerin üreticisidir. Çevresinde gördüğü şeyler
öylesine değişken ve çelişkilidir ki, sıradan kişilerle karşılaştığında, değer
verilen şeylerin önemsizliğini gördüğünde, çokbilmişliğin saflığında,
sonradan görmenin gülünçlüğünde, yersiz beklentilerin acımasızlığında,
ince bir alay ve acınası bir hüzünle içi içe, olanları, sessizce ve usul usul
teşhir etme imkânı bulmaktadır.
Anlatıcı karakter, davranış ve sözleri ile sıra dışılığı temsil eder.
Hikâyedeki diğer kişiler, kadın ve meyhanedeki insanlar, alışkanlıkları ile
yaşamaya devam edenleri, sıradanlığı simgelerler. Bu bağlamda değişimin
ve farklılığın muhalifleridir de onlar. Yazar bu grupta topladığı kişilerin,
yersiz direnç ve zayıf yanlarını da ironinin imkânları ile gözler önüne
getirir.
Anlatıcı karakter, ev ortamında, eşiyle konuşmalarında ve
davranışlarında okurun dikkatini zinde tutacak hünerleri ironi vasıtasıyla
temin eder. Hikâyede sözel ironinin ağırlıklı olarak ortaya çıktığı yerler ev
ortamında başlamaktadır. Anlatıcı karakterle eşi arasındaki Havuçlu pilav
meselesi yüzünden çıkan tartışma üzerine ironik durum ortaya çıkar.Kadın
eşine, pilav için malzemeyi boşuna hazırladığını, düşündüğü şekilde,
havuçlu bir pilav olamayacağını anlatmaya çalışır, üstelik hayretle sorar;
“Demek havuçlu pilav da oluyor?.. sorusuna, anlatıcı karakter tarafından
ciddi ciddi cevaplar verilir: İnsanlar umumiyetle böyledir yavrum.
Bilmedikleri şeyleri asla olmazmış farz ederler. İlim zihniyeti işte bununla
mücadele eder.”
Sonra havuçlu pilav olup olmayacağı hususunda karşılıklı konuşmalar
yapılır. Sade pilavın da lezzetli olduğu, ama havuçlusunun daha lezzetli
olabileceği, insanların her zaman mükemmeli aramak gibi bir görevlerinin
olduğu ifade edilir..Hürrem, kocasının yeni pilav türü arayışlarını da
tereddütle karşılar.Yaptığı yemeklerin beğenilmediği endişesine kapılır ve
“Sen bildiğimiz pilavı beğenmiyor musun? Der. Cevap yine ikna edicidir:” Ben
yetinmenin fazilet olduğuna inanıyorum. İnsanlığı bu hale getiren bu
fazilettir. İlmin anası bu fazilettir. Benim istediğim, bu faziletin mutfağımıza
da girmesidir.”
Bu konuşmalarda ironik anlatımın yoğunluğu fark edilir. Özellikle
“Benim istediğim, bu faziletin mutfağımıza da girmesidir” ifade birliği
içerisinde hikayenin tüm yükünü bulabiliriz. Fazilet kelimesi etrafında
öbeklenen anlayışlar; hikâyenin tam da kırılma noktasının yaşanmasının
istendiği yerdir. Konuşmalarda geçen mutfak, ilim, fazilet üçlüsünün okur
muhayyilesinde oluşturduğu çağrışımlar, iğneleyici ve eğlenceli bir gizli
metnin habercisi olur. Okur, havuçlu pilav ile ilmin, faziletin ne alakası
olduğunu bulmaya çalışır. Olmayanın gerçekmiş gibi sunulmasındaki
hikmeti kavramak ister. Daha değişik anlatım alanlarına ait olan
kelimelerin, nasıl olup bu alana kaydırıldığını, kelimelerin yeni alanda
kullanılmasıyla, aslında ne yapılmak istendiğini keşfe ve yeni çağrışımlar
içinde yol almaya çalışır.
Anlatıcı karakter, meyhane ortamında daha kalabalık şahıs kadrosu ile
baş başadır. Tartışma sonucu evden uzaklaşmış, kendini bir meyhaneden
içeri atmıştır. Meyhanede sonradan görme olduğu anlaşılan tipler vardır.
Anlatıcı karakterin dikkatini çeken kişilerden biri, sonradan görmedir,
içinde yaşadığı varlıklı durumu hazmedememektedir. İlk kanaati böyle bir
‘mutluluk’ görüntüsünün ironik anlatımı ile dışa vurulur: “Hele beriki beni
mutluluktan kolayca tiksindirebilirdi: Çocuklarından, karısından binlerce
liradan bahsediyor, halı isimleri sayıyordu.” Anlatıcı karakter, suyu çekilmiş
limondan kadehine bir damla bile damlatamayan, sadece çekirdek üreten
limondan habersiz, saf ve beceriksize haddini bildirmek ister. Bir durum
ironisi örneği sıkıştırır araya. Böylece, şaşırtma ve beklenmeyen aykırılıkla
ilgiyi artırma sağlanır. “Halıdan anlamam amma, beyefendi, dedim; şu
elinizdekinin limon olduğunu ilk görüşte söyleyebilirim.” Limonun limon
olduğunu anlamak zor bir iş değildir. Bu tür bir anlatım okuyucuyu
uyarmaktadır. Niçin böyle bir ifadeye gerek duyulduğu kavranmaya
çalışılmaktadır. Daha ilginç sanatçı hüneri hemen gelir: “Adam bana tuhaf
tuhaf bakarak; -Limoncu musunuz? der.” Böylece okuyucunun zihninde
limonculuk mesleği somutlaştırılır. Yeni bir ironi ile anlatım
kuvvetlendirilir.
Hikâyenin bu noktasında karakterin bilmediğini okur bilir.. Yazar
dramatik ironi ile okuyucuyu esere bağlar. Karşıdakinin saf saf ‘limoncu
musunuz’ diye sorması muhatabını kızdırır ve alay başlar: “Evet, dedim. Ben
limon üzerine ihtisas yaptım. İtalya’da, Torino’da. Okulun bahçesinde seksen
yedi çeşit limon vardı!” Gerçekte ihtisas yapmamıştır, İtalya’ya gitmemiştir,
okulun bahçesinde de seksen yedi çeşit limon yoktur. Bu bilgiler okuyucu
tarafından bilinmektedir, ancak karakter tarafından bilinmemektedir.
Okuyucu hikâyedeki karakterle alay edildiğini bilmekte, kendisinin dışında
gerçekleşen bu saflığın sinsi sinsi keyfini çıkarmaktadır.
Yazar okuyucuyu sarsmaya devam eder. Rakamlarda bir düzeltme
oyunu ile abartı tabii hale getirilir. Düzeltme dikkati artırır, okuyucu
yeniden anlatımın içine çekilir. Anlatıcı karakter şöyle devam eder: “Pardon
dedim, acele ile yanlış söyledim, sadece yetmiş sekiz çeşit. Bakın, istiyorsanız
size isimlerini sayayım ama ne lüzum var değil mi? Çeşit çeşit limonlar,
renkleri ayrı şekilleri ayrı tatları ayrı limonlar...” Bu açıklama üzerine
dramatik ironi büfecinin araya girmesiyle yenilenir: Bu sefer büfeci; “Tatları
ayrı limonlar da var mı?” diye sorar. Bu durumda okuyucu, sorudaki
tuhaflığı düşünür, limonların genellikle aynı tatta olduğunu bilmenin zor
olmadığını, bu bilgiyi büfecinin nasıl bilemediğini kavramaya çalışır. Yazar
böylece, okuyucuyu eserle meşgul etmeyi başarmıştır.
Hikâyenin bu noktasında söz yine havuçlu pilav üzerine konuşmalarla
devam eder, bu yemeğin, rahmetli karısının yemeği olduğunu söyleyen
anlatıcı karakter, karakterin bilmediği, doğrusunu okuyucunun bildiği
ifadelerle anlatımı sürdürür. “Bu benim karımın, rahmetli karımın
yemeğiydi.” Sözüne karşılık oradakiler, “Rahmetli mi dediniz?” diyerek
şaşkınlıklarını ifade ederler. Anlatıcı karakter gençtir. Henüz ölüm yaşı
onlardan uzaktır. Teamüller, bu yaşlarda ölümü pek öne çıkarmazlar.
Karakterin bilmediği bir durumu okuyucu bilmekte, anlatımın dışında bir
estetik mesafe oluşturulmaktadır. Bu arada uygulanan dramatik ironi ile
okuyucu eserle meşgul edilip anlatıma bağlamaktadır.
Genç yaşta ve daha evliliklerinin beşinci ayında eşi rahmetli olmuş biri
ile karşılaşmak oradakilerin merhamet duygularını kabartmıştır. “Deli gibi
severdik birbirimizi” der anlatıcı karakter. “Sonra havuçlu pilav” gelir, ancak
yemek yiyecek bir durum kalmamıştır. Olayların gidişatı, mevcut ortam,
yemek yiyecek bir hal bırakmamıştır. Anlatıcı karakter meyhane
ortamındaki konuşmalardan son derece etkilenir ve “Ben artık yemek
yiyemem ki” der, ağlamaya başlar. Olmamış bir olay gerçekmiş gibi
sunularak sözlü ironi yapılır ve okuyucu tereddüde düşürülür. Okur,
hikâyenin bu kısmına kadar, okuduklarında kaçırdığı bir taraf olup
olmadığını düşünür, böyle bir olayın gerçekliğini sorgular, nihayet
anlatımın bütünlüğü içinde böyle bir durum olmadığına kanaat getirir,
okumasını sürdürür.
Hikâyenin sonunda, beklenmeyen olaylar, beklenmeyen aykırılık
ortaya çıkar. Hikâyede mekân tekrar ev ortamı olur. Son olarak, kadın ve
erkek arasındaki çatışma ve ironik halin ilgi çekici sahnesi okura sunulur.
Okur bu noktada durum ironisiyle şaşırtılır. Anlatım hızlanmış olayların
takibi zorlaşmıştır. Meyhaneden hızla eve intikal eden anlatıcı karakter
eşine, “Ben havuçlu pilav isterim, açım…” der. Eşi ’Gel!.’ der. Mutfağa
geçerler. Havuçlu pilavı mesele yapan eşi tabağı getirir. Karşı olduğu ve
kavgaya sebebiyet verdiği havuçlu pilavın yarısından fazlasını yemiştir. Eşi,
anlatıcı karakterin el çabukluğu ile ancak yapımına fırsat bulduğu havuçlu
pilav için, küçümseyici iğneleyici oldukça ciddi bir değerlendirme yapar:
“Gülerek: Biraz daha itina edilse fena olmayacak”, der. Anlatıcı karakterin de
hikâyenin son cümlesi olan sözü şudur: “Vakit bırakmadın ki! “
SONUÇ
Bilindiği gibi kısa hikâyenin kurgusu “bir çelişki, bir uyum eksikliği, bir
yanlışlık, bir karşıtlık üstüne”7 kurulduğu için, dar alanda derin ve etkili
söylemler sunma hedefi vardır. Böyle bir yapının, okuru tam bir uyanıklık
içinde tutması istenir. Okurun dikkati çekilecek, ilgisi kesintiye
uğramayacaktır. Olaylar arasında seri geçişler yapılacak, okurun takip
kabiliyeti zedelenmeyecektir. Tüm bunlar ironik anlatımın sanatçıya verdiği
anlatım gücü ile oluşmaktadır. Tarık Buğra da, şahit olduğu kişisel zaafları,
bencil ve tek taraflı uygulamaları, toplumsal bozuklukları, okuyucusuna
yansıtmada ironinin imkânlarından yararlanır. Bu yöntemle, çoğu insanın
fark etmeden içinde bulunduğu durum, mizahi bir karşılaştırma, alaycı bir
dikkat ve eleştirel bir dille etkili bir söylem haline getirilir. Anlatıma katılan
mizahçı anlatıcının rolü, hikâye boyunca kendini hissettirir.
Hikâyede anlatım dili zaman zaman üst dilin de sınırlarını aşarak metin
ötesi bir söylem olmaktadır. Yazar, aslında ne söylemek istediğini, ne
söyleyeceğini, bir anlamda gerçeği bilmektedir. Bilinçli olarak bilmezlikten
gelir, asıl söylemek istediğini okura keşfettirmeyi arzu eder. Bu yolla okur,
ne kadar zihinsel faaliyete girerse o derece yeni anlamlar yakalamaktadır.
İronik söylem, zengin çağrışımları olan kelimeler kullanmayı gerektirir.
Sözün her tarafa çekilebileceği metinler, anlatım kabiliyeti değişik şartlarda
farklı olarak şekillenen kelimelerden oluşur. Kelimeler, hakiki ve üst dil
kapsamındaki anlamıyla; ayrıca, ortamına ve kullanıldığı alana göre aldığı
derin anlamlarla hikâyede yer alır. Hikayede geçen mesele, mücadele, ilim,
fazilet, itina, mutluluk, rahmetli vb... gibi kelimelerin seçimi ve kullanımı
ironik söylemin özünü teşkil eder. Bu kelimelerden bazıları sık sık
tekrarlanarak dikkatlere sunulur. Onların çağrışımları ve üzerlerine
yüklenen yeni yeni anlamlarla, okura sezdirilen hikâyenin derinliğinde
gömülü gizli metin, okuru rahat bırakmaz. Yazar, okurun önceden alıştığı
kelimelerin yerleşik ve alışılmış halinin dışında ironik söylem gereği geniş
ve zengin anlamlar oluşturarak dilde oynamalar yapar. Hikâyede, alaycı ve
iğneleyici üslubuyla muhatabını sarsan yazarın, akıcı bir dili oluşur.
Hikâyenin okuyucuyu sürükleyen ve bir solukta okunan anlatı haline
gelmesi, dilinin akıcılığı, ironik söylemin imkânlarıyla elde edilmektedir.
7 Boris Eyhenbaum, “Düzyazı Kuramı Üstüne”, Yazın Kuramı (der. Tzvetan Todorov), Yapı
Kredi Yayınları, İstanbul 1995, s. 175.
Ayrıca bu yöntem yazarla okuru ortak hissiyat içine çeken bir özellik olarak
da kullanılır. Dikkatli bir okur, hikâye boyunca anlatıcı ile kızmakta, bir
tersliği, tatlı bir komikliği onunla birlikte yaşamakta, onunla birlikte alaya
katılmaktadır.
Havuçlu Pilav Meselesi yazarı, neşeli bir üsluba, hayatın güzel
taraflarını öne çıkarmayı seven bir sanat anlayışına sahiptir. Neşe ve
tebessüm sanatının esasıdır. İnsanın dünyasına sessizce, dikkatli bir
biçimde girerek tabii akışında sürüp giden sıradan şeyleri, dilin farklı
kullanımı ile ilgi çeken, iğneleyici ve eğlenceli algılama sürecine sokar.
Hikâye dili oluşturmada ironinin gülümseten, sezdirerek eleştirel bakış
açısı getiren yöntemi, sanatçının amaçlarını sağlamada etkili bir
uygulamadır. O, ironik anlatımın verdiği imkânla, hikayenin
ustaca kurgulanmasını sağlayan bir dil geliştirmiştir..
KAYNAKÇA
BELGE Murat, Edebiyat Üstüne Yazılar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1994 .
BUĞRA Tarık; Düşman Kazanmak Sanatı, Makaleler Ötüken Neşriyat, İstanbul
2008.
BUĞRA Tarık, Yarın Diye Bir Şey Yoktur, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2007.
ENGİNÜN İnci, “Mehmet Akif’te İroni” , Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları,
Dergâh Yayınları, İstanbul 1991.
EYHENBAUM Boris; “Düzyazı Kuramı Üstüne” Yazın Kuramı (der. Tzvetan
Todorov, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1995, s.171-182.
GÜÇBİLMEZ Beliz; Modern Sonrası Tiyatroda İroni ve Bir Örnek Olarak Tom
Stoppart Tiyatrosu, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara:
2002 (Yayınlanmamış Doktora Tezi).
ALTIKULAÇ Refika, Oktay Arayıcının Oyunlarında İroni Çeşitlemesi Bilkent
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Enstitüsü. Master Tezi. Bilkent
Üniversitesi, Ankara 2003, s.12 (www.thesis.bilkent.edu.tr/0002272.pdf)
TOSUN, Necip, “Öyküde İronik Anlatım”. Hece Edebiyat Dergisi, XI/124, (2007),
s.84 -91.