« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

17 Nis

2012

KEMAL TAHİR’İN KÖY ROMANLARINDA NATÜRALİST BİR EĞİLİM OLARAK CİNSELLİĞİN VULGARİZE EDİLMESİ

Şecaattin TURAL 01 Ocak 1970

Özet
Kemal Tahir’in köyü konu alan, özellikle “Yediçınar Yaylası”, “Köyün
Kamburu” ve “Büyük Mal” adlarıyla yayımlanan ve bir üçlemeyi oluşturan
romanlarında yoğun bir cinsellik temasının işlendiği görülüyor. Romanlarındaki
köylü karakterlerinin ister eşraftan ister köylüden olsun hemen hepsinin cinsel
sapkınlığı da içine alan bir ahlâkî çöküntü içinde olması, Kemal Tahir’in realizme
yüklediği anlamla ilgilidir. Sanatçının ahlâksızlıkla suçlanmaması gerektiğini
ileri süren ve kendisinin katı realizm adını verdiği gerçekçiliği romanlarına
yansıttığını söyleyen yazarın, özellikle söz konusu romanlarına baktığımızda
kastettiği gerçekçiliğin “natüralizm”e daha uygun düştüğü görülüyor. Kuramsal
bir yöntemin de ötesinde romanlarındaki köy hayatı ve köylüler hakkındaki söz
konusu yorumların natüralizme daha yakın durmasının sebebi olarak Anadolu
insanını yakından tanıma imkânı bulduğu çeşitli hapishanelerde geçirdiği yılları
gösterebiliriz. Nitekim orada tuttuğu “Notlar” bunun bir göstergesidir. Ancak
hapishanelerdeki insan tiplerinin toplumun genelini ne kadar yansıttığı üzerinde
düşünülmesi gereken bir konudur.

Kemal Tahir, Türk romancılığında olduğu kadar düşünce dünyamızda da en
çok tartışılan yazarlarımızdan biridir. Sosyalist dünya görüşüne sahip olmasına
rağmen, klâsik Marksist kuramın tarihimizi yorumlamakta yetersiz kalacağı
inancındaki Kemal Tahir, romanlarında Osmanlıdan başlayarak sosyal ve siyasî
gelişmelerin yaşandığı tarihimizin kırılma noktalarını kendisinin de söylediği gibi
realist bir üslupla kaleme almıştır. Burada geçen “realizm” yani “gerçekçilik” kelimesi
bilindiği gibi edebiyatta bir akımı temsil eder. Realizm en basit tanımıyla eşyanın ve
olayların oldukları gibi tasvir edilmesidir. 1 Kemal Tahir roman üzerine yazdığı
notlarında kendisini realist bir romancı olarak tasvir ederek realizmin romandaki
yerini şu sözlerle belirtir:
“Bir realist romancı istese de realitenin dışında, üstünde,önünde veya arkasında
bulunamaz, realiteye aykırı mevzular seçemez. Uydurmaktan hazzetmez.”2
Kemal Tahir’in realiteye yaptığı muğlak vurgu özellikle köy romanları söz
konusu olduğunda oldukça öneme sahiptir. Çünkü onun köy romanlarında köylüyü
ahlâkî bakımdan oldukça düşük seviyede göstermesi ve üslup olarak da küfür ve
argoyu hâkim kılmasının altında yatan neden Kemal Tahir’in özellikle “Notlar”ında
realizme yüklediği bu muğlak ifadeyle ilgilidir. Onun kastettiği realizm, aslında
kendisi pek kabul etmese de “kaba realizm” olarak da tanımlanan “natüralizm”e3daha
yakındır. Zira onun roman kahramanları adeta natüralizmin edebiyatta en önemli
temsilcisi olarak sayılan Emile Zola’nın kahramanlarına benzer. Zola’nın Paris’in
batakhanelerine ve varoşlarına çevirdiği merceği Kemal Tahir Anadolu köyüne çevirir.
Ortaya çıkan tablo ise her türlü arzu ve isteğini tatmin etmekte hiçbir ahlâkî endişe
taşımayan, içgüdülerine göre yaşayan, çıkarı için her türlü yola başvurabilen insan
portrelerinden oluşur. Bu aslında toplumdaki bozulma ve çürümenin karikatürize
edilerek, kaba çizgilerle ortaya konulmasıdır. Romancı böylece insan doğasının en gizli
en mahrem yönlerini bütün çıplaklığıyla ortaya koyarken aslında toplumun giderek
yozlaştığına dikkat çekmek ister. Burada devreye hemen romanda “iyimserlik-
kötümserlik” gibi kavramlar girer. Diğer bir deyişle bir romancı neden romanlarında
daima olumsuz tipler çizer? Türk romanında bu soruya en çok muhatap olan kişi hiç
şüphesiz Kemal Tahir’dir. Özellikle onun köy romanları üzerine yapılan yorumlar,
onun Türk köylüsünü tanımadığı, hatta onu çıkarcı, cinsel yönden sapkın bir insan
topluluğu olarak göstererek gerçekleri çarpıttığı suçlamasına dayanır. Bu yorumlarda
biraz da dönemin aydınının “köy”e bakışındaki ideolojik bakış etkendir. Zira
Tanzimat’tan itibaren yüzünü halka dönen aydınımızın romantizmin de tesiriyle
“şehir-köy” karşılaştırması yaptığı ve tercihini “köy”den yana kullandığını biliyoruz.
Hayatında hiç gerçek bir köy görmediği halde Anadolu’yu idealleştiren ve Anadolu
insanını saflığın, iyiliğin, bozulmamışlığın bir sembolü olarak tasvir eden Türk
aydınının Millî Edebiyat döneminde bu anlayışı daha da belirgin bir şekilde işlediğini,
sonrasında Milli Mücadelede Anadolu insanının göstermiş olduğu fedakârlık ve
kahramanlığın bu inancı pekiştirdiğini hatırlarsak Kemal Tahir romanlarında köyün ve
1 Emel Kefeli (2007), Batı Edebiyatı Akımları,., İstanbul: 3F Yayınları, s. 45. Ayrıca bkz. Sevim Kantarcıoğlu (2009), Edebiyat
Akımları, İstanbul :Paradigma Yayınları, s. 150.
2 Kemal Tahir (1989) Notlar/Sanat Edebiyat 2, Haz.Cengiz Yazoğlu, İstanbul:Bağlam Yayınları,s. 53.
3 Kelime manası olarak gerçeği olabildiğince aslına uygun olarak tasvir demek olan natüralizm, realizmin devamı olarak görülür.
Natüralist yazar, genelde gözlem ve belgelere dayanma ilkesini benimsemekle beraber deneysel bilim yöntemine de yer vererek
deneysel roman türünü meydana getirmek ister. Natüralist romanın en önemli temsilcisi olan Emile Zola gibi yazarlar müstehcen
eserler yazan ahlâk bozucu yazarlar olarak suçlanırlar. Zira argoyu da aşan bir üslupla cinsel konuları işlemişlerdir. Bkz. Kefeli,
2007: 55. Natüralizm ve Gerçekçilik arasındaki fark için ayrıca bkz. Kantarcıoğlu, 2009:137-168.

köylünün olumsuz bir imajla verilmesine tepkinin nedenlerini anlayabiliriz. Bunun
yanında 1940’lardan itibaren Köy Enstitüsü kökenli ve aslen köyden yetişen
romancıların sosyalist dünya görüşüne sahip olmaları ve köyü işçi sınıfı olmayan bir
toplumda devrimci bir güç olarak görmeleri de Kemal Tahir’e karşı çıkışın bir diğer
nedenidir.4 Burada yazımızın konusu Kemal Tahir romanlarıyla sınırlı olduğu için
ayrıntılarına girmesek de onun özellikle Orhan Kemal, Fakir Baykurt gibi dönemin
diğer yazarlarıyla olan anlaşmazlıklardan birinin de kültür ve medeniyet ve buna bağlı
olarak tarihe bakışlarındaki farklılık olduğunu söylemeliyiz.5 Kemal Tahir daha önce
de belirttiğimiz gibi Anadolu insanının toplumsal ve kültürel hayatını, basit bir “ezen-
ezilen” veya “ağa-muhtar-şeyh”in karşısındaki “köy”lü şablonunun dışında çizmiş ve
Osmanlıdan başlayan tarihi bir süreç içinde Anadolu insanının müşterek ruhunu
yakalamaya ve yansıtmaya çalışmıştır. Buradaki “yansıtma” kavramı da Kemal Tahir
romancılığında önemli bir yer tutar, zira bu kavram onun “tez”li olmakla birlikte
“güdümlü” olmayan bir eser ortaya koymak istemediğinin bir göstergesi olarak
yorumlanabilir.
Kemal Tahir’e yöneltilen en önemli eleştirinin onun Anadolu insanını
tanımadığına ve romanlarında bu yüzden daima köylünün olumsuz yönleriyle ortaya
konulduğuna dair olduğunu belirtmiştik. Bu eleştiri aslında bir yönüyle doğrudur,
fakat diğer yönden bir yanlışı da içinde barındırır. Evet, Kemal Tahir köy kökenli
değildir ve hayatının da hiçbir dönemini köyde geçirmemiştir. Fakat 1938-1950 yılları
arasında yattığı Çankırı, Malatya, Çorum cezaevleri onun Anadolu insanını yakından
tanıdığı ve kendi deyimiyle “müşterek duygusu”nu etüt ettiği bir laboratuardır. Çok
sevdiği Dostoyevski’nin de Rus köylüsünü sürgün yıllarında hapishanelerde tanıdığını
hatırlarsak, onun köylüyü tanımadan roman yazdığı eleştirisinin haksız olduğuna
hükmedebiliriz. Yalnız burada gözden kaçırılmaması gereken en önemli husus,
tanıdığı insanların hepsinin de toplumun suçlu ve dışlanmış, marjinal diyebileceğimiz
kesiminden olmasıdır. Bu da onun gibi kendisini realist diye tanımlayan bir yazarın
elindeki en önemli malzemeyi kullanmasını gerekli kılmıştır. Hapishanede yazdığı
“Notlar”da romanlarının ön hazırlıklarını yaparken oradaki tiplerden ve onlardan
dinlediği yaşanmış öykülerden faydalandığı anlaşılmaktadır. Bu da bir anlamda
realizmden natüralizme geçişi farkında bile olmadan kolayca sağlamıştır. Cinayet,
hırsızlık, dolandırıcılık, tecavüz, kız kaçırma gibi suçlardan hüküm giymiş bir
topluluktan oluşan hapishane atmosferi, buralara yolu düşmemiş bir yazarın bile
muhayyilesini harekete geçirirken, bir de onlarla beraber on iki yılını geçiren bir yazar
için bulunmaz bir malzemedir ve yazdığı köy romanlarında konuların işlenişi ve
üslubu bunun göstergesidir.
Köy romanlarında Anadolu insanını cinsel sapkınlığın her türünü serbestçe
yaşayan, esrarkeş, hırsız, dolandırıcı, çıkarcı, kadın olsun erkek olsun eşini
aldatmaktan çekinmeyen kişiler olarak çizen Kemal Tahir, bu tür romanlarında
neredeyse ahlaklı, dürüst, fedakâr tek bir kahraman portresi çizmez. Nitekim
notlarında kendisi de bu konuya değinerek romancının ahlâklı ya da ahlâksız olarak
sınıflandırılmasına karşı çıkar. Ona göre edebiyatta uydurma yazının tesiri olmaz, eğer
4 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Ramazan Kaplan (1997) Türk Romanında Köy, , Ankara :Akçağ Yayınları. Ayrıca bkz.
Alemdar Yalçın (2003) Çağdaş Türk Romanı, 1946-2000,.Ankara: Akçağ Yayınları.
5 Köy romanı ile ilgili olarak 1959’da Turhan Tükel’in yönettiği bir açık oturumda Kemal Tahir, Talip Apaydın, Fakir Baykurt,
Orhan Kemal, Mahmut Makal, köy romanı üzerine tartışmışlardır..Tartışmaya sonradan Necati Cumalı da dahil olmuştur. Bu
tartışmada genel olarak diğer dört romancı Kemal Tahir’in tarih ve medeniyete bakışından kaynaklanan, edebiyatta sosyal
gerçekçilik akımını farklı yorumlamasına karşı çıkmışlardır. (bkz. Beş Romancı Tartışıyor, İstanbul:Düşün Yayınevi.

bir romancıya ceza verilecekse yalancı muharrirlere verilmelidir. Yani toplumun
gerçeklerine yüz çevirip bir tür idealizm peşinde koşan yazarlar cezalandırılmalıdır.
Çünkü ona göre “realist yazar ahlâksızlıkla suçlanamaz ve büyük edebiyat eserlerinin
ortaya çıkması için kanundaki müstehcen maddesinin değiştirilmesi gerekir.6
Onun köy romanları içinde birbirinin devamı olarak üçleme olarak öne çıkan
“Yediçınar Yaylası (1958)”, “Köyün Kamburu (1959)” ve “Büyük Mal (1970)” romanları
söz konusu bakış açısının en açık bir şekilde ortaya çıktığı metinlerdir.
Tanzimat’tan 1930’lu yıllara kadar geniş bir döneme yayılan bu üç roman, ele
aldıkları çevrelerin sosyal yaşayışının tarihi olarak da kabul edilebilir. Konu,
“Yediçınar Yaylası” romanında başlayıp “Köyün Kamburu” ve “Büyük Mal”da devam
eder. Kemal Tahir bu üçlemesinde Çorum çevresinde her türlü düzenbazlık ve
ahlâksızlığı kullanarak yörenin en güçlü ailesi haline gelen “Çakırgiller”in, Halil’de
başlayıp, oğlu Ömer’de süren ve sonrasında torunu Kenan’da iyice ortaya çıkan,
cinselliğin merkezde olduğu bir ahlâkî çöküşün macerasını anlatır. Yazar, uçkuruna
düşkün ve düzenbaz bir aile olarak tasvir ettiği Çakırgiller’i bir köy romanındaki zalim
ağa-mazlum köylü klişesi içinde vermez, buradaki köylü de Çakırgiller’in bir
kopyasıdır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi onun kahramanları, çıkar duygularıyla
birbirine bağlı olan; her türlü cinsel sapkınlığın yaşanabildiği ve karı-kocanın birbirini
oldukça kolay aldattığı bir mekân olarak çizilen köylü ve kasabalılardan oluşur. Kemal
Tahir, zenginliğin, dolayısıyla ekonomik gücün temelinde her türlü bayağılık ve
çirkinliklerin yer aldığı tezini ileri sürerken, köylünün de cehalet ve geri kalmışlık
dolayısıyla bu çarkın içinde yer aldığını, hatta sanılanın aksine oldukça kurnaz
davranarak bu sistemden pay alma çabası içinde olduğunu, bu anlamda idealist köy
romancılarının muhayyilesindeki köylü tipinin gerçekçi olmadığını ispat etmek
gayesindedir. Nitekim “Notlar”ında da her türlü sebeplerle cinayet işlenen köylerde,
istismarcı ağaların onlardan biri tarafından neden tepelenmediğini sorgulayarak,
idealize edilmiş köylünün gerçeğe uygun düşmediğini; köylünün gerektiği yerde
kurnaz ve çıkarcı olabileceğinin de hesaba katılması gerektiğini ifade eder.7 Dolayısıyla
söz konusu romanlarda eşraftan kişiler ne kadar ahlâk fakiri ve çıkarcı ise köylüler de
bir o kadar aynı özelliklere sahiptir.
Yediçınar Yaylası, Köyün Kamburu ve Büyük Mal adlı romanların
kahramanlarına genel olarak bakıldığında ortaya çıkan tablo şöyledir: Çakırgillerden
Halil Ağa yörenin âyânıyla yaptığı işbirliği neticesinde zenginleşmiş bir leblebi
tüccarıdır. Tanzimat döneminde ekonomik ve siyasi yapının yeniden düzenlenmesi
esnasında meydana gelen karışıklıktan faydalanarak iltizam sahibi olmuştur; oğlu
Ömer ise II.Meşrutiyet döneminin karışıklılığından faydalanarak gücünü arttırmıştır.
Onun oğlu Kenan ise dedesinin ve babasının düzenbazlıkla kazandığı serveti kumarda
ve içki âlemlerinde harcayan, fakat Ermeni sürgünü yıllarında tekrar aileyi eski gücüne
kavuşturan kişidir. Yazar, ekonomik ve siyasi yapıyla özdeşleştirdiği bu ailenin
serencamını bize verirken tam bir natüralist gibi davranarak üç nesli temsil eden aile
fertlerini genetik bir miras gibi uçkuruna düşkün tipler olarak çizer.
6 Tahir (1991), Notlar/ 1950 Öncesi Cezaevi Notları, Haz. Cengiz Yazoğlu,., İstanbul: Bağlam Yay.,s. 121.
7 Tahir (1989) , Notlar, Sanat-Edebiyat 2, s. 42.

“Çakırların uçkur gevşekliği işinde evvel eski alınları lekeliydi. Babası bu yaşta
camiden gelse ‘kimbilir kimin kızından gelininden ‘derler. ( Tahir, 1958: 240.)
Ömer Ağa, daha on dokuzunda yörenin âyânı Dilâver Paşa’nın kapatması
olan Cemile’yi aslında kadının kendi rızası, hatta kışkırtmasıyla dağa kaçırmış, fakat
sonrasında korkusundan kadını geri getirmiştir. (Tahir, 1958: 59) Dilaver Paşa’nın
kadının kendi isteğiyle gittiğini bilmesine rağmen kadının karşısında düştüğü
acziyetse romanın ilgi çekici sahnelerinden biridir. Herkes kadının Paşa tarafından
cezalandırılacağını düşünürken “Dilaver Paşa bağıracağına cemile kahpesi bağırıyor…Paşa
karıyı görmesiyle pamuk gibi yumuşamış…Yumuşamak ne kelime itler gibi yalvarmaya
başlamış”(Tahir, 1958: 62) Burada bütünüyle romana hakim olacak bir temayı
görüyoruz: Evli olsun olmasın son derece serbest yaradılışlı ve her an dişiliğini
kullanarak erkeğe her istediğini yaptırabilecek ahlâken düşük tabiatlı kadın
kahramanların örneği Cemile’dir romanda. Nitekim Ömer Ağa’nın karılarından ikisi
olan Güllü ve Benli Nazmiye’nin üvey oğulları Kenan’la ilişki kurmaları, ailenin kadın
düşkünlüğünün ne dereceye vardığının bir göstergesi olduğu kadar, kadınların da
erkek egemen bir toplumda kolayca onlara hükmedebildiğinin bir göstergesidir. Hatta
Benli Nazmiye ile Kenan, Ömer Ağa yatakta can çekişirken sevişirler.(Tahir, 1958: 363).
Ne Kenan ne de analığında herhangi bir pişmanlık ve ahlaki kaygı yoktur. Onlar
romanda çgüdülerine göre yaşayan tipler olarak çizilmişlerdir. Yalnız onlar değil,
Yediçınar Yaylası’na göz koymuş olan ve bunun için Kenan Efendi’yi babası Ömer
Ağa’ya karşı kullanan bir göçer olarak tanımlanan Abuzer de karısı Emey’i Kenan’ı
yaylaya çoban olarak kendilerinin yerleştirilmesine ikna etmesi için kullanır. Kadınlara
olan zaafıyla tanıdığımız Kenan, Emey’e sahip olmak için babasının bile can
çekişmesini sadece izlemekle yetinir (Tahir, 1958: 364) Böylece Emey’le rahatça
görüşebilecektir. Önceleri kadının kocası olan Abuzer’den çekindiğini gördüğümüz
Kenan, Emey’in sözleriyle rahatlar: “ Emey Hanım bakmış ki hiç iş yok…Sen kılıçtan
korktun ama boşuna korktun” demiş, benim Abuzer ağam bu işlere hiç kızmaz, sevinir” (Tahir,
1958: 364)
Kenan’ın analıkları ile girdiği cinsel ilişkinin ahlâkî yönden çok ağır kaçmış
olabileceğini Kemal Tahir de düşünmüş olmalı ki Yediçınar Yaylası’nın film olarak
çekilmesi düşüncesi ile senaryo taslağı hazırlarken tuttuğu notlarda “Kenan, Ömer
Ağa’nınn yeğeni olabilir mi?”8 . şeklinde bir not tutmuştur. Burada Kemal Tahir’in
toplumun ahlâkî anlayışına ters gelecek olan böyle çarpık bir ilişkiyi bir filmde
gösterilmesi üzerine gelebilecek tepkiyi hesaba kattığını söyleyebiliriz. Fakat roman
söz konusu olduğunda yazarımız böylesi çarpık ilişkilerin romanlarda yer almasını
daha gerçekçi bulur:
“Gerçekçi köy romanlarımızda gördüğümüz ana-baba, ana-evlat, baba-oğul, gelin
kaynana sevgileri işte böyle bir harikuladeye kapılmadan gerçeklere fantezi karıştırma
çabasından doğuyor.”9
Burada Kemal Tahir yalnızca eşraf, muhtar, ağa, şeyhlerin değil, köylünün de
aynı zaafın içinde olduğunu, hiç de sanıldığı gibi hemen hepsinin birer namus bekçisi
olmadığını iddia etmektedir. Nitekim “Köyün Kamburu”unun asıl kahramanı ve
8 Tahir (1990), Notlar/Sanat-Edebiyat 4, Haz. Cengiz Yazoğlu,., İstanbul: Bağlam Yay, s. 337.
9 Tahir (1989), Notlar/Sanat-Edebiyat 2, s. 42.

köylünün içinden biri olan Çalık Kerim’in -daha sonra medreseye giderek Çalık
Hafızlığa ve sonrasında karaborsacılık yaparak zengin olmasıyla Çalık Ağa’ya
dönüşecektir- -cinsel meselelere röntgencilik yapacak kadar ilgi duyması, köydeki
evlilik dışı ilişkileri herkese anlatması, daha sonra köyün erkeklerinin çoğunun
I.Dünya savaşının çıkmasıyla askere alınmalarını fırsat bilerek kadınlara sarkıntılık
etmesi ve onların da kolayca buna razı olmaları Kemal Tahir’in bahsini ettiği ahlâkî
yozlaşmanın altında yatan ekonomik ve sosyal yapının bozulmasıyla bağlantılı olan bir
çöküntüdür.
Köyün kamburu olarak alaya alınan ve babası da zaten cinlenerek ölmüş
olan Çalık Kerim namussuzdur da köyün diğer erkek ve kadınları çok mu namusludur?
Hayır, yazar onları da benzer bir üslupla çizer:
Küpeli Meryem, Adviye, Petek gibi köylü kadınları kocalarını aldatan, kendilerine
dost tutan tipler olarak gösterir. “En başta Adviye orospusu…Peki bu Adviye Musa Çavuş’un
delibaşısı Rıza’nın değil miydi?- Oluversin. Rıza buncacık şey için Çalık Ağanın hatırına
değecek yiğit mi? Karşılığında göz yumma parası da almaktaysa…” (Tahir, 1959: 420.)
Romanda eski kulağı kesiklerden biri olarak tanıtılan “Küpeli Meryem’in
Çalık Hafız’ı süzmesi ve Petek’i kıskanması” (Tahir, 1959:, 368), “Petek’e göz koyan
Çalık’ın, kadının dostu olan Pehlivan Hasan’ı öldürmesi ve kadının da ona yardımcı
olması”(Tahir, 1959: 394) söz konusu imajın daha güçlü olarak canlandırılmasına
yöneliktir. Görüldüğü gibi Kemal Tahir romanlarında köylü, hiç de saflığı, yüceliği,
gelenek, töre ve dinin egemen olduğu bir ahlâkî düzenin parçası olmayıp, tam tersine
her türlü değişime uyum sağlamayı öğrenmiş, çıkarı için her türlü ahlâksızlığı
yapmaya hazır bir insan topluluğudur.
Kemal Tahir “Notlar”ında da bu konuya değinir.
“Aile içinde çelişmesizlik komşular arası düzen toplum çelişmezliğini doğurur.
Öyleyse gazetelerde okuduğumuz çeşitli cinayetler, sapıklık, soygun, yakınlar ve komşular
arasında kadın erkek münasebetleri yüzünden çıkan vuruşmalar kimlerin işi…Şehirlilerin
mi?”10
Bu ifadelerden de anlaşıldığı gibi yazar, köylünün içinde bulunduğu
durumun yalnız kendi romanlarında marjinal bir unsur olarak görülmesine karşı
çıkarak gazetelerde hemen her gün görülen bir zamanlar üçüncü sayfa haberi olarak
verilen-bugünse manşetten duyurulan- bir takım çarpık ilişkilerin özellikle toplumun
köylü lümpen kesiminde daha fazla göründüğüne dikkat çeker:11 . Yalnız burada
Kemal Tahir’in gerçek hayatta gazetelerden okunan haberlerin faillerine benzer kişileri
hapishanede tanımasının ve onların anlattıklarının da payının olduğunu unutmamak
gerekir. “Cezaevi Notları”ndan vereceğimiz örnekler bunun ispatıdır. Namus
cinayetinden yatan bir mahkûm şunları söyler:
“Karıyı kötülükte gördük. Kaynanayı, kayınbirader olacak oğlanı vurduk.Tamam 18
kama sallamışım.-Topal gene konuştu:
10 Tahir, a.g. e., s. 31.
11 Tahir, Notlar/1950 Öncesi Cezaevi Notları, s. 241.

,-Atma Ali Koç, yalnız karıyı vurdun alçak. Beye neden yalan söylersin.”12(
…….
Neden yatıyor diğerleri?
-Cinci recep zamparalıkta adam vurmuş…..Hem de kocalı bir karı ile düşüp
kalkıyormuş. Karı bir onbaşı bulunca kıskanmış….Tuz Ali kız kaçırdığından yatıyor.”13
…….
“Ufaklığına bakmayın bey, Cinci domuzdur. Bilakis köyde on yaşında iken karılarla
düşüp kalkarmış.”14
“Hüseyin onbaşı köyde bir kadınla işi azıtmış. Kadının kocası gurbette. Bir başkası da
göz koymaz mı bu şekilde..Karının ardına düşeni vurup öldürmüş.”15
Kemal Tahir’in cezaevinde tanıdığı bu insanların portreleri neredeyse söz
konusu üç romanda da kendisini gösterir. Yediçınar Yaylası’nda Kenan’ın daha on
beşindeyken üvey anneleri olan Güllü ve Benli Nazmiye ile cinsel ilişkiye girmesi,
köylü kadınlarının özellikle Köyün Kamburu’nda evlilik dışı kurduğu ilişkiler hep bu
hayat hikâyelerinden esintiler taşır. Romanın bir yerinde Çalık Kerim’in anlattığı cinsel
içerikli hikâyelere çevrilen köyün kadınları hakkındaki dedikodular, diğer kadınlar
tarafından serbestçe konuşulmakta ve yorumlanmaktadır:
“Hepsinin yanakları kızarmış, gözlerine bir hayınlık gelmişti. Karının adını
biliyorlardı. Öyleyken her söyletişte bir başka çeşit keyifleniyor gibiydiler.”(Tahir, 1959: 212)
Köyün Kamburu’nda adeta folklorik bir unsur olarak anlatılan ve köyün yedi
yaşından on iki yaşına kadar kız ve oğlanlarının hayvan gütmeleri anlamına gelen “döl
gütme” yazar tarafından bir ergenliğe geçiş töreni; kızlarla oğlanların cinsel oyunlar
oynadıkları bir ritüel gibi sunulur. Kemal Tahir bu sahneleri köylünün ağzından,
argoyu da aşan bir üslupla verir:
“Narlıca’nın kızı karısı ne demek? Narlıca’nın karısı da nam salmıştır…-Essah ulan!
Öyledir orospular”.(Tahir, 1959: 110.)
Bu sözler romanda tütün kaçakçısı Gâvur Ali’nin ağzından verilir. Dolayısıyla
her türlü ahlâkî endişeden uzak olan böyle bir karakterin bu sözleri sarf etmesi gayet
olağandır, ama bu sözlerin gerçek olduğunun ve köydeki kız ve kadın cinsinin bu
sözleri doğrularcasına davranmaları kanımızca Kemal Tahir’in hapishane hayatında
dinlediği hikâyelerle doğrudan bağlantılıdır.
Özellikle Köyün Kamburu’nda henüz ergenliğe yeni adım atmış kızların
kendi rızalarıyla kurdukları cinsel ilişkilerin ve ana babalarının bu konudaki
kayıtsızlıklarının, köy gerçeklerine uymadığı halde romanda ayrıntılarına girilerek
verilmesi kaba gerçekçiliği de aşan bir anlatımdır. Kemal Tahir tacize uğramış kadın ve
kız çocukların portrelerini çizse belki realizme yaklaşabilirdi, fakat o, bunu
yapmayarak ortada bir mağdurdan ziyade hiçbir ahlâkî endişe taşımayan kadın ve
genç kız tipleri yaratmıştır. Köyün Kamburu’nda köyün hocası olan Uzun mam’ın
12 Tahir, a.g.e., s. 338.
13 Tahir, a.g.e., s.346.
14 A.e., s.358.
15 A.e., s.363.

henüz ergenliğe adım atmış küçük yaştaki kızlara sarkıntılık etmesi ve onların da
korkmadan ve çekinmeden ebeveynlerinden öğrendikleri cinselliği rahatça
yaşayabildiklerine dair sahnelerin romanda ayrıntılarıyla anlatılması bunun bir
göstergesidir. (Tahir, 1959: 165.) Hatta Çalık Kerim’in beraber yaşadığı ve romanın
sonunda evlendiği Petek’in, kendi kızı on iki yaşındaki Halime’yi kıskanması ve
“Sevdalandı besbelli. Benim yüreğim götürmez. Ben bu kızı öldürürüm”(Tahir, 1959:
427)demesi de benzer bir örnektir. Halime yazar için “cilveleşmeye alışmış bir
kadın”dır. (Tahir, 1959: 430))Yazarın muhayyilesinde köylü kadınlar, küçük yaştan
itibaren cinselliği bütün doğallığı içinde öğrenmiş ve kocalarını aldatmaya müsait
yaradılıştadır.
Küçük yaştaki kız çocuklarını cinsel bir obje olarak gösteren bu sahneler,
Kemal Tahir’in “Cezaevi Notları”nda da vardır. Çorum Cezaevi’nde mahpusların
yiyecek ve giyeceklerini attıkları çöplüğü eşelemeye gelen kızlı-oğlanlı çocukların
anlatıldığı bölümde bu konuyla ilgili bir anekdot vardır. On iki yaşlarında ve adının da
Ayşe olduğunu öğrendiğimiz bir kız çocuğunun çöp yığınında yiyecek ve giyecek
ararken mahkûmlar tarafından örtük bir şehvetle izlenmesinden bahseden Kemal
Tahir şöyle devam eder:
“Pencerelerde, uzun zamandan beridir mahpus tutulan erkeklerin –gayrı tabii
zevklere düşkün olan gibi olmayanların da haddi hesabı yoktu. Kendi kendilerini bizzat ve
gizlice ayıplayarak Ayşe kızı gözetliyorlardı.”16
Gerçek hayattan alınmış bir sahneyi anlatan Kemal Tahir’in cezaevinde
insanoğlunun her türlü hürriyeti gibi cinsel hürriyete de sahip olmaması sonucunda
düşebileceği sapkınlıkları konu alması ne kadar doğal karşılanabilirse, bu duyguyu
hiçbir iç çatışmaya düşmeden, korkusuzca ve oldukça serbest bir şekilde yaşayan
roman kahramanları yaratması da o kadar yadırganabilir. Burada söz konusu olan
ahlakçı bir yaklaşım değildir. Yalnızca Kemal Tahir gibi realist olduğunu defalarca ima
eden bir yazar, köylülerin yasak ilişkiye ve cinsel sapkınlıklara yaklaşımının -en
azından görünürde bile olsa- modern toplumlardan daha tavizsiz olduğunu
unutmaması gerekirdi.
Üçlemenin sonuncu romanı olan Büyük Mal’da da aynı yaklaşım söz
konusudur. Kemal Tahir, romanda artık hacı sıfatıyla anılan Kenan’la, türlü oyunlarla
ve özellikle karısı Emey’i kullanarak Yediçınar Yaylası’nın sahibi haline gelen Kavat
Abuzer’in oğlu Yayla Padişahı diye anılan Sülük Bey arasındaki mücadeleyi işler.
Cumhuriyet döneminde 1930’lu yıllarda geçen romanda yazar bize Tanzimat’tan bu
yana aslında değişen hiçbir şey olmadığını merkezde yaşanan değişimlerin aslında
kırsal kesimde pek bir etkisinin bulunmadığını, yalnızca yeni güç odaklarının ve
sermayenin el değiştirdiğini, eğitimsizlik, cahillik ve Türk toplumunun kaderi olan
köylülüğün sürdüğünü anlatmak ister. Bunu da yine diğer iki romanında olduğu gibi
yer yer pornografiye varan tasvirlerle kadın-erkek münasebetleri üzerinden verir.
Özellikle gençliğinde çok canlar yakmış olarak tasvir edilen Emey ve Benli
Nazmiye’nin yaşlansalar da hâlâ kadınlıklarını kullanma çabaları, Hacı Kenan’ın, kızı
Nefise’yi maddi çıkarından ötürü düşmanı da olsa Sülük Bey’e vermesi ve sonrasında
onu vurdurması; Nefise’nin hovarda ruhlu bir kadın oluşu ve kasabanın erkeklerinden
16 A.e., s. 320.

bazılarıyla düşüp kalkması; Nazmiye’nin ve romandaki diğer kadınların cinsel
hayatları ile ilgili yorumlar; üçlemenin diğer ikisinde olduğu gibi romanın neredeyse
tamamını oluşturmaktadır. Sonuç olarak diyebiliriz ki Kemal Tahir’in köye bakışı
Emile Zola’nın Paris’e bakışını andırır. Nasıl ki, Zola toplumun çürümüşlüğünü ve
insanların yozlaşmasını Paris’in varoşları üzerinden kaba bir realizmle anlatmışsa,
Kemal Tahir de şehirleşmenin olmadığı ve dolayısıyla kapitalizmin henüz tam
anlamıyla sömürü düzenini kuramadığı bir dönemde merceğini köye çevirmiş ve
kendi deyimiyle “katı realist” tablolar çizmiştir. Biz hem Zola’da hem Kemal Tahir’de
bu anlamda sosyal, siyasal, ekonomik gelişmelerin etkisiyle ruhsal ve ahlaki çöküntüye
uğrayan insanları görürüz. Yine natüralist romanın bir özelliği olan ve yer yer
pornografik anlatıma doğru evrilen argoya dayanan üslubun, Kemal Tahir’in söz
konusu romanlarına hakim olması bu düşüncemizi kuvvetlendirmektedir. Kadınların
kendi aralarında konuşurken kullandıkları dil de aynı üslupla verilmiştir. Kadınların
körpe oğlanları baştan çıkardığı, en nazik sıfatın kahpe olduğu, kadın-erkek
münasebetlerinin uluorta anlatıldığı, oğlancılık (Tahir, 1958: 243), ablacılık (Tahir, 1958:
362) diye adlandırılan lezbiyenliğin doğal karşılandığı bir Anadolu coğrafyasının
çizilmesi, Kemal Tahir’in gerçekçiliği algılayışındaki natüralist etkiye bağlanabileceği
gibi, asıl etkinin hapishane hayatıyla ilintili olduğu görülüyor. Nitekim hapishanede
tuttuğu notlardan verdiğimiz örnekler bunu doğrular niteliktedir. Dinsel ve töresel
etkilerden uzaklaşmış modern toplumların bile kabullenmekte zorlanabileceği ve
ancak bilinçaltında dile getirebileceği cinsel sapkınlıkları, sıradan bir olaymış gibi
anlatan ve yaşayan bir “köylü” portresinin çizilmesi için hapishane hayatının kısıtlı
ortamında hayallerin ve fantezilerin gerçeklerin yerini almasının kaçınılmaz olduğu
düşünülebilir. Ayrıca cinselliğin, romanların daha fazla okunmasını sağlayarak, asıl
verilmek istenen mesajların daha geniş kitlelere ulaşmasını kolaylaştırıcı rolünü de
burada unutmamalıyız.

KAYNAKÇA
KAPLAN, Ramazan (1997). Türk Romanında Köy, Ankara: Akçağ Yay.
KANTARCIOĞLU, Sevim (2009). Edebiyat Akımları, stanbul Paradigma Yayınları.
KEFEL, Emel (2007). Batı Edebiyatı Akımları, stanbul: 3F Yay.
TAHR, Kemal (1990). Notlar/Sanat-Edebiyat 4, Haz. Cengiz Yazoğlu, stanbul: Bağlam Yay.
TAHR, Kemal (1989). Notlar/Sanat Edebiyat 2, Haz.Cengiz Yazoğlu, stanbul: Bağlam Yay.
TAHR, Kemal (1991). Notlar/ 1950 Öncesi Cezaevi Notları, Haz. Cengiz Yazoğlu, stanbul: Bağlam Yay.
TAHR, Kemal (1958). Yediçınar Yaylası, Ankara: Bilgi Yayınevi.
TAHR, Kemal (1959.) Köyün Kamburu, Ankara: Bilgi Yayınevi.
TAHR, Kemal (1970). Büyük Mal, Ankara: Bilgi Yayınevi.
TÜKEL, Turhan (1960).Beş Romancı Tartışıyor, stanbul: Düşün Yayınevi.
YALÇIN, Alemdar (2003). Çağdaş Türk Romanı, 1946-2000, Ankara: Akçağ Yayınları.

Ziyaret -> Toplam : 125,37 M - Bugn : 135770

ulkucudunya@ulkucudunya.com