Meclisi Mebusan reisi Ahmet Rıza Bey'in not defterinden...
Fahri Güven 01 Ocak 1970
Hatıratlar, genellikle yazan için bir tür savunma mekanizmasıdır. Daha açık bir deyişle, savunma refleksiyle kaleme alınmış eserlerdir. Hâl böyle olunca hatıratlarda tarafsızlık aramak pek doğru değildir. Buna karşın hatıratların satır aralarındaki bazı ifadeler pek çok gerçeğin ortaya çıkmasında da ciddi amillerdir.
Fakat bizim edebiyat tarihimizde hatırat geleneğinin olmayışı büyük kayıptır.
Girizgâh babından bu kısa değerlendirmeden sonra Meşveret gazetesinin sahibi, Meclis-i Mebusan ve Ayan reisi Ahmet Rıza Bey'den bahsedeceğim.
Ahmet Rıza, 1859'da İstanbul'da doğar. Babası Ziraat ve Darphane Nazırı Ali Rıza Bey'dir. İlk mektepten sonra Galatasaray Lisesi'ne devam eder. Okulu bitirdikten sonra Hariciye Nezareti Tercüme Kalemi'nde kâtiplik yapar. 1884'te Tarım öğrenimi için Fransa'ya gider. Paris'te Tarım Okulunu bitirir. Türkiye'ye dönüşünde mesleğiyle ilgili iş bulamaz. Maarif Vekâletine geçerek önce Mülki İdadisi Müdürü, sonra da Bursa Maarif Müdürü olur. Fransız Devriminin 100. yılı dolayısıyla açılan sergiye katılmak için Paris'e gönderilir ve burada görevinden istifa eder. Bir süre Fransız Pozitivistlerinden Pierre Laffitte'nin derslerine devam eder. Jön Türk hareketine katılır. Paris'te "Meşveret" adıyla gazete çıkarmaya başlar. İttihad ve Terakki Teşkilatına üye olur. Bu teşkilat nâmına Meşveret'i yayınlamayı sürdürür. Kendi ifadesiyle büyük fedakârlıklarla bu işi devam ettirir. Boğazından keserek üstüne başına itina gösterir. Padişah Sultan Hamid'in yardım taleplerini kabul etmez.
Saray'ın talebi üzerine Paris'ten çıkarılır, Meşveret'in Türkçe yayını durdurulur. Brüksel'e gider, orada da yayın imkânı bulamaz. Mısır'a gider ve Türkçe Meşveret'i "Şûra-yı Ümmet adıyla Mısır'da yayımlamaya başlar.
Ahmed Rıza'nın, II. Meşrutiyet ile İttihad ve Terakki'nin kuruluşuyla ilgili verdiği şu ifadeleri önemlidir:
"İttihad ve Terakki Cemiyeti ben Paris'te iken kuruldu. İlk önce ismini İstanbul'da "İttihad-ı İslâm" koymuşlardı. Ben değiştirdim. Bizde çeşitli milletler bulunduğu ve bütün bunların hukukuna hürmet edileceği yönünde, ya "İttihad-ı Osmanî" demek ya da amacın daha kapsamlı olduğunu göstermek için "İttihad ve Terakki" demek uygun olacağını bildirdim. Öylece kabul edildi."
Sultan Abdülhamid'in Anayasayı uygulamaya koyup Meşrutiyet'i ilân etmesinden sonra Paris'teki sürgünler İstanbul'a dönse de Ahmed Rıza, Padişah'a güvensizliğinden dolayı dönmez. Birkaç ay daha bekler ve öyle döner. Fakat bu geç dönmenin ceremesini de çeker.
İstanbul'a dönüşünde mebus seçilir ve Meclis-i Mebusan'ın açılmasından sonra da Meclis Başkanı olur. Sultan Abdülhamid'le görüşür ve onun verdiği gümüş çerçeveli resmini ve altın sigara tabakasını kabul eder.
Daha sonra yine Sultan Abdülhamid'le mülâki olur ve bunu da şöyle anlatır:
"... Cevad Bey beni huzura götürdü, Huzur-u Şahane'de yalnız kaldım. Hünkâr iltifat etti, beni oturttu, Sizi bana yanlış anlattılar dedikten sonra gönül okşayıcı sözler söyledi. ... Ziyaretimden memnun olduklarını söyleyerek alnımdan öptüler ve üzerindeki saadeti çıkararak elmaslı bir kurşun kalemle bana ihsan buyurdular. Ben de ellerinden öperek huzurdan ayrıldım..."
Ahmet Rıza, Padişahla tekrar görüşür ve ondan halkın arasında gezme tavsiyesinde bulunur. Padişahın vermek istediği rütbe ve nişanlara olumsuz bakar ve ondan Kandilli'de bir Kız okulunun kurulmasını talep eder.
Sonra 31 Mart vakası cereyan eder. Vaka sırasında çok büyük tehlikeler atlatır. En garibine giden de bir hafta önce onu öldürmek isteyenlerin daha vakanın üzerinden haftası geçmemişken "Yaşa", "Varol" diye yüzlerce insanın çılgınca bağırmasıdır. Meclis'te Ayân ve Mebusan birlikte toplanır. Mesele "Hal" meselesidir. Sultan Abdülhamid tahttan indirilecektir. Hatıratında Ahmed Rıza Efendi, Sultan Hamid'in hal edilişini şöyle anlatır:
"... Hal meselesini Meclis'e sunduk, çabucak Hal işi görüşüldü. Fetva Emini Hacı Nuri Efendi fetva suretini onayda başlangıçta çeşitli bahanelerle kaçındı. Şeyhülislâm Ziyaeddin Efendi'yi göstererek "Müfti'l-enâm odur, fetva vermek kendine aittir" dedi. Söz uzadı, mebusların âyanın sabrı tükendi. Sonunda Fetva Emini "Hal'de uğur yoktur, saltanatın değişmesi gerekirse Padişah'a arz ediniz, kendisini azl etsin", dedi. Küçük Hamdi (Elmalılı M. Hamdi Yazır) fetva taslağını Hal edilmek ve istifa teklifinde bulunulmak şıklarından hangisini Meclis uygun görürse uygulanması biçiminde yazdı. Bu şekle Hacı Nuri Efendi razı oldu. Fetva tebyiz ve imza olunduktan sonra Meclis yeniden açıldı. Yeni oturuma ferman okunmasıyla başlandı. Her taraftan (hal, hal) sesleri yükseldi. İstifa teklifini kimse ağzına alamadı. İttifakla hal kararı alındı. Görüşme sırasında Sahib Molla Bey'in bir itirazı oldu. Kararı Padişah'a bildirmek için delegeler tayin edildi. Arif Hikmet Paşa, Aram Efendi, Esad Paşa ve (Emanual) Karasu Efendilerden meydana gelen bir heyet seçildi. Yıldız Sarayı'na gönderildi...(Bkz. Ahmed Rıza Bey'in Anıları, Arba Yayınları, İstanbul 1988, s. 39).
Ahmet Rıza Bey, hatıratında kendisini aklama çabasına karşın Mevlânazâde Rıfat, onun, Sultan Abdülhamid'den aldığı ulufelerden söz eder. Dahası Lütfü Bey, Sultan Reşad'a başvurarak kendisine nasıl ayan üyeliği verilmesi istediğini anlatır. Hatta Sultan'a bunun kendisinin müktesep hakkı olduğunu söyleyecek kadar ileri gittiğini belirtir.
Hâsılı, Ahmet Rıza Bey'in hatıratı da savunma kastıyla yazılmış pek inandırıcı olmayan bir hatırattır... Bu beyler ve paşalar koskoca imparatorluğu on yıl gibi bir sürede heba etmişlerdir... Dolayısıyla Ahmet Rıza'nın hatıratı bunun küçük de olsa bir örneğidir...