Kör Dövüşü
Mahir KAYNAK 08 Kasım 2006
Türkiye’deki siyasi mücadele gerçek zeminde yürütülmüyor. Taraflar iddialarını Anayasa, ilkeler ve değer yargılarını öne sürerek savunuyor veya karşı tarafın bunları ihlal ettiğini söylüyor. Oysa bunun gerçekle uzaktan yakından ilgisi yok. Kavganın sebebi başka, görüntüsü ilgisiz konularda.
İlk bakışta bir laik İslamcı farklılaşması ve bunun yansımalarını görüyoruz. İslamcı kanat demokratik kurallara uyulmadığını, insanların inanç özgürlüğüne müdahale edildiği söylerken karşıtları Cumhuriyet ilkelerinden söz ediyor ve Anayasanın çizdiği çerçevenin zorlandığını düşünüyor.
Gerçekte kanatlar farklı bir dünya algılıyor ve Türkiye’nin bu çerçevede yerinin neresi olması gerektiği konusunda anlaşamıyorlar. İslamcı kanadın önemli bir bölümü ülkemizin küreselleşen bir dünya karşısında olduğunu ve bunun içinde yer almamız gerektiğini düşünürken diğer kanat ulusalcı eğilimlerin ağır basacağını öngörüyor. Herkesin ülkemiz için öngördüğü yer kendi çıkarlarıyla örtüşüyor. Küreselleşen bir dünyada ve onunla bütünleşecek olan ülkemizde, egemenlik el değiştirecek ve bugüne kadar yönetilen konumda olan kitleler yönetici olacaktır. Buna halkın iktidarı deniyor ve bürokrasinin üstünlüğünün sona ereceği düşünülüyor.
Burada bir soru cevapsız kalıyor. Demokrasinin gerekleri yerine getirilirken ve egemenlik el değiştirirken demokrasinin ihtiyaçlarına cevap veriliyor ama bu durumun ülkenin geleceğini nasıl etkileyeceği tartışılmıyor.
Söylemek istediğim bu görüşlerden birinin doğru ya da yanlışlığı değil. Sadece önce hedeflerin belirlenmesinin gerektiği ve kuralların bu hedeflere en kolay ulaşılacak biçimde olmasıdır. Yolunuz gideceğiniz yeri değil, gideceğiniz yer yürüyeceğiniz yolu belirlemelidir. Bir taraf demokrasi olsun da nereye giderse gitsin derken diğerleri biz bir hedef belirlemiştik, zaman neyi gerektirirse gerektirsin biz hedefimizi değiştirmeyiz diyor ve her ikisi de yanılıyor.
İzlenmesi gereken yol bellidir ve bunun dışındaki davranışların getirisi sadece şansa bağlıdır. Önce geleceğin dünyasının nasıl şekilleneceği, böyle bir yapılanmanın hangi ilkelerle ve değer yargılarıyla yönetilmesinin mümkün olduğu tahmin edilmeli ve bu şartlarla uyumlu bir değerler sistemi savunulmalıdır. Bu herhangi bir ideoloji olabilir ve her düşünce sahibinin kendisini özgür hissedebileceği bir ortam, bu yapı içinde, sağlanabilir.
Bir süre herkes ideolojik tartışmayı bir yana bıraksa ve sadece siyaset konuşulsa, kimse diğerinin değerleriyle uğraşmayıp yürünecek yolun nereye vardığını araştırsa, önümüzü daha iyi görürüz.
Bir örnekle yazımı bitiriyorum. Kimse Mehmet Ağar’ın neden PKK’nın siyasallaşması gerektiğini istediğini tartışmıyor ama onu eleştiriyor. Birbirine karşıt iki tarafın yakınlaşması taraflardan birinin yenildiğini ya da değiştiğini gösterir. Kim yerinde duruyor, kim değişti ve ne hale geldi biliyor muyuz?