« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

01 May

2012

ABDÜLHAK ŞİNASİ HİSAR

01 Ocak 1970

(1887-1963) İstanbul'un ve özellikle Boğaziçi'nin güzelliklerini anlattığı eseriyle tanınan Cumhuriyet devri yazarı.

14 Mart 1887'de, anne tarafından bü¬yükbabası Tophâne-i Âmire kâtiplerin¬den Muhtar Bey'in Rumelihisarfndaki ya¬lısında dünyaya geldi. Babası, Türk basın tarihinde önemli yeri olan Hazîne-i Ev¬rak, Mürüvvet, İnsaniyet ve Ceride dergilerini yayımlayan Mahmud Celâ-leddin Bey, annesi son Belgrat muhafızı Selim Paşa'nın torunu Neyyir Hanım'dır. Türk matbaacılığı ve basın tarihiyle ilgili neşriyatıyla tanınan Selim Nüzhet Ger¬çek de Abdülhak Şinasi'nin kardeşidir.

Çocukluğu, kültürlü bir aile ortamı için¬de bütün örf ve âdetleriyle canlı bir şe¬kilde yaşamakta olan Boğaziçi yalılarıyla Büyükada ve Çamlıca köşklerinde geçti. Abdülhak Şinasi küçük yaştan itibaren bir Fransız mürebbiyeden Fransızca, o sıra¬da Rumelihisarı'nda komşuları olan Tev-fık Fikret'ten Türkçe dersleri aldı. 1898'-de yatılı olarak Mekteb-i Sultânî'ye [127] girdi. Buradaki hocala¬rı içinde Hacı Zihni Efendi, Recâizâde Mahmud Ekrem, Acem Feyzi Efendi, Nâ-fi Efendi. Tevfik Fikret, Ahmed Hikmet (Müftüoğlu) ve Abdurrahman Şeref gibi devrin ünlü simaları arasında yer alan şahsiyetler de bulunuyordu. Okulun daha ilk sınıfından itibaren edebiyatla ve özel¬likle şiirle meşgul olmaya başladı. Galata¬saray Mektebi'ndeki en yakın arkadaş¬ları arasında Ahmed Hâşim, Hamdullah Subhi (Tanrıöver), Müfit Râtip, Emin Be¬liğ, Ahmet Samim, Refik Halit (Karay), İz¬zet Melih (Devrim). Tahsin Nâhid ve Ah¬med Bedî vardı.

1905 yılı sonlarına doğru Paris'e gitti. Pariste önce Jön Türkler'le tanıştı ve za¬man zaman onların siyasî mahiyetteki ba¬zı toplantılarına katıldı. Daha sonra Eco-le Libre des Sciences Politiques"e kaydol¬du. Burada sık sık görüştüğü kişiler ara¬sında. Jön Türk liderlerinden Ahmed Rı¬zâ ve Prens Sabahaddin ile kendisi gibi buraya tahsile gelen Yahya Kemal ve Nihad Reşad da (Beiger) bulunuyordu. Ab¬dülhak Şinasi'nin Jön Türkler'le münase¬beti. Aralık 1907'de Paris'te toplanan II. Jön Türk Kongresi'ne katılabilecek dere¬cede ileri seviyede olmasına rağmen mi¬zaç itibariyle siyasî meselelerden hoşlan¬madığı için onun Paris'te devam ettiği esas mekân, daha çok devrin tanınmış sanat ve edebiyat adamlarının toplandığı Ojuartier Latin çevresi oldu. Abdülhak Şi¬nasi burada, fikrî ve edebî bakımdan uzun süre etkisi altında kalacağı Maurice Bar-res, Jean Moreas, Emile Faguet. Henri de Regnier, Jean Cocteau ve Anatole France ile tanıştı; onların düzenledikleri sanat toplantılarına katıldı. Bir aralık Paris Öğ¬renciler Birliği'ne üye oldu, hatta toplu¬luk mensuplarının hazırladığı L'A dergi¬sinin çalışmalarına katıldı.

Abdülhak Şinasi'nin Paris'teki hayatı daha çok sanat ve edebiyat çevrelerinde olmak üzere üç yıl kadar sürdü. II. Meşru-tiyet'i takip eden aylarda, muhtemelen 1908 yılı sonları veya 1909 yılı başında, da¬ha önce kaydolduğu okulu bitiremeden İstanbul'a döndü. 1909-1913yılları ara¬sında bir Fransız İnşaat şirketinde, 1913-1920 yıllarında da Kozlu-Kilimli-Kandilli madenlerini işleten Stinnes şirketinde ça¬lıştı. Bu arada iktidarda bulunan İttihat ve Terakkî'ye karşı hoşnutsuzluk göste¬renlerin teşkil ettiği Millî Ahrar Fırkası'nın kuruluş beyannâmesinde imzası bulunan on iki kişiden biri olarak fırkanın kurucu¬ları arasında yer aldı (4 Mayıs 1919) Ana¬dolu'daki millî hareketi destekleyen fır¬ka bir süre sonra kendi kendisini feshet¬miştir.

1920-1924yılları arasında Osmanlı Bankası'nda. 1924-1925te Reji İdaresi'n-de tercüme işlerinde çalışan AbdülhakŞi-nasi, 1931-1936 yıllarında Ankara'da Bal¬kan Birliği'nin umumi kâtipliğini yaptı. 1936-1948 yıllarında Dışişleri Bakanlığı'-na müşavir oldu. Bu sıfatıyla, 1945'te San Fransisco'da toplanan ilk Birleşmiş Mil¬letler genel kuruluna katılan Türk dele¬gasyonuna dahil oldu. 1948'de geçirdiği bir rahatsızlık sebebiyle istifa edip İstan¬bul'a yerleşti. Türk ocakları, Türk Fransız Kültür Cemiyeti, Turing Klüp, Pierre Loti Dostları Cemiyeti, Türk Edebiyatçılar Bir¬liği, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul Ens¬titüsü, Yahya Kemal Enstitüsü gibi dernek ve kuruluşlarda kurucu üye olarak faaliyet gösterdi. Son yıllarında Merkez Bankası başmütercimliği yapan Abdül-hak Şinasi, 3 Mayıs 1963 günü Nişanta-şı'ndaki evinde öldü ve Merkezefendi Kabristanı'na defnedildi.

Abdülhak Şinasi Paris'ten belli bir sa¬nat zevki edinmiş, belli bir dünya görüşü¬ne sahip genç bir edebiyat heveslisi ola¬rak yurda döndüğünde İstanbul'daki sa¬nat ve edebiyat çevrelerinde ilgiyle kar¬şılandı. 0 sırada hayatta olan hemen bü¬tün Türk edebiyatçılanyla tanışma ve on¬ların toplantılarına katılma fırsatı buldu. Paris'ten İstanbul'a döndükten ancak on iki on üç yıl kadar sonra bazı dergilerde imzası görülmeye başlayan Abdülhak Şİ-nasi, 1921 yılında İleri gazetesiyle Der-gâh mecmuasında bir yandan "Kitaplar ve Muharrirler" başlığı altında yeni çıkan kitaplar hakkında tenkit ve tanıtma yazı¬ları yazarken bir yandan da Yarın dergi¬sinde "Saatler ve Mevsimler" başlığıyla, Yahya Kemal ve Ahmed Hâşim tesiri al¬tında kaleme aldığı ilk şiir denemelerini yayımlıyordu. 1921 yılı sonunda yedi yıl sürecek bir sükût devresine girdi. 1928'-den İtibaren yeniden döndüğü yazı haya¬tında sohbet, hâtıra, seyahat ve deneme türünde yazılar yazdı. Hemen her hafta Milliyet gazetesinde (1931} edebî sohbetler; Ülkü (1933-1934), Varhk {l913-1942) ve Ağaç (1936) dergilerinde geç¬miş zamanla ilgili hâtıra türünde dene¬melerle eski ve yeni edebiyatçılara ait ya¬zılar yazdı. Yaptığı bir seyahatin ardından Balkan ülkelerine dair çeşitti makaleler ya¬yımladı. Ankara'dan İstanbul'a döndük¬ten sonra da yine edebî nitelikteki yazı ve hâtıralarını VarM (1952-1953) ve Türk Yurdu (1954-1957) dergileriyle Yeni İs¬tanbul (1949-1950} gazetesinde yayım¬lamayı sürdürdü.

Özel hayatında temizliğe aşın derece¬de tutkun ve titiz olduğu bilinen Abdül¬hak Şinasi, yazılarının ve kitap halindeki eserlerinin yayımlanmasında da aynı ti¬tizliği göstermiştir. Oldukça uzun süren bir hazırlık devresinden sonra 1941 yılın¬da Fanim Bey ve Biz adlı ilk romanını ya¬yımladığı zaman elli dört yaşına varmış olması da bu titizliğinden kaynaklanmak¬tadır. Devrin okuyucusu tarafından bü¬yük bir ilgiyle karşılanan eser, ertesi yıl Cumhuriyet Halk Partisi Hikâye ve Ro¬man Mükâfatı'nda üçüncülük kazanınca yazarın adı daha geniş bir okuyucu çev¬resi taraf ından duyuldu. 1942'de Boğazi¬çi serisini meydana getirecek kitapları¬nın ilki olan Boğaziçi Mehtapları, iki yıl sonra Çamlıcadaki Eniştemiz yayımlan¬dı. Yaşı ilerledikçe hastalık derecesinde¬ki titizliği daha da artan Abdülhak Şi-nasi, oldukça güç şartlar altında 1952'-de Ali Nizamî Bey'in Alafrangalığı ve Şeyhlİği'ni, 1954'te Boğaziçi Yalıla¬rı'm, 1955'teĞe Aşk İmiş Her Ne Var Âlemde adlı mısra ve beyit antolojisini yayımladı. Hastalığına ve aşırı titizliğine rağmen yayın faaliyetine hiç ara verme¬di. Geçmiş Zaman Köşklerini {1956} Geçmiş Zaman Fıkraları (1957), İstan¬bul ve Pierre Loti ile (1957) Yahya Ke¬mal'e Veda (1959) ve ölümünden kısa bir süre önce de Ahmet Hâşim: Şiiri ve Hayati takip etti.

Abdülhak Şinasi. yazı hayatının ilk yıl¬larında (1918-1921] yazdığı sınırlı sayıda¬ki şiirlerinde hece vezninin değişik ölçü¬leri içinde yerli ve Batılı nazım şekillerini denemiştir. Toplam on beş parça kadar olan bu şiirlerde Ahmed Hâşim'in egzo¬tik, hissi ve empresyonist tesirleri görü¬lür. Bu denemelerinin dışında tamamıyla nesir alanında kalmayı tercih etmiştir.

Çocukluk ve ilk gençlik dönemini Boğa¬ziçi'nde geçiren Abdülhak Şinasi'nin ede¬bî şahsiyetinin ağırlık noktasını geçmiş za¬manın hikâye edilmesi teşkil etmektedir. Çağdaşı durumundaki Cumhuriyet devri yazarlarının birçoğu eserlerinde memle¬ket edebiyatı etrafında yeni Türkiye'nin modernleşme macerasını anlatırken Ab¬dülhak Şinasi kendince daha güzel ve an¬lamlı bulduğu geçmiş zamanı. Türk mil¬letinin Boğaziçi'nde asırlarca süren ha¬yat maceraları sonunda ortaya koyduğu Boğaziçi medeniyetini bütün ayrıntılarıy¬la dile getirmeyi tercih etmiştir. Cumhu-riyet'ten sonra Türk cemiyetinde genel olarak mazi mirasının bütünüyle red ve¬ya inkâr edildiği yılların sonuna doğru ya¬yımlanan eserlerinde bir yandan Türk milletinin kendine has hayat tarzını dile getirmiş, öte yandan da bir milletin var¬lığının ve bekasının mazi şuuruna bağlı olduğunu ortaya koymuştur.

Sanata zaman zaman asalet kazandı¬rarak onu bir nevi din gibi telakki etme¬ye çalışan Abdülhak Şinasi. bazı eserlerin¬de dinin vermiş olduğu teselli ve imanı sa¬natta bulduğunu açıkça belirtmekten ka¬çınmaz. Yenileşme dönemi Türk edebi¬yatı içinde Abdülhak Şinasi'yi bütünüyle. Türkiye'de XX. yüzyılın başlarından itiba¬ren görülmeye başlanan sığ gerçekçilik ve materyalizm gibi ideolojilere karşı ilk planda insanın iç dünyasına, geçmişe, hâ¬tıralara ve özellikle tarihe eğilen, bu çer¬çevede Türk milletinin millî, manevî ve kültürel değerlerine ön planda yer veren bir grup yazar arasında değerlendirmek gerekir. Abdülhak Şinasi'nin hâtıra türün¬deki eserleriyle beraber roman ve biyog¬rafilerinin de ortak özelliği hemen hepsi¬nin bir geçmiş zaman nostaljisi taşıması¬dır. Böylece bütün eserleri kurgu ile be¬raber birer hâtıra vasfı kazanır. Boğaziçi Mehtapları, Boğaziçi Yalıları ve Geç¬miş Zaman Köşkleri şahsî yakınlıklara, gözlemlere, duyumlara dayanır. Üç roma¬nı ise mekânı, olayları, hatta yazarın ha¬yatında gerçekten var olduğu bilinen kah¬ramanlarıyla hâtıra kitaplarına paralellik gösterir. Denilebilir ki biyografi ve hâtıra¬ları roman türüne, romanları ise hâtıra türüne yaklaşan iç içe ve komplike yeni bir türdür.

Eserleri.

Abdülhak Şinasi'nin eserlerini başlıca dört grupta ele almak mümkün¬dür. İlk grupta Boğaziçi ve eski devrin ya¬lı ve köşkleriyle ilgili üç eseri, ikinci grup¬ta kendisinin hikâye adını verdiği üç ro¬man denemesi, üçüncü grupta daha çok hâtıralara dayanan üç biyografik eser. dördüncü grupta da antoloji mahiyetin¬de iki eseri bulunmaktadır.

1. Boğaziçi Mehtap/an (İstanbul 1942). Yarı dene¬me, yarı hâtıra tarzındaki bu eserinde Abdülhak Şinasi doğrudan doğruya de¬niz, tabiat, şiir, mûsiki ve insanın birbiri¬ne karıştığı çocukluk cennetini süsleyen Boğaziçi'ndeki mehtap safalarını anlatır. Kendisinin çocukluk yıllarında ancak son zamanlarına yetişebildiği ve eserinde en ince ayrıntılarına kadar anlattığı Boğazi¬çi'nin asıl güzelliği mehtap safalarında. asırlar boyunca dilden dile nakledilen ve yazarın bütün çocukluk dönemini süsle¬yen mehtap safalannın asıl büyüsü ise mûsiki fasıllanndadır.

2. Boğaziçi Yalı¬ları (İstanbul 1954). Bu eserinde Boğa¬ziçi'ndeki yalılara tarihî veya estetik bir gözle bakmaktan ziyade bunları çocuk¬luk hâtıralarının ışığında ele alan yazar, daha çok yalıları dolduran eski eşyalarla onların manevî çehrelerini oluşturan in¬sanlar üzerinde durur. Abdülhak Şinasi'¬nin çocukluk dünyasını büyüleyen Kanlıca'daki yalı ve bu yalıda yaşayan insanlar, aslında bütün Boğaziçi'nde yaşayan tari¬hin birer sembolü mahiyetindedir. Yaza¬ra göre, aile fertlerinin hemen hepsini yaşlı kadınların meydana getirdiği bu ya¬lı halkını hayata bağlayan yegâne bağ di¬nî duygular, âhiret inancı ve içinde yetiş¬miş oldukları eski medeniyettir. Konuşmaları, hareketleri, duruşları ve düşün¬celeriyle devamlı surette âdeta şiir söy¬leyen buradaki ümmî kadınlar. Boğaziçi'nin derin ve ruhları olgunlaştıran iklimin¬de büyümüşlerdir.

3. Geçmiş Zaman Köşkleri (İstanbul 1956). İçleri merha¬metli, munis, çevrelerine şefkat dağıtan insanlarla dolu eski zaman köşkleri de ya¬lılar gibi geçmiş zamanın, yazarın kaybol¬muş çocukluk cennetinin hâtıralarıyla doludur. Bu köşklerde, söyledikleri her cüm¬lenin arkasından dua okuyan ve "niyaza inanan", yaşadıkları günün hayat felse¬fesini içlerine sindirmiş, güzel tabiatla kaynaşmış âdeta bir cennet hayatı yaşa¬yan insanlar oturmaktadır. Yazar bu ese¬rinde de daha ziyade çocukluk hâtıraları¬nın ışığında eski zaman köşklerini bütün güzellikleriyle canlandırmaktadır.

4. Fahim Bey ve Biz (İstanbul 1941). Bir ma¬kalesinde, "Benim hikâyelerim sadece hâ¬tıralarımı canlı kılan eserlerdir" diyen Ab¬dülhak Şinasi'nin bu ilk roman denemesi elli üç yaşın tecrübelerini de beraberinde taşımaktadır. Türk hikâye ve roman gele¬neği içinde alışılmış tarzda bir hikâyeden daha hacimli, yapı bakımından bir roman¬dan çok farklı olan eserin üslûbu dışında bir roman için gerekli olan vak'a. olay ör¬güsü, roman kahramanları gibi diğer özel¬likleri taşımadığı görülür. Eserinde az çok bütün insanları biraz Fahim Bey gibi gör¬mek eğiliminde olan yazar, Türk romanı-nın ölümsüz kahramanlarından biri du¬rumundaki Fahim Bey'in şahsında, onun gençlik yıllarından başlayarak bütün öm¬rü boyunca kendi kendisinden, insanlar¬dan, hayatın gerçeklerinden kaçan, daha Çok muhayyel bir dünyada yaşayan haya¬tını hikâye eder. Yayımlandığı günden başlayarak büyük bir ilgi gören roman hakkında çok farklı değerlendirmelerde bulunulmuştur. Bunlardan meselâ Meh¬met Kaplan kahramanı, çökmekte oldu¬ğu halde hâlâ azametli görünmeye çalı¬şan Osmanlı Devleti'nin bir temsilcisi ola¬rak nitelemiştir.

5. Çamlıcadaki Enişte¬miz (İstanbul 1944). Abdülhak Şinasi'nin ikinci roman denemesi de yer yer ilk ro¬mandaki Fahim Bey tipini hatırlatan ve "deli enişte" adıyla tanınan Hacı Vâmık Beyefendi'nin hayatı çevresinde kurul¬muş, yine klasik anlamda bir romandan ziyade parçalar halinde hâtıralardan mey¬dana gelen bir eserdir. Yazarın zaman za¬man akıllı geçinen birçok insandan daha akıllı, bazan da dengesiz bir tip olarak canlandırdığı "deli enişte", başlangıçta çocukluk günlerinin hâtıraları arasında hikâye edilirken onun şahsiyetinden çok içinde yaşadığı çevre üzerinde durulur. Yazar eserinde, Çamlıca'daki köşk etrafın¬da her bakımdan son derece insicamlı eski Türk cemiyetinin bütün âdet ve gele¬neklerini, günlük hayatını, eski evleri dol¬duran manevî havayı da anlatmıştır.

6. Ali Nizamî Bey'in Alafrangalığı ve Şeyh¬liği {İstanbul 1952). AbdülhakŞinasibu roman denemesinde de diğerlerinde ol¬duğu gibi yine çocukluk hâtıralarından yo¬la çıkarak uzak akrabalarından birinin oğ¬lu olan Ali Nizami Bey'in hayatını hikâye eder. Romanın esas konusunu, aileden kalan mirası alafrangalık uğrunda zevK ve safa içinde tükettikten sonra Çamlı-ca'da harap bir evde açtığı tekkede fakir bir Bektaşî şeyhi rolü yaparken çıldırarak ölen Ali Nizami Bey'in birbirinden tama¬men farklı iki dünyaya ait hayatı oluştu¬rur. Yazar hikâye boyunca, Fahim Bey'de olduğu gibi Ali Nizami Bey'i de kendi göz¬lemlerinden çok çevresindeki insanların dedikodu ve rivayetlerinden hareket ede¬rek anlatır. Burada yazarın kahramanına bakış tarzında daha ziyade mizahî bir yak¬laşım hâkimdir. Ayrıca yazarın, Ali Niza¬mi Bey tipiyle eserin ilk bölümünde İstan-bul'un alafranga hayat tarzını, ikinci bö¬lümünde İse alaturka hayatını ortaya koy¬maya çalıştığı, Türk cemiyetinde Tanzi¬mat'tan sonraki yıllarda sık sık görülen alafranga hayat tarzının yol açtığı ferdî ve içtimaî plandaki iflâsı da vurgulamak istediği söylenebilir.

Abdülhak Şİnasi Hİsar'ın biyografik ma¬hiyetteki üç eseri İstanbul ve Pierre Loti (İstanbul 1958), Yahya Kemal'e Veda (İstanbul 1959) ve Ahmet Hâşim: Şiiri ve Hayatı (İstanbul 1963) adlarını taşı¬maktadır. İlk eserde esas olarak Türk dostu, Osmanlı hayranı ve I. Dünya Sava¬şı yıllarında Türk milletini ve Türk mede¬niyetini Batı dünyasına karşı savunan Pi¬erre Loti'nin Uzakdoğu ve İstanbul seya¬hatleri hakkında bilgi veren yazar, onun özellikle Türkiye'nin ve Türk milletinin geçmişte kalan güzelliklerine duyduğu hayranlık üzerinde durur. Abdülhak Şi-nasi'nin Yahya Kemal'le 1905'te Paris'te başlayan arkadaşlığı, İstanbul'a döndük¬ten sonra da Yahya Kemal'in ölümüne ka¬dar aralıksız elli yıldan fazla sürer. Yahya Kemal'e Veda, bir dostun değerlendir¬meleri etrafında yıllarca süren bir dost¬luğun hikâyesidir. Abdülhak Şinasi, Ah¬met Hâşim: Şüri ve Hayatfnda da Hâ-şim'le Galatasaray Lİsesi'nde başlayıp yaklaşık otuz yıl süren bir beraberliğin acı tatlı hâtıralarını anlatır. Ahmed Hâşim'in sanatkâr yanıyla beraber zevkleri, bazı alışkanlıkları, fizikî ve ruhî durumuyla da yakından ilgilenen Abdülhak Şinasi ese¬rinde onun bu tarafına ait ayrıntılı bilgi¬ler verir.

Yazarın Aşk İmiş Her Ne Var Alemde ile (İstanbul 1955) Geçmiş Zaman Fık¬raları (İstanbul 1958) adlı kitapları ise bi¬rer antoloji mahiyetindedir. İlkinde, bazı divan şairleriyle kendisinin de bizzat tanı¬dığı yakın devir şairlerinden seçtiği mısra ve beyitlere, ikincisinde, okuduğu kitap¬lardan derlediği veya büyüklerinden işit¬tiği bir kısım fıkralara yer vermiştir. Her iki kitap da Abdülhak Şinasi'nin estetik zevk ve espri gücünü ortaya koyabilecek niteliktedir.

Ziyaret -> Toplam : 125,35 M - Bugn : 107212

ulkucudunya@ulkucudunya.com