« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

19 Mar

2012

Ölümünün 50. Yılında Prof. Dr. Hüseyin Namık ORKUN HazırlayanYücel HACALOĞLUTÜRK OCAKLARIANKARA ŞUBESİ

01 Ocak 1970

AÇIŞ KONUŞMASI
Sayın Konuklar,Türkân HACALOĞLU
Türk milliyetçisi, tanınmış bilim adamı Prof.Dr.Hüseyin Namık Orkun’un ölümünün ellinci yılı dolayısıyla,düzenlediğimiz rahmetliyi anma konulu panele hoş geldi-niz diyor, hepinizi sevgi ve saygılarımla selâmlıyorum. İlgi çekici bir tesadüf olarak, Gazi Üniversitesinin kuruluşunun temelini teşkil eden80. yıl kutlamalarında, merhum Hüseyin Namık Orkun’un 1926’da kurulan GaziTerbiye Enstitüsünde yıllarca hocalık yapması, panelimize ayrı bir anlamkazandırmaktadır.“Eski Türk Yazıtları, “Türkçülüğün Tarihi”,“Yeryüzünde Türkler”, “Türk Tarihi”, Atilâ veOğulları”, Türk Efsaneleri” gibi orijinal eserleri ile Türkkültürüne, Türk tarihine, Türk diline hizmet etmiş, otuzayakın eser bırakmış, Türk Ocaklarında 1949 – 1956 yıllarıarasında Hars Heyetinde ve Ankara Şubesi Yönetim Kuru-lunda görev almış ve genç denebilecek en verimli çağındabu dünyadan göçmüş olan Prof.Dr. Hüseyin Namık Or-kun’u anmak, genç ve yeni nesillere tanıtmak her Türkmilliyetçisinin en önemli görevlerinin başında gelmektedir.Türk Ocakları Ankara Şubesi olarak, yıllarca ihmaledilen bu hususu, yerine getirmenin huzuru içinde olduğu-muzu belirtmek istiyorum.Türklüğün en belirgin vasıflarından biri olan vefaduygusunun, toplumumuzda giderek anlamının yitirmesi üzülecek bir durumdur. Bu bakımdan biz, Ankara Şubesiolarak, Türklüğe hizmet etmiş büyüklerimizi anmaklaçalışmalarımıza yeni bir başlangıç yapmış bulunuyoruz.İnşallah gelecek toplantılarımızda başka büyüklerimizi deanacağız.Bu panelde, değerli hocalarımız, Prof.Dr. Reşat Genç,Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun, Prof.Dr. Mehmet Şahin-göz ile merhum Prof. Orkun’u kızı Prof. Konçuy Mergen,rahmetli hocamızı çeşitli cepheleriyle anlatacaklar, Türkmilliyetçiliğine yaptığı hizmetleri dile getireceklerdir. Ken-dilerine teşriflerinden dolayı teşekkür ediyoruz.Bu toplantıyı düzenlememizde, bize yardımcı olan vesalonu tahsis eden Gazi Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. KadriYamaç’a ayrıca teşekkür ederiz.Merhum Prof. Hüseyin Namık Orkun’u rahmetle anı-yor, hepinize saygılar sunuyorum.

OTURUM BAŞKANIProf. Dr. Reşat GENÇ
Türk Ocakları Ankara Şubesi'nin ve diğer birimlerin çok değerli mensupları, GaziÜniversitesi'nin değerli öğretim üyeleri ve değerli öğrencileri,çok büyük bir bilim adamı, tarihçi, Türk millîyetçisi, Türktarihçiliği yanında Türk Dili ve Edebiyatı tarihçiliği alanında da birçok eserlervermiş, çok öğrenci yetiştirmiş ve dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti dev-letininkurucusu büyük önder M. Kemal Atatürk'ün başlat-mış olduğu millî kimliği ve millîbenliğimizi tanıma ham-lesine büyük destek vermiş ve çok büyük görevler yerinegetirmiş olan rahmetli Hüseyin Namık Orkun Beyi anmak üzere yaptığımız butoplantıya teşriflerinizden dolayı hepinize teşekkür ediyorum. Hoşgeldiniz, güzellikverdiniz diyorum. Tabiî Türk Ocakları Ankara Şubesi Başkanı değerli TürkânHacaloğlu kardeşimin yaptığı sitemlere ben de aynenkatılıyorum. Ama hocam, çoğu zaman sayıdan çok ka-lite prensibiyle veparolasıyla bazı konuları gerçekleştir-meye ve bir yerlere getirmeye çalıştık.Bir yerlere getirdiği-mize de inanıyoruz. Bu düşünce veduygularla oturumu izinle-rinizle açıyorum.Değerli konuşmacı meslektaşlarımı rahmetli HüseyinNamık Orkun’un kızı Sayın Prof. Dr.Konçuy Mergen Ha-nımefendiyi, Sayın Prof.Dr.Ahmet Bican Ercilasun mes-lektaşımı ve Sayın Prof.Dr.Mehmet Şahingöz meslektaşımıhuzurlarınıza dâvet ediyorum

ÖLÜMÜNÜN 50.YILINDAPROF. HÜSEYİN NAMIK ORKUN Prof.Dr. Konçuy MERGEN
Babam Hüseyin Namık Orkun'un kısa ömrü boyuncakendisini adadığı Türklük çalışmaları ile ilgili makale veeserlerinden onun hayatı ve fikirleri hakkında sizlere bazıalıntılar sunmak istiyorum.Kendisi bir ideal, bir yaşam tarzı olarak benimsediğiTürkçülük çalışmalarına Armin Vambery başkanlığında kuru-lan dünyanın ilk Türkoloji kürsünün bulunduğu Maca-ristan'da Budapeşte Üniversitesinde başlamış, orada ünlüMacar Türkolog Nemeth'in asistanı olmuştur. Maca-ristan'da bulunduğu yıllarda Macar Turan Cemiyeti'nin yayınorganı oian Turan dergisinde "Türk Macar AkrabalıkSorunu" adlı Macarca bir makalesi yayımlanmıştır. 1928yılında Budapeşte'de Türk Dünyası adlı ilk eserini mey-dana getirmiştir. Bu eserinin önsözünde maksadının,"Türklük alemine bugünkü Türklük dünyasını tanıtmak"olduğunu söylemiş, "buna muvaffak olursam Türkiye'dekiilk vazifemi yaptım demektir" sözleri ile amacınıbelirtmiştir. Gene eserinin önsözünde 'dili bir, tarihi bir,ırkı bir olan Türk soyunun dünyanın muhtelif taraf-larına serpilmiş bir halde yekdiğerinden tamamen bi-haber olarak yaşamakta olduklarını; Türk tarihi ve diliile iştigal etmek için bugünkü Türklerin umumi vaziyetinide tetkik etmenin gereğini' vurgulamıştır. Bu fikirleri onun ilim hayatının başlıca âmili olarak bütün çalışmalarına esasolmuştur.Macaristan yıllarında eski Türk köylerini gezerekbüyük Türk kahramanı Attila'nın torunları ile konuşarak birsözlü tarih oluşturmuş, yurda döndüğünde Attilla veOğulları adlı eserini, kendi önsözünde belirttiği gibi 'yedisenelik bir çalışmanın mahsûlü olarak Attilla'nın tahta çıkı-şının 1500. yıldönümü olan 1933 yılında' yayımlamıştır.1930 senesinde yurda dönerek Türk Tarih Muallimiolarak çalışmaya başladığı Gazi Eğitim Enstitüsü yıllarıonun bir eğitimci ve Türkolog olarak en verimli eserlerinimeydana getirdiği dönemdir. Özleyiş dergisindeki (Sayı2.1946) "Milli Eğitim Davamız" adlı makalesinde eğitim ileilgili görüşlerini şu şekilde dile getirmektedir:"Bir milletin milli eğitim davasını yürütmek vazifesiniüzerine almış olan şahısların müstakil düşünmesi, tesiraltında kalmaması, fikren olgun, memleketim ve Türklüğügözönünde tutması gerekir... Milli eğitim davasının başındamilli tarihimizin öğretimi gelir. Bir milletin milli eğitime nekadar önem verdiği milli tarih öğretimine verdiği önemnisbetiyle ölçülebilir... Bizim milli eğitimimizin yolunu Ata-türk çizmiştir. Milli tarihi ve milli dili etüd etmek üzere ikikurum vücuda getiren Atatürk, yine milli tarih ve dili etüdetmek için hükümet merkezimizde bir üniversite kurmuştur."Kendisi 1932 yılında bu kurumların ilk kongrelerinekatılmıştır. I. Türk Tarih Kongresi'ne Türk Tarihi TetkikCemiyeti üyesi olarak, aynı yıl yapılan I. Türk Dİ1 Kurul-tayı'a Güneş Dil Teorisi ve Dil Karşılaştırmaları Komisyonuüyesi olarak katılmıştır. Bu kongrede Gazî'ye hitaben, Türkdilinin Çin tarihlerinde kaydedilmiş en eskî yadigârlarıhakkındaki filolojik çalışmasını sunmuştur. Atatürk busırada kendisine kendi elyazısı ile yazdığı 'Hitit', 'Eti','Hattı', 'Saru' gibi kelimelerinin aydınlatılması için talimat vermiştir, ayrıca kendisinden "Sümer, Mısır, Küçük Asyamedeniyetlerinin kurucuları Samîler değil Türklerdir"şeklindeki görüşün araştırılmasını istemiştir.Kendisi, Atatürk'ün Macarca tercümanlığı göreviniuzun süre sürdürmüştür.Babamın, tarih ve dil çalışmaları dışında bazı değişikkonularda da çalışmaları vardır. Bunlar; Eski Türklerde adtakma adetleri, amblem geleneği, and içme usulleri, eskiTürklerde para, çiçekçilik, heykel, bayrak, musiki, Türkhukuk tarihi, Macar Tarihi ve Edebiyatı ve Samanlık. Vete-riner Fakültesi için hazırlamış olduğu Eski Türklerde EvcilHayvanların Tarihçesi adlı bir eseri vardır. Çocuklar içinhazırlamış olduğu Bitikler Serisinde Tepegöz, Bay Böre,Boğaç gibi Türk efsaneleri yayımlamıştır. İlk dönem Os-manlı tarihçiliği ile ilgili araştırmalar yapmış "Osman-lıların Aslına Dair" adlı çalışması Türklük Hususi NeşriyatSerisinden çıkmış, "Yahşi Fakih ve Eseri" adlı m,akalesiDergâh mecmuasında yayımlanmıştır, Macaristan arşivle-rinde çalışarak Türk istilası Devrinde Macaristanda ve Avus-turyada Casuslar adlı bir eser meydana getirmiştir. AyrıcaAnkara Radyo'sunda haftalık radyo konuşmaları yapmıştır.Onun makalelerinde sıklıkla vurguladığı görüşlerinden bîride, 'Türk tarihinin tek bir milletin tarihî olmadığı, pekçok milletin tarihi ile karıştığı; Çin, Hint, Rus, İran,Arap, Ermeni, Bizans ve Macar tarihlerinde de Türkeserlerinin bulunduğudur.' Türk tarihinin yabancıkaynaklarına inilerek çalışılmasını gençlere tavsiye etmiştir.Milletlerarası kelimelerin de türkçeleştirilmesine verdiğiönemi Çınaraltı (sayı 31, 1942) dergisindeki bir yazı-sında "Dil inkılâbı esas milliyetperverliktir" şeklindevurgulamıştır.

Zaman zaman hakkında çıkan tenkit yazılarınacevaben "Âlimlik iddiasında değilim okudukça cehlinin bü-yüklüğünü anlamaktayım " demektedir. Hayatını adadığı ve çilesini çektiği Türkçülük ideo-lojisi 1944 yılında yayımladığı Türkçülüğün Tarihi adlıeserinde şöyle yankı bulmaktadır: "Türkün muvaffak olmakiçin sarılmış olduğu ideal milliyetçiliktir. Bunun daha ilerigitmiş şekli de Türkçülüktür... Şuurlu bir insan muayyenbir gayeye, bir hedefe erişmek için yaşar ve yine bununiçin seve seve ölür. Bir millet de böyledir. İdealsiz birmillet, idealsiz bir gençlik inkıraza doğru yürüyeninsanlar demektir. Türk milleti ve Türk gençliği de birideale sahiptir. Bu ideal milliyetçilik yani Türkçülüktür. "Özleyiş dergisindeki (Sayı 7, 1947) "Bugünkü Türkçülü-ğün Esaslarına Doğru" adlı bir dizi makaleler serisindegörüşlerini şöyle ifade etmektedir:"Türkçülerin gizli kapaklı hiç bir şeyi yoktur. Hiç birtaraftan ilham almazlar. Onlar için tek gaye Türklüktür.Türkiye 'de demokrasinin gelişmesi Türkçülüğün zaferinitemin edecektir. Çünkü her Türkçü şahsi menfaatini değil,milletin menfaatini gözönünde tutarak çalışır. Demokraside milletin menfaatini, milletin iradesini yerine getirmiyormu? O halde Türkçülük esas itibari ile Türk milletininkalhnmasıdır. O, kalkınırken kendi varlığına, milli benli-ğine dayanacak, kendi kudreti ile, kendi zekası ile her şeyibaşaracaktır. Ziya Gökalp de "Türkçülük Türk milletiniyükseltmek demektir " diyor. Öyle ise Türk milletininkalkınması için bu idealden başka bir ideal olamaz. Türkmilleti denince onu jeopolitik hududlar içindeki insanlartelakki etmemekteyiz. Tarihimizin, dilimizin, soyumuzunmüşterek olduğunu bildiğimiz insanlar hep Türktür. Türkmilleti kalkınırken maddi kültürü batı medeniyetinden, manevi kültürü de Türk milletinden, Türk köylüsündenalacaktır."Kendisi, 1949 yılında Türk Ocağının yeniden faaliyetegeçirilmesinde Ankara Türk Ocağı şubesi müteşebbis heye-tinde Hamdullah Suphi Tanrıöver ile birlikte çalışmış, oradabenim de bir kaçını dinlediğim söylevler vermiş, bu çalış-ması sağlığı elverdiği ölçüde ömrünün sonuna kadar devametmiştir. 23 Mart 1956 günü Türk Ocaklarının kuruluşunun45. yıldönümümden bir gün Önce Türk Ocağına ve Türk-çülük çalışmalarına veda etmiştir.Gazi Üniversitesinin kuruluşunun 80.yılı ile ölü-münün 50. yılına gelen bu anlamlı yılda, kendisini anmavefasını gösteren Türk Ocakları Ankara şubesi başkanıSayın Türkân Hacaloğlu ve Türk Ocakları Genel SekreteriSayın Yücel Hacaloğlu ile G.Ü. Eğitim Fakültesi'ndenSayın Prof. Dr. Çağatay Özdemir'e ve Sayın konuşma-cılara en derin teşekkürlerimizi sunarız.

HÜSEYİN NAMIK ORKUN’UN YAŞADIĞI DÖNEM Prof. Dr. Mehmet ŞAHİNGÖZ
Muhterem davetliler, sevgili öğrenciler, Türk dil tari-hine büyük hizmetler etmiş çokönemli bir şahsiyeti anmak üzere burada bulunuyoruz.Her şeyden önce H. Namık Orkun'unu yaşadığı döne-min iyi tahlil edilmesi gerektiği kanaatindeyim. Bizim tari-himiz genellikle Osmanlı tarihi üzerine kurulduğundanmillî bir tarih değildir. Bu sebeple millî tarihçilik bakı-mından H. Namık Orkun Beyin millî tarih anlayışınınortaya çıkışı çok önemli bir yer eder. Osmanlı Devleti'ninson döneminde Mahmut Celaleddin Paşalarla, SüleymanPaşalarla başlayan bir süreç içerisinde akım ve ivmesini II.Meşrutiyet döneminde kazandığını görürüz. II. Meşrutiyetdönemine gelindiğinde, fikir akımlarının malûmunuz üzereOsmanlıcılık, Garpçılık, İslâmcılık ve Türkçülük olduğubilinmektedir. Bu fikir akımları içerisinde Türkçülükönemli bir yer tutuyor. Türkçülüğü diğer akımlarla karşılaş-tırdığımızda daha çok üniter bir anlayışa sahip olduğunugörmekteyiz. Hatta Peyami Safa Türk inkılâbıyla ilgilideğerlendirmelerini yaparken buna yer vermektedir. Buradaşu ortaya çıkmaktadır; bilindiği gibi Türklük kavramı Os-manlı İmparatorluğunda gündeme çok gelen bir kavramdeğildi. Osmanlı tarihçiliğinde de daha çok İslâm tarihçiliğive imparatorluk tarihi öne çıkmaktaydı ve Türk tarihi ihmaledilmekteydi. Özellikle İslâmiyetten önceki dönemler hak-kında ciddi araştırmalar yoktu. Oysa meşrutiyetle birlikteTürklerin kendi köklerini arama faaliyetlerinin başladığını görüyoruz. Osmanlı Devleti'nin çöküş dönemine rast gelenyıllarda artık devletin elinde kalan yegâne unsur Türkunsuru olarak görünmektedir. Devletin tebaası durumundaolan değişik etnik gruplar Osmanlının zayıflamasıyla bunufırsat bilerek isyanlar çıkarması ve ortaya çıkan milliyet-çilik duygularıyla kendi etnisitelerinin farkına varmalarıylaOsmanlı tebaası Yahudi, Katolik, Ortodoks, Arap, Türk,Kürt, Bulgar vs. adlarla anılmaya başlamıştı. II. Meşrutiyet-te örgütlenmeye başlayan Türk unsurlar akademik seviyedefaaliyetler göstermeye başlamıştır. Hepimizin bildiği gibi şuanda bu toplantıyı tertip eden Türk Ocakları ile başlayan birhareketti bu. 1911 yılında Türk Yurdu dergisiyle başlayan,daha sonra Türk Ocakları ile devam eden süreç içerisindeTürklük fikri artık bizim de aydınlarımız arasında konuşu-lan, tartışılan bir fikir olarak ortaya çıkmıştır. Tabiî Türklükfikrinin temel dayanağının oluşması için ciddi araştırmalaraihtiyaç duyuluyordu. Türk Ocakları sadece bir dernek değil, bir üniversitegibi çalışmaya başlamıştı. Özellikle Ziya Gökalp, YusufAkçura gibi önemli şahsiyetler sayesinde bu çalışmalarönemli noktalara taşınmaya çalışılmıştır. Bilindiği gibi II.Meşrutiyetten sonra kendimizi büyük bir savaşın içerisindebulduk. I. Dünya Savaşı silâhlı bir mücadeleyle yenidenmilletleşme sürecinin bizim açımızdan da başladığı birdönem olarak ortaya çıkmıştır. Çünkü bu savaşın sonu-cunda Osmanlı İmparatorluğu tarihi misyonunu tamam-lamış ve kendini feshetmiş durumdaydı. Bunun sonucundadevletin tebaasında bulunan Türk unsuru Mustafa Kemal’inönderliğinde yeniden bir mücadeleye girmiş ve TürkiyeCumhuriyeti’nin kuruluş mücadelesi başlamıştır. Ama budönemi başlatmak için her şeyden önce fikri bir altyapıyaihtiyaç vardı. İmparatorluktan millî bir devlete geçilmişti.

Milli devletin kimliği konusu o dönemin en önemli hu-suslarından biri oldu ve bu kimlik bilindiği gibi Türkkimliğiydi. Burada da hiç kuşkusuz Türk tarihine ve tarih-çilerine çok iş düşüyordu. Bu noktada o dönemin TürkOcaklarından yetişmiş birçok akademisyen bu süreçte aktifrol almıştır. Türk millî kimliğine dayalı bir devlet kuruldufakat daha sonraki dönemlerde bu kimlik epeyce yara aldı.Özellikle Atatürk’ün ölümüyle bu süreç büyük birkesintiye uğradı. Bundan sonra özellikle İsmet İnönüdöneminde önemli değişiklikler meydana geldi. Bu dö-nemde hümanist tarihçiliğe geçildi. Daha doğrusu bütündersler bu doğrultuda değiştirildi. Bu hümanist tarih anla-yışıyla milletleşmeden bir evrenselliğe geçiş başladı. Buyüzden milletleşme büyük bir darbe aldı. Bunun zararlıyansımaları günümüze de önemli ölçüde aksetmektedir. İştebu dönemlerin içerisinde H. Namık Orkun çok önemli biryer tutmaktadır. Çünkü millileşme döneminin okul derskitaplarını yazan kişi olarak karşımıza çıkmaktadır. H.Namık Orkun millileşme döneminde yer almış ve dahasonra da bunu devam ettirmeye çalışmış kişilerden biriolarak karşımıza çıkmaktadır. Ama ondan sonra okulla-rımızda ders kitapları değiştirilmeye başlamıştır. Türk tari-hinden ziyade Grek tarihi anlatılmaya başlanmıştır. Kendiözünü ve kültürünü bilen bir nesil oluşması gerekirkenyanlış eğitim politikalarıyla bunun tam tersi gerçekleş-miştir. Bu yıllar 1940lı yıllardır. Bu yıllar II. DünyaSavaşının meydana geldiği yıllardır. Bu yıllarda dünyanınönemli göçleri nispeten daha güçsüz olan devletleri kendiyörüngelerine almak için çeşitli faaliyetlerde bulunmuş-lardır. Bu göçlerin ülkemizin o dönemki eğitimi ve kültürüüzerinde çok önemli etkileri olduğunu görmekteyiz. Müfredatlarımızdaki değişikliklerle bunu açıkça anlayabilmekteyiz. Tabiî bu dönemin bir de siyasal boyutu var.Özellikle H. Namık Orkun’u 3 Mayısta Türkçülerintutuklanmasıyla ilgili olaylarda görüyoruz. TC devletiniidare edenler o dönemlerde şunu göz önünde bulunduru-yorlardı: Almanya’nın güçlü olduğu dönemde Türkçülükfaaliyetlerine ses çıkarmıyorlardı ama; Almanya savaşıkaybetmeye başladığı dönemde devlet bütün Türkçüleritoplayıp hapishanelere koymak yolunu tercih etti. Keza1945 yılında Rusya’nın Türkiye’den boğazları ve topraklarıtalep etmesi üzerine Türkçüleri hapisten çıkarıp vearkasından da komünist partisi mensuplarını topladıklarınıgörüyoruz. Yani bu da bizim tarihimiz açısından ilginç birdönemdir. Ama bizi burada ilgilendirecek olan durum, H.Namık ve arkadaşlarının Atatürkle başlayan milletleşmedönemini inkıtaya uğratan İsmet İnönü hükümetlerine karşıyürüttükleri fikri ve siyasî harekettir. Çünkü milletleşmesüreci tamamlanmadan gelinen bu süreç Türkiye’ninyeniden büyük badireler içine düşeceğinin mesajını açık birşekilde verdiğini göstermektedir. Bu sebepledir ki; odönemde Türkçüler yine akademik bir organizasyonlaTürklük fikrini ön plana çıkartan araştırmalar yapmışlarıdır.Bu dönemin en önemli şahsiyetlerinden biri H. NamıkOrkun’dur. Şimdi sadece kısa bir şekilde H. NamıkOrkun’un özgeçmişinden bahsetmek ve eserlerininisimlerini size aktarmak istiyorum. H. Namık, Mehmet Hayri Efendinin oğludur. Ortaöğ-renimini Nişantaşı Sultanisinde tamamlayıp, yükseköğ-renimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi tarihbölümünde ve Budapeşte Üniversitesi Felsefe Fakültesindeyapmıştır. Budapeşte’deki öğrenim hayatında meşhurTürkolog Nemec’in talebesi olmuştur. Bu talebeliğidöneminde Orta Asya Türk tarihi hakkında ondan bilgiler almıştır. 1930’da yurda dönerek Ankara Gazi Eğitim Ens-titüsünde, polis kolejinde, devlet konservatuarı ve tıpfakültesinde yıllarca Türk tarihi ve inkılâp tarihi derslerivermiştir. Orhun kitabeleri, Türk dili ve tarihi, Türk kültürüüzerinde araştırmalar yapan, samimi bir Türk milliyetçisiolan H. Namık Orkun 7 Mayıs 1944 yılında tutuklanmıştır.Tutuklanma sebebi olarak 2 Mayıs 1944 Salı akşamıAnkara’da bulunan H. Nihal Atsız onuruna bir akşamyemeği vermesi ve birlikte bir fotoğraf çektirmiş olmasıgösterilmiştir. Daha sonra bu fotoğraf mahkemede aley-hinde delil olarak sunulmuştur. Bu mahkemede 23 Türkçütutuklanmıştır. Sirkecideki hücrede ve Tophanedeki sıkı-yönetim hapishanesinde işkence ve zulüm gördükten sonra1945 yılında beraat etmişse de bozulan sağlık durumu birtürlü düzelmemiştir. Burada bir tespit yapmak istiyorum.Bazı yönetmenler Babam ve Oğlum filmini çekmeden önceburada yaşanan büyük dramı film yapmaları gerekirdi.İlkokul öğretmeni olan Saide Hanımla evlenmiş, ikioğlu ve bir kızı olmuştur. 3 tane de torunu vardır. 23 Mart1956 Cuma günü de Ankara’da hakkın rahmetine kavuş-muştur. Ankara’daki asri mezarlıkta gömülmüştür.Fethi Tevetoğlu’na göre Orkun; ağırbaşlı, vakur, latifeyiseven şakacı ve tatlı bir insandı. Takılacağı kimseyi gözlük-lerinin üzerinden ciddi bir bakışla süzer, sonra gıdıklayıcısözleriyle şakasını yapardı. Puro içmekten son derece zevkalırdı.8 Ocak 1951 Pazartesi günü Ankara Türk Ocağı H.Namık ve arkadaşları tarafından faaliyete geçirilmiştir. Öğretmen olarak birçok öğrenci yetiştirmiştir. Bunlar-dan en önemlisi Nejdet Sançar’dır. Nejdet Sançar NamıkBeyin bütün eserlerini toparlamış ve makale olarak ya-yımlamıştır.
Tarihe dair eserler: Peçenekler, Oğuzlara dair,Avarlar, KumanlarEdebiyat tarihine dair eserleri: Eski Türk yazıtları,Türk efsaneleri Türk milliyetçiliğiyle ilgili eserleri: Türk dünyası,Yeryüzünde Türkler, Türkçülüğün Tarihi Diğer eserleri: Türk tarihinin Bizans kaynakları,Türk istilası devrinde Macaristan ve Avusturya’da casuslar,Türk sözünün aslı, Osmanlıların aslına dair, Eski Türkler-deki evcil hayvanların tarihçesiDers kitapları olarak: Tarih kitapları, Türk HukukTarihiMakaleleri: Hakimiyet-i Milliye, Türk Yurdu, Orkun,Çınaraltı, Varlık gibi dergilerde çeşitli makaleleriyayımlanmıştır.Umut ederim ki; bu makaleler toplanarak bir külliyathalinde yayımlansın. Bu bizlere düşen bir görevdir. Ken-disini rahmetle anarak konuşmama son veriyorum.Teşekkür ederim.

BİLİM ADAMI HÜSEYİN NAMIK ORKUN
Prof. Dr. Ahmet Bican ERCİLASUN
1902-1956 … Elli dört yıllık kısa bir ömür. Biz daha ömrümüzün baharındayızderken ben henüz altmış üç yaşındayım. Altmış yaş civarındaki bir insana bakarakHüseyin Namık’ın elli dört yaşında vefat ettiğinde ne kadar genç olduğunu hesapedebilirsiniz. Ama bu elli dört yıl içine pek çok çalışma ve eser sığdırmış. HüseyinNamık gerçek mânada bir âlim, bir Türk tarihçisi ve bir Türk dilcisidir. Aynızamanda da bir Türk kültür tarihçisidir. Tam Macaristan’a gittiği tarihi bilmiyorumama 1920’lerin başında İstanbul Üniversitesi henüz İstanbul Darü’l Fünun’u iken,BİLİM ADAMI HÜSEYİN NAMIK ede-biyat fakültesinde okuyor. 1902 doğumluolduğunu düşü-nürsek on sekiz yirmili yaşlarda okuyor ve o tarihlerde Türk Yurdudergisinde çıkmış, benim de hatırladığım bir iki yazısı var. Daha sonra Macaristan’agidiyor ve 1930’da oradan dönüyor. Macaristan’da çok kuvvetli bir Türkolojigeleneği var. İşte bu Türkoloji geleneğinin en büyük temsilcilerinin öğrencisi olanHüseyin Namık’ın bu yıllarda öğrendikleri tarihçiliğinde ve dilciliğinde onu çok fazlageliştirmiş olacaktır. Bizde Macar ekolünden diyerek sıralayabileceğimiz birkaç alimvar ve bunların başında da Hüseyin Namık ORKUN geliyor. Hüseyin Namık’ın oradaaldığı eğitim Türk dilciliği ve tarihi açısından çok önemlidir. 1930 yılındaMacaristan’dan döner dönmez neş-riyat faaliyetine başlıyor. 1944 duruşmalarısırasında hızlı hızlı savunmasını yaparken mahkeme heyeti sık sık sorular sorunca,‘Hızımı kesme’ cümlesindeki diyerek mahkeme heyetini de şaşırtmıştır. Hakikaten okonuşması gibi ilmi çalışmalarında ‘hızımı kesme’ tamlamasındaki heyecanıtaşıyacak şekilde dolu dolu olmuştur. Onun dört ciltlik Türk tarihini okuduğumzaman çok gençtim. Ya lisenin sonla-rında ya da üniversitenin ilk yıllarındaydım.1960’ların başında ben o kitapları eski kitapçılardan almıştım. O zaman eskikitapçılardan aldığım bir kitap şu anda maalesef bulunamıyor. İşte o kitap derli toplu,fazla uzun olmayan bir çok öğretim üyesi ve öğrencinin ihtiyacını karşılayacak birkitaptı. Hüseyin Namık ORKUN’ un ‘Türk Tarihi’. Özellikle Türklerin kavimlergöçü konusu orada ilgi çekici olarak anlatılıyor. Çalışmalarına Macaristan’dabaşladığını öğrendiğimiz Türk Dünyası kitabını döndükten hemen sonra 1932 yılındayayınladı. Şu son zamanlarda dikkat ederseniz Türk Dünyası ile ilgili kitaplar çoğaldıve biz bu kitapları Türk Dünyası’na giderek, onlarla temas halinde haberleşerekyazıyoruz. Ama Hüseyin Namık, bu kitabı yazdığı zaman bu imkanlara sahip değildi.Zira Sovyetler daha yeni kurulmuştu. İşte Hüseyin Namık’ ın yazdığı bu kitap TürkDünyası alanındaki ilk kitaptır diyebiliriz.Sonradan bu kitabını kısaltarak Yeryüzünde Türklerdiye yeniden bastırdı. Prof. Dr. Hüseyin Namık Orkun’ ungecesini gündüzüne katarak yaptığı en büyük çalışması EskiTürk Yazıtları üzerinedir. 1936’da birinci cildi çıkıyor;1941’de ise son cildi çıkıyor. Toplam dört ciltlik bu eser 1941’ de tamamlanmış oluyor. 1936’ da birinci cildininçıkması için bu çalışmaya en azından 1930’ ların başındabaşlamış olması lazım. O eseri incelediğiniz zaman Hüse-yin Namık’ ın bu eseri gecesini gündüzüne katarak hazır-ladığı anlaşılır. 1934 yılında Hüseyin Namık’ ın soyadınıORKUN olarak alması da ilk cildinin 1936 yılında çıktığıdüşünülürse bu çalışmalara çok önce başladığının kanıtıolacaktır. Aynı zamanda bu üniversitede ( Gazi Üniversi-tesinde ) tarih hocalığı yapıyor. Muhtemelen şu an rektörlükbinası olarak kullanılan kubbeli binada çalışıyor ve yinemuhtemelen okula da yürüyerek gelip gidiyordu. Bunu dahocanın o dönemde Bahçelievler 18. sokak 16 numaradaoturmasından çıkardım.O zamanlar Gazi Eğitim Enstitüsü’ nde bir yandanhocalık yaparken bir yandan da Eski Türk Yazıtları ile ilgiliçalışmasını hazırlıyordu . Dört ciltlik bu eser sadece OrhunAnıtları olarak bildiğimiz üç büyük anıtı içine almıyordu.Bunlar Költigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk’ un anıtlarıydı.Bilge Kağan, oğlu tarafından kendi adına dikilen; Költigin, Bilge Kağan tarafından dikilen anıttı ve bir de Tonyukukvardı. Orhun Abideleri veya anıtları dediğimizde bu üç anıtanlaşılır ama Hüseyin Namık’ ın yayınında bu üç bengü taşyanında o zaman bilinen en küçük belge dahi yer almıştır.Aşağı yukarı bu belge ve yazıtların sayısı kırk civarındadır.Özellikle Yenisey Bölgesi’nde bulunan yazıtlardır. İşteHüseyin Namık’ın eseri, bu Göktürk harfleriyle yazılmışyazıtları, abideleri ve belgeleri fotoğraflarla birlikte içinealan bir eserdir. Günümüzde ve günümüze kadar da buyazıtlarla ilgili olarak hepsi kendi içinde çok değerliçalışma yapıldı. Ama hala bu ölçüde hacimli bir çalışmayapılamadı.

Benim elimde çok ünlü İngiliz Türkologu Sir GerardClauson’un bir eserini görüyorsunuz. Türkçe’nin etimolojiksözlüğünü yazmış; yaklaşık bin sayfalık, büyük ve hacimlibir eser. Sir Gerard Clauson elimdeki eserinde ( Turkishand Mongolian Studies ) eski Türk yazıtlarından ve abidele-rinden bahsederken, Hüseyin Namık’ın eseri hakkında “bumetinlerin en kapsamlı yayını” tabirini kullanıyor ve ayrıcaondan daha iyisi yayınlanıncaya kadar “en mükemmel vegeniş kapsamlı yayın” olarak değerlendiriyor. Tabii ki bir yabancının bizi takdir etmesi önemli; fakat bu yabancınıntakdir etmesi daha da önemli. Çünkü bu, biz Türkleri sevenbir yabancı olduğu için samimi buluyoruz. Doğrusu bütünyabancı Türkologların bizi sevdiğini söyleyemeyiz.Ayrıca Hüseyin Namık’ ın Eski Türk Yazıtları kitabıyine bir yabancı Türkolog olan Gerard Doerfer’in dörtciltlik çok önemli bir eseri var. O eserde Türkçe unsurlariçin en çok değerlendirdiği kitap Hüseyin Namık ORKUN‘un Eski Türk Yazıtları kitabıdır. Eski Türk Yazıtlarıkitabında bu kırk yazıtın fotoğrafları, okunuşları ve sayfaaltlarında bugünkü Türkçe’ ye aktarmaları var. Her bir yazıtiçin notlar ve bilgiler bulunmakta. Dördüncü ciltte deindeks şeklinde bir sözlük yer almaktadır.Hüseyin Namık’ tan on sene sonra bu çapta bir eseri,Moskova’ dan Sergey Malov yayınlamıştır. Ama Malov,Hüseyin Namık’ı geçemedi bana göre. O da kendi döne-minde bütün Göktürk yazıları ile yazılmış anıtları veyazıtları içinde toplayan birkaç ciltlik bir eser yazdı. 1951’de başladı ve 1959’ a kadar devam etti. Ama Hüseyin Na-mık’ ı geçtiğini söyleyemeyiz. Tabii ki bu yazıtlar dahaönce de yabancılar tarafından yayınlanmıştı. Mesela buyazıtları çözen Vilhelm Thomsen 1896‘ da yayınlamıştı.Hüseyin Namık hocanın ekolünün kurucusu olan Vambery
tarafından yayınlanan bölümler vardı. Hüseyin Namıkbütün bu eserlerden faydalandı. Peki onun çalışmasını buçalışmalardan ayıran fark ne? Hüseyin Namık’ ın çalışma-sının farkı şundan ortaya çıkıyor: Daha önceki çalışmalarıntarihine dikkat ederek 1910 yılında bulunan ve 1917 yılındayayınlanan Divanü Lügat’it Türk adlı Kaşgarlı Mahmut’uneserini dikkate alırsak Hüseyin Namık Orkun’ un elinde nedenli faydalı bir kaynak olduğunu görürüz. Çünkü Divan,içinde sekiz bin kelime barındıran bir sözlüktür. HüseyinNamık’ ın eserini hazırlarken anıt, yazıt ve belgelerdekibirçok kelimeyi bu kaynaktan faydalanarak çözdüğünüsöyleyebiliriz. Yani Hüseyin Namık’ın eserini diğer çalış-malardan üstün kılan yönü, bir kaynak olarak DivanüLügat’it Türk’ü kullanmasıdır. Bu bakımdan da HüseyinNamık’ ın bu yayını fevkalade önemli bir yayındır. 930yılında tarihini tam olarak bildiğimiz Göktürk harfleriyleyazılmış ilk ve tek kitap şeklindeki eser de ( Irk Bitig )Hüseyin Namık’ ın eserinin ikinci cildinde yer almaktadır.Bu eseri diğer yazılı belgelerden ayıran özelliği kitapşeklinde yayınlanmış olmasıdır. Hatta bu eseri ilk kezyayınlayan da Hüseyin Namık’ tır. Yine Uygur harfleri ileyazılmış, bizim önemli eserlerimizden biri olan ‘İyi Dü-şünceli Şehzade İle Kötü Düşünceli Şehzade’. Bu kitapBudist Uygurlarındır; bir mücevheri aramaya giden adamıanlatır. Çok ilginç bir macera romanı gibi yazılmış birkitap. Uygurların bu eserini de Türkiye’ de yayınlayan ilkadam yine Hüseyin Namık ORKUN olmuştur. Eski Türkyazıtlarında Sekeller hakkındaki ilk geniş malumatı da yineHüseyin Namık’ tan alıyoruz. Sekeller bugün Macaristan’da ve oradan da çok Romanya‘da yaşayan ve Köktürk ya-zısını 19. yy’a kadar yaşatan bir topluluktur. Sekeller’ denbir elçilik heyeti Yavuz Sultan Selim zamanında İstanbul’ a geliyor. Bunları hep Hüseyin Namık ORKUN’ dan öğre-niyoruz. Elçilik heyeti Hüseyin Namık ORKUN’ unyazdığına göre, Macarlar’ dan bir elçilik heyeti İstanbul’ ageliyor. Yavuz, Çaldıran seferine çıkıyor. Birkaç seneİstanbul Çemberlitaş’ ta bulunan, Elçi Hanı diye bilinen birhanda kalan elçilerden bir Sekel elçisi bir taş üzerineGöktürk harfleriyle Sekelce birkaç satır yazı yazmış. BuÇemberlitaş’taki taş, 19. yy’da çıkan bir yangın sırasındayok olmuş. Fakat Yavuz Sultan Selim’ den sonra KanuniSultan Süleyman döneminde gelen bir başka Macar heyetibu yazıyı kaydedip, kitaba geçirdiği için oradan biliyoruz.Bu, çok enteresan, ince bilgileri de bize Hüseyin NamıkORKUN anlatıyor. Göktürk harfleri Yavuz Sultan Selimzamanından 1850’lere kadar İstanbul’ da bir taş üzerindekalmıştır.Hüseyin Namık ORKUN’ un kıyıda köşede kalmış okadar önemli yazısı ve makalesi var ki, bizlerin bileulaşamayıp, okumadığı bu eserlerin mutlaka toplanmasılazım. Bunların mutlaka okunması, bu Türk ve Türkçü-lüğün tarihinin mutlaka basılıp okutulması gerekiyor.1940’larda Irkçılık, Turancılık davaları sırasında 1944 yılında herhalde üç Mayıstan birkaç gün önce Atsızyine o söylediğim Bahçelievler’deki evde onu ziyaretediyor. O dönemde yani üç Mayısta duruşması olan Atsız’ amanevi destek vermek isteyen Hüseyin Namık ORKUN.Atsız ve arkadaşı Cemal Oğuz ÖCAL Orkun’un evinegidiyor ve o günü birlikte geçiriyorlar. Daha sonra üç Ma-yıstan on gün sonra yani on üç Mayısta Hüseyin NamıkORKUN da tutuklanıp İstanbul’a götürülüyor. Belki buziyaret olmasaydı Hüseyin Namık tutuklanmayacaktı. Fakatben ondan da emin değilim. Çünkü o dönemde HüseyinNamık ORKUN ile birlikte tutuklanan ihtilalle, hükümet
devirmeyle hiç alakası olmayan o kadar ilim ve kültür ada-mı var ki, bunların ve Hüseyin Namık ORKUN ‘un tutuk-lanmasına anlam ve gerekçe aramak veya bulmak da çokzor oluyor. Mehmet ŞAHİNGÖZ, dış politikanın Türkiye’deki yansımaları diye açıklıyor ki herhalde doğru olsagerek. Hüseyin Namık ORKUN tutuklanıyor ve İstanbul’ agötürülüyor. Arkadaşlarının anlattığı hatıralara göreHüseyin Namık ORKUN’ un maneviyatı yerindedir. Oradatutuklu kaldığı bir yıl civarındaki sürede yirmi üç sanıkikiye ayrılmışlar; et yiyenler, et yemeyenler. Bu ayrımınyapılmasının sebebi aralarında vejeteryanlar olmasıdır.Hüseyin Namık ORKUN da vejeteryan değildir. Türk’ ünyemeği ettir diyor. Birçok sebzeyi meyveyi ve et dışındakiyemeği ‘biz Anadolu’da öğrendik; son derece de doğru-dur,yani Türk’ün yemeği ettir. Sonra Hüseyin Namık’ınetrafında et yiyenler toplanmış, Hasan Ferit CANSEVER’inetrafında et yemeyenler toplanmış. Tabii bir de o zaman kitutukluluk hayatı böyle espri ve şakalarla geçecek, bumanevi işkence başka türlü geçmez. Onun için de bu tipesprilerle ancak dayanmak mümkün.Türk dilinin, tarihinin bu büyük araştırıcısı maalesefbir yıla yakın zamanını tutuklu olarak geçiriyor. Davasonunda hepsi beraat ediyor. Hüseyin Namık tutuklan-dıktan sonra da çalışmalarına devam etmiş; 1949’da TürkOcağı yeniden kurulurken faal rol almıştır. 1956 yılında,erken bir yaşta onu kaybettik; Allah rahmet eylesin.

OTURUM BAŞKANIProf. Dr. Reşat Genç’in Değerlendirmesi*Mehmet Şahingöz arkadaşımız Meşrûtiyet adımla-rından başladı. Doğrusunu söylemek gerekirse özellikle II.Meşrûtiyet dönemi 2006 Türkiye'sinden çok daha fazlaherkesin hür iradesiyle fikirlerini söyleyebildiği, yazabil-diği, tartışabildiği bir fikirler dönemiydi. O dönemdeyetişenler fikirler döneminden çok güzel yararlandılar.Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’yi kurmasından itibarenyaptıklarını ve yapmaya çalıştıklarını şöyle bir değerlendi-recek olursak, iki cümleyle özetlersek; “Kendi benliğinibilmeyen milletler başka milletlere av olur. Medeniyetöyle bir ateştir ki ona kayıtsız kalanları yakarak mah-veder.”Atatürk’ün çalışmaları bu iki inançlı cümleninmanasındaydı. İsterseniz bunu Atatürk’ün 10. yıl nutkun-daki bir sözüyle birleştirelim. Diyor ki; “Millî kültürü-müzü muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkara-cağız.” Millî kültürü geliştirerek, ondan güç alarak, bes-lenerek ve besleyerek çağdaş uygarlık düzeyine çıkmak.Bunu yaparken millî kültürümüzden kopmak yerineolmazsa olmazı yapmak demek istemiştir. Tabiî böyle bir* Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
amaç söz konusu olunca adeta ifade edilmemiş bir denklemvar (Atatürk’ün beyninde) diyoruz. Bu da Türk dili - Türkkültürü - Türk milletidir. Bu denklemi kuran düşünceAtatürk’ün “Bir milleti aynı kültürü yaşayan insanlaroluşturur.” anlayışıdır. Ve hatta bunu daha da pekiştirmekiçin der ki; “Türkiye Cumhuriyeti’nin dayanağı Türkhalkıdır. Bu halkın her biri Türk kültürüne ne kadarbağlı olursa cumhuriyet de o kadar sağlam temelleredayanmış olur.” Bu doğrultuda düzenlenmiş olancumhuriyet eğitiminin ruhu Tevhid-i Tedrisat Kanunuydu.Tevhid-i Tedrisat Kanununun da ruhu gerekçesinin ilkcümlesinde yazılan “Bir devletin genel eğitim ve kültürpolitikalarından maksat o devlete vücut vermiş olanmillet fertleri arasında işbirliği ve fikir birliği yarat-maktır.” olmuştur.Bir ülkede iki ayrı tipte eğitim iki ayrı tipte insanyetiştirir. Farklı tiplerden oluşan bir toplum sağlıklı bir millîbütünlük arz etmez. Tevhid-i Tedrisatın gerekçesi de iştetam manasıyla budur. Yani mektep, medrese ayrımınatahammül edilmemiştir. Fakat zamanımıza baktığımızda ikideğil, on iki hatta yirmi iki farklı tip eğitim ve insan var.Her cemaatin kendi kafa yapısına göre anaokulundanüniversiteye kadar insan yetiştirdiği günü yaşıyoruz.Sıkıntılarımızın ana kaynaklarından biri budur. Konumuzlabu anlattıklarımın şu noktada bütünlüğü var. RahmetliHüseyin Namık Orkun hocamız da Atatürk’ün açmışolduğu bu yolda, bu iki parolanın paralelinde yürümüş. Buyolda bu iki paroladan güç almış, beslenmiş, bilmek vebulmak için sürekli çalışmış. Bu ülke, vatan, millet içinbüyük fedakârlıklar yaparak hizmetler vermiş ve bir sonrakikuşakların yetişmesi ve faydalanması için büyük çalışmalaryapmıştır. Deyim yerindeyse H. Namık Orkun cumhuriyete
omuz verenler halkasında yer alan bir insandır.Atatürk istiyordu ki; bu cemaatler sisteminde değişiketnik kökenlerden gelse de “Ne mutlu Türküm diyene!”anlayışıyla yoğrulmuş ve misak-ı millî sınırları içinde millîbir kültür yaratmak. Bazı çevreler gardolap devrimi diyerekküçümsese de bu kıyafet inkılâbı yeni bir millî kimlikoluşturmanın bir uygulamasıydı. Çünkü Osmanlı İmpara-torluğu döneminde sokağa çıktığınızda etnik kökenlerine,dinlerine, mezheplerine göre değişik kıyafetli insanlargörülmekteydi. Bunlardan sınırsız, kaynaşmış bir toplumyapmak için kıyafet inkılâbı yapıldı. Soyadı kanunu dabunlardan biridir. Dil ve tarih çalışmalarıyla da bu toplumabir milletin Türk milleti olduğu anlayışı kazandırılmakistendi. Atatürk’ten sonra o programlar da, o programlaragöre yazılmış kitaplar da raflara kaldırıldı ve yerine yenilerigeldi. Ve nihayet laik hukuk, laik toplum ve laik devleti butopluma iyice anlatamadık. Laik hukukla oluşturulan laiktoplum Türkiye’de ilk defa dinlerine, mezheplerine, etnikkökenlerine bakmaksızın bu ülkenin bütün insanlarınıkanunların önünde birbirlerine tam eşit, eşit derecedesevgiye, saygıya ve korumaya değer değerli varlıklar olarakherkesi 1. sınıf vatandaş yaptı. Cumhuriyet bunu dagerçekleştirdi. Laiklik Atatürk’ün iki sloganından ikisininde olmazsa olmazıdır. Fakat biz bunu da anlatamadık. Hemanlatamadık, hem de bir taraftan devlet eliyle Türkiyetoplumunu cemaatleştirdik. Bilgilerimizi okullarda öğret-mek yerine çocuklarımızı sokağa sürdük. “Saldım çayıramevlam kayıra” mantığıyla çocuklarımızı oralara buralarakaptırdık. Biz toplumu devlet eliyle cemaatlerin kucağınaittik. Şimdi aynı biz bu durumdan şikâyet ediyoruz. Atatürkçizgisini muhafaza etmemiş olmamızdan dolayı büyüksıkıntılar çekiyoruz.

Arkadaşlar, bunu iyi bilelim. Millî kimlik, çizgi vedin konusunda sıkıntılar çekiyoruz. Din konusunda ılımlıİslâm adı altında sanki bunun soğuğu sıcağı varmış gibisaçmalamalarla İslâm Hıristiyanlaştırılıyor. Misyonerlik hatsafhada ve nihayet AB adına teslimiyet içerisinde çırpınanbir Türkiye bugün, Atatürk’ün lider ülkesi Türkiye Cum-huriyeti, bölgesinde güç olan Türkiye bugün affedersiniz eletek öpülerek batıya uzanacağız diye teslimiyetçi birpolitikanın içine sokuluyor. Bizim için en sağlam, enaydınlık çıkış yolu Atatürk’ün Türk kültürünü muasırmedeniyetler seviyesinin üzerine çıkarmak için açtığı yololacaktır. Bu yolu takip edelim. Bu yolda da HüseyinNamık Orkun gibi Türkiye’de millî kimliğin, benliğingelişmesi ve korunması için hizmet vermiş olanları herzaman hürmet ve saygıyla analım. Fakat bununla kalma-yarak onların bize bıraktıklarını okuyalım, onlardan feyzalalım ve onlara erişmekten de öte onları bu kutlu yoldageçmek gayret ve çabası ile ter dökerek çalışalım. Bizdensonraki kuşakları da bu şekilde yetiştirelim. Atatürk’ünmillî devletini “Ne mutlu Türküm diyene” tamlama-sındaki millîyetçilik anlayışıyla yoğrulmuş bir millî devletolduğunu anlatalım.Bizi sabırla dinlediğiniz, katılım ve katkılarınız içinteşekkür ediyor ve oturumu kapatıyorum efendim.

ESERLERİ
1. Peçenekler, 1933, İstanbul,
2. Atilla ve Oğulları 1933, İstanbul
3. Oğuzlara Dair, 1935, Ankara
4. Hunlar, 1938, İstanbul
5. Türk Tarihi, 1946, İstanbul, 4 cilttir
6. Avarlar, Peçenekler, Kumanlar, 1941, Ankara
7. Eski Türk Yazıtları, 1936 – 1941, Ankara, 4 cilttir
8. Prens Kalyanamkara ve Papamkara HikayesininUygurcası, 1940, İstanbul
9. Türk Efsaneleri, 1943, İstanbul
10. Türk Dünyası, 1932, İstanbul
11. Yeryüzünde Türkler, 1944, İstanbul
12. Türkçülüğün Tarihi, 1944, İstanbul
13. Türk Tarihinin Bizans Kaynakları, 1938, Ankara
14. Osmanlıların Aslına dair, 1939, İstanbul
15. Türk İstilası Devrinde Macaristan ve Avusturya’da Casuslar, 1939, Ankara
16. Türk Sözünün Aslı, 1940, İstanbul
17. Eski Türklerde Evcil Hayvanların Tarihçesi, 1954,Ankara
18. Orta Okul İçin Okuma Kitabı: I, 1946, Ankara
19. İlkokullar İçin Tarih Okuma Kitabı: IV. 1951,Ankara
20. İlkokullar İçin Tarih Okuma Kitabı: V. 1951,Ankara21. Türk Hukuk Tarihi, 1935 – 1936,

Ziyaret -> Toplam : 125,35 M - Bugn : 115437

ulkucudunya@ulkucudunya.com