“Has Kul” ve Galip Erdem
Cemal Sarı 01 Ocak 1970
Galip ERDEM,
Küçücük bir bedene sığdırılmış büyük bir insan,
Türk Milliyetçilerinin gönüllerinde çok özel öneme sahip bir ağabey,
67 yıllık ömrüne 500 yıllık çile yüklemiş büyük bir dava adamı,
Örnek bir ülkücü.
Galip ERDEM’in hayatını kısa cümlelerle anlatmak zor iş.
Osman OKTAY’ın “Kendini Unutan Adam” isimli kitabı Galip ERDEM’i ve dolayısıyle son 60 yılı çok iyi anlatan bir roman.
Hakka yürüyüşünün 14. yıl dönümünde ben de merhum Galip ERDEM’in hayatından kesitler sunacağım.
***
Galip ERDEM 1948 yılında henüz 18 yaşında, Erzurum’da lise öğrencisidir. Hayalinde Turan illeri vardır. Bir arkadaşı ile plan yaparlar ve Turan yolculuğuna çıkarlar. Erzurum’dan Van’a giderler. Van, İran’a; İran da Pakistan’a yakındır. O sıralarda Yahya Kemal BEYATLI Pakistan’da büyükelçidir. Hedefleri Beyatlı’ya uğramak ve Türkistan’a, Ötüken’e uzanmaktır.
Van’a varınca İran’a gitmek için keşif yapmaya başlarlar. Jandarmalar, durumlarından şüphelenince, kollarından tutar “nereden gelip nereye gittiklerini” sorarlar. Onlar da, “Erzurum’dan gelip Turan’a gideceklerini” söyleyince, askerler bunları alır komutanlarına götürür. Komutan Turan’ı, Ötüken’i, Türkistan’ı bilmez. Bu karışık durumu aydınlatmak için valiye götürülürler. Vali, durumu anlayınca onları bir akşam misafir edip Erzurum’a geri gönderir.
Böylece Turan yolculuğu başlamadan son bulur. Ama, yıllar sonra, bu yolculuk Galip ERDEM tarafından gerçekleştirilir.
***
Galip ERDEM, ince ve kıvrak bir zekâya sahipti. Arkadaşlarıyla birlikte, 1950’lerin başında, fikrin para etmediğini görünce, çözüm önerisi olarak bir mizah dergisi çıkarmaya karar verirler. “Kara Kedi” adında “sulu gazete” ifadesiyle bir mizah dergisi çıkarmaya başlarlar. Günlük gazeteler bile yirmi otuz bin satarken, Kara Kedi’nin tirajı elli binlere ulaşır. Ancak ne var ki, etkili ve yetkili makamlar “sulu gazete” içinde verilen siyasi hiciv ve mizahların farkına varırlar ve dergiyi kapatırlar. Ardından “Bizim Kara Kedi”, onun ardından “Sizin Kara Kedi” çıkar, olmaz yine kapatılır. “Ah Kara Kedi”, “Vah Kara Kedi” denemeleri de kapatılınca bu işten vaz geçilir.
***
Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleştirmek amacıyla başlatılan ENOSİS hareketlerinin devamı olarak Kıbrıs’ta kurulan EOKA teşkilatının Kıbrıs’ta ve Yunanistan’da Türk varlıklarına saldırılarını hızlandırması üzerine 6 Eylül 1955’de İstanbul’da bir nümayiş yapılır ve Rum işyerleri tahrip edilir.
Bürosu bu bölgede olan Galip ERDEM, olaylardan habersiz bölgede dolaşıp, eve gitmek üzere dolmuşa bindiğinde, dolmuştakilerle birlikte göz altına alınır ve Sirkeci Rıhtımı’na oradan da “Kıbrıs Türk’tür Türk Kalacak” sloganları altında Selimiye Kışlası’na götürülür.
Gemi Sirkeci’den Selimiye Kışlası’na hareket edince Galip ERDEM, gemidekilere endişe etmemelerini, ele güne karşı kendilerinin en fazla bir akşam misafir edilip bırakılacaklarını anlatır. Bunu da bir “has kul” hikayesiyle perçinler. Hikaye şöyledir:
“ Sultan İkinci Abdülhamit zamanında, Beyoğlu semtinde bir Rus tüccarla bir Türk arabacı kavga etmişler. Tüccar arabacıya bir tokat atmış, arabacı da kızıp bıçağını saplamış ve Rus’u öldürmüş. Tahkikat yapılınca işin içinden, “çapanoğlu” çıkmasın mı? Meğer tüccar zannedilen Rus çok tehlikeli ve zararlı bir casus; arabacı kılığındaki Türk’de bizim teşkilatın bir mensubu imiş !...Bir taraftan vaziyet Padişah’a arz edilmiş, diğer taraftan usulüne uygun bir dava açılmış…Sonunda Arabacı Osman Efendi’nin yirmi yıl hapis yatmasına ve cezasını Çorum’da çekmesine karar verilmiş. O gitmeden önce de Çorum Valisi’ne şöyle bir ferman ulaşmış : “Has kullarımdan Osman Efendi vilayetinize geliyor. Kendisine münasip bir konak tahsis edilmesi, istirahatının ve her türlü ihtiyacının temini…”
Ancak, gözaltı süreci, hikayenin sonuna benzemez. Galip ERDEM’in Selimiye de ki misafirliği 45 gün sürer.
Kendi kaleminden şöyle anlatır Selimiye hatırasını :
“Yemek yememek, uyumamak, maddi sıkıntılara ve acılara yüz vermemek gibi faydalı alışkanlıklar edindim. Sağlığım da pek bozulmadı; sadece 15 kilo kaybetmiş ve 54 kilodan 39 kiloya düşmüştüm. Dert mi? “Has Kul” inancı hepsine değer; hatta hayali bile!...”
Galip Erdem, “has kul” hikayesini hayatı boyunca yaşar. Ama her defasında hikaye “has kul” hikayesinin tersine biter. Tıpkı 12 Eylül 1980 ihtilalinde olduğu gibi.
***
Galip ERDEM, “Ülkücülük” henüz siyasi ve kültürel literatürde yokken 1961 yılında Tercüman gazetesinde “Ülkücünün Çilesi” başlıklı bir yazı yayınlar. Bugün dahi, bu tarife uygun bir kimliğe sahip olmaya çalışanlara emsalsiz bir haz veren ifadesinde ERDEM şöyle der :
“Gün olur, ülküsüz insanlara gıpta ile bakasınız gelir. Rahat yaşarlar. Tıpkı şairin söylediği gibi: “akl-ı şuurları vardır, güzel severler. “Bade” içerler ve nihayet göçüp giderler.
Ülkücülerin hayatı bambaşkadır. Sözlüklerinde rahat kelimesinin yeri yoktur. Daima bir mücadele içinde ömür tüketirler.
…
Gün gelir ecel hükmünü icra eder, ülkücü dünyasını değiştirir. Kalabalık ona acır, daha iyi yaşamış olmasını temenni eder. Halbuki O, inançları uğrunda yaşamanın hazzını tadamadıkları için ömrü boyunca “kalabalık”a acımıştır.”
***
Galip ERDEM, inançlarından asla taviz vermeden yaşamıştır. Bu sebeple bir çok dergi ve gazete değiştirir. 1961’den sonra Tercüman, Yeni İstanbul, Son Havadis, Bab-ı Ali’de Sabah ve Zafer gazetelerinde fıkra, mizah ve köşe yazarlığı yapar.
Yazdıklarıyla ilgili şöyle der : “Bu gazetede belki inandıklarımın hepsini yazamayacağım ama inanmadıklarımı asla yazmayacağım.”
***
Galip ERDEM, ülkücülüğü çok güzel tarifler getirmiştir.
”İç Türklere rağmen Milliyetçi, dış Türklere rağmen Turancı, Müslümanlara rağmen Müslüman olabilen insan, ülkücüdür!”
“…İnsanoğlunun hayat çizgisi her an değişebilir. Onun için bir kişiye sağlığında kolay kolay ‘ülkücü’ denmez. Hayat çizgisini değiştirmeden, ideallerinden taviz vermeden terk-i diyar edip Rahmet-i Rahman’a kavuşursa işte o zaman ‘O bir ülkücü idi’ denir.
”***
Ve 12 Eylül 1980 ihtilali.
Milliyetçi Hareketin lideri ve lider kadrosu hapiste.
Galip ERDEM, Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra, stajerlik haricinde mesleğinde hiç çalışmamıştı.
Ama şimdi durum farklıydı.
Bu, koşması gereken bir görevdi.
”Bu davanın mahpusu olamadım bari savunucusu olayım” diyerek tozlu raflardan diplomasını ve cüppesini çıkarıp, meşhur “Ülkücü Kuruluşlar Davası”nın savunmasına başlar.
Galip ERDEM, sadece içerdekilerle değil, içerdekilerin dışarıdaki aileleriyle de ilgilenir. Mamak zindanlarında çile çekenlerle, onların dışarıda bıraktıkları arasında bir köprü olur.
***
Sevginin, büyük davaların hamuru olduğunu ifade eden Galip ERDEM, bu konuda yazdığı bir makalesinde şöyle der:
“Büyük bir davaya bağlanan, mukaddes bir inancı paylaşan ve mübarek bir mefküreye gönül verenler, başarılı olabilmek için en fazla neye muhtaçtırlar? Maddi imkana mı, bilgiye mi, çalışmaya mı, disipline mi? Bana göre başarılı olabilmek için saydıklarımın hepsi gereklidir, ama hiç biri yeterli değildir. Gerekli bütün şartların ötesinde ve üstünde başarının temel şartı birbirimizi sevmektir.”
***
Galip ERDEM, “Bir Şehidin Son Arzusu” adlı makalesinde son arzusunu şöyle dile getirir :
” Son arzum mu? Var elbette, olmaz mı?
Önce bir bayrak istiyorum. Bayraklı yaşadım; bayraksız ölemem.
Bir de Kur’an istiyorum. Kur’anlı yaşadım; Kur’ansız ölemem.
Nihayet iki rekat namaz kılmaya yetecek zaman istiyorum. Diriliğimdeki borçların bağışlanması için değil, sevdiklerimin muhafaza buyurulması ve uğruna can verdiğim mukaddesatımın çiğnenmemesi için dua edeceğim. “
***
Vefatından sonra ardından çok şey söylendi, yazıldı. Bir yazarımız Galip ERDEM’in ülkücülük anlayışını anlatırken kullandığı bir ifadeyi paylaşarak bitirmek istiyorum:
“Ülkücü, milletinin çıkarı için, iktidara da, müdüre de, başkana da ve belki en zoru, dünyayı onun gördüğü pencereden görmeyen topluma da eyvallahı olmayandır. Milletin çıkarı için düşündüğünü söyler; doğru bildiğini yapar. Batı’da buna “demokrasi” derler. Bizde ise bazen “hainlik” diyorlar. Galip Erdem’e de demişlerdi.”
***
Vefatı’nın 14. yılında rahmetle anıyoruz.
Ruhu şad, mekânı cennet olsun.