« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

01 May

2012

FATİH SULTAN MEHMED (MEHMED II)

01 Ocak 1970

(ö. 886/1481) Osmanlı padişahı (1444-1446, 1451-1481).

27 Receb 835 (30 Mart 1432) tarihinde Edirne'de doğdu. II. Murad'ın dördüncü oğludur. Altı yaşında iken Amasya'ya vali tayin edildiği iddiası şüphelidir; 1443 ba¬harında iki lalası Kassabzâde Mahmud ve Nişancı İbrahim b. Abdullah Bey ile Edir¬ne'den Manisa'ya vali gönderildiği bilin-mektedir. Aynı yılın sonlarında ağabeyi Amasya valisi şehzade Alâeddin Ali Çele-bi'nin vefatı üzerine tahtın tek vârisi du¬rumuna geldi. Tahttan çekilmeyi düşünen II. Murad847 (1444) baharına doğru onu Manisa'dan yanına getirtmiştir. 24 Safer 848'de (12 Haziran 1444) Edirne'de Ma¬car kralı, Sırp despotu ve Hunyadi Yanoş'un (Yanko) elçileriyle barış antlaşma¬sı imzalanırken Mehmed de hazır bulun¬du. Ardından II. Murad oğlu Mehmed'i tahtına geçirip "kaymakam ederek" Ana¬dolu'ya geçti ve temmuzda Yenişehir'de Karamanoğlu ile kendi adına ve "Meh¬med Bey" adına bir ahidnâme (sevgendnâ-me) imzaladı. Oradan dönüp ağustosta Mihalıç ovasında kapıkulu ve paşalar önünde tahtı resmen oğlu Mehmed'e bı¬raktığını ilân etti. Kendisi Bursa civarında zâhidlerle inziva hayatına çekildi. Devle¬tin henüz on iki yaşında olan tecrübesiz bir gencin eline bırakılması içeride ve dı¬şarıda büyük buhranlara yol açtı. Balkanlar'da ve Anadolu'da II. Murad zamanın¬da alınan yerler terkedildi. Nitekim 1440'-ta tamamıyla fethedilen Sırp despotluğu eski sahibi Georg Brankovic'e iade edile¬rek canlandırılmış, Eflak beyinin tâbiiyet bağları Macar aracılığı sonucunda gevşe¬tilerek şahsen padişaha kulluğunu sunmaya gelmesi şartı kaldırılmış, böylece Osmanlı ülkesi etrafında bu iki beyliğin üzerinde Macar etkisi kuvvetlenmişti. Anadolu'da ise Karam anoğlu'na Beyşeh-ri, Akşehir, Seydişehir ve Oklukhisan ter¬kedilmişti. Güney Arnavutlukta Gin Ze-nebissi ayaklanmasını kuzeyde eski Akça-hisar subaşısı İskender Bey'in isyanı izle¬di. Güneyde Mora Despotu Konstantin, Korint berzahını aşarak Osmanlı nüfuz bölgesine girdi. 846 (1443) kışında düş¬manla birleşerek Sofya'da bir vladikayi başlarına getiren Bulgarlar bile bir tehli¬ke unsuru olarak görünmekteydi. Edir¬ne'de kararlaştırılan barışa karşı Macaristan'da savaşçı bir cereyan uyanmış ve bir Haçlı seferi için hazırlıklara başlanmıştı. Batı hıristiyanları Bizans'ın aracılığı ile Karamanoğlu'nu da ortak bir saldırıda aralarına almaya çalışıyorlardı.

Sultan Mehmed aynı zamanda büyük bir iç bunalımla da karşı karşıya kaldı. O yaz payitahtta paşalar arasındaki rekabet ve çekişme, Edirne'de korku içindeki hal¬kın Anadolu'ya kaçışı, gösteriler ve niha¬yet kanlı Hurûfî ayaklanması.[705] şehri harap eden büyük yangın bu buhranın başlıca görüntüleridir. Küçük yaştaki padişah duruma hâkim olamıyordu. II. Murad dev¬leti daha ziyade ulu veziri Çandarlı Halil Paşa'nın yetkili ellerine bırakmıştı. Fakat diğer devlet büyükleri, bilhassa Çandar-lı'nın eski rakibi Rumeli beylerbeyi vezir Şehâbeddin Şahin ile şehzade lalası Ni-şancı İbrahim ve Zağanos paşalar (hepsi kul aslından) Çandarlı'ya karşı II. Meh-med'in etrafında toplanmışlar, iktidarı onun adına Çandarli'nm elinden almaya çalışıyorlardı. O yaz Bizans'ın elindeki Os¬manlı şehzadesi Orhan Çelebi tahtı Meh-med'in elinden almak ümidiyle İstanbul'¬dan harekete geçmiş, İnceğiz'e gelmiş, taraftar bulamayınca Dobruca'ya kaçmış, nihayet Şehâbeddin Paşa'nın sıkı kovala¬ması sonucunda bir şey yapamadan tek¬rar İstanbul'a sığınmıştı.

Haçlı ordusu 18-22 Eylül'de Uına'yı aştı. Macarlar ile hareket eden en büyüK yar¬dımcı kuvvet Eflak beyinin gönderdiği askerlerdi. Bir Haçlı donanması Anado¬lu'dan kuvvet geçmesini önlemek için bo¬ğazları tutmuştu. Çandarlı ve taraftarları II. Murad'ı tekrar iş başına getirmekten başka çare olmadığını düşündüler. Bur-sa'ya gönderilen Kassabzâde Mahmud Bey'in ısrarları neticesinde nihayet II. Mu¬rad inzivasını bıraktı, Edirne'ye geldi. Şe¬hâbeddin ve Zağanos, II. Mehmed'i ordu-nun başına geçirmek ve babasını Edirne korumasında bırakmak istiyorlardı. So¬nunda II. Murad İdaresinde hareket eden Osmanlı ordusu ile Haçlı kuvvetleri Var¬na'da karşılaştı ve Haçlı kuvvetleri yenil¬di. Çandarlı Halil Paşa, Varna zaferinden sonra eski itibarı yükselen ve gerçek ikti-darı elinde tutan II. Murad'ı gerçek padi¬şah sayıyor ve rakiplerine karşı Edirne'de kalması için direniyordu. II. Murad gele¬ceği için tehlikeli olabileceğini düşüne¬rek oğlunu tahttan indirmek istemedi; Edirne'de birkaç gün kalıp Manisa'ya çe¬kildi. Rakipleri onun dikkatli barış siyase¬tine karşı f ütuhatçı bir siyaseti destekle¬mişler ve genç padişahı bu yolda teşvike başlamışlardı. İstanbul'un fethi fikri bu tarihte yeniden ortaya atıldı. Böylece Çan-darlı ile Manisa sarayının nüfuzu önlene¬bilirdi. II. Mehmed bu yıllarda, kuvvetle Zağanos'un etkisi altında kalarak İstan¬bul fethini padişahlığının ilk şartı olarak benimsemiş bulunuyor ve Çandarh'yı baş¬lıca engel görüyordu. Genç sultanın sa¬vaşçı siyaseti Sırp despotu ile Bizans im¬paratorunu olduğu kadar Kastamonu ve Karaman beylerini de telâşa düşürmüş, bunlar Manisa'da II. Murad'a elçilerle şi-kâyette bulunmuşlardı. II. Murad oğlunu ve onu kışkırtan vezirlerini azarlayıp du¬rumu yatıştırmıştı.

Yeniçerilere güvenen Çandarlı Halil Pa¬şa, II. Murad'ı tahta geri döndürmek için faaliyetlerini hızlandırdı. II. Murad da oğ¬lunun durumunu tehlikeye düşürmeden ve bir iç savaşa yol açmadan tahta gel¬mek istiyordu. O sırada Rumeli'deki teh¬likeli durum bu değişiklik için bahane ha¬zırladı. Mora despotu Korint berzahı sur¬larını (Kerme) yeniden inşa ettirerek Os-manlıiar'a meydan okuyordu. Bu esnada Edirne'de büyük bir yeniçeri isyanı pat¬lak verdi. Ayaklanan yeniçeriler, güçlükle II. Mehmed'in sarayına kaçabilen Şehâ¬beddin Paşa'nın sarayını yağma ettiler. Âsilerden bir kısmı İstanbul'da bulunan Orhan Çelebi'ye taraftarlıklarını ilân et¬tiklerinden padişahın tahtı tehlikeye düş¬tü. İsyan, yeniçeri ulufesinin arttırılması ve itaat etmeyenlerin halkın yardımı ile kılıçtan geçirilmesi sayesinde bastırılabil-di. Böylece II. Mehmed'in devleti idare edemediği ortaya çıkmış sayılıyordu. Çan-darlı'nın gönderdiği gizli haberle 8 Safer 850'de (5 Mayıs 1446) yola çıkmış olan II. Murad Edirne'deki isyan sebebiyle Bur-sa'ya gelip bir süre bekledi, ardından ağustosta Edirne'ye geldi ve yeniçerile¬rin yardımıyla tekrar tahta çıktı. II. Meh¬med hemen Manisa'ya gönderildi. Ken¬disine atabey olarak Zağanos ve Şehâbed-

din paşalar tayin edildi. II. Mehmed'in 1444 Ağustosundan 1446 Ağustosuna kadar sürmüş olan bu ilk saltanat döne¬mi kişiliğinde kuvvetli etki yapmıştır. Çan¬darlı Halil Paşa'nın iktidarını kırma, yeni¬çerileri hizaya getirme, enerjik bir gaza siyaseti izleyip İstanbul'u fethetme dü¬şüncesi o zaman zihninde yerleşmiş ol¬malıdır.

Resmî olarak Mehmed Çelebi Sultan unvanıyla anılan Mehmed'in o zamanki durumu daha önce padişah olduğundan bir şehzadeninkinden farklı idi. Ege deni¬zinde Venedikliler'e ait adalara karşı 850-8S3 (1446-1449) yılları arasında hücum¬lar, gazanın temsilcisi sıfatını benimse¬yen Mehmed Çelebi Sultan'ın kontrolü altındaki bölgelerden yapılıyordu. II. Mu¬rad, âsi İskender Bey'e karşı gerçekleştir¬diği seferde Mehmed Çelebi'yi Manisa'¬dan getirtti (852/1448); Yanko'ya karşı yapılan Kosova meydan savaşında kaynakların ifadesiyle "Han Mehmed" sağ kolda savaştı. 854te (1450) II. Murad'ın ikinci Arnavutluk seferine de katıldı. Akçahisar önündeki başarısızlığın etkisi Edirne'de görkemli bir düğünle gi¬derildi. Bu düğün. Mehmed Çelebi'nin Dulkadıroğlu Süleyman Bey'in kızı Sit-ti Hatun ile evlenmesi dolayısıyla yapıl¬mıştır.[706]

II. Mehmed'in gelinle Manisa'ya git¬mesinden az sonra Çandarlı tarafından gönderilen gizli bir mektup babasının öl¬düğünü ve acele payitahta hareket et¬mesini bildiriyordu.[707] II. Mehmed süratle Gelibo¬lu'ya geldi. O sırada babasının ölüm habe¬ri yayılmış ve Edirne'de yeniçeriler ayak-lanmıştı. Çandarlı Halil Paşa üzerlerine asker göndererek durumu kontrol altına aldı ve yeni padişah adına bağış vaat et¬ti. Yeniçeriler "Çandarlı Halil'e olan say¬gıları sebebiyle" yatıştı. Mehmed, 16 Mu¬harrem 855'te (18 Şubat 1451) on dokuz yaşında ikinci defa Osmanlı tahtına çıktı. Manisa'da geçirdiği beş yıl onu olgunlaş¬tırmıştı. Bu sırada siyasî durum da dü¬zelmişti. Çandarlfmn siyaseti ve II. Mu¬rad'ın Mora (850/1446), Arnavutluk ve Kosova (852/1448) zaferleri, Eflak'ta Yergöğü'nün alınması (853/1449) Balkanlar'da Osmanlı nüfuz ve hâkimiyetini tekrar kuvvetle yerleştirmiş, yeni Haçlı girişimlerine karşı Avrupa'nın cesaretini kırmış, İstanbul fethini deyakınlaştırmiştı.

Sultan II. Mehmed'in cülusu düşman¬ları ümitlendirdi. İlk saltanatı sırasında devletin düştüğü perişan durumu hatırlayanlar Osmanlı Devleti'ne yeni bir dar¬be vurma zamanının geldiğine hükmet¬mişlerdi. Balkaniar'da ve Anadolu'da tâbi devletler, hatta Bizanslılar tehditle ta¬vizler kopardılar, saldırıya geçtiler. Ana¬dolu'da Karamanoğlu İbrahim Bey, Ha-mîd-ili'nde bazı kaleleri ele geçirdiği gibi Germiyan'da, Aydın-ili'nde ve Mente¬şe-ili'nde eski hanedan üyeleri ortaya çı¬kıp duruma hâkim oldular. Bu zor durum karşısında II. Mehmed yeniçerilere daya¬nan Çandarlı Halil'i vezîriâzamlıktan ayır¬madı. Fakat Anadolu beylerbeyiliğine Ozguroğlu îsâ Bey yerine İshak Paşa'yı gön¬derdi; Şehâbeddin Paşa ikinci vezir oldu. Sarıca ve Zağanos da divana girdiler.

II. Mehmed, Sırplar ve Bizanslılar ile babasının yaptığı antlaşmaları onayladı. Anadolu'daki durum dolayısıyla Sırp Des¬potu Georg Brankovic'e bazı yerler bıra¬kıldı. Bizans İmparatoru Konstantin de Çorlu'ya kadar olan bir kısım yerleri ele geçirdi; saltanata rakip olabilecek İstan-bul'daki Şehzade Orhan Çelebi'nin mas¬raflarına karşılık kendisine yıllık 300.000 akçe ödenmesi kabul edildi. II. Mehmed, bir Macar saldırısı ihtimaline karşı bey¬lerbeyi Karaca Paşa'yı Sofya'ya gönderdi ve mayıs ayı İçinde kendisi ordu ile Ana¬dolu'ya geçti. Akşehir'e geldiği zaman Bizans elçileri arkasından yetişerek Or¬han Çelebi'yi serbest bırakmakla tehdit ettiler ve yeni taleplerde bulundular.

Yeni padişah. Karamanoğlu'na Alâiye Kalesi'ni bırakmak suretiyle bu tarafta barışı sağladı, hızla Edirne'ye dönmeye çalıştı. Yolda yeniçeriler bahşiş istediler; kendilerine 10 kese akçe verildiyse de Çandarli'nin adamı olan yeniçeri ağası Kurtçu Doğan azledildi ve yeniçeri yaya-başilan şiddetle cezalandırıldı. Edirne'ye dönüşte ocak esaslı biçimde yeniden Ör¬gütlendi. Padişah, Halil Paşa'ya Anadolu-hisarı karşısında bir hisar yapılmasını em¬retti; Zağanos'un gayretiyle Muharrem 856'da (Şubat 1452} sahilde ilk kale yük-seimiş bulunuyordu. Rebîülâhirde (mayıs) büyük Zağanos burcu yapıldı. 5 Rebîülev-vel'de (26 Mart) padişah ordu ve donan¬ma İle gelerek diğer burçların ve surların inşasını gördü. Ağustos sonlarında ta¬mamlanan Boğazkesen Hisarı İstanbul'u Karadeniz iaşe merkezlerinden kesecek, Anadolu - Rumeli arasında donanmaların geçişini güvence altına alacak ve gerek¬tiğinde kuşatma ordusuna üs hizmeti görecekti. O zaman II. Mehmed impara¬tora İstanbul'u teslim etmesi, aksi halde savaşa hazırlanması gerektiğini bildire¬rek savaş ilân etti.

Usta bir diplomat ve devlet adamı olan Çandarlı Halil Paşa daha 18 Şaban 855'te (15 Eylül 1451) Venedik ile eski muahe¬deyi yenilemiş, buğday ihracatı mesele¬sinde uyumlu davranmıştı. Macarlar'la 25 Şevval 855'te (20 Kasım 1451) yine önemli tâvizlerde bulunularak üç yıllık bir ateşkes imzalanmış, Sırp despotu ve Bos¬na kralı Osmanlılar tarafına kazanılmıştı. Mora'da Turahan Bey oğulları ileri hare¬kâta geçmişlerdi.[708] Böylece Bizans'ın 1451-1452 kışında Ve-nedik'e elçi göndererek Batılı devletleri harekete geçirmeye çalışması sonuç ver¬medi. Hıristiyan dünyası, hatta Venedik, Osmanlılar'ın böyle bir işe girişemeyece-ğini düşünüyordu. II. Mehmed ise bu te¬şebbüs karşısında en büyük engel olarak Çandarlı'yı görüyordu. Çandarlı fethin gerçekleşmesi durumunda bütün iktida¬rının elden gideceğini biliyordu. Ancak geri çekilme halinde de devletin durumu tehlikeye düşecekti. Bundan dolayı bu işe girişilmemesi için elinden geldiği kadar çalıştı. Fakat Zağanos ve Şehâbeddin pa¬şaların etkisi altında bulunan II. Meh¬med fethi mutlak iktidarının ilk şartı sa¬yıyor ve buna karşı bir engel tanımıyordu. Fakat yine de Çandarlı Halil Paşa'yı bu işte kendisiyle beraber görmenin gerekli olduğuna inanıyordu. Padişah Edirne'de büyük bir meşveret meclisi toplayarak meseleyi ortaya koydu. Bu meclisteki gö¬rüşmeler iki bağımsız kaynak taraf ından nakledilir.[709] Buna göre pa¬dişah, gaza geleneği ve İstanbul'un Os¬manlı Devleti'nin güvenliğini tehdit ettiği noktalar üzerinde durmuş ve bu karar, savaş yanlısı olup fetihten sonra önemli bir değişiklik bekleyenler tarafından coş¬kuyla karşılanmıştır. Surların sağlamlığı¬nı ve savaşın beklenmedik tehlikelerini öne süren ihtiyatlı rical ise padişahın ıs¬rarı karşısında çoğunluğa uymak zorun¬da kalmıştır.

26 Rebîülevvel -20 Cemâziyelevvel 857 (6 Nisan - 29 Mayıs 1453) tarihleri arasın¬da elli dört gün süren İstanbul muhasa¬rası esnasında bu iki görüş iki buhranlı anda tekrar karşı karşıya gelmiştir. Ma-yıs'ın dördüncü haftası Macarlar'ın ve bir Haçlı donanmasının harekete geçtiği ha¬beri orduda yayıldı. Padişahın barışla şeh¬ri teslim alma girişimleri de askeri sabır¬sızlığa ve kaygıya düşürüyordu. Niçin bir an Önce saldırıya geçilmediği, padişahın yapılması imkânsız bir işe girişerek mil¬letini mahva sürüklediği şeklinde söylen¬tiler yayılmaya başladı. Toplanan harp meclisinde Çandarlı Halil Paşa'nın Batı âlemini tahrik etmenin tehlikeleri hak¬kındaki açıklamaları ve uzlaşma gereğiy¬le ilgili sözleri Zağanos tarafından cevap¬landırıldı. Genel saldırı karan verilerek gü¬nün tayini Zağanos Paşa'ya bırakıldı. Hem Osmanlı hem de Bizans kaynaklan top¬larla surların yıkılmasını. Bizanslılar ile Frenkler (Latinler) arasında anlaşmazlık çıkmasını ve savunma başkumandanı Gi-ovanni Giustiniani-Longo'nun yaralanıp kumandayı bırakmasını sonuç üzerinde etki yapmış başlıca hadiseler olarak kaydeder. Saldırı günü ilkin Edirnekapı tara¬fında beş on gazi duvar üzerine çıkıp san¬cak dikti. Fakat asıl ordu Topkapı ile Ya-Iıkapı arasında açılan gediklerden şehre girdi.

İstanbul fethinde belirtilmesi gereken bir nokta da Rum ahalinin durumudur. Iorga (Jorga) [710] savunmanın daha ziyade Latinler tarafından yapıldığını be¬lirtir. İmparator, Batı'yı harekete geçirmek İçin son anda (12 Aralık 1452} Aya-sofya'da papa ile evvelce imzalanmış kili¬selerin birleşmesi esaslarına göre ilk âyin¬de hazır bulunmuş, fakat Latinler'e karşı kin ve nefret besleyen halk kitlesi ve bir¬çok papazla Georgios Scholarios (daha sonra Fâtih'in patrik yaptığı Gennadios) bunu protesto etmiştir. Şehirde. "Latin külahı görmektense Türk sarığı görmek evlâdır" sözü bunların öteden beri paro¬lası olmuştu.[711] İmparator da kontrolü kaybetmişti. Muhasara sıra¬sında Rumlar'dan birçoğu para almadıkça çalışmayı reddediyordu; ailelerinin geçi¬mi bahanesiyle birçoğu evine dönmüştü; bunların müdafaaya katılmasını sağla¬mak çok zor oluyordu. Tam kadrosu 8-9000 olan savunma ordusunun 3000 ki¬şilik asıl faal kısmı Latinler'den oluştuğu gibi başkumandanlığa da Giustiniani-Longo getirilmişti. Latinler'i sevmeyen Megadük Lukas Notaras ile [712] Giustiniani anlaşamıyor-Iardı. Padişah ise şehri harap olmadan ele geçirmek istiyordu. Rûhî'ye göre "Frenk kâfirleri" Rumlar'ı savaşa devam etmeye zorlamışlardı [713] zira Rum¬lar sadece İstanbul'u, fakat Frenkler Le-vant'taki bütün sömürgelerini ve tica¬retlerini kaybedeceklerini düşünüyorlar¬dı. Fetihten sonra padişah, Latin kilise¬siyle birlik aleyhinde olan Lukas ve diğer Bizans soylularına başlangıçta çok iyi mu¬amele etti. Beyzade esirleri fidye ile ken¬disi kurtardı ve yanına getirtti. Şehrin boş kalmasını istemediğinden fidyesini veren veya belli bir zaman içinde geri dö¬nen Rumlar'a şehirde yerleşme izni ver¬di; bunları vergi dışı bıraktı ve kendileri¬ne evler tahsis etti. "Hums-i sultanî" ola¬rak kendi payına düşen esirleri Haliç ke¬narında yerleştirdi ve onlara da evler verdi.

İstanbul'un fethi, Osmanlı İmparatorlugu'nun kesin kuruluşunu ve padişahın durumundaki değişiklikle sonraki büyük fütuhatı hazırlayan esas olaydır. Fetih sa¬yesinde II. Mehmed kendini bir dünya im¬paratorluğunun sahibi görmüş, mutlak ve sınırsız bir iktidar kazanmıştır. Bu inancı onun bir taraftan sürekli fütuhat faaliyetinin, diğer taraftan merkeziyetçi hükümetinin temeli ve hareket noktası olmuştur.

Fetihten Sonra Siyasî Gelişme. Osmanlı Devleti'nin gazi devleti sıfatı Fâtih Sultan Mehmed döneminde her zaman¬kinden daha belirli bir hal almıştır. İstan¬bul'un fethi haberi bütün Avrupa'da he¬yecanla karşılandı. Papa V. Nicolas, İtalya devletleri arasında birlik istedi ve bütün hıristiyanlan Haçlı bayrağı altına davet etti. Viyana'da İmparator 111. Friedrichve Napoli Kralı V. Alfonso bu Haçlı seferinin başına geçmek istediler. Regensburg'da imparatorluk meclisinde (Diet) bütün hıristiyanlık âleminde beş senelik gene) barış yapılması. Çanakkale Boğazı'na bir donanma gönderilmesi öne sürüldü.[714]

Fâtih Sultan Mehmed, bir Haçlı seferi¬nin başlıca desteği olabilecek Venedik Cumhuriyeti ile bir antlaşma imzaladı.[715] Bu antlaşma ile Doğu'daki kolonilerini gü¬vence altına alan Venedik, Haçlı toplantı¬larına katılmaktan ve padişahı kızdırmak¬tan kaçındı. Karadeniz ve Ege denizlerin-deki Ceneviz kolonileri de haraç ödeme¬ye razı olarak padişahla anlaştılar. Ancak Rodos şövalyeleri papaya bağlı oldukların¬dan padişaha hiçbir zaman haraç Öde¬meyeceklerini bildirdiler, savaş halini de¬vam ettirdiler.[716] 860"ta (1456) Fâtih, Kuzey Ege'de Enez ile İmroz ve Limnİ'yi aldı.

1456 Belgrad savunması için büyük fa¬aliyet gösteren papalık kendi kaynaklan ile on altı kadırgalık bir donanma hazır¬ladı. Bu donanma Ege sularına gönderil¬di. Rodos'ta üslenen papalık donanması Sakız ve Midilli adalarına uğradı; ardın¬dan Limni, Taşoz ve Semadirek adalarını ele geçirdi (861/1457) ve kuvvet bıra¬karak çekildi. Fâtih, İsmail Bey idare¬sinde donanma gönderdi. Donanma Midilli hâkimini tekrar padişaha baş eğ¬meye mecbur ettiği gibi Taşoz ve Se-madirek'i işgal etti. Fâtih 865'te (1461) Trabzon seferine çıkarken Rodos şöval-yeleriyle bir ateşkes imzaladı. Arnavut¬luk'ta, Venedik 1463'te Arnavut âsilerini açıktan açığa himayesi altına alıncaya ka¬dar Napoli kralı ve papa faaliyette idiler. Fâtih, Arnavut İskender Bey ile de ateş¬kes imzaladı. 8S8-860 (1454-1456) yıl¬larında esas faaliyeti Sırp meselesi üze¬rinde yoğunlaştı. 855'te (1451) II. Meh-med tahta çıkınca Sırp despotu Alacahi-sar (Kruşevac) ve yöresini zaptetmiş, fa¬kat İstanbul fethi haberini alınca iade etmişti. Fâtih, bir ültimatom göndererek Lazar'ın eski memleketi Morava vadisinin irsen kendisine ait olduğunu ileri sürdü ve Despot Georg Brankovic'e yalnız ba¬basının mülkü Vı!k-ili'ni, yani Vulçıtrın-Lab bölgesini bırakabileceğini bildirdi. (1454) yazında Morava vadisine yap¬tığı seferde Omol (Omolridon) ve Sifrice-hisar'ı (Ostrovica] zaptetti [717]Osmanlı ordusu çekilince Vidin-Niş bölgesinde Macarlar, Kosova yöresinde ise Sırp kuvvetleri karşı saldırıya geçtiler. Fâtih 8S9 (1455) yazında ikinci Sırp se¬ferinde kuvvetlerini Güney Sırbistan'a, Vılk-İIi'ne yöneltti. Trepça. Novobrdo (No-voberde) ve Lab vadisinde gümüş maden¬lerini ele geçirdi. Yalnız Vılk-ili'ni elinde tutma şartıyla bir ateşkes anlaşması yaparak despotu Macarlar'dan ayırmaya muvaffak oldu.[718] Despot yılda 3 milyon akçe ödemeyi ve seferlere belli sayıda asker göndermeyi kabul edi¬yordu. Fâtih, Sırbistan'ı sıkı şekilde ba¬ğımlı tutmanın Belgrad'ın Macarlar'dan alınmasına bağlı olduğunu biliyordu. Sırplar tarafsız duruma getirilmişti ve Macarlar'ın Katolikleştirme siyasetinden memnun değillerdi. Sırp siyasetinde baş¬lıca rol oynayan Mahmud Paşa, kardeşi Mihail Angelovic vasıtasıyla Macarlar'a karşı olanlardan faydalandı; Osmanlı yan¬daşı grup kuvvetlendi.

Fâtih Sultan Mehmed 860'ta (1456) kuşattığı Belgrad önünde şahsî kahra¬manlığına rağmen çekildi (bozgunu önlemek için savaş meydanına atılarak al¬nından yaralandı). Bu başarısızlık Ba-tı'da Haçlı ümitlerini arttırdı. 1457'de papa 111. Calixtus donanmasını Ege deni¬zine gönderiyor. Uzun Hasan ve Gürcüler ile Osmanlılar aleyhinde ilişki kurmaya ça¬lışıyordu. Halefi 11. Pius. Haçlı seferi için Avrupa'da hıristiyan hükümetlerini Mantua'da bir kongreye çağırıyordu.

Despot Georg Brankovic'ten sonra oğlu Lazar'ın da kısa zaman içinde ölümü üze¬rine (20 Ocak 1458} Sırp veraseti meselesi ortaya çıktı. Macarlar, ölen despotun kı¬zını Bosna kralı ile evlendirip onu Macar himayesi altına alma planını uygulamaya koydular. Belgrad'ın Macar kumandanı Szilâgyi Sırbistan'ı işgal etmeyi tasarlıyordu. Aynı tarihte Mora'da iki despot Demetrios ve Thomas arasında çıkan kav¬ga dolayısıyla memleket karışmıştı ve Venedik burasını kendi nüfuz bölgesi sa¬yıyordu. Yine 861'de (1457) İskender Bey, Arnavutluk'ta Evrenosoğlu îsâ Bey'İ Albunlena'da bozguna uğratmıştı. Fâtih Sul¬tan Mehmed bu tehlikeler karşısında îsâ Bey'i yeni kuvvetlerle İskender Bey üze¬rine gönderdi; kendisi de bir ordu ile M-ra'ya hareket etti; Sırbistan'a Mahmud Paşa idaresinde bir ordu yolladı. Sırplar birtakım ödünler karşılığında birçok yer de kaleleri (bu arada Güvercinlik) Manmud Paşa'ya teslim ettiler. Semendire-tarafında bizzat Macar Kralı Matthiasj Corvin kumandasındaki bir ordunun teh-, didi üzerine Mahmud Paşa Niş civarına] çekildi. Bu esnada Fâtih, Mora'da vaktiyle, Despot Konstantin'e ait olan yerleri fet¬hetmiş ve Üsküp'e gelmişti. Mahmudj Paşa orada padişahla buluştu. Matthias,i babasının taktiğini kullanarak kışın gel¬mesini ve Osmanlı ordusunun dağılmasını bekledi. Fâtih âdet dışı olarak ordusuyla Ösküp'te kaldı.[719] Tuna'yı aşarakTahtalu'ya sal¬dıran kral püskürtüldü. Padişah ardından Edirne'ye döndü.[720] Ertesi yılın baharında bizzat Semendire1-ye hareket etti. Sırplar kendisine Sofya'¬da kalenin anahtarlarını teslim ettiler.[721] Böylece Sır¬bistan doğrudan Osmanlı hâkimiyeti altı¬na girmiş oluyordu. Semendire seferi er¬ken bittiğinden aynı yılın yazında Kara¬deniz'de Amasra üzerine yüründü; Ce¬neviz kalesi savaşsız teslim oldu. Semen-dire'nin düşüşü papa tarafından bir felâ¬ket sayıldı ve Mantua Kongresi'nde Haçlı seferi ilân edildi. Bu sırada Mora'da Des¬pot Demetrios ile Batılıların teşvik ettiği Thomas arasındaki mücadele sonucun¬da Thomas Mora'ya hâkim olmuştu. Fâ¬tih Sultan Mehmed, 864 (1460) Mora se¬ferinde sahilde Venedik'e ait olan kaleler dışında bütün yarımadayı ele geçirdi. Fa¬kat Mora'ya hakkıyla sahip olmak ancak Venedikliler'i Koron, Modon, Nauplia(Ana-bolu) ve Argos gibi kalelerden atmakla mümkün olabilirdi. 1463'te Argos'un yerli bir Rum papazının yardımıyla Osmanlılar tarafından alınması Venedik'i nihayet savaş karan almaya götürdü.[722]

Eflak'ta ve Bosna'da olaylar Macarlar'la çarpışmayı kaçınılmaz hale getirdi. Fâtih 865'te (1461) Eflak beyine karşı yürüdü. Eflak Beyi Vlad Drakul (Kazıklı Voyvoda) Macar kralı ile ittifak yaptı ve padişahın Trabzon seferi için uzaklaşmasından fay¬dalanarak Tuna üzerindeki Osmanlı kale-lerine saldırdı. Bunun üzerine Fâtih 866 (1462) yazında Eflak'ı istilâ edip Vlad'ı ka¬çırdı ve yanında sarayda bulunan kardeşi Radu'yu (Radul) onun yerine voyvoda ta¬yin etti. Aynı tarihte Midilli hâkimi Niccolo Gattilusio, Türkler'e bağımlılıkla suçladığı kardeşini ortadan kaldırmış, Anadolu sa¬hillerini talan eden Katalan korsanlarını korumak ve adada üslendirmek, nihayet haraç vergisini göndermemek suretiyle düşmanca bir tavır takınmıştı. Fâtih, Ef¬lak beyini cezalandırdıktan sonra Zilhic¬ce 866'da (Eylül 1462) Midilli'yi ele geçi¬rerek ilhak etti. Venedik bunu Ege'deki durumunu tehdit eden bir hareket olarak karşıladı. Bosna kralı da Macar himaye-sini ve bağımlılığını kabul etmiş olup ka¬rısı dolayısıyla Sırp despotluk tahtı üze¬rinde hak iddia ediyordu; Osmanlılar'a karşı memleketinde bazı kaleleri Macar-iar'a terketmekten çekinmedi (1462). Bu gelişmeler 1463'te Bosna'nın fethiyle ne¬ticelendi. Macaristan ve Venedik 1463'e doğru kesin harekâta geçmek zamanının geldiğine hükmettiler. Papanın çabalan sonucu iki devlet Osmanlılar'a karşı bir saldırı ve savunma ittifakı imzaladı. 1463 yılı Fâtih'in Batı ile mücadelesinde bir dö¬nüm noktasıdır. Papa artık Haçlı seferi¬nin gerçek olduğuna inandı. Venedik ve Burgonya ile bir ittifak imzaladı ve Ra¬mazan 868'i (Mayıs 1464) hareket tarihi olarak tesbit etti. Osmanlı İmparatorlu-ğu'nun paylaşılma planı bile hazırlandı. Venedikliler Mora, Beotya, Attika ile Epir sahil bölgesini, İskender Bey Makedon¬ya'yı alacak, eski Bizans İmparatorluğu'-nun diğer bölgeleri Rum büyüklerine ve¬rilecek, Bulgaristan, Sırbistan, Bosna, Ef¬lak Macaristan'ın olacaktı.

1463 sonbaharında müttefikler saldı¬rıya geçtiler. Venedikliler Argos'u geri al¬dılar ve Hexamilion (Kerme) Hisan'nı ace¬le ile tekrar yükselttiler (eylül). Mora'da birçok kale ve şehir isyan ederek Venedik-liler'le birleşti. Yarımada içindeki müslü-manlar kalelere kapanıp kaldılar. Aynı ta¬rihte Macar kralı Bosna'nın payitahtı Ya-yiçe'yi (Yaitse) zaptetti.[723] Venedik donanması Ça¬nakkale Boğazı dışında dolaşıyordu. Fâ¬tih Sultan Mehmed her tarafta beliren bu tehlikeler karşısında köklü önlemler aldı. Mahmud Paşa'yı kuvvetli bir ordu ile süratle Mora'ya gönderdi. Donanmayı takviye için Kadırga Limanı Tersanesi'ni yaptırdı ve İstanbul'u emniyete almak üzere Çanakkale Boğazı'nda karşı karşı¬ya Sultaniye ve Kilitbahir kalelerini inşa ettirdi.[724] Mora'da Vene¬dikliler yenilerek yarımadayı bir defa da¬ha Osmanlılar'a bıraktılar. 869'da (1464) baharında Fâtih Sultan Mehmed İzdin'e (Zitun) geldiği zaman orada harekâtın başarı ile sonuçlanmış olduğunu öğrendi ve Bosna'ya hareket etti. O yaz Yayiçe'yi Macarlar'dan almak için boşuna muha¬sara etti. Eylülde Sofya'ya döndüğü za¬man Macar kralının Bosna'ya girdiğini öğ¬rendi ve Mahmud Paşa idaresinde kuv¬vetler gönderdi. Bunun karşısında kral bir şey yapamayarak çekildi. Fâtih müttefik¬lere karşı her tarafta başarı kazanmıştı.

Fâtih 1465 yılında Venedik ve Macaris¬tan ile barış görüşmeleri açtı; çünkü Ka¬raman işleri karışmış, sürekli seferler dolayısıyla asker arasında ciddi bir hoş¬nutsuzluk baş göstermiş bulunuyordu. Padişahın sağlığı da bozuktu. Görüşme¬lerde Venedik Mora ve Midilli'yi kendisi, Bosna'nın kuzey kısmını da müttefiki Ma¬caristan için istedi. Fâtih ise Bosna'nın boşaltılması talebinde bulundu. 1465yılı sonuçsuz görüşmelerle geçti. Ertesi yılın baharında Fâtih, müttefiklere alet olan İskender Bey'i cezalandırmak için Arna-vutluk'a hareket etti. İskender, Zilhicce 869'da (Ağustos 1465) sancakbeyi Bala-ban'a karşı bir başarı kazanmıştı. Fâtih, kuzey dağlık bölgesine dayanan Arnavut-lar'a karşı memleketin ortasında kuv¬vetli İlbasan Kalesi'ni yaparak döndü. İskender Bey, Venediklilerden aldığı yar¬dımcı kuvvetlerle Akçahisar'ı (Kruya) kusatmaya devam eden Balaban'ı yendi; ardından İlbasan'ı kuşattı. Buna çok hid¬detlenen padişah 1467'de ikinci defa Arnavutluk'a girdi. Draç ve Akçahisar"ı teh¬dit etti. Arnavutluk, Venedik-Osmanlı sa¬vaşının belli başlı sahnelerinden biri halini aldı. Venedik, Macar Kralı Matthias'tan büyük yardım göremese de Asya'da Uzun Hasan ve Karamanoğullan'nı müttefik edinmek ve böylece Fâtih'e karşı büyük bir kara kuvvetini harekete geçirmek im¬kânını buldu.

Orta Anadolu Meselesi ve Uzun Hasan ile Mücadele. Karamanoğlu İbrahim Bey'in ölümü üzerine (1469) Fâtih Sultan Mehmed'in halasının oğulları Pîr Ahmed ve kardeşleri Konya'ya ve Konya ovasına, veliaht seçilmiş olan İshak Bey ise Silifke ve Taş-ili'ne hâkim oldular. Beyliğin ta¬mamına sahip olmak için İshak Bey Uzun Hasan'dan, Pîr Ahmed de Fâtih'ten yar¬dım istedi. Karaman-ili'nde Osmanlı nüfuzunun yerleşmekte olduğunu gören Akkoyunlu Uzun Hasan, İshak Bey lehine harekete geçti. 869 (1464) sonbaharın¬da Fâtih Bosna'da meşgul bulunduğu sı¬rada Uzun Hasan, Dulkadıroğlu Arslan Bey üzerine yürüdü ve onu yendi; ardın¬dan İshak Bey'in kardeşlerine karşı sava¬şarak Kayseri, Develi, Aksaray, Konya ve Beyşehri'ni aldı ve İshak Bey'e teslim et¬ti. İshak Bey bu şehirlerde Mısır Sultanı Hoşkadem adına hutbe okutmuştu. Bu durum karşısında Pır Ahmed ve kardeş¬leri kaçıp Fâtih'in yanına sığındılar.

Fâtih Sultan Mehmed, 847'de (1444) Karamanoğullan'na terkedilen toprakları geri alma zamanının geldiğini gördü. İs¬hak Bey, tahtını güvence altına almak için bir taraftan Mısır sultanının himayesini istediği gibi diğer taraftan da Fâtih ile uz¬laşmayı uygun buldu; Akşehir, Beyşehri ve Seydişehri'ni terke razı olduğunu bildirdi. Fâtih, 793'te (1391) Karamanoğlu Meh¬med Bey ile Yıldırım Bayezid arasında kararlaştırılan Çarşamba suyu sınırının esas olmasını istediyse de anlaşma sağ¬lanamadı. Padişahın yanında bulunan Pır Ahmed buna razı olduğu gibi Dulkadırlı-lar'la eskiden beri çekişme konusu olan Kayseri üzerindeki hâkimiyetini de Os¬manlılarca bırakıyor, padişahın seferleri¬ne bizzat gelmek sözüyle daha sıkı bir şe¬kilde Osmanlı himayesini kabul ediyordu. Dulkadır Beyi Arslan, Osmanlılar'la gizli¬ce anlaşmış olduğu için Memlûk sultanı¬nın tahrikiyle öldürüldü (1465) ve yerine Şah-Budak getirildi. Buna karşı Fâtih, Dulkadırlılar'dan Şehsuvar Bey'i bir ba¬ğımlılık ahidnâmesi imzalatarak beyliğe seçti.[725]

Osmanlı kuvvetlerinin yardımıyla ha¬rekete geçen Pîr Ahmed, İshak'ı yenerek Silifke Kalesi dışında bütün Karaman-ili'-ni idaresi altına almayı başardı.[726] Uzun Hasan'ınyanı¬na kaçmış olan İshak çok geçmeden Öldü.[727] Uzun Ha¬san o zaman yalnız Dulkadırlılar'a karşı harekete geçti; Fırat vadisine doğru ara¬zisini genişletmeye çalıştı, Gerger'i aldı. Bunun üzerine Mısır sultanı Karaman olayları yüzünden Osmanlı padişahı ile bozulan ilişkileri düzeltmeye çalıştı.

Bu tarihe kadar bir taraftan Haçlı tehli¬kesi, diğer taraftan Karamanoğlu İbrahim Bey'in Tarsus ve öbür Memlûk toprakla¬rına saldırısı sebebiyle Osmanlı-Memlûk ilişkisi dostane idi. Fakat 1461 'den son¬ra Fâtih'in şarka yayılma siyaseti Mem¬lûk nüfuz sahasını tehdide başladı. Mısır sultanı Uzun Hasan'i, Karamanoğullarf-nı ve Dulkadırlılar'ı himayesi altında sa¬yıyordu. Uzun Hasan'a karşı bir hareket sayılan Trabzon'un fethi (865/1461) Mı¬sır sultanı tarafından tebrik edilmedi. 1463'te hıristiyan Batılılar'a karşı büyük başarı sağlayan Fâtih, Mısır sultanına gönderdiği mektupta alışılmışın dışında ona kendisiyle eşit muamelesi yaptı ve elçisi yer öpmedi. Bu hareket Sultan Hoş-kadem'i çok incitti. Son Karaman olayları da iki taraf arasında ilişkiyi tamamıyla bozdu. 1465'te bir Mısır elçisi Venedik'e gitti. Fakat Uzun Hasan'ın Fırat vadisin¬de saldırıları üzerine Mısır sultanı elçisi Nûreddin Kuşeyrfyi dostane bir mektup¬la Fâtih'e gönderdi. Bu mektup Osmanlı sarayında memnuniyetle karşılandı. An¬cak 1467'de Şehsuvar'ın Osmanlı hima¬yesinde Dulkadır tahtına oturması ve Memlükler'le şiddetli bir mücadeleye gi¬rişmesi Memlûk-Osmanlı ilişkilerini ye¬niden gergin bir aşamaya getirdi. Fâtih 872'de (1468) Anadolu'ya sefere çıktığı zaman bunun Memlükler'e karşı olduğu söyleniyordu. İshak'ın ölümünden son¬ra tahta sağlamca yerleşen Pîr Ahmed bağımlılık şartlarını gözetmemeye baş¬ladı; hatta Ilgın sınırında bazı toprakla¬rı geri istedi. Fâtih Anadolu'ya sefer yap¬maya karar verdi. Batı'da Venedik ve Ma¬caristan ile tekrar barış görüşmeleri¬ne girişerek onları oyaladı. İskender Bey o kış ölmüştü.[728] Aynı yılın ilkbaharında Af¬yon'a doğru yola çıkan Fâtih, Pîr Ahmed ve Şehsuvar Bey'den bağımlılık şartı¬na göre ordugâha gelmelerini istedi. Fakat Afyon'da Pîr Ahmed'in red ce¬vabı ulaştı.[729] Os¬manlı ordusu Konya'yı koruyan ünlü Ge¬vele (Kavalla) Hisarı'nı ve Konya'yı aldı. Mahmud Paşa'nın askerleri Turgutlu aşi¬retlerini Çukurova'da Memlûk toprak¬larının içlerine kadar kovaladılar. Fâtih, Konya'ya Manisa'dan Şehzade Mustafa'¬yı getirip vali tayin ettikten sonra İstan¬bul'a doğru yola çıktı. Böylece padişah Anadolu'da büyük bir mücadeleye sürük¬lenmişti, Batfdaki durumu da zayıfla¬mıştı. Bunu Mahmud Paşa tarafından iz¬lenen yanlış siyasetin bir sonucu saydı. Orta Anadolu'daki mücadele Venedik sa¬vaşı ile karışmış, 1474'e kadar pek buh¬ranlı aşamalar göstermiş ve onu yıllarca meşgul etmiştir.

Fâtih çekilir çekilmez Pîr Ahmed Lâren-de'den Konya'ya başarısız bir saldırıda bulundu. 1469'da Karamanoğulları Kon¬ya ovasının doğu kısımlarını yani Ereğli, Aksaray, Develi ve Niğde'yi tekrar ele geçirmişlerdi. Fâtih. 875'te (1470) Eğriboz (Eubola) seferinde iken Karamanoğlu Ka¬sım Ankara yöresine kadar ilerledi ve ma¬hallî kuvvetleri bozguna uğrattı. 1471 'den İtibaren Osmanlılar yalnız Konya ovasını değil Toros dağlık bölgesini ve İçilİ'ni de alarak Akdeniz'e kadar bütün Karaman-ili'ni itaat ettirmek için büyük seferlere giriştiler. Bunlardan birincisi 875 (1471) baharında Veziriazam İshak Paşa tara¬fından yapıldı; Lârende ve Niğde ele ge¬çirildi. Aynı tarihte Karaman'da harekât¬ta bulunan Gedik Ahmed Paşa da sa¬hilde Alâiye'yi teslim aldı. 877'de (1472) harekât sahilden dağlık bölgeye geçti. Ahmed Paşa, Pîr Ahmed'in ailesini ve ha¬zinesini sakladığı, bugün Silifke Ermenek yolu üzerinde Mokan (Meynan) Hisarı'nı, sahildeGorigos'u (Kurku, Korykos), Çu¬kurova sınırında Gülek'i zaptetti. Gedik Ahmed Paşa, bu harekâtı tamamlamak üzere Luluva Kaiesi'ni zaptettiği sırada batıdan bir Haçlı donanması, doğudan Uzun Hasan kuvvetleri Karaman-ili'ne doğru harekete geçmiş bulunuyordu. Böylece Karaman meselesi milletlerarası bir nitelik alıyor ve Fâtih Sultan Mehmed için saltanatının en buhranlı bir devresi açılmış oluyordu.

Uzun Hasan Tebriz tahtına oturunca kendini Rum (Anadolu) beylerinin "üstün hükümdarı" olarak görmeye başlamıştı. Fâtih'in ilerlemeleri ve ekonomik önlem¬leri Uzun Hasan'ın imparatorluğunu teh¬dit ediyordu. Osmanlılar, Akkoyunlu'ya ait Koyulhisar'ı ve himayesi altındaki Trabzon'u almışlardı. İran'ın servet kay¬nağı olan ipek üzerine Tokat'ta Fâtih ta¬rafından ikinci bir gümrük konması ciddi bir şikâyet konusuydu. 1471'de Osmanlı¬lar, Karamanoğullan'na karşı kesin hare¬kâta girişince bunlar Uzun Hasan'dan yar¬dım istediler. Türkmen beyi aynı tarihte Rodos şövalyeleri reisine, Kıbrıs kralına ve Alâiye beyine gönderdiği mektuplarda Karamanoğlu'na imdat olarak oğlu Zeynel kumandasında 30.000 kişilik bir kuvvet göndereceğini bildiriyor (böyle bir kuv¬vet ancak 877'de (1472) hareket etmiştir), onları ortak düşman olan Osmanlılar'a karşı iş birliğine çağırıyordu. Timur'a ben¬zetilen Uzun Hasan'ın yanında İsfendi-yaroğlu, Germiyanoğlu, Dulkadıroğullan, İnaloğlu gibi Anadolu'dan kaçmış beyler toplanmıştı. Uzun Hasan'ın Fâtih'ten ilk isteği Trabzon, Sinop ve Karaman'ın bıra¬kılması idi. O yıl memleketlerinden atılan Karamanoğulları Pîr Ahmed ile Kasım, Uzun Hasan'ın yanma giderek yardım is tediler. Türkmen beyi nihayet harekete geçmeye Karar verdi. 876 (1472) baha¬rında ilkin eski Trabzon imparatorunun bir yeğenini Trabzon üzerine gönderdi. İsfendiyaroglu Kızıl Ahmed Bey iie Kara-manoğullan'nı Akkoyunlu kuvvetleriyle {30.000 kişi) Orta Anadolu'ya yolladı. Bun¬lar, Meynan ve Luluva'nın intikamını al¬mak için Tokat'a hile ile baskın yaptılar. Bu kuvvetlerin bir kısmı oradan Uzun Ha-san'ın yeğeni Yûsufca Mirza kumanda¬sında Aksaray üzerinden Konya'ya geldi. Tokat yağması haberi yıldırım etkisi yap¬tı. Fâtih, Rum Mehmed Paşa'yı azledip Mahmud Paşa'yı tekrar vezîriâzamlığa getirdi. Şehzade Mustafa'ya, Afyon'a ve¬ya Kütahya'ya çekilerek Bursa'yı koru¬mak üzere Anadolu beylerbeyi Koca Dâ-vud Paşa ile birleşmesi emri verildi. Ak¬şehir'e kadar gelen kuvvetler çekilmeye başladı. Karşı saldırıya geçen Osmanlı kuvvetleri. Beyşehir gölü yanında Eflâtun Pınarı yakınında onları yakalayarak boz¬guna uğrattı. Yûsufca Mirza esir düştü; Karamanoğulları kaçtı. Bu başarı duru¬mu kurtardı. Fâtih bütün kış İstanbul'da savaş hazırlığı yaptı.

Uzun Hasan, Anadolu'nun ve kendi im¬paratorluğunun geleceğini belirleyecek bu savaş için büyük askerî ve siyasî ha¬zırlıklara girişti. 1471 'de dört elçisi Vene-dik'e giderek Fâtih ve Mısır sultanı aley¬hinde ittifak yapmak istedi. İttifaka göre Venedik gemileri ateşli silâhlarla bunları kullanacak ufak bir kuvveti Karaman sa¬hillerine getirecek. Uzun Hasan da bu ta¬rafa bir kuvvet gönderip onlarla birleşe¬cekti. Venedik ittifak gayelerini şöyle tes-bit etmişti: Uzun Hasan Anadolu'yu ala-cak. Osmanlı padişahına kıyılarda hisar yapmaması ve Karadeniz'i Venedik ge¬milerine açık bulundurması kabul ettiri¬lecek; Mora, Midilli, Eğriboz ve Argos'un Venedik'e İadesi sağlanacak. Venedikliler Uzun Hasan'a Boğazlar'ı geçerek İstan¬bul'u zaptedebileceklerini de söylüyor¬lardı. Venedik, Napoli, Rodos, papalık ve Kıbrıs savaş gemilerinden oluşan büyük bir Haçlı donanması 1472 yazından be¬ri Osmanlılar'ın Akdeniz kıyılarına deh¬şet saçıyordu. Antalya [730] İzmir [731] yağma edilmiş ve yakıl¬mıştı. Bu donanma 877 (1473) baharın¬da Karamanoğlu Kasım Bey ile iş birliği yaptı. Gorigos, Sığın ve Silifke kaleleri bu tehdit altında Kasim'a teslim oldu. Bununla beraber Fâtih'in Rumeli akıncı kuvvetlerini daha kıştan Sivas bölgesine göndermesi ve baharda büyük ordusu ile Erzincan'a doğru ilerlemesi üzerine Uzun Hasan, İç-il sahillerine kuvvet göndermek ve hıristiyan kuvvetleriyle temas kurmak imkânını bulamadı. Her şey Fırat vadisin¬deki savaşın neticesine bağlıydı.

Fâtih Sultan Mehmed bir meydan mu¬harebesinde derhal kesin sonuç almak istiyordu. Uzun Hasan ise, üslerinden çok uzak düşen Osmanlı ordusunu yıprat¬mak ve iâşesiz bırakmak suretiyle ezmek planını uygulamayı düşünüyordu. Fâtih'in ordusu en fazla 70-100.000 kişi tahmin edilebilir. Tercan ile Erzincan arasında bir düzlükte Fırat'ın öbür tarafına geçen Ru¬meli kuvvetleri Uzun Hasan kuvvetleri¬nin baskınına uğradı. Rumeli Beylerbeyi Has Murad öldü. Fâtih, bu yenilgi üzeri-ne ordusunda baş gösteren ümitsizliği Önlemek için olağan üstü önlemler aldı. Uzun Hasan, oğullarının ısrarı ile Otluk-beli'nde Başkent mevkiinde yaptığı ikinci baskın sonucu kesin muharebeyi kabul etti.[732] Osmanlı ordusunun ancak sekiz günlük erzakı kalmıştı. Tepeleri tutmayı başa¬ran Dâvud ve Mahmud paşaların gayreti neticesinde Osmanlı ordusu dar vadide baskın etkisinden kurtularak savaş dü¬zeni alabildi. Şehzade Mustafa'nın ku¬mandası altında sol koldaki Anadolu azeplerinin başarılı saldırısı ve Uzun Hasan'ın oğlu Zeynel'in öldürülmesi harbin sonu¬cunu belirledi. Padişah kumandasındaki kapıkulunun esaslı bir şekilde savaşa gir¬mesine hacet kalmadan Uzun Hasan du¬rumu ümitsiz görerek yalnız başına kaçtı. Savaşın ardından 4000 Türkmen idam edildi ve 2050 esir alındı. Fâtih bundan sonra Şebinkarahisar üzerine yürüdü ve kaleyi teslim aldı. Orada iken Uzun Ha¬san'ın elçisi ulemâdan Ahmed Bekricî gelip barış istedi. Fâtih, bir daha Osman¬lı topraklarına saldırıda bulunmaması ve Karahisar'ı bırakması şartıyla barışı ka¬bul etti. Uzun Hasan aynı elçiyi İstanbul'a gönderdi ve bağımlı beylere mahsus bir ifadeyle Osmanlı arazisine asla tecavüz etmeyeceğini tekrar bildirdi. Bununla beraber kısa bir zaman sonra Uzun Ha¬san'ın hıristiyan devletlerini kışkırtmak¬ta devam ettiğini Öğrenen Fâtih, Hüse¬yin Baykara'ya gönderdiği bir mektupta Uzun Hasan'ı ortadan kaldırmak için iki taraftan saldırıya geçmeyi önermişti. Uzun Hasan ile barış yapılması taraftarı olan Veziriazam Mahmud Paşa da İstan¬bul'a döner dönmez azledilmişti. Fâtih, Uzun Hasan ölünce (882/1478) onun nü¬fuz alanında sayılan Gümüşhane-Trab-zon yolu üstünde Torul mevkiinin Rum hâkimini ortadan kaldırmış, Gürcistan ile Trabzon sancağı sınırında bazı yerleri zaptettirmiş, böylece Trabzon fütuhatını tamamlamıştır. Otlukbeli zaferi, Fâtih'e Fırat nehri berîsindeki Anadolu toprak¬ları üzerinde tam bir kontrol sağlamış ve Batılılar'ın, özellikle Venedik'in Osmanlı Devleti'ne karşı zafer ümitlerini ortadan kaldırmıştır.

Bununla beraber Karaman-ili'nde dağ¬lık bölgede ve İç-il sahillerinde, Niğde ve Develi yöresinde 87den (1472) beri tek¬rar hâkim olan Kasım Bey'i bertaraf et¬mek için 879'da (1474) Gedik Ahmed Pa-şa'nin yeni bir sefer yapması gerekmiş¬tir. Gedik Ahmed Taşili, Ermenâk, Mey¬nan ve Silifke'ye inerek buraları tekrar ele geçirdi. Gedik Ahmed Paşa dön¬dükten sonra yeni Karaman valisi Sultan Cem'in (Fâtih'in çok sevdiği oğlu Şehza¬de Mustafa, Develi muhasarası dolayısıy¬la hasta bir halde yola çıkmış ve ölmüştü) lalası Rum Mehmed Paşa harekâtı sür¬dürdü. Lârende'ye yürüyen Karamanoğ¬lu Kasım'i püskürttükten sonra Varsak-lar'a karşı yaptığı harekâtta pusuya düş¬tü ve bozguna uğradı. Sonuçta Karaman artık İnkıyat altına alınmış olup Osmanlı Devleti şimdi başka meselelerle uğraşı¬yordu.

Batı'da Venedik ve Macaristan ile Sa¬vaş. Osmanlilar'm Anadolu'da uğraşıları Batılılar'ı saldın için daima cesaretlendirmistir. Fâtih Sultan Mehmed, 1468'de Karaman seferinde Venedik ve Macaris¬tan'ı barış görüşmeleriyle oyaladıysa da ertesi yılın yazında Venedik donanması Eğriboz'dan hareket ederek Rumeli sa¬hillerini vurdu; Limni ve İmroz adalarını ele geçirdi; zengin ticaret merkezi olan Enez'i yakıp yıktı; Yeni-Foça'yı amansız-ca yağma ve tahrip etti; ardından gidip Mora'da Vostİtsa'yı alıp sağlamlaştırdı. Bu sırada Osmanlı donanması Karade¬niz'deydi. Bu saldırı üzerine Fâtih karşı harekete geçti, hedef olarak çoktan beri düşündüğü Eğriboz'u seçip ada karşısına geldi. Gelibolu Valisi Mahmud Paşa do¬nanma île denizden Venedik donanması¬nı gözetip çıkarmayı desteklerken Fâtih Eğriboz adası ile kara arasında bir köprü yaptırdı; ordusunu geçirdi ve Eğriboz Kalesi'ni şiddetli bir hücumla 12 Muhar-rem875'te ele geçirdi.

Kapıkulu ile beraber ordusunu Kara-man'a göndermiş bulunan Fâtih, Eğri-boz'un düşüşü karşısında yeni bir Haç¬lı seferi teşebbüsünü önlemek için Mu¬harrem 876 ortalarında (1471 Temmuz başları) Venedik'e bir elçi göndererek barış teklifi yaptı. Ancak Fâtih'in Ege adaları üzerinde, Arnavutluk ve Mora'da istekleri, özellikle yıllık haraç talebi uzun tartışmalara yol açtı ve görüşmeler ke¬sildi.[733] Bir sene sonra yapılan Akkoyunlu seferi sırasında Osmanlı ordusunun doğuda meşguliyeti Rumeli ve İstanbul'u tehlikeye düşürdü. İshak Paşa ile Rumeli muhafazası için Edirne'ye gönderilen Sultan Cem, İstan¬bul'da Karıştıran Süleyman Bey ve H^ suh Bey bilhassa doğudan yenilgi söylen¬tilerinin ulaşmasıyla zor duruma düştü¬ler. Denizden bir Venedik saldırısı bekle¬niyor ve surlar tahkim ediliyordu (Vene¬dik Senatosu donanmanın istanbul'a sal-dırmasına karar vermişti). Raguza belgelerine göre Rumeli'de karışıklık ve kay¬naşma vardı. Bu şartlar altında Cem'e hükümdarlık yetkilerini alması danışman¬ları tarafından önerilmişti (Fâtih, Süley¬man ile Nasuh'u İstanbul'adönerdönmez İdam ettirmiştir).

Öte yandan Fâtih Sultan Mehmed Ma-carlar'a karşı savunma durumu aldı. Ma¬car kralının girişimleri üzerine Bosna'yı korumak için Tuna üzerinde Böğürdelen (âabac) Kalesi'ni inşa ettirdi. Akıncılarını 1471'den sonra Macaristan'a değil onun rakibi olan İmparator II. Frederik'in Avus-turya toprakları üzerine yöneltti ve Macar kralına bir elçi göndererek barış teklifinde bulundu. 878'de (1473) bütün kuvvetlerini Uzun Hasan'a karşı sevketti-ği zaman bir Macar elçisi geldi. Fâtih bu elçiyi Uzun Hasan meselesini bitirinceye kadar oyaladı, huzuruna getirtmedi.

Zaferin ardından elçinin isteklerini din¬ledi. Belgrad karşısındaki Havale Kale¬si ile Güvercinlik Kalesi'nin terki yahut yı¬kılması talep ediliyordu. Fâtih Sultan Meh¬med bunları reddettikten başka Yayiçe'-nin kendisine verilmesini istedi; arkasın¬dan Mihaloğlu Ali Bey'e Macaristan'a akın yapmasını emretti. Mihaloğlu Ali, Varat'a (Vârad) kadar büyük bir akın yaptı.[734] 1473'te Polonya ile mücadele halinde bulunan Macar kralı durumdan yararlanamamıştı. Ancak 880'de (1475) Macar kralı Osmanlılar'a saldırı için ser¬best kaldı. Böğürdelen'i muhasara ile aldı.[735] Kral, Boğdan'a sefere hazırlanan padişahın yeni barış tekliflerine itibar etmemiş ve Semendire'yi zaptetmek için Tuna üze¬rinde ağaçtan üç hisar yaptırmıştı. Boğ-dan seferinden dönen Fâtih bunu haber alınca askerin yorgunluğuna bakmadan şiddetli kış ortasında süratle Semendire önüne yetişti. 882'de (1477) kuvvetlerini Venedik'e yönelterek Macaristan'ı ser¬best bıraktı. Kral Matthias o zaman rakibi imparatora karşı savaşa başladı. Venedik ile barış kararlaştırıldıktan sonra (884/ 1479) Macaristan'a karşı Osmanlı akın¬ları tekrar şiddetlendi. Erdel'de bozgu¬na uğrayan Osmanlı kuvvetleri Bosna'da başarı kazandı.

Fâtih Sultan Mehmed, 879-883 (1474-1478) yıllarında Venedik topraklarına karşı büyük seferlere girişti. Rumeli Bey¬lerbeyi Hadım Süleyman Paşa, Arna¬vutluk'ta en kuvvetli Venedik kalesi olan İşkodra'yı şiddetle muhasara ettiyse de alamadı.[736] 880'de (1475) kuvvetlerini Kefe üzerine gönder¬meye hazırlanan Fâtih, Venedik ile tek¬rar barış görüşmelerine girişti. Ertesi yıl Boğdan seferini yaptı. 882'de (1477) Ve¬nedik'e karşı yeniden saldırıya geçti. Sü¬leyman Paşa bu defa Venedik'e ait İne-bahtı (Lepanto) üzerine yürüdü. Denizden yardım alan kale zaptedilemedi. Aynı ta¬rihte Arnavutluk'ta Venedik tarafından savunulan Kruya (Akçahisar) Kalesi Evre-nosoğlu Ahmed tarafından abluka altına alındı. Ahmed Bey denizden gelen bir Venedik yardımcı kuvvetini sahilde karşı¬layarak bozguna uğrattı. Yine aynı yılın sonbaharında Bosna Beyi İskender Paşa kumandasında bir ordu Venedik'in Kuzey İtalya'daki arazisine büyük bir akın yaptı.

Türk atlıları İsonso (Aksu) ve Tagliamen-to ırmaklarını aştılar ve Venedik şehri karşısındaki zengin ovayı altüst ettiler. Ertesi yıl Friuli'ye aynı şekilde bir akın yapıldı. 883-884'te (1478-1479) Mora'da Venedikliler'e ait yerlere saldırıda bulu¬nan Turahanoğlu Ömer Bey donanma ile gelen bir Venedik kuvvetini püskürt¬tü. 883 (1478) baharında bizzat padişah Arnavutluk'ta Venedikiiler'e karşı se¬fere çıktı. Doğrudan gelip İşkodra'yı (İs¬kenderiye) muhasara etti. Kuvvetle tah¬kim edilmiş olan bu sarp kale şiddetli topçu ateşiyle hücumlara dayandı. O za¬man Fâtih etraftaki Gölbaşı (Zabiak), Leş (Alessio) ve Dırıvas [737] kale¬lerini zaptettirdi; İşkodra'yı denizden tec¬rit için Bojana nehrinin ağzında iki kale yaptırdı; İşkodra'yı abluka altında bulun¬durarak kendisi çekildi. [738]Evrenosoğlu'nun ablukaya devam ettiği Kruya daha önce padişaha teslim olmuştu.[739] Aynı yılın başında Venedik ile İstanbul'da başlayan barış görüşmeleri Fâtih'in İşkodra seferinden sonra tekrar ele alındı ve 2 Zilkade 883'-te (25 Ocak 1479) on altı yıl süren bu uzun harbe son veren antlaşma imzalandı. Bu¬na göre toprak bakımından Venedik İş¬kodra'yı boşaltmaya ve teslime razı olu¬yor, Akçahisar'ı, Limni, Eğriboz adalarını, Maina (Mayna) dağlık bölgesini bırakıyor, buna karşılık padişah da savaş süresince Mora, Arnavutluk ve Dalmaçya'da aldığı diğer yerleri iade ediyordu. Ticaret ser¬bestliği karşılığında Venedik her yıl 10.000 altın ödemeyi, ayrıca şap iltizamından es¬ki borcu olan 100.000 dukayı iki yılda ver¬meyi kabul ediyordu. Venedik, İstanbul'¬da bir balyoz bulundurarak tebaasının hukuk işlerinde hüküm vermek hakkına sahip olacaktı. Bu antlaşma ile Fâtih Sul¬tan Mehmed Rumeli sahillerinde İne-bahtı. Koron ve Modon gibi kaleleri ala¬mamış olmakla birlikte Arnavutluk'tan, Mora"dan ve Ege denizinin kuzey kısmın-dan Venedikliler'i uzaklaştırmış ve onları yıllık bir vergi ödemeye mecbur bırak¬mıştı.

Bunun ardından Fâtih Sultan Mehmed Rodos, İtalya ve papayı hedef aldı. İtal¬ya'da Napoli, Venedik ve Milano arasın¬daki rekabetler ve papalığın siyasî giri¬şimlerine karşı düşmanlık sebebiyle du¬rum tamamıyla elverişliydi, Venedik de Fâtih'i Napoli krallığına karşı harekete geçmeye teşvik ediyordu. 1480 baharın¬da Fâtih bir taraftan Vezir Mesih Paşa idaresinde Rodos üzerine, diğer taraftan Gedik Ahmed Paşa kumandasında Güney İtalya'ya donanma ile ordular sevkede-rek fütuhatının yeni bir aşamasına gir¬miş bulunuyordu. Rodos Kalesi önünde Osmanlı ordusu doksan günlük çetin bir muhasaradan sonra büyük kayıplarla çe¬kilmek zorunda kaldı.[740] Gedik Ahmed Paşa ise884'te (1479) Tocco hanedanına ait Ayamavra, Kefalonya ve Zanta adalarını aldı; Napoli Krallığf-nın iç işlerine karışmak imkânını buldu; ardından 132 gemi ve 18.000 kişilik bir kuvvetle Avlonya'dan hareket ederek [741] Otranto'yu hücum ile zaptetti.[742] Kaleyi bir üs hali¬ne getirip oradan etrafa akınlar yapma¬ya başladı. Bu sefer Roma'nın fethine bir başlangıç sayılıyordu. Papa Roma'yı bıra¬kıp kaçmayı düşündü. Otranto'yu kurtar¬mak için İtalya devletleri arasında, Ma¬caristan ve Fransa'da Haçlı ruhu canlandı. Gedik Ahmed Paşa taze kuvvetler topla¬mak için Rumeli'ye döndü. Bu kuvvetleri geçirmeye hazırlandığı sırada Fâtih Sul-tan Mehmed'in ölüm haberi ve arkasın¬dan yeni padişah II. Bayezid'in Cem'e kar¬şı çarpışmak için ısrarlı davetleri geldi. Bunun üzerine Gedik Ahmed Paşa. İtal¬ya'ya geri dönme kararı ile Bayezid'in ya¬nına hareket etti. Fakat Otranto'da ümit¬sizliğe düşen Osmanlı muhafızları nihayet etraflarını saran düşmana teslim ol¬dular.[743]

Karadeniz Hâkimiyeti. İstanbul fethi¬nin ardından 1 Haziran'da Galata Cene-vizliler'den teslim alınmış, kendilerine şer'î eman hükümleri uygulanarak Os¬manlı ülkesinde serbest ticaret hakkı ta-nınmıştı. Boğazlar'a hâkim olan Fâtih Sultan Mehmed, Karadeniz'in tamamıy¬la kendi hükmü altında olduğunu biliyor¬du. Burasını bir Türk gölü haline getirme¬ye çalıştı. İlkin 858 (1454) yazında bu de¬nize donanmasını gönderdi. Karadeniz Ce¬neviz kolonilerinin merkezi olan Kefe, Kı-rım Hanı I. Hacı Giray'ın müttefik kuvvet¬leriyle birlikte sıkıştırıldı. Uzun görüşme¬lerden sonra Cenevizliler Osmanlı padişa¬hına 3000 ve hana 1200 altın haraç ver¬meye razı oldular. Aynı yaz Osmanlı do¬nanması Akkirman'ı da tehdit etti ve Boğdan beyinden haraç istedi. Kuzey ti¬caretinin antreposu durumunda olan bu önemli limanın geleceği Boğazlar'a ve Ka¬radeniz'e bağlı idi. Boğdan beyi 22 Şev¬val 859'da (5 Ekim 1455) Osmanlı tâbili¬ğini ve 2000 altın yıllık haracı kabul etti. Buna karşı Boğdanlilar'a Osmanlı ülkelerinde serbest ticaret izni verildi.

Trabzon Rum İmparatorluğu da 860'ta (1456) Osmanlı haraçgüzârlığını kabul et¬ti. Böylece Karadeniz kıyılarındaki bütün hükümetler Osmanlı hâkimiyetini tanımış oldu. Fâtih Sultan Mehmed, 884'e (1479} kadar Boğdan dışında bu yerlerde doğ¬rudan doğruya Osmanlı hâkimiyetini ku¬racaktır. İlkin 863'te (1459) Amasra'yı. 865'te (1461) Sinop ve Trabzon yöresini alarak Karadeniz'in Anadolu kıyılarını Os¬manlı ülkesine kattı. Kuzey kıyılarında Kefe ve ona bağlı Ceneviz kolonileri bir Osmanlı istilâsına karşı Kırım hanı, Men-güp beyi ve Boğdan voyvodası ile ittifak yapmaya çalıştılar. O zaman Litvanya ve Lehistan'a hâkim olan Yagellonlar, Dinyestr ırmağının batısında Karadeniz kıyı¬larında yerleşmek ve Kırım ile Boğdan üzerinde nüfuzlarını kurmak amacını gü¬düyorlardı. Bu devirde Doğu Avrupa'nın en kuvvetli devletinin başında bulunan Yagellonlar, Karadeniz hâkimiyeti için Fâ¬tih'e rakip görünüyorlardı. Kırım hanı da Osmanlılar'ın Kefe'de yerleşmesini iste¬miyordu. 873'te (1469) Yâkub Bey idare¬sindeki Osmanlı donanmasının Kefe'ye saldırısını Kırım hanı Fâtih'e "karında¬şım" hitabıyla yazdığı bir mektupla pro¬testo etti. Fâtih 874'te (1470) Kefe'nin haracını arttırdı. Bölgede sonraki siyasî gelişmeler Karadeniz'in kuzeyinde hâki¬miyetini kurmak için Fâtih'e imkân hazırladı. Yagellonlar, Kırım Hanlığı'na kar¬şı Altın Orda ile ittifak yaptılar. Buna kar¬şı Kırımlılar bir yandan Moskof Büyük Knezliği ile ittifakı sıkılaştırdılar, öte yan¬dan Osmanlı padişahına yaklaşma gere¬ğini duydular. Boğdan Voyvodası Büyük Stefan. Yagellonlar'ın bağımlısı olmuş, Fâtih'e yıllardan beri ödediği haracı kes¬mişti. Voyvoda 1469'da Boğdan'a giren Kırım kuvvetlerini bozguna uğrattı ve Eminek Mirza'yı esir aldı. 1473'te Os¬manlı kuvvetlerinin ve özellikle Mihalo-ğullan'nın Uzun Hasan'a karşı gitmesini fırsat bilerek harekete geçti. Osmanlılar'a bağlı Eflak Beyi Radu'yu kovup kendi ada¬mını voyvoda yaptı. Kili'den sonra İbrâil'i de(Braila) aldı. Bunun üzerine Fâtih Sul¬tan Mehmed onu itaate davet etti ve Ru¬meli Beylerbeyi Hadım Süleyman Paşa'yı bir ordu ile ona karşı gönderdi; ancak bu ordu bozguna uğradı.[744] Fâtih, baharda bizzat Boğ¬dan'a sefere çıkmak istediyse de ağırla¬şan hastalığı onu alıkoydu. Bu esnada Kı¬rım'daki olaylar darbeyi bu tarafta vur-ma imkânını verdi. O sırada Osmanlı yan¬daşı olan Kırım Hanlığı Başbeyi Eminek ölen kardeşi Mamak yerine başbey ol¬muştu. Cenevizliler, Mengli Giray Han'ı zorlayarak onu başbeylikten attırdılar. Fa¬kat Eminek geri geldi ve isyan etti; Mengli Giray kaçıp Cenevizliler'in yanına sığın-mak zorunda kaldı. Eminek, Kefe Cene-vizlileri'ne karşı savaşa başladı ve OsmanIılar'ı yardıma çağırdı. O sırada Boğdan beyi 300 Eflak askeriyle kayınbiraderini Kırım'a gönderip Mengüp'ü zaptettirmişti.

Kefe'de ücretli Leh askerleri vardı. Bu¬nunla beraber Fâtih Sultan Mehmed, Kı¬rım Hanlığı'ndaki son gelişmeler sonucu hanlık kuvvetlerinin kendisiyle birleştiği¬ni ve fütuhatın kolayca başarılabileceğini gördü. Hemen Vezîriâzam Gedik Ahmed Paşa'yı kuvvetli bir donanma ile bu tara¬fa gönderdi. Dört günlük muhasaradan sonra Kefe şehri Ahmed Paşa'ya teslim oldu.[745] Gedik Ahmed Paşa, Kırım sahillerinde Kefe'ye bağlı bütün Ceneviz kolonilerini ele geçi¬rip Osmanlı ülkesine kattı; ardından Azak da alındı. Sarplığı ile meşhur Mengüp Ka¬lesi kuşatıldı ve Ahmed Paşa'nın dönüşü¬nün ardından Zağarcı Yâkub Bey'e tes¬lim oldu. Trabzon Komnenoslan ve Boğ¬dan beyi ile akraba olan Mengüp beyi ve ailesi Yedikule'de uzun süre tutuklu kal¬dıktan sonra padişahın emriyle idam edildi. Suğdak'ta Cenevizliler tarafından üç kardeşiyle birlikte hapsedilmiş olan Mengli Giray'ı Ahmed Paşa kurtarınca Mengli Giray, Osmanlılar'a bağlılığını gös¬teren bir belge imzalayarak tekrar hanlı¬ğa geçmiştir.

Kırım'ın bağlılığını sağlayan Fâtih Sul¬tan Mehmed Karadeniz'in kuzeyinde da¬ha serbest biçimde harekete başladı. 1476 Temmuz başında kendisi ordusu ile İsakça"yı geçip Boğdan arazisine yü-rürken Eminek idaresindeki Kırım kuv¬vetleri de geriden Boğdan'a girdiler. Fâ¬tih, Boğdan'da voyvodanın ordusunu Al-ba Valea'da savaşa zorladı ve yendi, mer¬kezi Suceava'yı yaktı, fakat Stefan'ı ele geçiremedi. Geri çekildikten sonra voy¬voda yeniden saldırılarda bulundu. O sı¬rada doğuda Mengli Giray Han mağlûp olmuş. Altın Orda hanı onu kovalayarak Kırım'a girmiş ve Kefe önüne kadar gelip şehri tehdit etmişti. Kırım'ın istilâya uğ¬radığını öğrenen Eminek kuvvetleri Boğ¬dan cephesinden perişan bir halde ric'at etmişlerdi. Mengli Giray hanlığı kaybetti ve İstanbul'da Yedikule'de hapsedildi: ye¬rine büyük kardeşi Nûr Devlet han oldu. Fâtih, Altın Orda Hanı Seyyid Ahmed'e bir mektup göndererek Boğdan'ı cezalan¬dırdığını, Kırım işlerine karışmamasını, zira Nûr Devlet'in ve Kefe'nin kendi hi¬maye ve idaresinde bulunduğunu bildir¬di. Sonradan hanlık yeniden karıştı. Fâ¬tih, Eminek"in başvurusu üzerine Meng¬li Giray'ı tekrar Kırım'a gönderdi. Meng¬li 883'te (1478] yeniden hanlık tahtına oturdu. Fâtih Sultan Mehmed. bir yıl son¬ra Karadeniz hâkimiyetini tamamlamak üzere Taman ve Çerkezistan sahillerine yeniden bir donanma gönderdi. Bu do¬nanma Anapa, Kopa ile Taman yarımada¬sında Matrega'yı {Tamatarhan) zaptetti.

Fâtih'in İç Siyaseti. Fâtih Sultan Meh-med'in iç siyasetinde önde gelen konular bir taraftan İstanbul'un İskânı ve kalkın¬dırılması, diğer taraftan seferler ve fet¬hedilen bölgelerde kalelerin korunması için askerî kuvvetlerin arttırılması nokta¬larında toplanır. Bu iki husus, masrafların büyük ölçüde artmasını ve bu sebep¬le yeni vergiler konmasını gerektirdiğin¬den köylü ve şehirli büyük halk kitlelerini sıkmış ve memlekette birtakım gizli ve açık hoşnutsuzluklara yol açmıştır. İstan¬bul'un iskânı ve kalkındırılması çabalan pek çok meseleyi beraberinde getirmiş¬tir. Sürgün yönteminin geniş ölçüde uy¬gulanması özellikle Anadolu'da yeni prob¬lemlere yol açmıştır. Diğer taraftan fetih sırasında İstanbul'da devlet malı ilân edi¬len emlâk başlangıçta göçü teşvik için her gelene parasız mülk olarak bağışlanmış, fakat daha sonra arsalar devlet malı sa¬yılarak kira (mukâtaa) konmuş ve halka büyük bir meblâğ (yılda 100 milyon akçe) yüklenmiş, ancak meydana gelen hoşnut¬suzluk üzerine bundan vazgeçilmiştir. Karaman sorunu ve Uzun Hasan dolayı¬sıyla giderler artınca 876'da (1471-72) Rum Mehmed Paşa'nın vezîriâzamlığın-da bu vergi yeniden konmuştur.

İmparatorluk fikriyle Fâtih Sultan Meh¬med, Rum soylularına mensup gençleri sarayına almış, bunlar birer Osmanlı ola¬rak sonradan idarede önemli mevkilere geçmiştir. Rum Mehmed'den başka Pa-leologlar'dan Has Murad Paşa ve kardeşi Mesih Paşa bunların en tanınmışlarıdır. Ayrıca bazıları Bizans soylu sınıfından bir kısım hıristiyan Rumlar'ın da önemli malî işleri üzerlerine aldıkları bilinmektedir. Batı'ya Kaçtıktan sonra orada barınama-yan ve sefalete düşen bazı Rum büyükle¬ri tekrar İstanbul'a dönmüşlerdir. 1464-1472 yıllarında Rum bilginlerine Fâtih'in sarayında özel bir ilgi gösterildiği anlaşıl¬maktadır. Georgios Trapezuntios, Roma'dan İstanbul'a bu sıralarda döndüğü gibi Kritovoulos da eserini bu tarihlerde yazmıştır. Meşhur Trabzonlu âlim Amirutzes (Amirukis, Emirce) aynı devirde Fâ¬tih'in yakınlarında yer almıştı. Fâtih'in divanından Batı'ya gönderilen siyasî ya¬zılar ve antlaşmalar Rumca yazılıyor, bun¬ları yazdırmak için Rum kâtipler kullanı¬lıyordu. Nihayet Fâtih, geniş imparatorluğu dahilinde bütün Ortodokslar'ı tek¬rar patriğin idaresi altına koymuş, Rum-lar'ı birleştirmiş, İtalyanlar'ın sömürüsün¬den kurtarıp ekonomik bakımdan yük¬selmelerini sağlamıştır. Fakat bütün bun¬lara bakarak Fâtih'in imparatorluğunu lorga'nın söylediği gibi Doğu Roma İmparatorluğu'nun İslâm kisvesi altında can¬lanması saymak yanlıştır. Bizans kurum¬larının taklit edildiği tezi de abartılıdır.

Bu devirde içeride derin siyasî yankıları olan en önemli konu Fâtih Sultan Mehmed'in malî siyasetidir. İstanbul'un payi¬taht olarak onarımı ve sürekli seferler masrafları arttırmıştı. Fâtih, yeni akçe çı¬karmak ve eski akçeyi beşte bir eksiğine değiştirmek suretiyle bütün nakdî ser¬vetlere bir nevi vergi koydu. Böylece (1451), 86S (1460), 873 (1470), 880 (1475) ve 886 (1481) yıllarında yeni akçe çıkarıldı. 875'ten (1470) sonra bunun her beş yılda bir uygulanması kayda değer. Yeni akçe çıkarılmasının sık sık uygulan¬ması o kadar derin bir hoşnutsuzluk do¬ğurmuştur ki II. Bayezid tahta geçerken kendisine kabul ettirilen hususlardan biri de bir defadan fazla yeni akçe çıkarma-ması idi. Fâtih tuz, sabun, mum gibi gün¬lük ihtiyaç maddelerini bölge bölge mu-kâtaaya vermiş, yani iltizamla tekele bağ¬lamıştır. 862 (1458) sonbaharında Ana¬dolu sipahilerini savaş meydanında tut¬mak için Anadolu eyaletinde reayanın ödediği çift resmini bir emirle 22 akçe¬den 33'e çıkartmış ve bu vergi yerleşip kalmıştır. Çeşitli yollarla mülk veya vakıf olarak devletin elinden çıkmış toprakla¬rın mîrîye mal edilmesi Fâtih tarafından geniş bir şekilde uygulanmıştır. Bütün vakıflar ve mülkler gözden geçirilerek Tursun Bey'e göre20.000'den (başka bir bölümde 2000) fazla köy ve mezraa ti-marlı sipahilere dağıtılmıştır. Nişancı Ka-ramânî Mehmed Paşa'nın vezîriâzamlı-ğında (1476-148!) uygulanan bu toprak reformu memlekette geniş hoşnutsuz¬luk uyandırmıştır. Bu ıslahatın asıl gaye¬si timarlı sipahi sayısını arttırmak ve pa¬dişahın hazinesi için yeni haslar bulmaktı. Bir zamandan beri babasıyla arası açık bulunan Amasya Valisi Şehzade Bayezid bu kanunun kendi bölgesinde (Amasya, Tokat ve Trabzon} uygulanmasına karşı çıkınca halk gözlerini ona çevirmiştir. Öte¬ki şehzade Sultan Cem babasının savaşçı siyasetini devam ettirmeye aday sayılı¬yor ve Karamânî Mehmed tarafından destekleniyordu. Fâtih'in hastalığının art¬tığı son yıllarda Bayezid ile Cem arasında taht için başlayan gizli mücadele memlekette geniş bir sosyal tepkiyle birleş¬mişti. Bayezid padişah olur olmaz İlk işi bu emlâk ve evkafı sahiplerine iade et¬mek olmuştu. Fâtih'in emlâk ve evkafı neshetmesi özellikle ulemâ sınıfını, şeyh¬leri ve eski Türk, müslüman bey ailelerini etkilemiş, yeni akçe çıkarması da bütün halk arasında hoşnutsuzluk yaratmıştır.

Fâtih Sultan Mehmed, İstanbul etra¬fında Anadolu-Rumeli eksenli impara¬torluğunu kurarken önemli ticarî tedbir¬ler de aldı. Osmanlı ülkesinin çeşitli böl¬geleri arasında birbirini tamamlayan ik-tisadî-ticarî faaliyet çok gelişmiştir. Böl¬geler arası ticarette İtalyanlar'ın yerine Türk müslüman, yahudi, Rum ve Ermeni yerli tacir ve gemiciler gelmiştir. Göller bölgesi (Burdur) ve Batı Anadolu'da önemli pamuklu sanayi. Ankara ve Kastamonu'¬da sof, Bursa ve İstanbul'da ipekli, Sela¬nik ve İstanbul'da çuha ve Edirne'de ayakkabı sanayii bu devirde hayli geliş¬miştir. Fâtih, Batı ile olan Levant ticare¬tini baltalamak değil aksine geliştirmek istemiş, fakat hâkimiyet haklarını da ko¬rumuştur. Osmanlı tebaası hangi dinden olursa olsun yabancılardan daha az güm¬rük ödüyordu (başlangıçta yerliler % 2, yabancılar % 4, daha sonra bu nisbet yer¬liler için % 4. yabancılar için % 5 olmuş¬tur). Diğer taraftan Arabistan yolu ile Hindistan ticareti ve Dubrovnik yolu ile Floransa ticareti Fâtih devrinde gelişme göstermiştir.

Yeni bir imparatorluğun gerçek mâna¬da kurucusu olan Fâtih Sultan Mehmed, yeni bir sefer için Üsküdar'a geçtikten sonra Üsküdar ile Gebze arasında Hün-kârçayırı (Maltepe civarında) denilen yer¬de 4 Rebîülevvel 886'da (3 Mayıs 1481) vefat etti. Ölüm sebebi nıkris hastalığına bağlanır. Zehirlenerek öldüğü yolundaki iddialar Âşıkpaşazâde'de yer alan bilginin yorumuna dayanır ve başka kaynaklarla doğrulanmaz. Türbesi yaptırdığı ve ken¬di adıyla anılan cami hazîresindedir.

Fâtih Sultan Mehmed'in Şahsiyeti. Fâ¬tih Sultan Mehmed, İstanbul'un hemen fethinden sonra bir Batı kaynağının kay¬dettiği üzere her işte son derece atılgan, Makedonyalı İskender gibi şan ve şeref kazanmak isteyen, zeki. sert mizaçlı, zevk ve safaya sırtını çevirmiş bir hükümdar¬dı. Türkçe, Rumca ve Slavca olmak üze¬re üç dil bilirdi. Çağdaş Arap kaynakları¬na göre "ulemâya karşı yakınlık göster¬mek, onlarla görüşmeye önem vermek ve onlardan yanma gelenleri tazimle kar-şılamak gibi meziyetleriyle beraber baba¬sının Frenkler'i defetmek yolundaki gay¬retlerine devam etti; fakat zevk ve safa hususunda ondan geri kaldı." Kısaca Fâ¬tih tarihte imparatorluk kurucularının vasıflarını taşır, dünya hâkimiyetini amaç edinmiş kudretli bir asKer ve geniş gö¬rüşlü bir kültür adamıdır. Fâtih'in bütün hareketlerine, amansız önlemlerinde ol¬duğu kadar ilmi ve sanatı himaye ve teş¬viklerinde şu esas fikir hâkimdir: Devleti¬ni her bakımdan dünyanın en üstün ve kudretli imparatorluğu haline getirmek.

Bu amaçla İstanbul'un fethinden son¬raki ilk işi iktidarını fiilen sınırlandıran Çandarli Halil Paşa İle kendisine karşı sa¬vaşarak tahtını tehdit etmiş olan Orhan Çelebi'yi ortadan kaldırmak olmuştur. Çandarlı'nın ardından göreve getirdiği ve-zîriâzamları sonuncusu Karamânî Meh¬med müstesna hepsi kul aslından olacak ve onlardan Mahmud'u ve Rum Mehmed Paşa'yı idam ettirecektir. Böylece devlet idaresinde eski ailelerin nüfuzu bertaraf edilmiş ve padişahın emir ve arzusuna mutlak surette bağımlı kullar devletin başına getirilmiştir. Fâtih kendi vekili sı¬fatıyla veziriazamların kudret ve yetkile¬rini arttırmış, onları mutlak merkeziyetçi hükümetinin tam bir temsilcisi yapmış¬tır. Molla Gürânî, kazaskerliğinde tayin¬leri bağımsız olarak yapmaya kalkışınca istifaya zorlanmış, ulemânın tayinleri de veziriazama bağlı kalmıştır. Fâtih, doğru¬dan doğruya şahsına bağlı kapıkulu or¬dusunu yeniden örgütlemiş ve sayılarını arttırmıştır. Otoritesini sınırlayan yeni¬çerilerin ve uç beylerinin bağımsız tutu¬munu kırarak onları doğrudan doğruya kendi emri altına almış, uç beylerini ken¬di büyük gazi şahsiyetiyle gölgede bırak¬mış ve güçlü Mihaloğullan'na diğer bey¬ler gibi muamele etmiştir. Pek çok yeni¬çeriyi atıp yerlerine saraydaki avcı bölük¬lerinden sekban adıyla yeni yeniçeri bö¬lükleri ihdas etmiş ve bundan sonra yeni¬çeri ağaları sekbanlardan seçilmeye baş¬lanmıştır. Ayrıca maaşlarını arttırmak, silâhlarını yenilemek, sayılarını iki katına çıkarmak suretiyle bu orduyu merkezî kudretin ve fütuhatın başlıca dayanağı haline getirmiştir. Fâtih devrinde dev¬let idaresinde ve orduda kul olanların üstün duruma geçtiği anlaşılmakta¬dır. Fâtih tahta çıkar çıkmaz henüz me¬mede olan kardeşi Ahmed'i boğdurmuş, "Karındaşlarını nizâm-ı âlem için katlet¬mek caizdir" hükmünü koyarken de hâ¬kimiyetin bölünmezliğini sağlamayı ve devleti ileride taht iddiacılarının tehlike¬lerinden kurtarmayı düşünmüştür. Fet¬hettiği yerlerde saltanat iddiasında bu¬lunan eski hanedan üyelerini ortadan kaldırmaya çalışması da burada hatırla-nabilir.

İstanbul fâtihi, sınırsız güç sahibi mut¬lak bir hükümdar olmanın yanı sıra dünya hâkimiyeti fikrini de benimsemişti. Onun bu düşüncesinin kaynağı Türk-Moğol hakanlık. İslâmî hilâfet ve Roma impara¬torluk fikriydi. Fâtih Sultan Mehmed'in İtalyan nedimlerine Roma tarihleri oku¬tarak bu geleneği kavramaya çalıştığı da bilinmektedir. Onun bu inancı benimse¬mesinde etrafındaki Bizanslı ve Batılı ya¬kınları [746] rol oynamıştır. İstan¬bul fethinden kısa bir zaman sonra ora¬da bulunan Jacopo Languschi dünyada bir tek imparatorluk, bir tek iman ve bir tek hükümdarlık olmasını iddia eden Fâ¬tih'in bu birliği kurmak için dünyada İs¬tanbul'dan daha lâyık bir yer olmadığı, bu şehir sayesinde hıristiyanları hükmü altına alabileceği düşüncesinde olduğunu belirtir. 1446'da Georgios Trapezuntios Fâtih'e hitaben, "Kimse şüphe etmez ki sen Romalılar imparatorusun. İmpara¬torluk merkezini hukuken elinde tutan kimse imparatordur ve Roma İmparator-luğu'nun merkezi de İstanbul'dur" diyor¬du. Papa II. Pius, Fâtih'i hiristiyanlığa da¬vet eden mektubunda [747] Hıristi¬yanlığı kabul ederse meşru imparator sı¬fatıyla dünyanın en kudretli hükümdarı haline geleceğini söylüyor ve kendisine "Grekler'in ve Şark"ın imparatoru" unva¬nını vereceğini, kuvvetle elde tuttuğu ve haksızlıkla iddia ettiği şeyin hukuken de kendi malı olacağını, bütün hıristiyanla-rın kendisine saygı göstererek ihtilâfları¬nı ha! için hakem tanıyacaklarını, birçok-larının kendiliklerinden baş eğeceğini, kendisinin Roma kilisesinin haklarına kar¬şı gelenler aleyhinde onun kuvvetine baş¬vuracağını temin etmekteydi. Fâtih Or¬todoks patriğini, Ermeni patriğini ve Ya¬hudi baş hahamını payitahtında yerleşti¬riyor, fethe hazırlandığı dünyayı öğren¬mek üzere Amirutzes'e 860 (1456) yazın¬da dünyanın haritasını yaptırıyordu. Fâ¬tih'te cihan hâkimiyeti fikrine İbn Kemal, "Tedbiri cihangirlik zikrinde idi" diye işa¬ret eder. As¬lında selefleri gibi Fâtih İçin de bu iddialar siyasî birer araçtan ibaretti. Fâtih İslâm âleminde de gazanın en büyük mümes-sili, İslâm memleketlerinin gerçek koru¬yucusu sıfatını benimsemekte, hareket¬lerini buna göre meşrulaştırmaya çalış¬maktaydı. İran'da yerleşen Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan'ın Anadolu üze¬rinde nüfuz ve üstünlük iddialarına kar¬şı da Osmanlı padişahının soyunu Oğuz Han'a çıkaran geleneklere daha çok önem verdiğine dair işaretler vardır. Gaza ve fütuhat siyasetinin mümessili gibi gö¬ründüğü yıllarda Fâtih doğan ilk oğluna büyük dedesi Yıldırım Bayezid'in, üçün¬cü oğluna İran geleneğinin ünlü hüküm¬darı Cem'in ve torununa da Oğuz Han'ın adını vermiştir. Denilebilir ki Fâtih'in şah¬sında Türk, İran, İslâm ve Roma hüküm¬darlık geleneklerini birleştiren "Osmanlı padişahı" doğmuştur.

Fâtih Sultan Mehmed "Avnî" mahlasiy-la şiirler de yazmıştır. Çağının şiir dilini ince hayallerle yoğurmayı başarmış, açık ifadeleri ve akıcı üslûbu, henüz sanatlara boğulmamış bir Türk şiirinin güzel örnek¬leri arasında sayılmıştır. Tasvirlerindeki başarı ve mazmunlarındaki zenginlik ilk anda anlaşılabilecek kadar açık ve yalın¬dır. Arapça-Farsça tamlamalar yerine Türkçe ifadeler kullanmayı tercih etmiş¬tir. Beyitlerine ustalıkla yerleştirdiği ze¬kâ oyunları ve hayaller kadar belli kalıp ve fikirler de onun çağdaşları ile aynı klasik üslûp içinde eser verdiğini gösterir. Aşk, sosyal hayat, tasavvuf ve dinî temayüller, kıssalar, efsaneler ve tarihî hikâyeler şi¬irlerine yansıyan konulardır. Şiirlerini ih¬tiva eden yegâne eser İstanbul'da Millet Kütüphanesi'ndedir.[748] Bir divançe sayılabilecek yirmi iki varak tutarındaki bu küçük eserde yet¬miş gazel, bir muhammes ve bir kıta mevcut olup sonunda, "Hattın hadin yü¬zünü tuttu nitekim ey can" müfredine yirmi dokuz şair tarafından söylenmiş na-zîre yer alır. Fâtih'in şiirleri, gittikçe ge¬nişleyen hacimlerde koleksiyonlar halinde farklı araştırmacılar tarafından yayımlan¬mış ve ilmî incelemelere konu olmuştur.

Din felsefesi meselelerine de âşinâ olan Fâtih Sultan Mehmed'in coğrafya, mate¬matik, astronomi İlimlerine özel bir ilgisi vardı. Çeşitli İlimleri tahsil için uzmanları kendisine hoca tayin ederdi. Bunlar her gün belli saatte gelip ona ders okuturlar¬dı. Hocazâde Muslihuddin, Molla Gürânî, Molla İlyas, Sirâceddin Halebî, Molla Ab-dülkâdir, Hasan Samsunî, Molla Hayred-din hocalanndandır. Başlangıçta Akşem-seddin'İn de onun üzerinde büyük tesiri olmuştu. Fâtih'in Arapça ve Farsça'ya vâ¬kıf olduğuna şüphe yoktur. İç oğlanlarıy-la saray çevresi Rumca ve Slavca'yı öğ¬renmesine elverişliydi. Fâtih Arabistan ve İran'da devrinin büyük ulemâsını tanır, onları kendi ülkesine getirtmeye çalışır¬dı. Kendi ülkesindeki ulemânın Acem ve Arap ulemâsı düzeyinde olmamasından dolayı üzüntü duyuyordu. Ancak Hocazâ¬de ile yabancılar karşısında övünürdü. Fetihten sonra İstanbul'da sekiz kiliseyi (bu arada Zeyrek Medresesi) medrese ha¬line getirdi; Ayasofya medresesini açtı. 875'te (1470) kendi camisi etrafında ünlü Semâniye medreselerini yaptırdı. Kendisi medreseleri bizzat teftiş eder, dersleri dinler ve ödül verirdi. Sarayda, seferler¬de, yolda, sünnet düğünü gibi toplantı¬larda ilmî tartışmalar yaptırırdı. Devrinin en büyük âlimleri Molla Hüsrev, Molla Gü¬rânî. Molla Yegân. Hızır Bey ve Hocazâde Muslihuddin'dir. O dönemde yetişmiş seçkin ilim ve idare adamlarının çoğu bunların talebeleridir. Fıkıhta Molla Hüs¬rev. tefsirde Molla Gürânî, kelâmda Hoca¬zâde bütün İslâm alemince makbul eser¬ler yazmışlardır. Bu devir Osmanlı Türk-leri'nde matematikte oldukça parlak bir devirdir. Fâtih, kendi döneminde ilim ve felsefe tarihinin en önemli meseleleri üzerinde âlimleri tartışmaya ve eser ver¬meye teşvik etmiştir. Seyyid Şerîf el-Cür-cânî ile Teftâzânî arasında ulemâyı ikiye ayıran ünlü tartışmayı tazelemiştir. Ken¬disi din felsefesinde Seyyid Şerife eğilim gösterirdi. Öte yandan İbn Rüşd ile Gaz-zâlî arasındaki ilahiyatta büyük tartış¬mayı Hocazâde ile Ali et-Tûsî'ye incelet¬miştir. Çeşitli kaynaklar Fâtih'in felse¬feye ilgisini belirtir. Fâtih, Amirutzes ile felsefî konuşmalar yapardı; "Zira sultan en keskin zekâlı feylesoflardan biridir.[749] Amirutzes, Ali Kuş-çu, Georgios Trapezuntios, Hocazâde gibi Doğu'yu ve Batı'yi temsil eden devrin bü¬yük zekâları onun huzurunda birleşiyordu.

Fâtih Batı kültürünü ve hıristiyan dinini de anlamaya çalışmıştır. Patrik Gennadios İ'tiködnâme'smı onun için yazdığı gibi Georgios Trapezuntios, Hıristiyanlık ve İslâmiyet arasında esaslı fark olmadığı ve bu iki dinin uzlaştırılması suretiyle Fâtih'in bütün milletleri idaresi altında top¬layabileceği iddiasında idi. Fâtih'in Batı kültürüyle ilk tanışması şehzadeliğinde Manisa sarayında başlamıştır. 1454'te bir İtalyan hümanisti olan Ciriaco d'Ancona ve başka İtalyanlar onun sarayında bulun¬makta ve kendisine Roma ve Batı tarih¬leri okumakta idiler. 146S'te Milano elçi¬sinin yazdığına göre onun yanında Roran-salı, Cenevizli ve Raguzalı danışmanları vardı. Venedik'e karşı savaş ilânından son¬ra Floransalılar'la yakın ilişkiler kurdu. 1463 Bosna seferinden dönüşünde Gala-ta'da Floransalılar'a şenlik yaptırtmış ve onlardan zengin bir tacirin evine inerek yemek yemiş, eğlenmişti. Fâtih'in yanın¬da bulunan hümanistlerden Angelo Vadio, G. Stefano, Emiliano'nun adları bilin¬mektedir bu sonuncusu Fâtih'e ölümün¬de bir mersiye de yazmıştır. Francesco Berlinghieri Geographia adlı eserini ve Roberto Valturio De re militan adlı kita¬bını Fâtih'e ithaf ve takdim etmek iste¬mişlerdir. Fâtih'in 1461 "den beri resmini yaptırmak için İtalya'dan ressam istedi¬ği bilinmektedir. Nihayet ünlü Venedikli ressam Gentile Bellini gelmiştir.[750] Bellini aynı zamanda yeni sarayın duvar¬larını Rönesans üslûbu fresklerle süsle-miştir. Fâtih. Trabzonlu Rum âlimi Ami-rutzes ile oğluna Batlamyus'un kitabını Arapça'ya tercüme ettirmiş ve bir dünya haritası yaptırmıştır. Bu arada coğrafî ve askerî konulan özel bir ilgiyle izlerdi. E. Jacobs'a göre Ciriaco, Fâtih ile Eskiçağ'ın âbideleri, edebiyatı ve İtalya'daki hüma¬nistler arasında bağ kurmuştur. Fâtih'in, 862'de (1458) Atina'yı ziyareti sırasında Akropol'ü gezerek Atinalılar1 a iltifatta bu¬lunması "Medînetü'1-hükemâ-ya karşı eski İslâmî saygıdan doğmuş olabilir. Fâtih, lustinian'ın heykelini dikkatle yerinden indirtmiş ve Ciriaco ile G. Dario'ya resmi¬ni yaptırmıştır. Fakat Belgrad seferine giderken top dökmek için erittiği "bakır afin bu heykel olması mümkündür. Fâ¬tih'in kütüphanesinde Batı kültürüyle ilgili elli eser bugüne intikal etmiş olup kırk ikisi Yun anca'd ir. Eserlerden sekizi tarihe, altısı matematik ve astronomiye dairdir. Tarihe ve coğrafyaya ait eserler mevcudun üçte birinden fazladır. İtalya'¬da İbn Rüşd felsefesinin hâlâ hararetle tartışıldığı bir devirde Fâtih'in Hocazâde ve Ali Kuşçu'ya dönmesi tabiidir. Fâtih devrinde Osmanlı kültürünün Batı kültü¬rü ile serbest bir şekilde temasa geldiği ve sonraki devirde bunun sürdürülmedi-ği de bir gerçektir.

Fâtih Sultan Mehmed'in vefatından sonra iki oğlu Cem ve Bayezid arasındaki çekişme Bayezid'in lehine sonuçlanmış, diğer oğlu Mustafa ise 879'da (1474) ken¬disinden önce vefat etmiştir. Adı bilinen iki kızı (Ayşe ve Gevherhan) tesbit edilmek¬tedir. Alderson onun on yedi hanımı ve dört kızı olduğunu belirtir. Gevherhan Sultan, Uzun Hasan'ın oğlu Uğurlu Meh-med Bey ile evlendirilmiştir. Akkoyunlu tahtına geçen Göde Ahmed, Fâtih'in kı¬zından torunudur.

Ziyaret -> Toplam : 125,35 M - Bugn : 108972

ulkucudunya@ulkucudunya.com