BEKİR HAKİ EFENDİ
01 Ocak 1970
(1882-1975) Son devir din âlimlerinden.
Dağıstan'ın Karabağ eyaletinde doğ¬du. Babası Safîoğullan'ndan Molla Ah-med, annesi Medine Hanım'dır. İlk tah¬silini önce babasından, sonra Karabağ'-da Seyyid Abdülaziz Çelebi'den gördü. Burada Arapça ve Farsça gramer bilgi¬lerinin yanı sıra din ilimlerinin tahsilin¬de temel sayılan metinleri okudu. 1900 yılında ailesiyle birlikte hicret ederek ön¬ce Van'a, sonra Tokat'a gitti; ailesi Zile ilcesine baölı Tevfikive kövünde iskân edildi. Bekir Hâki o tarihte Tokat müf¬tüsü olan Hacı Osman Efendi'nin ders¬lerine devam ederek icazet aldı. Bundan sonra İstanbul'a gitmek istediyse de o sıralarda taiebe-i ulûmun İstanbul'a git¬mesine izin verilmediğinden bu arzusu¬nu ancak 1912'de gerçekleştirebildi. To¬kat'ta çok iyi yetişmiş olan Bekir Hâki Efendi, gerek disiplinli çalışması gerek¬se zekâsı sayesinde, talebelik hayatının bundan sonraki bölümünde girdiği her seviyedeki imtihanı üstün derecelerle kazanmıştır.
İstanbul'un Süleymaniye semtindeki Yoğurtçuoğlu Medresesi'ne yerleşerek Fatih dersiamlarından Muharrem Lutfi Efendi'nin derslerine devam etti ve Ha¬ziran 1912'de ondan icazet aldı. Aynı yıl İstanbul'da ilk defa açılan Medresetü'l-vâizîn imtihanını kazandı. 28 Haziran 1913'te Meclis-i Kebîr-i Maârifte açı¬lan imtihanı birincilikle kazandığı için Maârif Nezâreti tarafından Üsküp Dârül-muallimîni edebiyyât-ı Fârisiyye hocalı¬ğına tayin edildiyse de bazı sebeplerden ötürü bu göreve gidemedi. 1914 yılında açılan "ruûs imtihanı"nı üstün başarı ile kazanarak müderris unvanını aldı ve 27 Eylül 1914 tarihinden itibaren Beyazıt Dârülhilâfet-İ Aliyye Medresesi ikinci sı¬nıf birinci şube sarf ve lügat müderris¬liğine tayin edildi. Bir yandan da Mek-teb-i Kuzât'a yazılarak 26 Haziran 1915'-te buradan mezun oldu, böylece nâib (kadı) olma hakkını kazandı. 14 Mayıs 1917'de Muhallefât-ı Umûmiyye Kas-samlığı dördüncü sınıf kâtipliğine, 18 Ağustos 1918'de Dârülhikmet-i İslâmiy-ye ikinci sınıf kâtipliğine. 22 Eylül 1920'-den itibaren de İstanbul Kadılığı ikinci sınıf kâtipliğine tayin edildi. 15 Kasım 1920'de ise önceki memuriyeti olan Dâ-rülhikmet-i İslâmiyye ikinci sınıf kâtipli¬ğine tekrar getirildi. 12 Ağustos 1922-de Mahmud Paşa Mahkeme-i Şer'iyye ikinci sınıf kâtipliğine tayin edildi. 28 Ka¬sım 1923'te İbtidâ-i Dâhil Medresesi fe-râiz ve intikal müderrisi, 26 Ocak 1924'-te ise Sahn Medresesi belâgat-ı Arabiy-ye müderrisi oldu. 4 Kasım 1924 tarihin¬de tevhîd-i tedrisat kanunu ile medre¬seler lağvedilince görevine son verilen ve çok yetersiz olan dersiam maaşıyla ge¬çinmek zorunda kalan Bekir Hâki Efen¬di İstanbul Barosu'na bağlı olarak do¬kuz yıl avukatlık yaptı.
Soyadı kanunundan sonra Yener soya¬dını alan Bekir Hâki Efendi, 15 Haziran 1939'dan 1949'a kadar İstanbul Müftü¬lüğü müsevvidliği yaptı. Bu tarihte ken¬di isteğiyle emekli oldu; daha sonra üç yıl kadar Süleymaniye Kütüphanesi'nde tasnif işinde çalıştı ve 1953'te buradan da ayrıldı. Aralık 19S4'te tekrar memu¬riyete dönerek altı yıl süreyle Eminönü müftülüğü yaptı. 27 Mayıs 1960 ihtilâ¬linden sonra İstanbul Müftüsü Ömer Na-suhi Bilmen Diyanet İşleri başkanlığına getirilince Bekir Hâki Efendi 15 Haziran 1960'ta vekâleten, on beş gün sonra da asaleten onun yerine tayin edildi. Fakat dönemin İstanbul valisi ile ezanın Türk¬çe okunması konusunda ağır bir tartış¬ma yapması üzerine 2 Mayıs 1961'de gö¬revinden alınarak İstanbul Müftülüğü ra¬portörlüğüne getirildi. Bunun yanı sıra Ağustos 1961'den itibaren İstanbul mer¬kez vaizliğine başladı. Bu dönemde Şeh-zadebaşı ve Fâtih camilerinde verdiği vaazlara kalabalık ve seçkin bir cemaat devam etmiştir. Raportörlük görevinden Nisan 1964'te ayrılan Bekir Hâki Efendi Aralık 196S'te yeniden İstanbul müftülü¬ğüne vekâleten tayin edildi ve 11 Kasım 1966'ya kadar bu görevde kaldı. Bun¬dan sonra Ocak 1972'ye kadar İstanbul merkez vaizliğine devam etti. İlerlemiş yaşının da etkisiyle bu tarihte resmî gö¬revlerden ayrıldı. 4 Mart 1975'te doksan üç yaşında vefat etti ve Edirnekapı Kab-ristanı'na defnedildi.
Üstün bir zekâ ve güçlü bir hafızaya sahip olan Bekir Hâki Efendi medrese sisteminin gereği olarak İsîâmî ilimlerin her dalıyla İlgilenmişse de özellikle ha¬dis ve Arap edebiyatı alanlarında otori¬te sayılmış, Türkçe, Arapça ve Farsça şi¬irler yazmıştır. Kendisi rindmeşrep ve mahviyetkârdı. Bundan dolayı son dere¬ce mütevazı bir hayat yaşadı. Son devir Osmanlı âlimlerinin çoğu gibi ne yazık ki o da eser vermemiştir.