« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

23 Nis

2012

Ebû Yûsuf'un İktisadî Görüşleri

Cengiz Kallek 01 Ocak 1970

Eser önce el-Matbaatıîvl-Emîriyye tarafından tek bir yazma esas alınmak sûretiyie 'tahkiksiz
olarak neşredilmiştir (Bulak 1302). Daha sonra el-Matbaatüs-Selefıyye tarafından Bulak neşrine
ve el-HizânetıŞVt-Teymûriyye, Fıkıh, nr. 674'de kayıtlı yazmaya dayanılarak önceki gibi hata-
larla dolu, tahkikli bir baskı daha yapılmıştır (Kahire 1346, 1352, 1382, 1392, 1396, 1397;
Beyrut 1399/ 197 9, Meusûatüi-harâc içinde). KítábüV-harádın tam bir tahkiki ilk olarak Ab-
dülazîz b. Muhammed er-Rahbî (ö. 1 184/1 7 70) tarafından yapılan FıkhûV-mülûk ve miƒláhıfr-
ritácı"l›rnursad 'alâ hizánetl KitâbPl-harác adlı şerhinin neşriyle (Bağdat 1973) gerçekleştirilmiş-
tir. iki ciltten ibaret olan bu şerhin birinci cildi h. 1 1 76, ikincisi ise 1 180 yılında tamamlanmış›
tır. Bu şerhin muhakkiki Ahmed Ubeyd el-Kebîsî sayfanın üst ve alt taraflarında birbirinden
ayırdığı metin ile şerhi sistematik bir şekilde eşleştirmiş ve bunu yaparken de şerhin eldeki iki
© iSFWi, İstanbul 1997

değerlendirilecektir? Önce Abbâsî halifesi Mehdî-Billânın 166 (782) yılında
Bağdat kadılığına getirdiği Ebû Yûsuf, Halife Hârûnürreşîd (170-193) tarafından
oluşturulan kâdılkudâtlık kurumuna tayin edilerek İslâm tarihindeki ilk başkadı
ünvanını almıştır. Rivayete göre KitábıTl-harác da Halife Hârûnürreşîdin talebi
üzerine hazırlanmıştır. Başkadı olması sebebiyle muhtemelen toprak ve vergi hu-
kukunun kapsamına giren bazı davalarla ilgilenmek durumunda kalan Ebû Yû-
suf, ayrıca vergi defterlerine, devlet arşivlerine, aralarında üst düzey bürokratlar
ve ulemanın da bulunduğu uzmanlara kolaylıkla ulaşabildiği, uygulamaları göz-
lemleyip yaşayan şahitleri celbetme yetkisini taşıdığı için meselelere vukufıyet
kazanmıştırs Ebû Yûsuf, Nizâmülmülk, İbn Haldûn gibi şahsiyetler hem ilim hem
de devlet adamlığı vasıflannı taşıdıkları için sistemin ihtiyaç ya da zaaflarını, me-
kanizmanın içinden yaptıkları gözlemlerle sağlıklı bir şekilde tesbit ederek şeriata
uygun pratik önlem ve çareler üretmek sûretiyle İslâm iktisadî düşüncesinde fark-
lı bir çizgi/gelenek oluşturmuşlardır. Bu nedenle söz konusu geleneğin belki de ilk
temsilcisi sayılabileceğinden Ebû Yûsuf'un iktisadi görüşleri çok önemlidir.
Hakkında genel bir değerlendirme yapılacak olursa, aslında Kitabüllıarac,
kimliği zikredilmeksizin devrin halifesini muhatap alan ve fıkhî içeriği bulunma-
yan bir hitapla başlamaktadır. Müellif hitabın başında, emîrülmüminînin kendi-
sinden haraçf* uşûr (gümrük vergisi), sadaka (zekât), cevâlî5 (cizye/baş vergisi)
yazmasıyla metnin baskılarını karşılaştırmıştır. Nisbeten eksik olan tahkik tekniğine rağmen
ortaya kullanışlı bir metin çıkmıştır. Kitábül-harazfın Muhammed İbrâhîm el-Bennâ (Kahire
1981) ve İhsan Abbâs (Beyrut 1405/1985) tarafından yapılan neşirleri de tahkik tekniği açı-
sından Kebîsininkinden üstün değildir (Norman Calder, “The Kitãb al-Kharãj of Abu Yüsuf',
Studies in Early Muslim Jurisprudence, Clarendon Press, Oxford 1993, s. 106-107).
Ayrıca E. Fagnan tarafından Fransızca'ya (Le liure de L'impot Foncier, Paris 1921), M. N. Sıd-
dîkî tarafından Urduca'ya (Lahor 1966) çevrilen eserin Farsça, Malayca, Rusça ve İtalyanca
(Ilkitab al-Kharag, Roma 1906) tercümeleri de vardır. Osmanlı Türkçesrne ise Müderriszâde
Muhammed Atâullâh Efendi (KitabıTl-harác, sadeleştiren İsmail Karakaya, Ankara 1982) ve
Rodosluzâde Mehmed Efendi (Kitábül-harac) tarafından çevrilen eser ayrıca Ali Özek tarafın-
dan da günümüz Türkçe'sine kazandırılmıştır (KilabıTl-Haraç, İstanbul 1968, 1973). Abid Ah-
mad Ali'nin ingilizceye çevirdiği (Kltab-ul-Kharaj: Islamic Reuerıue Code, Lahore 1979) eserin
A. Ben Shemesh tarafından Taxation in Islam adıyla yapılan kısmi bir Ingilizce tercümesi de olup
eleştirisi için bk. G. R. İ-Iawting, "Taxation in islam", Journal of the Royal Asiatic Society (19 71),
s. 190.
2 Tesbitlerimize göre Ebû Yûsuf'un iktisadî görüşleri yine Kitabül-harac ile sınırlı olarak Şevki
Ahmed Dünya (sıısızezü atamı'l-ıkrlsaarı-isıamr, Mektebetırı-Harîeî, Rıyad 1404/1984, s. 19-
70) ve Muhammed Necatullàh Sıddîkî (“el-Fikru'l-iktisãdî li-Ebî Yûsuf”, Mecelletü ebhásil-
iktisädVl-İslámî, c. ll, sayı 2 (1405/1985), s. 72-87) tarafından incelenmiştir. Dolayısıyla bu
makale, sahasında ilk olmamakla birlikte öncekilerden muhteva, yaklaşım ve tertip bakımın-
dan farklılık arz etmektedir.
Ebû Yûsuf 'un bu tesbitimizi doğrulayan ifadeleri için bk. KltabiTl-harac, hiatbakatüíefSelenyye,
Kahire 1396, s. 51.
Arapça "hıc" kökünden. topraktan çıkan şey anlamında isim olan “harâc” kelimesine (çoğ.
ahrâc, ahârîc ve ahrice) toprak, bina, hayvan, köle gibi kaynakların ürün, kira, ücret türü
getirileri ve devlet gelirleri olmak üzere birbirleriyle alâkalı çeşitli anlamlar yüklenmiştir. Ge-
nel olarak tebaanın mal varlığından alınan vergileri ifade eden 'narâc zaman içinde özellikle
toprak vergisi için kullanılmıştır. Ebû Yûsuf'un eserini de kapsayan harâc literatürüne bu is-
min verilmesi kelimenin söz konusu genel anlamı sebebiyledir. Kelime Türkçe'de haraç şek-
linde okunmakta olup bundan sonra bu okunuşu kullanılacaktır.
5 Seyyid Muhammed es-Seyyid “cevâlî” kelimesinin ilk defa İbn l-lavkal'in (ö. 367/97 7 ) eserin-
de geçtiğini söylerken hata etmektedir (bk. “Cevâlî", TDV İslâm Ansiklopedisi, c. VII (1993), s.
436). Çünkü bu kelime Ebû Yûsuf tarafından kullanılmaktadır (bk. KitabiFl-harác, s. 3, 53).
Ca

gibi vergiler ve diğer hususlarda bilip tatbik etmekle mükellef olduğu kuralları
ihtiva eden bir “kitâb” hazırlamasını istediğini belirtmektedirf” Ayrıca mûellif ha-
lifeye bu “kitâb "ı iyi anlamasını, üzerinde düşünmesini ve tekrar tekrar okuyarak
ezberlemesini tavsiye etmektedirf Bu ifadelerden halifenin vergi hukukunu
kanunlaştırma arzusunu taşıdığı sonucunu çıkarmak mümkündürs Devlet başka-
nının tebaasına karşı sorumluluklarını hatırlatıcı bir nasihatla başlayan hitap yine
aynı muhtevaya sahip hadislerle sona ermektedir.
Hitabın ardından halifenin sorduğu yirmi sekiz sorunung cevaplandığı otuz
dokuz fasıllık ana metin gelmektedir. Fasılların hacmi arasında dikkat çekici oran-
sızlıklar vardır. ilk dönem fıkıh eserlerinin çoğunda olduğu gibi bu kitapta da ayrıca
başlıksız alt-bölüm ya da kısımlar bulunmaktadır. Kısımlar arası geçişler halife
tarafından sorulduğu anlaşılan “ve se'elte yâ emîre'l-mü'minîn ^an..." veya
“emmâ mâ se'elte 'anhu yâ emîre'l-mü'minîn min..." gibi kalıplarla başlayarak
kaydedilen sorulardır. Her bir soru hadislere, fıkhî mülâhaza ya da ihtilâflara te-
masla cevaplandırılmaktadır. Kısımlar arası geçişler “kâle” (dedi ki) veya “kâle
Ebû Yûsuf' (Ebû Yûsuf dedi ki) kalıplarıyla da yapılmaktadır. 10
6 KitábıTl-harác, S. 3.
a.g.e., s. 6.
8 Sâsâni idarî geleneğinin etkisi altında kalarak devlet yönetiminde katı bir merkeziyetçilik öne-
ren İbnüü-Mukaffa* (ö. 142/ 7 59) gibi düşünürler bu bağlamda kanun koyma yetkisini de dev-
let başkanına inhisar ettiren görüşler yaymaya başlamışlardı. Muhtemelen bu düşüncelerin de
etkisiyle el-Muuatta' adlı meşhur eseri kanunlaştırrnak isteyen Halife Mansûr (136-158/754-
775) İmam Mâlik'ten olumsuz cevap almıştı.
Divanların tercümesi işlemini iktidarlarının sonuna doğru tamamlayabilen Emevîlefin ardından,
selefleri Abbâsîlefin vergi sisteminde İslâmî hükümlere uygun bir kanunlaştırma hareketi
başlatması gayet doğal görünmektedir. Bilindiği gibi divan kayıtları fethedilen her eyaletteki
zimmî vatandaşların dilleriyle tutulagelmişti. Bu uygulama Hz. Ömer'in zamanından Ab-
dülmelik b. Mervânîn halifeliğine (65-86/685-705) kadar devam etmişti. Ancak ilk İslâm
parasını bastıran Abdülmelikin emriyle Irak, Şam (Suriye) ve Mısır divan sicillerinin Arapça`ya
çevrilmesine başlanmıştı. Mısır'daki faaliyet oğlu Velîd zamanında (86-96/ 705-715) sürdü-
rülmüş; diğer oğlu Hişâm döneminde (105-125/724-743) de çoğu kâtipleri Mecûsîlefden olu-
şan Horasan divanlarının Arapçalaştırılması işlemi yürütülmüştü. Daha önce Şam ve Mısır
haraç divanları Grekçe; Irak ve Horasandakiler ise Farsça tutuluyordu.
9 A. Ben Shemesh bu soruların bizzat Ebû Yûsuf tarafından halifenin ağzıyla tanzim edildiğini
ve bu üsluba o devirde kaleme alınmış diğer eserlerde de rastlandığını ileri sürmektedir; bk. A.
Ben Shemesh, Taxatiorı in Islam, E. 1. Brill, Leiden 1969, (Çevirenin önsözü), ili, s. 13.
ıo Bu iki kalıbın kullanımı belli bir kurala bağlı görünmüyorsa da Norman Calder'ın tesbitlerine göre
yeni bir başlığa geçişte ikincisinin tercih edilmesi eğilimi göze çarpmaktadır. Genellikle fıkhî ihtilâf-
lara temas edildikten sonra Ebû Yûsufun görüşlerine geçiş aynı kalıpla gerçekleşmektedir. Ayrıca
bu kalıpların kullanımında eserin yazma ya da baskıları arasında farklılıklar bulunması müsten-
sihlerin tasarrufundan kaynaklanıyor olabilir. Yıne halifenin soruları cevaplandırılırken ikinci bir
geçiş işareti olarak zaman zaman “kâle (Ebû Yûsuf) " kalıbı da kullanılmaktadır. Bunların yanında
soruların çoğundan önce bir bölüm başlığına da rastlanmaktadır.
Calder, diğer bazı tesbitleri yanında, söz konusu kalıpların kullanımına dayanarak eserin Ebû
'rûsuımun bizzat kendisi tarafından ve hatta o henüz hayattayken yazılmış olduğunun söyle-
nemeyeceğini ileri sürmektedir, Ona göre bu eserin Ebû Yûsuf tarafından telif edilen orijinal
nüshasının bilahare Ebû Bekir Hassâf Ahmed b. Ömer eş-Şeybânî (ö. 261/875) tarafından
redaksiyona tâbi tutularak kendisinden vergi hukuku üzerine bir eser hazırlamasını isteyen
Abbâsî halifesi Mühtedî-Billâhüa (255-256/869-870) sunulmuş olması da muhtemeldir. Hatta
KítabüV-harác?n, Hassâf tarafından, mezhebin imamlarından başkadı Ebû Yûsufun vergi hu-
kuku sahasındaki görüşlerinin derlenmesiyle oluşturulduğu ve daha sonra ikincisine atfen
şöhret bulduğu dahi ileri sürülebilir (bk. Calder, s. 108-147).
Halbuki Yahyâ b. Ådem'in KitábıTl-harádında da olduğu gibi (kale Yahyâ) benzeri kalıplara
özellikle ilk telif eserlerde sık rastlanmaktadır. Bu da genellikle ya eserleri rivayet için icazet

Kitábü 'l-harádın muhtevası özetle şöyledirz Ganimetin tarifi, taksimi ve hums
ile ilgili ahkâmın ele alındığı birinci bölümü, fey ve haraca ilişkin izahata yer ve-
rilen ikinci bölüm izlemektedir. Sonraki bölümlerde Sevâd, Şam (Suriye), Cezîre
(Yukarı Mezopotamya), Arabistan Yarımadası, Basra ve Horasan topraklarının
fetih şekli, statüsü, buralardaki iktà ve ihyâülmevât (ölü toprakların diriltilmesi)
uygulamaları vergi hukukuyla bağlantılı olarak değerlendirilmektedir. Mısır top-
raklarının ve oradaki vergilerin durumuna kısa da olsa atıfta bulunulmaması
ilginçtir. Haraç ve öşür vergileriyle ilgili teferruatın içiçe geçtiği çeşitli bölümlerden
sonra sadakalara ilişkin bölüm gelmektedir. Bunların ardından ilk bakışta ne bir-
birleriyle ne de kitabın içeriğiyle ilgili gibi görünen, ancak önceki bölümlerin hep-
sinin topraklarla bağlantısı bulunduğu düşünüldüğünde mukabil bir genel başlık
olarak anlam kazanan sulara (müsàkât akdi, şirb hakkı, suların veya bazı su ürün-
lerinin satımı, kiralanması, avlanması ve bu bağlamda otlaklarla çayırlara) dair
meselelerin hükümleri ele alınmaktadır. Çünkü tarım arazilerine ulaşan suların
kaynağı, toprakların sulanabilirliği ve su ürünlerinin cinsi vergilendirmeyle ilinti-
lidir. Ardından vergi tahsil politikalarına ilişkin uzunca bir bölüm gelmektedir.
Eser, cizye ve gümrük vergilerini ödemekle mükellef zimmî ve harbîlerin hukukî
statüleri çerçevesinde azınlıklar, vatandaşlık, devletler ve (kamu haklarına
tecavüz suçları kapsamında) ceza hukukuna dair meseleleri irdeleyen bölümlerle
son bulmaktadır. Ayrıca son bölümlerin arasına, vergilerin toplanması ve kamu
düzeninin sağlanmasından sorumlu olan tahsildarlarla kadıların maaşlarının
kaynağına ilişkin bir bölüm sıkıştırılmıştır.
Yer yer bölümler arasında kopukluk veya kesişme gözlenmesi, zaman zaman
tekrarlara rastlanması ilk anda KitâbüV-harâc' ın tertibindeki zaafa işaret edebilirse
de bildiğimiz kadarıyla henüz bu sahadaki ikinci eser olduğu ve halifenin sorula-
rına bağımlı bir çerçeve çizilmesinin zorunluluğu göz önüne alındığında çok başarılı
bile sayılabilir.
Temel olarak, muhtevasından anlaşıldığı üzere eserin bütünü dar anlamda top-
rak ve vergi hukukuna, ya da daha genel bir ifadeyle kamu maliyesine ilişkindir,
Ne var ki bu kapsamın dahi dışına taşan hükümler göz önüne alındığında geniş
alan talebelerin nakil üslubundan ya müelliflerin tevazuundan ya da müstensihlerin tasarru-
fundan kaynaklanmaktadır.
Kitábü?-harác yine Ebû Yûsuf'a ait olan İhtiláfü Ebî Hanife ve İbn Ebî Leyla ile karşılaştırıldığında
"kale" ve “kâle Ebû Yûsuf' kalıplarının ikincisinde de aynen tekrarlandığı görülmektedir. Ne
var ki ikincisinin Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî tarafından rivayet edildiği bilinmektedir.
KitâbıTl-harádın da Şeybânî tarafından rivayet edildiği düşünülebilir. Birincisine eklemede
bulunduğu bilinen Şeybânînin ikincisi için de aynı şeyi yapmış olması muhtemeldir. Bu gö-
rüş, mesnedi zikredilmeksizin, Brockelmann tarafından da savunulmaktadır (bk. Carl Brockel-
Geschichte fierArabischen Litteratur, c. I, E. 1. Brill, Leiden 1943, s. 177). Bu arada doğal
olarak iki eserin çeşitli bölümlerinde tamamen aynı ya da benzer ifadelerin bulunduğu da kay-
dedilmelidir. KítâbıTl-harádın Ebû Yûsuf'un diğer bazı eserlerinin râvisi Bişr b. Velîd el-Kindî
tarafından rivayet edilmiş olması da mümkündür (bk. İbnün-Nedîm, Ebü'l-Ferec Muhammed
b. İshâk, el-Fihrist, Dàru'l-Ma^rife, Beyrut 1398/1978, s. 203). Hâdî Derkâş ise benzer bir
ihtimãli Ebû Yûsuf'un bir diğer eseri KitábüV-âsâı” ın râvisi olan oğlu Yûsuf için ileri sürmekte-
dir (bk. l-lâdî Derkâş, “Nizâmülharâc min hılâl KitàbYl-haràc li-Ebî Yûsuf el-kâdî”, el-Meurid,
C. X, Sayı 3-4 (1981), S. 148).

anlamda devlet idaresini gaye edindiği görülen eser, kamu maliyesiyle bağlantılı
olarak yapılan siyasî ve sosyal hayata dair değerlendirmeleri açısından da önem-
lidir.
Her şeye rağmen şunu unutmamak gerekir ki Ebû Yûsuf 'un yaşadığı dönemde
tarım ekonomisi hâkimdir. Dolayısıyla eserin muhtevası dikkatle incelendiğinde,
müellifın, üzerinde yoğunlaştığı tanm sektörünü çiftçilik, hayvancılık, balıkçılık,
avcılık ve Ormancılık olmak üzere modern ekonomilerde bire bir karşılığı olan alt
sektörlere ayırdığı sonucuna varılabilir. 11 Böylece müellif bu temel tarımsal faali-
yetlerin mikro ve makro düzeyde İslâm hukukuyla uyum halinde sağlıklı bir şe-
kilde yürümesini mümkün kılacak ilişkileri ele almaktadır.
Müellif hem akla hem de nakle önem verdiği eserinde hadisler yanında sahabe
ve tâbiîn sözleriyle uygulamalannı da rivayet etmektedir. Aynca Şà?î, Mâlik, Leys
b. Sa'd gibi devrin meşhur imamlarının re'ylerini aktarmakta, varsa ihtilâilı gö-
rüşleri belirttikten sonra kendi içtihatlarını da kaydetmektedir.” Mümkün mertebe
her birinin hadislerden delillerini serdettiği görüşler arasında tercih yaparken ken-
dine has bir usul kullanmaktadır. 13 Bazan hadislere dayanarak imamı Ebû
Hanîfenin görüşlerinden farklı sonuçlara vardığı ya da muhalif görüşleri benim-
sediği de görülmektedir. Kimi zaman ise hadislerle de desteklediği kıyasa daya-
narak, imamına muhalefet ettiği sabittir. Meselâ, atına iki kendisine bir olmak
üzere süvariye ganimetten üç hisse verilmesini savunarak, her biri için birerden
toplam iki hisse düşeceği görüşünü benimseyen hocasından ayrılmaktadır. 14 Ay-
rica amber ve inciden vergi alınacağı yönündeki içtihadı da Ebû Hanife ve İbn Ebû
Leylâfnınkiyle ters düşmektedir. 15 Yine, bir kimse elini kesici âletle kasten yara-
layan saldırgana kısas uygulattıktan sonra iyileşse ancak suçlu kısas yarası
yüzünden ölse diyeti mağdurun àkilesinden alınır, diyen Ebû Hanife ile İbn Ebû
Leylâ'ya, mağdurun Kitap ve Sünnefe dayanan hukukî hakkını kullandığını
11 Bu ayırımın yansımaları için bk. KitábüT-harác, s. 94-1 15.
12 Ebû Yûsufun KitâbıTl-harácî fıkhî yaklaşımı ön plâna çıkarması, kendi müstakil içtihatlarına
yer vermesi gibi özellikleri bakımından talebesi Yahyâ b. Âdem'in aynı adlı eserinden farklılık
arz etmektedir. Çünkü rivayet ağırlıklı olan ikinci eserde müellifın hocalarına muhalefet et-
mekten çekindiği ve hemen hemen hiç içtihatta bulunmadığı görülmektedir. Bununla birlikte
bu iki eserden birinin diğerine alternatif veya muhalif olarak değerlendirilmesi yerine birbirle-
rini tamamladıklarını söylemek daha doğrudur.
13 Bir yandan hüccetleri için “li-ennehâ evsak 'indenâ ve ekser ve e'am mimmâ câ'e fî hilâ?hâ
minel-ehâdisj' (çünkü onlar bize göre aksi yönde gelen hadislerden daha sika. daha çok ve
daha yaygındın) dediği görüşü benimserken (bk. KitâbüV-harác. s. 20. 96. 98) diğer yandan
da isnadlarında her zaman hadisçilerin titizliğini göstermemekte, “Kûfeli bazı âlimler", “Kûfe
âlimlerinden bir şeyh", “Kûfeli şeyhlerimiz”, “bazı eski şeyhler", "eski bir şeyhimiz", "bazı
şeyhlerimiz", “bazı arkadaşlarımız”, “Şamlı bir şeyh”, “Medineli bazı şeyhlerimiz", “Medineli
bir şeyh", “Medineli bazı eski şeyhler", "bazı ilim ehli", “Kureyşli bir şeyh" vb. diyerek isim
vermeden rivayette bulunmaktadır (meselâ bk. KitábiHl-harác, s. 10, 1 1, 14, 16, 17, 18, 25, 50,
51, 60, 62, 63, 67, 76, 91, 123, 124, 125, 128, 131, 135, 139, 140, 142, 149, 162, 163, 223,
234). Bir bölümde, naklettiği rivayetlerin senetlerini vermemesinin gerekçesini şu ilginç söz-
lerle açıklamaktadırz “Bu ilim fakihlerden ya da onlara isnatta bulunan kişilerden bellediğim
bir şey olmayıp rivayet ilmiyle muttasıf kimselerin hadislerine dayanmaktadır. [Bu nedenle]
onların hiçbirine isnadını sormadım," (a.g.e., s. 42).
14 a.g.e., s. 19-20.
ıs age., s. 75-76.

söyleyerek karşı çıkmaktadır.” İbn Ebû Leylêtnın rivayet ettiği bir hadise daya-
narak, müslümanların savaş esnasında ele geçirdikleri düşman ölülerini karşı
taraftan gelen talep üzerine satmalarına cevaz vermemesi de aksi yönde görüş
bildiren hocasına muhalefetinin bir başka örneğidir. 1 7
Ebû Yûsuf'un diğer bazı fakihlerin görüşlerini Ebû Hanîfeninkilere tercih etti-
ği de görülmektedir. Meselâ hocasının, bir zimmî tarafından satın alınan öşür
arazisinin haraç arazisine dönüşeceği ve daha sonra bir müslümana satılması ya
da zimmînin İslâm'ı benimsemesi durumunda bu toprağın artık eski statüsüne
dönmeyeceği yönündeki içtihadına Hasan-ı Basrî ve Atâ'nın muhalif görüşlerini
tercih etmektedir. 18
Tarihî perspektiften bakıldığında ise müellifin İslâmî fetihleri ve özellikle sınır-
ların hızla ğenişlediği Hz. Ömer devri uygulamalarını gerekçeleriyle birlikte iyi
bildiği anlaşılmaktadır. Fetihlerle ilgili rivayetlerine sık sık baş vurduğu İbn
İshäktan bir ay kadar megâzî dersi almış olmasının” da bunda payı bulunmalı-
dır. Söz konusu rivayetleri mümkün mertebe bir bütün halinde aynen nakletme
titizliğinden olmalı ki eserin muhtevasına nisbetle lüzumsuz sayılabilecek birçok
teferruatı da aktarmaktadır.
Sonuç olarak, eserde hissedilir bir ilmî ehliyet, mevcut materyale tam bir vu-
kufiyet, tebaanın refahını sağlamaya matuf dengeli bir hassasiyet sergilenmekte-
dir. Ayrıca entellektüel birer disiplin olarak fıkıh, iktisat ve özellikle vergi hukuku
tarihine dair oldukça aydınlatıcı bilgiler sunulmaktadır. Eserde tasvir edilenin esas
itibarıyla devrin siyasî gerçeklerini ve hükümetin sıkıntı ya da beklentilerini yan-
sıtan bir vergi teorisi olduğunun tesbiti, araştırmacı veya münekkitlerin zihnini
karıştıran bazı muğlaklıklann varlık sebebini izah etmektedir.
KitábıTl-harádın bu genel tanıtımından sonra şimdi Ebû Yûsufun iktisadî
görüşlerinin tahliline geçebiliriz.
Hukuk Felsefesi ve iktisadî Refah
Hukuk felsefesi açısından değerlendirildiğinde Ebû Yûsufun üzerinde durdu-
ğu en önemli ilkenin adãlet olduğu hemen farkedilir. Ona göre bu ilkenin hakkıyla
tatbiki iktisadî refah ve sosyal huzuru beraberinde getirecektir. Daha eserinin
mukaddimesinde şunları söylemektedirz “Kıyamet Gününde Allah indinde en
yüce idareci varlığıyla tebaasını saadette kılan idarecidir. Sen [adâletten] ayrılma
ki tebaan da ayrılmasın"2°; “Tebaanızı ihmal etmekten sakınınız, tâ ki hak sahip-
leri üzerinizdeki haklarını alabilsinler. Hakkın kaybı ecrinizi giderir. Şüphesiz bi-
nalar ancak çökmeden önce onanlabilir. Allahän sizi işlerine vekil tayin ettiği halk
için yaptıklarınız [Âhire?te] lehinize, savsakladıklarınız da aleyhinize olacaktır.
16 a.g.e., s. 173.
17 a.g.e., s. 216.
18 age., s. 131.
19 Salim Öğüt, "Ebû Yûsuf”, TDV/siám Ansiklopedisi, c. X (1994), s. 261.
20 KiıábüV-harác, s. 4.

Unutulmamak için, işlerine vekil kılındığınız halka hizmeti unutmayınız. Onları
ve onların faydasına olan şeyleri umursanıazsanız siz de umursanmazsınızüzl
“İdarecinin zulmü tebaa için felakettir; hizmetinde güvenilir ve hayırlı olmayan
kimseleri kullanması ise halk için tehlikedir";22 “Allah indinde ıslahattan daha
güzel ve fesattan daha sevimsiz bir şey yoktur. Allah'ın emirlerinin aksine uygu-
lamalarküfrân-ı nimettir; nimetleri küçümseyen (yani muhafazası için gereğini yap-
mayan) ve bundan pişmanlık da duymayan hiç bir millet yoktur ki güçleri giderilip
düşmanlarının hücumuna maruz kalmasınf” İşte bütün bunları bilerek “Şüphesiz
burada açıklanan [ahkâm? yürürlüğe koyarsan müslüman ve zimmîlere zulmetme-
ye gerek kalmaksızın Allah'ın haraç gelirlerinizi artıracağını ve halkın da size karşı
sorumluluklarını eksiksiz olarak yerine getireceğini umuyorum. Çünkü onla-
rın ıslahı [aşırıya kaçmaksızın sadece] hadlerin tatbik edilmesine, üzerlerindeki
zulmün kaldırılmasına ve ihtilâflı hususlarda birbirlerinin hakkına tecavüzlerinin
Önlenmesine bağlıdır. "24 Dikkatle incelendiğinde bu ve benzeri” ifadelerle, İbn
I-Ialdûn'un, hanedanların doğuşu, gelişmesi ve çöküşüne dair meşhur sosyo-poli-
tik döngü teorisinin temellerinin atıldığı gayet açık bir şekilde görülecektir.
Ebû Yûsuf 'un, bireysel haklarla kamu yaran çatıştığında ikincisini tercih ettiği
görülmektedir. Bir çok meselede alternatif görüşleri zikrettikten sonra aralarında
tercih yapma hakkını halifeye bırakırkenzó de din ve millet için hayırlı olanı gözet-
meyi şart koşmaktadır. Hz. Ömer'in haraç vergisi olarak belirlediği miktara bağlı
kalmayıp onu günün şartlarına göre yeniden tesbit etmekte sakınca görmemesi”
gibi örnekler zamanın değişmesiyle ahkâmın da değişebileceğini (“Ezmânın te~
gayyürüyle ahkâmın tegayyürü inkâr olunamaz") bildiren külli kâideye göre dav-
randığını göstermektedir.
Ayrıca İslâm tarihi boyunca geliştirilen ve nihayet Mecelle~i Ahkám-ı Adliyyede
de ifadesini bulan “Meşakkat teysîri celb eder", “Bir iş zîk oldukda müttesi* olur",
“Zaruretler memnu* olan şeyleri mubah kılar”, “Zarar izâle olunur”, “Zarar ve
mukabele bi'z-zarar yoktur", “Zarar-ı eşed zarar-ı ehaf ile izale olunur", “Zarar-ı
âmmı def' için zarar~ı hâs ihtiyar olunur", “İki fesad teâruz ettikde ehaf? irtikâb
ile a'zamın çaresine bakılır", “Zarar bi-kaderiî-imkân def* olunur", “Iztırar gayrin
hakkını iptal etmez", “Def-i mefâsid celb-i menâfrden evlàdır", “Bir şeye mâlik
olan kimse ol şeyin zaruriyyâtından olan şeye dahi mâlik olur", “Raiyye üzerine
tasarruf maslahata menûttur", “Bir şeyde sebeb-i temellükün tebeddülü ol şeyin
tebeddülü makamına kâimdir", “Mütesebbib mütearnmid olmadıkça zâmin ol-
maz", “Bir kimsenin mülkünde onun izni olmaksızın âhar bir kimsenin tasarruf
21 a.g.e., s. 5.
22 age., s. 6.
23 aynı yer.
24 aynı yer.
25 Meselâ bk. a.g.e., s. 114.
26 Meselâbk.a.g.e.,s.54, 58, 63, 65, 75, 102, 115, 159, 161, 169, 181, 200,201, 205, 211,212,
219, 220.
27 a.g.e., s. 91.

etmesi câiz değildir", “Gayrın mülkünde tasarrufla emretmek bâtıldır" gibi külli
kâideleri çağrıştıracak lafızların Ebû Yûsuf tarafından sık sık kullanıldığı gözlen-
mektedir.”
Ülkenin Bayındırlığında Devletin Sorumluluğu
Bayındırlığın önemini vurgulayan Ebû Yûsuf bu yönde devletin sorumluluğu-
nu çeşitli vesilelerle dile getirmektedir. Öyle ki kitabın muhtevasının iktisadî
kalkınma ve bu çerçevede kaynaklarla gelirin âdil dağılımı üzerinde yoğunlaştığı
dahi söylenebilir.
Ebû Yûsufa göre âtıl devlet arazilerinin, sahipsiz ölü toprakların işleme gücü
bulunanlara iktâ edilmesi, kiraya verilmesi veya beytülmâl kaynaklarıyla işletil-
mesi şarttır. Devlet başkanı, kamu yararına olmak şartıyla, bu seçeneklerden dile-
diğini benimseyerek söz konusu topraklar üzerinde tasarrufta bulunabilir. Çünkü
bu, kaynak istihdamını artırmak sûretiyle üretim ve gelir artışı sağlayarak iktisadî
refaha ulaşmanın yollarından biridir.
Öte yandan iktâ politikası toprakların bazı devlet erkânına ya da yakınlarına
peşkeş çekilmesi gibi key?lik ve suistimallere imkân verrnemelidir. İktâ ya da ihya
yoluyla temellük edilen topraklar üç yıl boyunca işlenmemeleri halinde, I-Iz. Pey-
gamber'in kavli ve Halife Ömer'in bu yöndeki uygulamasına ittibaen, geri alına-
rak işleme gücüne sahip başka girişimcilere verilmelidir. Çünkü bu toprakların âtıl
bırakılması milli hasılanın artırılmasını hedefleyen iktâ politikasına ters düşmek-
tedir. 29 Böylece iktâ ya da ihya politikasının tatbik sürecinin üç aşamadan oluştuğu
anlaşılmaktadır: 1. Söz konusu topraklann işletme gücü bulunanlara iktâ edilmesi
ya da ihya yoluyla temellüküne imkân sağlanması. 2. Fiilen işlenip işlenmedikle-
rinin denetlenmesi. 3. El konulduktan sonraki üç yıl boyunca işlen(e) meyenlerin
geri alınarak başkalarına verilmesi.
Ebû Yûsuf, köylülerin haraç yükümlülüklerinin artırılması karşılığında belde-
lerindeki çorak toprakların üretime kazandırılması için, zamanla kapanmış eski
kanalların açılıp sulama sisteminin geliştirilmesi yönünde bir istekte bulunmaları
halinde, devlet başkanının, derhal güvenilir uzmanlar göndererek fizibilite çalış-
maları yaptırması, çevre köylere zarar vermeksizin yöre halkına refah getireceği
ve haraç gelirlerine katkı sağlayacağı tesbit edildiği takdirde de gerekli yatırımlara
girişmesini salık vermektedir. Ancak bu yatırımların masrafları devlet bütçesinden
karşılanmalı, aslâ kö¬ylülere jyüklenmemelidir. Çünkü “Bu topraklann bayındırlaş-
tırılması çoraklaştırılmasından iyi olduğu gibi [köylülerin] refaha ermesi, mal-
lannı kaybederek işsiz kalmalarından hayırlıdır. "30
Ebû Yûsufun ülkenin bayındırlığı için üretim artışının yeterli olmadığını, ayrı-
ca ulaşım ve mal tedavülünün kolaylaştırılmasının da önem arzettiğini gayet iyi
28 Meselâ bk. age., s. 52, 54, 58, 63, 65, 66, 69, 70, 71, 75, 91, 93, 99-109, 111-1 13, 114-1 15,
119, 202,211, 212, 225.
29 a.g.e., s. 66-67, 68, 69-71.
50 a.g.e., s. 118-119.

bildiği şu iki görüşünden anlaşılmaktadırz Birincisi, Dicle ve Fırat gibi nakliyat için
kullanilan başlıca su yollarının ulaşıma kapatılması önlenmelidir. Ayrıca üzerin-
den kara yollarının geçtiği toprakların ihya ve iktâ yoluyla üretime açılarak ulaşı-
ma kapatılması câiz değildir; devlet başkanının bundan bizzat kaçınması gerektiği
gibi failleri de engellemesi ve varsa zararı tazmin ettirmesi şarttır.” Müellif, bir
yandan ölü toprakların diriltilmesinin gerekliliğini vurgulayıp bunun gerçekleşti-
rilmesi için de birer teşvik tedbiri olarak iktâ, ihya ve dolayısıyla sulama faaliyet-
lerinin öneminin altını çizerken öbür yandan kara ve su yolu trafiğinin kesilme-
mesine özen gösterilmesini devlet başkanının dikkatine sunmaktadır, İkincisi,
zekât gelirlerinin harcama kalemleri arasındaki yolda kalmış (ibnijrs-sebîl) kavra-
mını yol yapım, bakım ve onarım faaliyetlerini de kapsayacak şekilde geniş bir
tefsire tâbi tutmasındaffz bu hususa verdigi önemin yansıması sezilmektedir.
Özel Teşebbüsü Teşvik
Zaruret prensibi geregi müzâraa ve müsâkât akitlerine cevaz veren Ebû Yû-
sufun bu husustaki içtihadı günümüzün bazı meselelerine açılım getirmesi açı-
sından oldukça önemlidir. Ebû Hanîfenin hunnalık ve diğer meyveliklerde, tarım ara-
zilerinde üçte bir, dörtte bir gibi oranlarla müsâkât ve rnüzâraa ortakçılığırıı kerih
görmesine karşılık, Ebû Yûsuf mudârebeye benzettiği bu akitlere cevaz vermekte-
dir. Şöyle ki, sermayeye benzettiği toprağın sahibini rabbü'l-mâl (sermaye sahibi)
ve onu emeği ile işleyen ortakçıyı da mudârib telâkki etmektedir.” Böylece bir
yandan üretim faktörlerinden toprağın âtıl kalmasını engelleyebilecek bir uygula-
maya imkân vermekte diğer yandan da emeğe istihdam olanağı sağlamaktadır,
Ölü topraklann devlet başkanının izni aranmaksızın ihya edilerek sahiplenile-
bilecegi görüşünü benimseyen Ebû Yûsuf, bürokrasiyi ortadan kaldırmak sûretiy-
le âtıl kaynakların üretime kazandırılması sürecini hızlandırmaya çalışmaktadır.
Halbuki hocası bu hususta, asayişi bozacak çatışmalan önlemek için, devlet baş-
kanının iznini şart koşmaktadır.” Ne var ki bir yandan üretim artışı sağlayacağı
inancıyla kamu mülklerinin özelleştirilmesi sürecindeki bürokrasiyi azaltmaya
çalışan Ebû Yûsuf, diğer yandan da hakka tecavüz ve çatışmaya sebebiyet verecek
durumlarda devlet başkanının onayını şart koşarak yağmacılığın önünü almayı
ihmal etmemektedir.
Ayrıca ihya ya da iktâ yoluyla ölü haraç topraklarını temellük eden girişimci-
lere toprağı işlemek, gerekli bina ve müştemilâtı dikmek, sulama sistemi kurmak
vo. faaliyetler için ağır bir malî yük altına girmeleri durumunda haraç yerine yüklenmesini salık vermektedir.” Böylece vergi yükü azaltılarak mevcut sınırlı
fonların yatırıma aktarılması sağlanmakta, yatırımların milli gelir içindeki payının
31 a.g.e.,s.100-102,105-106.
32 age., s. 87.
(53 Detaylarclaki diğer bazı ihtilâ?ar için bk. age., s. 96-99.
34 age., s. 69-70.
35 a.g.e., s. 52, 63, 71, 72.

artmasıyla da büyüme ve gelişme hızı olumlu yönde etkilenmektedir. Ancak kamu
yararına hizmet şartıyla nihai karar yine devlet başkanına bırakılmaktadır.
Bunların yanında, girişimciye, ihya çalışmaları esnasında açtığı maden veya
su kuyusuna/kanalına düşerek telef olan mal ve cana karşı -kasıt, kusur, ihmàl
gibi damân gerektiren durumlar haricinde- malî tazminat ya da cezaî sorumluluk
yüklenmemesisó de bir çeşit teşvik tedbiri olarak değerlendirilebilir.
Toprak mahsullerinde öşür nisabının beş vesk olduğuna dair hadislerin hük-
müne meyleden Ebû Yûsuf bu görüşüyle de belli bir üretim seviyesi yakalanana
kadar vergi muafiyeti getirmek sûretiyle bir tür üretimi teşvik tedbiri önermekte-
dir. Halbuki Ebû Hanife ve İbrâhîm en-Nehaî, ürünün azından-çoğundan, yetiştiği
yerin statüsüne ve sulama durumuna göre ya haraç ya öşür ya da yarım-öşür
alınacağı görüşündedirf”
Vergi Politikası
Ekim/dikim yapılsın yapılmasın, ürün alınsın alınmasın işlenebilir özellikteki
arazinin her bitiminden (cerîb=36OO zirâz) aynî ya da nakdî sabit bir vergi kesilme-
si anlamına gelen harâc-ı vazife ya da muvazzaf usulü Abbàsîler devrine kadar,
özellikle Sevâdda, yürürlükte kalmıştır. Ebû Cafer el-Mansûr döneminde fiyatlar
ucuzlayıp da ürün haracı karşılamayınca köylülerin topraklannı bırakıp kaçmasıy-
la Sevâd harap olmuştur. Bunun üzerine Mansûr tarafından yapılan vergi refor-
muyla birlikte devletin toprak mahsullerinden belli bir oranda pay alması esasına
dayalı harâc-ı mukâseme usulüne geçilmiştir. Oğlu Mehdi de bu uygulamayı sür-
dürerek doğal yollardan sulanan topraklardan ürünün yarısını, çıkrıklarla sula-
nanlardan üçte birini, dolaplarla ve sucu develerle sulananlardan ise dörtte birini
haraç olarak almıştır. I-Iilâfetinin sonlanna doğru, doğal yollardan sulanan toprak-
lar için haraç oranını beşte üçe yükseltmiş ancak halefı Hàdî'nin de uygulamayı
sürdürdüğü bu oran Hârûnürreşîd devrinde tekrar eski seviyesine düşürülmüştür.
Halbuki aslen İran asıllı bir Maniheist olup İslâm'a giren ve Vezir îsâ b. Ali'nin
kâtipliğini yapan İbnül-Mukaffa' da, Ebû Yûsuf'tan yaklaşık kırk yıl kadar önce
kaleme alarak Halife Mansûr'a ithaf ettiği Risale ƒîís-sahâbe adlı eserinde vergi
tahsildarlarının zulmü ve keyfi uygulamalan sebebiyle köylülerin topraklarını bı-
rakıp kaçtıklarını vurgulamaktadır. Böylece vergi vermekten kurtulan kaçkınlar
bir anlamda ödüllendirilirken her ne pahasına olursa olsun topraklarını işlemeyi
sürdüren çalışkan köylüler cezalandırılmaktadır. İbnül-Mukaffa? harâc-ı vazife
usulünü savunmakla birlikte vergi miktarlarında sürekli değişiklik yapılmasının
da şiddetle karşısındadır. Buna mukabil, değindiği probleme çözüm olarak ise kır-
sal ve kentsel kesimdeki her toprak parçası için daimi sabit bir miktar haraç konu-
larak divanlara kaydedilmesini önermektedir. Çünkü böylece ödemekle yükümlü
tutuldukları kesin ve değişmez haraç miktarından haberdar olan mükelleflerin,
vergi memurlarının keyfi uygulamalarla emeklerini sömürmeyeceğini bilmenin
36 a.g.e., s. 24.
37 a.g.e., s. 56-57.
lO

huzuru içinde topraklarını işlemeyi sürdürdükleri gibi üretimi de artıracaklarını
düşünmektedir. Üstelik böylece bir yandan devletin haraç gelirleri artacağı gibi
diğer yandan da vergi takdir ve tahsil süreci içinde daha az memura ihtiyaç duyu-
lacağı için masraflar düşecektir.
Halifeye, sàbık Sàsâni idaresindeki gibi, istikrar için her hususta sıkı bir mer-
kezi denetim kurmasını öneren İbnül-Mukaffa* böylece hem devlet hem de top-
rak sahiplerinin bütçelerinde de denkligin daha kolay sağlanacağını düşünüyor
olmalıdır. Buna karşılık, şerefli bir ocak olan ordunun yozlaşmasını ve sivil halkın
huzurunun bozulmasını önlemek için de askeriye mensuplarının vergi takdir ya
da tahsilâtında görevlendirilmelerine şiddetle karşı çıkmaktadır. Çünkü özellikle
lrak'ta tarım ürünlerinin fiyatları yükseldiğinden maaşları yetmeyen ordu men-
supları haraç tahsildarlığına itibar etmekte ve fakat görevlerini kötüye kullanarak
ek gelir sağlamaktadır.”
Vergi rejimindeki gelişmeleri iyi bilen Ebû Yûsuf ise harâc-ı mukâsemeyi ha-
râc-ı vazifeye tercih etmektedir. Çünkü ikinci usulde bazan vergiyi ödemede sı-
kıntıya düşen köylünün yeni sezonda ekim yapacak malî kaynağı bulamadığı da
olmaktadır. Alan hesabıyla verilecek vergiler yüzünden artan üretim masrafları
karşılanamadığı için ölü toprakların ihya edilmesi de cazibesini kaybetmektedir.
Zira genellikle yeni ihya edilmiş topraklardan ilk birkaç hasatta vergileri ödemeye
yetecek kadar ürün alınamaması sebebiyle tarım paritesi çok düşüktür. Daha da
kötüsü harâc-ı vazife usulü, ödeme güçlüğü çeken köylülerin topraklannı bırakıp
kaçması nedeniyle vergi gelirlerinin azalması, rekoltenin düşmesi gibi hem tebaa
hem de devlet aleyhine sonuçlanacak gelişmelere sebep olmaktadır. Halbuki bi-
rinci usulde devlet sadece üründen pay alacağı için verimin azlığı sebebiyle iflâsa
sürüklenrneyecek olan üretici yeni sezonda toprağını işlemeye güç bulabilecektir.
Böylece bu teknikle ölü toprakların diriltilmesi de teşvik edilmiş olacaktır.” Bu
anlamda mukâseme usulü bir vergi teşvik tedbiri olarak değerlendirilebilir.
Bütün bunlardan hareketle, Ebû Yûsuf 'un ayrıca arz yanına ağırlık veren bir
ekonomi ve vergi politikasını” tercih ettiği ileri sürülebilir. Bu politika gereği mu-
kâseme usulünü mesâha usulüne yeğlemekle kalmayıp oranların azaltılmasını da
önermektedir. Bu şekilde gerçekleştirilecek üretim artışıyla birlikte matrahta sag-
lanacak yükselme de -vergi oranlarının düşüklüğüne rağmen- devlet gelirlerini
artıracaktır. Sevàd için Ebû Yûsuf un içtihadına dayalı oranlar ise şöyledirz Bug-
day ve arpada., doğal olarak sulanan topraklar için 2/5, çıkrıklarla sulananlar için
3/ 10; hurmalık, bağ ve bahçeler için 1/3; yaz sebzeleri için 1/4.41
38 İbnül-Mukaffa? Ebû Muhammed Rûzbe b. Dâzeveyh, Risale ?s-sahábe (Âsáru İbnfl-Mukaƒfa'
içinde), Dâru lviektebetrl-Hayât, Beyrut 1978, s. 350-351, 359. .Ayrıca bk. S. D. Goitein, “A
Turning Point in the History of the Muslim State", Islamic Culture, c. XXIII, sayı 3 (1949), s.
125, 129.
40 Bu hususta bk. Sayed Afzal Peerzade, “The Genesis of Supply-side Tax Policy in the Islamic
System of Taxation", Journal oƒObjectiue Studies, c. V, sayı 2 (1993/1414), s. 83.

Eserde devletin vergi politikası ile ilgili olarak şu temel esaslar da getirilmekte-
dir:
1. Vergilendirmede tebaanın ödeme gücü hesaba katılmalıdır?z Buna günümüz
maliye literatüründe iktidar ilkesi denmektedir. Ne var ki bu ilke Ebû Yûsuf'un
artan oranlı bir vergi politikası önerdiği anlamına gelmez.
2. Vergiler merkezî hükümet tarafından belli bir standarda bağlanmalı, tahsil-
darlann key? uygulama ve suistimallerine imkân bırakılmamalıdır. 43 Haraç tarhında
arazinin işlenebilirliği, sulanabilirliği, verimliliği, pazarlara yakınlığı gibi faktörler
hesaba katılmalıdırß* Haraç tahsil, nakliye, ölçüm, taksim, kayıt, evrak ve posta
masrafları mükelleflere yüklenmemelidir.”
3. Vergi (haraç, cizye, uşûr) tahsilinde tebaaya zulüm ve işkence yapılmama-
lıdır?ó Bu bağlamda, mahsulün tarlada ya da harman yerinde bekletilerek zarar
görmemesi için haraç tahsilâtında gecikmeye müsamaha edilmemelidir.” Ayrıca
vergi mükelleflerini sömürü ve işkenceye maruz bırakarak kaçkınlara zemin
hazırlayan iltizam (takbîl) sistemi terkedilmeli ya da maaşları beytülmâlden
ödenmek üzere görevlendirilecek müfettişlerle çok sıkı bir şekilde denetlenerek su-
istimaller cezalandırılmalıdır?s Zohreh Ahghari bu noktada bir hata yaparak Ebû
Yûsuf'un iltizam (lng. tax-farming) sistemine karşı olduğunu ifade etmek yerine
çiftçiliğin vergilendirilmesine (tax on farming) karşı çıktığını söylemektedirf”
4. Vergi (haraç, cizye, uşûr) memurları namuslu kişiler arasından seçilmeli, yet-
kinin kötüye kullanılmasına fırsat verilmemeli, vukuunda ise derhal cezaî rnüey-
yide uygulanmalıdır5° Halife, vergi tahsilinin denetimi için müfettişler ve divan
mensubu askerî gözlemcilersl görevlendirmeli, gerektiğinde, tebaanın devlet
42 a.g.e., S. 40-41, 51-52, 65, 69, 91-93, 114, 115, 135.
43 age., S. 87, 93-94, 115-116, 134.
44 age., s. 45.
45 a.g.e., s. 118.
46 KítâbıTl-harác, s. 87,114-l15,118,133,134,135,142.
47 age.. s. 117.
48 a.g.e., s. 114-115, 134.
49 Zohreh Ahghari, The Origin and Evolution of Islamic Economic Thought, The Florida State Univer-
sity 1991, Doktora tezi, s. 100-101.
50 Kitâbü'l~harâc, S. 86-87, 115-116, 120, 133, 134, 142-143.
51 Vergilerin toplanıp kayıtlarının tutulduğu Sâsànî divan teşkilatı fetihlerden sonra umumi hali
üzere bırakılmış olmalıdır. Çünkü belli büyüklüğe ulaşıncaya kadar yayılmacı politikasını
SüvwPWen genç Ånxılntğnin lmalzâsı; in vnrıınln Alan alerîFrníîclíirnnn n??ıcıı cîlnlq :ılfıqrln
tutmayı tercih etmesi, maliye bürokrasisinin ihtiyaç duyduğu yeterli teknik kadroya sahip
bulunmaması, tutanak dili olan Farsça'yı bilen uzmanların yokluğu gibi sebepler Sâsäni vergi
teşkilatının muhafazasını kaçınılmaz kılmıştır. Meselâ Halife Ebû Bekir'in (ö. 13/634) kuman-
danı Hâlid b. Velîd'in (ö. 21/642) kendileriyle yaptığı antlaşmanın bir maddesinde, Hire
halkını, ödemekle mükellef oldukları vergilerin tahsili ve beytülmâle tesliminden sorumlu tut-
tuğu gerçeği bu tesbiti doğrulamaktadır. Buna göre, ıııüslümanların yardımına ihtiyaç duyma-
ları halinde masrafları beytülmâlden karşılanmak üzere kendilerine yardımcılar da tayin
edilebilecekti (KitábıTl-harâc, s. 156). Valiliklerin gözetimindeki vergi teşkilatının topladığı
vergilerin ihtiyaç fazlası kısmı merkezden gönderilen memurlara teslim edilirdi. Halife
Muâviye (41-60/661-680) merkezin vergi gelirleri üzerindeki kontrolünü artırabilmek için
valiliklerden ayırdığı haraç idaresinin başına özel görevliler atadı. Ancak haraç memurlarının
konunun uzmanı yerli halk arasından seçilmesi ve fakat bunları denetleyecek Arap görevliler

erkânıyla ilgili şikayetlerine bakan mezâlim mahkemelerinde açılmış bazı dava-
larda hazır bulunarak bu husustaki hassasiyetini hem tebaaya hem de ilgili kadro-
lara göstermelidir.” Ayrıca yiyiciliğe kapı açmamak için de vergi memurlarının
iaşesini yeterli ve düzenli bir şekilde aylık olarak karşılamalı, kendi arzulanyla bile
olsa mükelleflerin ödemesine izin vermemelidirss
Ebû Yûsuf'a göre, asayiş ve istikrarın tesisine vesile olan bütün bu tedbirler
hem vergi gelirlerini hem de refah seviyesini artıracaktır. Vergi gelirlerinin sürek-
liliğini ya da artışını sağlamanın yollarından biri de sulama sistemlerinin, setlerin,
drenaj kanallannın geliştirilmesi, bakım ve onarımıdır. Devlet bazı durumlarda da
masraflara ortak olarak bu yöndeki teşebbüsleri teşvik etmelidirf”
Bütün bunlardan anlaşıldığı kadanyla, Ebû Yûsuf, vergi politikasında âdil gelir
dağılımı ve kamu yararının gözetilmesine önem vermektedir. Vergi tahsilinde adâ-
let toprağın mâmur kalmasını ve bolluğu sağlayacak, böylece hem köylü hem de
devletin gelirlerinin artmasıyla birlikte iktisadî refah gelecektir. Düşünürümüz, bu
arada hazinenin güçlenmesi, devletin bekâsı ve toplumsal refah için vergi gelirle-
rinin üretken yatırımlara dönüştürülmesini de teşvik etmektedir.
A. K. Mydin Meera-S. Nazmul Ahsan55 ve Zohreh Ahghariyö Ebû Yûsufun
belirlediği bu esasların yüzyıllar sonra ilk olarak Adam Smith'in adalet, kesinlik,
uygunluk ve tasarruf şeklinde formüle ettiği dört vergileme ilkesini çağrıştırdığını
belirtirken önemli bir tesbit yapmaktadırlar.
Yukarıdakilere ilaveten, harcama kalemleri farklı olduğu için zekât ve haraç
fonlarının birbirine kanştırılmaması gerektiğini söyleyen Ebû Yûsuf devlet gelirle-
rinin halifenin bireysel çıkarlan için değil, kamu yararına sarfedilmesinin önemini
de ayrıca vurgulamaktadır."
Piyasa Mekanizması ve Fiyatlar
Ebû Yûsuf un piyasa fiyatlarının teşekkülü ve narh uygulamasıyla ilgili olarak
devletin vergi politikalan bağlamında yaptığı şu yorum da müslüman iktisatçıların
dikkatini çekecek kadar ilginçtir: “ . .. Gördüm ki onlara farklı miktarlarda konan
yiyecek” ya da nakit (dirhem) cinsinden maktû Vergide (vazife) sultanın,
tayini l-Iârûnürreşîd dönemine kadar devam etmiş olmalıdır ki Ebû Yûsuf halifeye tavsiyede
bulunurken vergi tahsilinin teftişi için sivil ve divan mensubu askerî müfettişler görevlendir-
menin gerekliliğini vurgularken bu hususa dikkat çekiyor gibidir. Ancak halifeye, hıyanetle-
finden emin olabilmek için güvenilir ve işbilir kişiler arasindan seçeceği ordu mensuplarindan
da halka zulmetmeyeceklerine dair biat almasını tavsiye etmektedir (bk. a.g.e., s. 87, 116,
117, 120, 201).
52 a.g.e., s. 121.
53 a.g.e.,s.87, 116.
54 a.g.e., s. 119.
55 A. K. Mydin Meera-S. Nazmu1Ahsan, “al-Kharaj and Related issues: A Comparative Study of
Early Islamic Scholarly Thoughts and Their Reception by Western Economists", Readings in
Islamic Economic Thought (ed. A. M. Sadeq-A. Ghazali), Longman, Malezya 1992, s. 213-215.
56 Ahghari, s. 100.
57 KitâbıTl-harác, s. 87, 117,134, 145.
58 Bu kelime metinde “ta'âm" şeklinde olup geniş anlamda temel gıda maddelerini teşkil eden
hububat ve hurma gibi dayanıklı tarım üriinlerini; dar anlamda ise buğdayı ifade etmektedir.

hazinenin ve aynı şekilde haraç mükelleflerinden bazılarının diğerleri aleyhine
kazancı söz konusudur.”
Yiyecek ñyatına gelince, eğer fahiş bir ucuzluk varsa sultan onlara konulan
vergiyle yetinmez ve [aynî vergilerin nakde tahvili için taban fiyatı] onlann lehine
indirmeyi canı istemez. Çünkü bununla (yani düşük vergi gelirleriyle) ordunun
gücü korunamaz ve sınırlar muhafaza edilemez. Aşırı ?yat artışı durumunda ise,
sultanın gönlü [önceden belirlenen düşük taban fiyatla piyasa fiyatı arasındaki
farktan kaynaklanan] fazlalığı haraç mükelleflerine bırakmak istemez. Halbuki
ucuzluk ve pahalılık Allah'ın takdirinde olup ikisi de belli bir seviyede durmazlar.
Bir çok şeyde olduğu gibi dirhemin degeri de böyledir. Bunun açıklanması uzun
sürer. Ucuzluk ve pahalılık için esas alınacak bir sınır yoktur. Muhakkak ki o
göğün işidir ve keyfiyeti de bilinmez. [Çünkü] ucuzluk yiyeceğin çokluğundan
olmadığı gibi pahalılık da azlığından değildir. Muhakkak ki o Allah'ın işi ve kaza-
sıdır. Öyle ki bazan yiyecek çok ama pahalı olabilir, bazan da az ve ucuz." Ebû
Yûsuf bu ifadelerden sonra fiyatları Allah'ın takdir ettiğini gösteren hadisler akta-
rarak görüşlerini desteklemektedir. Ardından da bu tür suistimallere fırsat verme-
mesi açısından en ideal vergi türünün mukàseme olduğunu bildirmektedir.
Daha sonraki sayfalarda ise vergi tahsilinde haraç mükelleflerine de sultana
da zarar gelmemesi için âdil fiyat olarak vasıflandırdığı piyasa fiyatının esas alın-
masını tavsiye etmektedir. Ayrıca verginin aynî ya da nakdi olarak tahsili husu-
sunda da haraç mükelleflerinin fayda ve tercihinin gözetilmesini önerdikten son-
ra yine bu doğrultudaki bazı hadisleri rivayet etmektedirf”
Ebû Yûsuf'un yukarıdaki ifadelerini iyice anlamak için önce şunları bilmek
gerekmektedir. Yukarıda açıklanan harâc-ı vazife sisteminde, devlet, sabit bir ayni
vergi ya da taban fiyattan buna bedel bir nakdi vergiyi önceden takdir etmektedir.
Tahsilat esnasında da ayni vergileri daha önce belirlenmiş taban fiyatlar esas alı-
narak düzenlenen çevrim tablolarına göre nakde tahvil edebilrnektedir. Ayni ver-
gilendirmede -hasatın bol olması ve dolayısıyla fiyatların düşmesi durumunda-
devlet aldığı nakde çevirmeye gereksinim duyduğumda düşük fiyatlardan
satmak zorunda kalacağından harcamalarını karşılamaya yetecek kadar haraç
geliri elde edemeyecektir. Bu nedenle böyle durumlarda devlet, ürünün vergiye
esas olmak üzere daha önceki yüksek taban fiyatlardan belirlenmiş dirhem cin-
sinden mübadele değerini piyasa seviyesine düşürmeyerek gelirlerini yüksek tut-
maya çalışmaktadır. Diğer tabiriyle, ayni vergi olarak toplaması gereken mükelleflerin kendilerine, bir anlamda, yüksek narhlı ?yatlardan satarak zulmeder.
59 Muhtemelen “Sultanın, hazinenin ve aynı şekilde haraç mükelleflerinden bazılarının diğerleri
aleyhine kazancı söz konusudur." derken daha sonraki sayfalarda ifade ettiği üzere vergi me-
murlarının güç yetirebildikleri mükelle?eri aşırı vergilendirdikleri, bazılarının çıkarına bazıla-
rının da zararına olmak üzere haraç ve öşür topraklarının statülerinde değişiklik yaptıkları,
diledikleri mükelleflere vergi iadesi ya da muafiyeti sağladıkları gerçeğine işaret etmektedir;
bk. a.g.e., s. 93-94.
60 age., s. 52-55; Rahbi, Abdülaziz b. Muhammed, FıkhıTl-mülûk ve miftâhu'r-rítácFl-mursad *alâ
hizâneti KitâbFl-harác (tahkik Ahmed Ubeyd el-Kebisi), Matbaatül-irşâd, Bağdat 197 3, I, s.
340-357.

Devlet, hasadın az ve dolayısıyla fiyatların yüksek olması halinde ise nakdi ver-
gide ya da aynî verginin nakde çevriminde esas aldığı daha önceki düşük taban
fiyatlardan belirlenmiş dirhem cinsinden mübadele değerine rıza göstermeyip pi-
yasa seviyesine çıkartarak gelirlerini yüksek tutmaya çalışır veya aynî tahsilat
yapmayı tercih eder. Zaten yetersiz olan üretiminden en büyük payı da devlete
kaptıran mükellefin geliri zirai yatırımını sürdürmeye yetmeyebilir. Yani devlet baş-
kanı vergi gelirlerini artırmak için her iki durumda da mükellefler aleyhine sonuç-
lanacak fiyat ayarlamaları yapmaktadır. Ayrıca nakdî tahsilâtta, tedavüldeki
çeşitli dirhemlerin birbirleriyle ya da dinarla olan resmî mübadele kurunu da ken-
di lehine belirleyerek vergi gelirlerini yükseltmeye çalışabilmektedir.
Aslında konu bütünlüğü içinde ele alındığında Ebû Yûsuf 'un yukarıdaki söz-
lerle vergi mükelle?erini korumaktan başka bir şey kastetmediği, taban fiyatlarla
oynayarak üreticiyi ezebilen devlet başkanını ilahî otorite ile karşı karşıya getire-
rek frenlemeye çalıştığı görülmektedir. Yoksa “O göğün işidir ve keyfiyeti de bilin-
mez. .. Muhakkak ki o Allah'ın işi ve kazasıdır" sözleriyle fiyatların belirlenmesin-
de kulun hiç bir rolü olamayacağını ileri sürmemektedir. Aksine, iktibas ettiğimiz
ifadelerinin başında ürünün bolluğunda fiyatların düşük, azlığında ise yüksek ol-
duğunu zımnen kabullenmektedir. Üstelik devletin fiyatları fiilenbelirleyebildiğini
de gözlemlemektedir. Zannımızca, “Bazan yiyecek çok ama pahalı olabilir bazan
da az ve ucuz" derken bir kurala değil -muhtemelen gözlemlerine dayanan- istisnai
durumlara işaret etmektedir.
Abdul Azim Islahi, Ebû Yûsufun yukarıdaki sözlerini iktibasla şunları söyle-
mektedir: “Ebû Yûsuf arz (lng. supply) ve talep (İng. demand) arasında negatif bir
ilişki olduğu yönündeki yaygın kanaati reddediyor gibidir. Aslında fiyatın sadece
arza dayanmadığı, talebin de aynı derecede önemli olduğu bir gerçektir. Bunun
içindir ki yükselen ya da azalan fiyat, zorunlu olarak üretimin düşüşü veya artı-
şıyla bağlantılı değildir. Ebû Yûsuf bu nokta üzerinde ısrarla durmakta ancak ikti-
saren açıklamadığı diğer bazı sebeplerin varlığından da bahsetmektedir. Bu diğer
sebepler nelerdi? Aklından geçen ne idi? Belki talep kayması veya ülkenin para
arzındaki artış ya da malların istiflenmesi ve saklanması, belki de hepsi bir ara-
da?"Ö1 Ancak Islahi'nin tahlili açıklayıcı değil, aksine yanıltıcıdır. Öncelikle Ebû
Yûsuf arz ve talep gibi teknik ekonomi tâbirlerini kullanmamakta, sadece yiye-
ceğin çokluğu ve azlığından söz etmektedir. Unutulmamalıdır ki “üretim” ile “pi-
yasa arzı" özdeş kavramlar olrna ığı gibi arzın dış pazarlara yapılması (yani ihra-
cat) o ürünün iç piyasa fiyatlarını tırmandırabilir. Ayrıca Islahi'nin “Bazan yiye-
cek çok ama pahalı olabilir., bazan da az ve ucuz" ifadesini izah sadedinde ileri
sürdüğü sebepler de tatminkâr değildir. Öncelikle istifçilik genelde malın az, tale-
bin ise yüksek olduğu durumlarda piyasa arzırıı kısıp fiyatları ve dolayısıyla ka-
zancı artırmak için yapılır. Çünkü talebin sabit kalması halinde arzdaki düşme
61 Abdul Azim Islahi, “Market Mechanism in islam: A Historical Perspective”, Journal of Islamic
Economics, c. l, sayı 1 (1995), s. 4.

fiyatları yükseltecektir. İktisat teorisine göre özellikle temel gıda maddelerini teş-
kil eden hububat, hurma ve kuru üzüm gibi tarım ürünlerinin talep esnekliği dü-
şüktür. Bu nedenle arzdaki değişmeler bu ürünlerin fiyatlarını geniş ölçüde etkiler.
Talep esnekliği düşük olduğu için de para arzındaki, yani fert başına harcanabilir
gelirlerdeki artışların kamçıladığı talebin çok büyük bir kısmı diğer tüketim mal-
larına yönelecektir. Gelirin azalması durumunda ise esas itibarıyla talep esnekliği
yüksek olan diğer malların tüketimi kısılacaktır. Yine talep esnekliği düşük olan
mallarda talep kaymalan ancak çok özel durumlarda gözlenebilir.
Buna karşılık şu iki sebep bize daha ikna edici gelmektedir. Belki ürünün ta-
ı mamının iç piyasaya değil de bir kısmının dış pazarlara arz edilmesi, yani ihracat
artışı sağlanması ihtimali, ürünün bol ve fiyatların yüksek olduğu durum için daha
makul bir izah getirebilir. Böylece ürün bol, ancak iç piyasa arzı, fiyatları düşür-
meye yetmeyecek kadar dar olabilir. Bu tür temel gıda maddelerinde hem arzın
hem de fiyatların düşük olması durumu ise ancak (salgın hastalıklar gibi sebepler-
le) ciddi bir nüfus kaybından kaynaklanan negatif talep kaymalarında söz konu-
su edilebilir. Böyle durumlarda doğal olarak hem arz hem de gelirler düşecektir.
Nüfus kaybından kaynaklanan negatif talep kayması ve taleple gelir arasındaki
negatif ilişki, arz düşük olduğu halde fiyatların yükselmesini engelleyebilecektir.
Ne var ki Ebû Yûsuf'un sözlerinin altında günümüz araştırmacılarının iddia
ettikleri gibi arz, talep, talep kayması ve fiyat esnekliği gibi modern teknik kav-
ramlara dayalı açıklamalara işaret aramak, zorlamadan başka bir şey olmasa ge-
rektir.” Ancak Sıddîkfnin de işaret ettiği tartışılmaz bir gerçek var ki o da Ebû
Yûsufun fiyatları etkileyen yegâne sebebin üretim olmadığını kesin olarak göz-
lemlediğidir. Diğer sebeplerin neolduğunu bildiği ise şüphelidirf” Kaldı ki Ebû
Yûsuf KitâbüT-harâdını hazırladığında fiyat mekanizmasıyla ilgili temel tesbitle-
rin yer aldığı Yunan felsefe eserleri henüz Arapça'ya tercüme edilmemişti. O ne-
denle bir yandan "Bunun açıklanması uzun sürer" cümlesiyle sanki bütün teknik
detayları biliyorrnuş izlenimi veren müellif, diğer yandan “O göğün işidir ve key-
fiyeti de bilinmez" diyerek ilk nazarda kendi içinde çelişkiye dahi düşmektedírf”
62 Meselâ bk. Islahi, aynı yer; Ali Hasenî el-Harbûtlî, “el-Harâc li-Ebî Yûsuf", Meusûatü türâsiî-
insáníyye, Kahire ts., IV, s. 612.
64 Ancak bu bağlamda şöyle bir görüş ileri sürülebilir: Ebû Yûsuf bu eserini hazırlarken kendisin-
den önce haraç üzerine bir rapor hazırlayarak Halife Mehdî-Billâha (158-1 69/ 7 7 5-7 85) sun-
duğu bilinen Vezir Ebû Ubeydillâh Muâviye b. Yesâr'ın (ö. 170/786) görüşlerinden faydalan-
mış olabilir (bk. İbnift-Tıktaká, Muhammed b. Ali b. Tabâtabâ, el-Fahrî /Pl-ádábis-sultánigye
ueki-düuelí?-İslámiyye, Dâru Sâdır, Beyrut ts., s. 182). Bu zat aslen Yahudi olup kendisini vezir-
iik makamına arayan Halife MehdTnin döneminde ihtida etmiştir. Kamu rnaliyesi yazarların-
dan Kudâme b. Ca^fer'in (ö. 339/950) Ebû Ubeydillâh'ın raporundan bu hususta yaptığı özet
alıntıdaki ifadelerle Ebû Yûsuf'un sözleri benzeşmektedir (bk. Kudâme b. Ca'fer, el-Harác ue
sınáatüV-kitábe (şerh ve tahkik, Muhammed Hüseyin ez-Zebîdî), DäruT-Reşîd li'n-neşr, Bağ-
dat 1981, s. 222-223). Ayrıca Ebû Yûsuf eseri boyunca “emîrülmü'minîn" diye hitap ettiği
devlet başkanından bahisle “imâm” tâbirini kullandığı halde nadiren “sultan” ifadesine yer
vermektedir (bk. KitábLTl-harác, s. 52, 54, 100, 1 17, 1 18, 166, 174). Tesbit edebildiğimiz kada-
rıyla toplam ondört kere kullanılan sultân kelimesi müellifin sadece fiyatlarla ilgili değer-
lendirmesi çerçevesinde altı defa geçmektedir. Zannımızca Ebû Yûsufun bu kelimenin geçtiği
kısımlarda sele?nin raporundan faydalanmış olması ihtimali oldukça yüksektir. Ayrıca bu

Buna karşılık eğer eser Calder'ın ileri sürdüğü gibiHassâf tarafından redakte edil-
miş olsaydı fiyatlarla ilgili yorum, onun devrinde artık Arapça'ya çevrilmiş Yunan
felsefe eserlerinin etkisiyle farklılaşabilirdi.
Kambiyo Rejimi
Ebû Yüsuf'un kambiyo rejimi ile ilgili görüşleri fıkıh eserlerinde dağınık bir şe-
kilde yer almaktadır. Ancak burada vergilendirmeye ilişkin bir görüşünü bu çerçe-
vede değerlendirmek mümkündürz “Onlardan (yani vergi mükelle?erinden) haraç
için ödedikleri dirhemler üzerinden *revâc' adını verdikleri şey (yani fazlalık) alın-
mamalıdır. Bana ulaştığına göre onlardan birisinin haraç ödemek üzere getirdiği
dirhemlerden bir kısmı *Bu [miktar] onların (yani dirhemlerin) *revâc' ve 'sarfına
(yani kur farkına) karşılıktır.' denilerek kesiliyormuşfós Bu ifadelerden muhtelif
anlamlar çıkarmak mümkündür. Öncelikle şu hatırlanmalıdır ki o dönemde altın
(dinar) ve gümüşe (dirhem) dayalı çift maden sistemi yürürlükte idi. Abdülmelik
b. Mervân tarafından H. 71 yılında standart resmî sikkeler kesilmesine rağmen
hâlâ piyasalarda farklı cins ve ağırlıkta dirhemler tedavül ediyordu. Bu yüzden
vergi tahsilâtında dirhemlerin birbirleriyle ve dinarla mübadelelerine esas teşkil
etmek üzere devlet tarafından kur listelerióö hazırlanması ve tahsildarlann da mü-
badeleleri buna göre yapmasının sağlanması gerekiyordu. Ancak Ebû Yûsufun
ifadelerinden de bu hususta aksaklıklar olduğu ve memurların keyfi davranışlar
sergiledikleri anlaşılmaktadır.
Muhtemelen burada yapılan, vergi memurlarının tahsilât esnasında kambiyo
kurlarını keyfi olarak belirleyerek kur farkından” oluşan miktarı kısmen ya da
tamamen zimmete geçirmeleri, yani bir çeşit kurtajós geliri elde etmelerinden iba-
rettir. Kur arbitrajı” yapmış olmaları da mümkündür. Belki de, özellikle vergi bor-
cunun muhtelif taksitler halinde tahsil edilmesi durumunda, tahakkuk ve tediye
tarihlerinde oluşan dirhem kurları arasındaki farklar üzerinden zaman arbitrajı
yapma imkânı bulmuşlardır. Zamanında ödenemeyen vergi borcu bakiyelerinin
eda tarihi ile borcun tahakkuku esnasında geçerli olan kurlar arasındaki fark için
de aynı şey söylenebilir.
kelimenin geçtiği yerlerde aslen Arapça olmayan ya da o devirde yazılmış diğer eserlerde pek
görülmeyen kelimelere de rastlanmaktadır. Dolayısıyla, “Bunun açıklanması uzun sürer.” ifa-
desini muhtemelen sele?nden iktibas eden müellif, onun ilgili görüşlerini naslarla desteklerken
“O göğün işidir ve keyfiyeti de bilinmez Muhakkak ki o Allah'ın işi ve kazasıdın” diyerek
dikkatsizlik eseri çelişkiye düşmüş gibidir.
66 Kur listeleri kavramı burada, yetkililer tarafından hazırlanan ve standart sikkelerin yerel
paralar üzerinden karşılığını gösteren listeler anlamında kullanılmıştır. Geniş bilgi için bk. A.
Esen, "Kur Listeleri", EkonomíArısíklopedlsi, c. Il (1983), s. 850-851.
67 Kur farkı ve sebepleri için bk. A. Esen, “Kur Farkı”, .fîkoriomiAnsiklopedisi, c. ll (1983), s. 850.
68 Kurtaj kavramı borsa acentelerinin, müşterileri adına yaptıkları işlemler üzerinden aldıkları
komisyonu ifade etmektedir. Geniş bilgi için bk. E. Özdemir, “Kurtaj”, Ekonomi Ansiklopedisi,
c. ıı (1983), s. 852.
69 Kurlar zaman ve zemine göre değiştiği için kambiyo operatörlerinin ucuz buldukları yerde al-
dıkları sikkeleri pahalı olan yerde satmaları söz konusu olabilir. Bu işleme kur arbitrajı den-
mektedir. Dolayısıyla tahsildarlar mükelle?erden düşük kurlardan aldıkları dirhemleri ilgili mercile-
re teslim etmeden önce yüksek kurlardan satma imkânı da bulmuş olabilirler.
Özetle, Ebû Yûsuf'un sözleri açık olmadığı için suistimalin mahiyetine dair ke-
sin bir şey söylemek mümkün görünmüyorsa da vergi memurlarının tahsilât es-
nasında Kambiyo kurlarıyla oynayarak mükelleflerin sırtından haksız kazanç
elde etmelerinin yasaklanmasını istediği kesin gibidir.
Dış Ticaret Esasları
Dış ticarette ümmetin menfaatlerinin gözetilmesi ilkesini benimsediği anlaşı-
lan Ebû Yûsuf, stratejik öneme sahip at, silah gibi askerî levazımın ve köleleştiri-
len savaş esirlerinin -millî sırları öğrenmiş olma ihtimaline binaen- müslümanlar
eliyle düşman ülkelere ihracatının yasaklanması gerektiğini savunmaktadır. Çün-
kü muhtemel bir savaşta bunların müslümanlar aleyhine kullanılması söz konusu
olabilecektir. Bu malların emanla İslâm ülkesine giren harbî tüccar veya elçilerce
yuıt dışına çıkanlmak istenmesi halinde de gümrüklerde el konularak bedellerinin
kendilerine iadesi gerekmektedir. Ayrıca bu tür mallann dışarı kaçınlması sınır boy-
larında nöbetçiler görevlendirilerek önlenmelidir. 70 Ebû Yûsuf eşya ve giysiler için
ise böyle bir yasaklamaya gerek görmemektedir. Buna karşılık harbî tüccarın söz
konusu askerî levazımatı İslâm ülkesine getirip satması ya da daha kalitesizleriyle
takas etmesinde hiç bir mahzur olmadığını düşünmektedir?
Dârülharbi acilen tahliye etmek durumunda kalan İslâm ordusunun geride bı-
rakmak zorunda olduğu hayvanları itlâf edip edemeyeceğine dair fıkhî tartışma-
larda da aynı yaklaşımı sergilemektedir. Yani bu hayvanlar düşman kuvvetlerinin
eline geçtiğinde müslümanların aleyhine kullanılacağı için öldürülüp yakılarak imha
edilmelidir.”
Ebû Yûsuf, bu bağlamda, İslâm ülkesi sınırlan içinde müslümanların tâbi oldu-
ğu ahkâmla mükellef kılınan yabancı tüccarın domuz ve içki gibi şer'an yasaklan-
mış gayri mütekavvirn malların alım satımını yapmasının ve faizli muamelelere
girmesinin de yasaklanması gerektiğini vurgulamaktadır.”
70 KítâbüV-harác, s. 206.
71 a.g.e., s. 204, 206.
72 a.g.e., s. 216.
73 aynı yer.

Ziyaret -> Toplam : 125,34 M - Bugn : 102938

ulkucudunya@ulkucudunya.com