AHMED CEVDET PAŞA
01 Ocak 1970
(1823-1895) XIX. yüzyılın ünlü Türk âlimi ve devlet adamı.
Kendi ifadesine göre hicrî 1238 yılı hıd¬rellezinden kırk gün önce[314] Bulgaristan'ın Lofça kasabasında doğdu. Asıl adı Ah-med olup Cevdet mahlasını İstanbul'da Öğrenim gördüğü sırada şair Süleyman Fehîm Efendi'den almıştır (1843). Baba¬sı Lofça ileri gelenlerinden ve meclis âza-sından "Istabl-ı Âmire pâyelisi" Hacı İs¬mail Ağa, annesi yine Lofçalı Topuzoğlu hanedanından Ayşe Sümbül Hanım'dır. Bizzat kendisi, atalarından Kırkkiliseli (Kırklareli) Yularkıran Ahmed Ağa'nın Prut Savaşı'na (1711) katıldıktan sonra mem¬leketine geri dönmeyerek Lofça'ya yer-leştiğini ve zamanla Lofça'nın eşrafı ara¬sına giren ailenin Yularkıranoğullan adıy¬la şöhret kazandığını söyler.
Küçük yaşta büyükbabası Hacı Ali Efen-di'nin teşviki ve desteğiyle Lofça müftü¬sü Hafız Ömer Efendi'den Arapça oku¬yarak öğrenim hayatına başlayan Ah¬med, kısa zamanda İslâmî ilimlerle ilgi¬li kitapları okuyacak derecede ilerleme gösterdi. Ardından kadı naibi Hacı Eşref Efendi ve müftü Hafız Mehmed Efendi'¬den çeşitli dersler aldı. Öğrenimini da¬ha da ileri seviyeye götürmek için 125S (1839) yılı başlarında büyükbabası tara¬fından İstanbul'a gönderildi. Burada kı¬sa sürede ilmî muhitlerde kendini gös¬terdi; devrin meşhur âlimleri Hafız Sey-yid Efendi, Doyranlı Mehmed Efendi, Vi-dinli Mustafa Efendi, Kara Halil Efendi ve Birgivî Hoca Şâkir Efendi'nin dersle¬rine devam etti. Ayrıca Miralay Nuri Bey ve Müneccimbaşı Osman Sabit Efendi'¬den hesap, cebir, hendese gibi dersler gördü. Bir yandan tahsilini ilerletirken öte yandan ders vermek üzere bazı ho-calardan icazet aldı. Bu arada ilmî ve edebî cemiyetlere de girdi; devam etti¬ği İstanbul Çarşamba'daki Murad Molla Tekkesi'nin şeyhi Mehmed Murad Efen¬di'den Mesnevi okuyarak Farsça bilgi¬sini derinleştirdi ve kendisine mesnevi-hanlık icazeti verildi. Aynca Süleyman Fehîm Efendi'nin Karagümrük'teki ko¬nağına devam edip ondan Şevket ve Ör¬fî divanlarını okudu; bir yandan da dev¬rin tanınmış mutasavvıflarından Kuşa-dalı İbrahim Efendi'nin sohbetlerine ka¬tıldı. Bu muhitlerde tasavvuf ve edebi¬yatın belli başlı eserlerini okuyarak bilgisini ve kültürünü ilerlettiği gibi şiir ve edebiyat alanındaki eksikliklerini tamam¬layıp edebî zevkini geliştirme imkânını buldu. Aynı yıllarda Sâmî ve Nefî'yi tak¬lit ederek şiire, Veysî ve Okçuzâde'yi ör¬nek alarak inşâya heves etti. Bu heves¬le Reşid Paşa ve kapı yoldaşlarının şiir¬lerine tahmisler ve nazireler söyledi. Fu-ad Paşa ile ortak gazeller yazdı ve Reşid Paşaya bazı kasideler sundu. Kendi ifa¬desine göre okuyup yazabilecek seviye¬de Arapça ve Farsça, anlayabilecek ölçü¬de Fransızca ve Bulgarca biliyordu. Ah-med Cevdet'in büyük bir ilim ve fikir adamı olarak yetişmesinde özel gayret¬lerinin önemli ölçüde tesiri olmuştur. Ni¬tekim öğrenimi sırasında tatil zamanla¬rında bile sürekli kitap okuduğunu, sa¬dece bayram günlerinde tatil yaptığını bizzat kendisi söylemektedir.
Öğrenim hayatından sonra devlet hiz¬metine, Ocak 1844'te Rumeli kazasker¬liğine bağlı Premedi kazası kadılığı ile başladı. 29 Haziran 1845 tarihinde İs¬tanbul müderrisliği ruûsunu aldı. 1848'-de Sadrazam Mustafa Reşid Paşa'nın bir talimatını bildirmek üzere Bükreş'te bulunan Keçecizâde Fuad Efendi'nin (Pa¬şa) yanına gönderildi. 10 Nisan 1849'da "hareket-i hâriç" rütbesini aldı. 14 Ağus¬tos 1850 tarihinde Meclis-i Maârif-i Umû-miyye âzalığı ve dârülmuallimîn müdür¬lüğüne tayin edildi. Bu arada İstanbul'a dönen Fuad Efendi ile birlikte Bursa'ya gitti ve orada kaldığı kısa süre içinde onunla birlikte Kavâid-i Osmâniyye adlı kitabı ve Şirket-i Hayriyye'nin kuru¬luş nizamnamesini hazırladı. İstanbul'a döndükten sonra 1851'de Encümen-i Dâ-niş üyeliğine seçildi. Yeniden kaleme al¬dığı Kavâid-i Osmdniyye'yi encüme¬nin ilk eseri olarak Abdülmecid'e sun¬du. Bunun üzerine derecesi "hareket-i altmışir'ya yükseltildi. Ekim 1853 tarih¬li bir mazbata ile 1774-1826 devresi Os¬manlı tarihini yazmakla görevlendirildi. 1854'te yazmaya başladığı tarihinin ilk üç cildini tamamladı ve padişaha tak¬dim etti. Bunun üzerine kendisine "mû-sıle-i Süleymâniyye" derecesi verildi. Şu¬bat 1855'te vak'anüvis tayin edildi. Bu görevi sırasında bir yandan tarihinin de-vamını yazarken bir yandan da geleneğe uyarak zamanın siyasî olaylarını anlatan Tezâkir-i Cevdet'i kaleme aldı. Vak'anü-vislik görevini 1865 yılına kadar yürüttü. Devlet kademelerindeki bu yükselme¬nin yanı sıra ilmiye mesleğinde de iler¬leyerek 9 Ocak 1856'da mevleviyet derecesindeki Galata kadılığına getirildi; aynı yılın 9 Aralığında Mekke-i Müker-reme kadılığı, 21 Ocak 1861'de de İstan¬bul kadılığı payelerini aldı. 18 Mayıs 1861 tarihinde Rumeli teftişine çıkan Sadra¬zam Kıbrıslı Mehmed Paşa'ya refakat ettikten kısa bir süre sonra İşkodra'da meydana gelen isyanı bastırmak üzere "me'mûriyyet-i fevkalâde" ile görevlen¬dirildi. İki ayda bu vazifesini başarıyla tamamladı. 1863'te Bosna eyaletini tef¬tiş göreviyle İlgili hazırlıklarını yaparken 24 Haziran 1863 tarihinde Anadolu ka¬zaskerliği payesine ulaştı. Bir buçuk yıl içinde Bosna'da gerekli ıslahatı gerçek¬leştirip masrafı bölge halkı tarafından karşılanmak üzere iki alay asker tanzi¬mine de muvaffak oldu. Bu başarıları dolayısıyla o zamana kadar hiçbir ilmiye mensubuna verilmemiş olan ikinci rüt¬beden "nişân-ı Osmânî" ile mükâfatlan¬dırıldı. Haziran 1864'te Kozan tarafına gönderildi. Derviş Paşa ile birlikte Fırka-i Islâhiyye'yi oluşturup Cebelibereket, Çu¬kurova ve Kozan dağlarını dolaştı, altı ay içinde gerekli ıslahatı yaptı. Ancak onun bu başarıları kendisini çekemeyenlerin harekete geçmesine yol açtı; hatta şeyhülislâmlığa getirilecekken ilmiye sını¬fından mülkiyeye nakline karar çıkarıldı ve 13 Ocak 1866da kazaskerlik payesi vezârete çevrildi. "Efendilikten alınıp "paşa'lığa geçirilmesi şeklindeki bu sı¬nıf değişikliğinin onu gücendirdiği anla¬şılmaktadır. Nitekim memurların hal ter¬cümelerinin kaydedildiği Sicili-i Ahlâk'-ta[315] kendisine ya¬pılan bu haksızlık karşısında duyduğu üzüntüyü ifade etmektedir.
Ahmed Cevdet Paşa bundan sonra Ma-raş, Urfa, Zor sancakları ve Adana eya¬letinin birleştirilmesiyle oluşturulan Ha¬lep valiliğine tayin edildi; iki yıl süren bu görevi sırasında yeni valiliğin teşki¬lâtlanmasını gerçekleştirdi. 1868'de ken¬disine, Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliy-ye'nin ikiye ayrılmasıyla teşkil edilen Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliyye başkanlığı verildi. Divanın nezârete çevrilmesi üzerine Adliye nâzın oldu ve bu dönemde nizamî mahkemeler teşkilâtını kurarak bununla ilgili kanun ve nizamnameleri hazırladı. Cevdet Paşa'ya şöhret kazandıran ge-lişmelerden biri de onun tarafından or¬taya atılan, Hanefî fıkhına dayalı bir ka¬nun kitabının hazırlanması gerektiği dü¬şüncesidir. Nitekim bu düşüncesi kabul edilerek Babıâli'de teşkil edilen Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye Cemiyetİ'nin reisliğine getirildi. Devrin önde gelen fıkıh âlimle¬rinin de yer aldığı bu cemiyet Mecelle'-nin ilk dört kitabını yayımlamaya muvaffak oldu. Beşinci kitabın hazırlığı biter¬ken Cevdet Paşa reislikten azledilerek Bursa valiliğine tayin edildiyse de birkaç gün sonra bu görevinden de alındı (1870]. Bu arada cemiyet başkanlığına Gerdan-kıran Ömer Efendi getirildi. Mecelle-i Ah¬kâm-ı Adliyye Cemiyeti de Bâb-ı Meşî-hat'a nakledildi. Ancak cemiyetin "Kitâ-bü'1-Vedîa" adıyla çıkardığı altıncı kita¬bın büyük tenkitlere uğraması üzerine 24 Ağustos 1871de Cevdet Paşa'ya yeniden Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye Cemi¬yeti ile Şûrâ-yı Devlet Tanzimat Dairesi başkanlıkları verildi. Mecelle'nin seki¬zinci kitabı hazırlandığı sırada Maraş va¬liliğine tayin edildiyse de on sekiz gün sonra bu defa Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliyye üyeliği ve Mecelle-İ Ahkâm-ı Adliyye Ce¬miyeti başkanlığına tayin edilerek tek¬rar İstanbul'a alındı[316], Kı¬sa bir süre sonra Şûrâ-yı Devlet üyesi, ardından da Evkaf nâzın oldu (1873). Ay¬nı yılın ortalarına doğru Maarif nazırlı¬ğına getirildi. Nazırlığı zamanında ilkokul¬lardan yüksek okullara kadar her seviyede ders programları yapıldı, yeni bir elifba cüzü hazırlanarak bastırıldı. Nuru-osmaniye Camii avlusunda modern usul¬lere göre "ibtidâiyye" adıyla bir ilkokul açıldı. Dârülmuallimîn teşkilâtı sıbyan, rüşdiye ve idâdî olmak üzere üç derece¬ye ayrılarak yeniden düzenlendi. Kendi¬si de Kavâid-i Türkiyye, Mi'yâr-ı Se-dâd ve Âdâb-ı Sedâd adını taşıyan üç okul kitabı yazdı. Kısas-ı Enbiya adlı eserinin üç cüzünü de bu arada tamam¬layarak bastırdı.
1874'te Şürâ-yı Devlet başkan vekilliği¬ne getirilen Cevdet Paşa, Meceiie'nin on ikinci kitabını da hazırlatmıştı. 2 Kasım 1874 tarihinde Yanya valiliğine, 1875'te de önce Maarif nazırlığı ve kısa bir süre sonra da Adliye nazırlığına getirildi. Bu sonuncu görevi sırasında Ticaret Nezâ¬reti bünyesindeki ticaret mahkemeleri¬ni Adliye Nezâreti'ne bağladı. Bu arada Bulgaristan'da görülen isyan belirtileri üzerine 1876'da Rumeli teftişiyle görevlendirildi; Edirne ve Filibe yoluyla Sofya'-ya gitti: döndüğünde nazırlıktan azledi¬lip Suriye valiliğine tayin edildiyse de da¬ha Suriye'ye vanp görevine başlamadan üçüncü defa Maarif nazırlığına getirildi. Bir müddet sonra yeniden Adliye nazır¬lığına tayin edildi. Bu sırada on altıncı kitabı da bastırarak Mecelle "yi tamam¬ladı. İbrahim Edhem Paşa sadrazam olunca 1877 yılında Dahiliye nazırlığına getirildi. Nazırlığı sırasında mülkiye memurlarının hal tercümelerinin kaydedil¬diği Sicili-i Ahvâl Defteri'ni tanzim et¬tirdi. Aynı yıl içinde Evkaf nazırlığına nak¬len tayin edildi. 1878'de Suriye valisi ola¬rak Şam'a gitti. Bu arada Kozan'da Ko-zanoğlu Ahmed Paşa tarafından çıkarı¬lan isyanı bastırmakla görevlendirildi. Ancak isyanın bastırılması sırasında Şam valiliğine Midhat Paşa'nın tayin edilmesi üzerine açıkta kaldı ve görevini tamamladıktan sonra İstanbul'a döndü. Yolda Ticaret nazırlığına tayin edildiği haberi¬ni aldı. Haziran 1879'da Tunuslu Hay-reddin Paşa'nın sadâretten istifası üze¬rine on gün müddetle sadrazamlığı vekâ¬leten yürüttü ve Meclis-i Mahsûs-ı Vüke-lâ'ya başkanlık yaptı. Said Paşa başvekil olunca tekrar Adliye nazırlığına getirildi. Bu defa ki Adliye nazırlığı sırasında 26 Haziran 1880'de açılan Mekteb-i Hukuk1 -ta usûl-i muhâkeme-i hukükıyye, belâ-gat-ı Osmâniyye ve ta'lîm-i hitabet ders¬lerini verdi. Ahmed Vefik Paşa'nın başve¬kil olması üzerine 30 Kasım 1882'de Ad¬liye nazırlığından ayrıldı ve üç buçuk yıl resmî görevlerden uzak kaldı. Bu sırada tarihini tamamladı, Kavâid-i Osmâniy-ye'nin eksiklerini ikmal etti.
Cevdet Paşa son olarak Server Paşa-mn vefatı üzerine 11 Haziran 1886 tari¬hinde beşinci defa Adliye nazırlığına ge¬tirildi. Ancak Sadrazam Mehmed Kâmil Paşa ile aralarında çıkan anlaşmazlık se¬bebiyle bir süre sonra ayrılmak zorunda kaldı. 10 Mayıs 1890'da II. Abdülhamid onu Meclis-i Âlî'ye tayin etti. Cevdet Pa¬şa bundan sonraki hayatnı ilmî çalışma¬larına ve çocuklarına ayırdı. Kısa bir has¬talıktan sonra 26 Mayıs 189S'te Bebek'¬teki yalısında vefat etti ve Fâtih Sultan Mehmed Türbesi hazîresine defnedildi.
Tanzimat devrinin önde gelen şahsi¬yetlerinden olan Cevdet Paşa, son asır Türk-İslâm ilim âleminin mümtaz sima¬larından biridir. Ahmed Cevdet büyük bir devlet adamı olduğu kadar aynı zamanda tarihçi, hukukçu, mütefekkir, edip, eğitim¬ci ve sosyologdur. Henüz genç bir medre¬se talebesiyken olağan üstü zekâsı, çalışkanlığı, bilgisi ve isabetli tahlilleriyle ho¬calarının dikkatini çekmiş, zaman zaman onlarla ilmî meselelerde tartışmalara gir¬miştir. Genç yaşta İslâmî ilimlerle bir¬likte Arapça ve Farsça'yı çok iyi bir şekil¬de öğrenirken Emîn Efendi adlı bir kişi¬den Fransızca dersleri de aldı. Bu ona kısmen Bat tarih kitaplarını ve kanunla¬rını okuma ve anlama imkânını vermiştir.
Cevdet Paşa medeniyeti cemiyet ha¬yatının gereği olarak kabul etmekteydi. Ona göre insan doğuştan medeniyete yatkındır. İnsanoğlunun medenî hayata geçiş sürecinde toplumlar arasında bazı basamak farkları doğmuştur. Böylece medeniyet toplumların göçebelik ve yer¬leşik durumundan sonra üçüncü ve son merhalesini oluşturur. Bu merhaleye ulaşmanın temel şartı insanların kema¬le erdirilmesidir ki bu da ancak eğitim ve öğretimle mümkündür. Cevdet Paşa bu husustaki çalışmalarını başlıca üç noktada yoğunlaştırmıştır,
a- Yeni eği¬tim ve kültür kurumlarının açılması,
b- Her derecedeki okullar için yeni ders ki¬taplarının hazırlanması ve yayın faaliyet¬lerinin arttırılması,
c- Türkçe'nin bilim dili haline getirilmesi. Cevdet Paşa na¬zırlıkları döneminde bu konularda önem¬li kararlar almış ve üstün basanlar el¬de etmiştir. Nitekim Encümen-i Dâniş'in teşkilinde büyük katkılarda bulunmuş, dârülmuallimîn yönetmeliği onun müdür¬lüğü zamanında düzenlenmiş ve 1872'-de İstanbul'da İlk idâdî de onun Maarif nazırlığı sırasında açılmıştır. On iki cilt¬lik Târih-i Cevdet'ini devrine göre sa¬de bir dille yazmış olması, onun dilde sadeliğe verdiği önemin bir sonucudur. Ayrıca okullarda okutulmak üzere mo¬dern metotlara göre Türkçe ders kitap¬ları hazırlamıştır. Öte yandan Türkçe'nin ilim dili olamayacağını iddia edenlere bir cevap olmak üzere Takvîmü'l-edvar adını verdiği risalesini bastırarak her¬kese Türk diliyle de güzel eserler yazıla-bileceğini göstermiştir.[317]
Cevdet Paşa, Osmanlı kurum ve ku¬ruluşlarına yeniden şekil verilmesi ko¬nusundaki farklı fikirlerin hız kazandığı bir dönemde, gelenekçi Türk-İslâm Do¬ğu kültürü ile yenilikçi Batı arasında sen¬teze varmaya çalışmış bir şahsiyettir. Os¬manlı müesseselerinin İslâmî esaslara dayandığını dikkate alarak Batı devlet¬leriyle Osmanlı Devletİ'nİn farklı din ve medeniyetlerden doğduğunu, bu sebeple de her yönden Batilıiaşma'nın hem yan¬lış hem de imkânsız olduğunu düşün¬müş, sonuç olarak Batı taklitçiliğine ve maddeci felsefeye şiddetle karşı çıkmıştır. Ancak bütün icraatında Osmanlıcı-İslamcılığı sürdürmekle birlikte metot¬ta yenilikçiliği benimsemiş, Batı'nın pozitif bilimler, teknik ve yönetim alanla¬rındaki üstünlüğünü kabul ederek bu alanlarla İlgili Osmanlı müesseselerinin Batı tarzında ıslahını savunmuştur. Av¬rupa kanunlarının ve kurumlarının ol¬duğu gibi alınmasına karşı çıkan Cevdet Paşa îslâmî geleneklerin korunması ge¬rektiğini söylemiş ve bir kısım devlet ile¬ri gelenlerinin Fransız kanunlarının ter¬cüme edilip alınması yönündeki görüş¬lerine karşı çıkarak.[318] MeceiJe'nin hazırlanmasında en Önemli rolü oynamıştır.
Cevdet Paşa'ya göre İslâm dini her¬kese hak ettiği hürriyeti verdiği için İs¬lâm dünyasında Batı'daki gibi bir hürriyet mücadelesi vuku bulmamış, buna karşılık adaletin tesisi gayretleri ön pla¬na geçmiştir. Cevdet Paşa. devletin ve hükümetin ancak İslâmî esaslara uymak¬la fitne, fesat ve zulmü önleyebileceğini düşünmektedir. Aynı sebeple gayri müs-limlere de "şer'-i şerife uygun muame¬le edilmesini istemiştir. İslâm'daki bu eşitlik-adalet uyumundan dolayı Avru-pa'daki sınıf çatışmaları, feodalite, sö¬mürü ve zulüm Osmanlı toplumunda görülmemiştir.
Cevdet Paşa'nın millet anlayış! ise İs¬lâm geleneğine uygun olarak müslüman milletlerin siyasî birlik ve bütünlüğünü temsil eden Osmanlılık temeline dayan¬maktadır. Milliyet karşılığı olarak "kav¬miyeti kullanır ve bunun Fransız İhtilâ-li'nden sonra bulaşıcı bir hastalık gibi Avrupa'da yayıldığını söyler[319]. Vatan fikri konusunda da muhafazakâr¬dır. Vatan mefhumunun müslüman halk arasında Avrupa'da olduğu gibi rağbet bulamayacağını, bunun yerine dinin da¬ha tesirli olacağını savunur. Ona göre Osmanlı'nın asıl büyüklüğü hilâfet ve sal¬tanatın birleştirilmesinden doğmuştur. Devleti devlet yapan esas unsur İslâmi¬yet'tir. Cevdet Paşa ayrıca meşrutiyet İdaresine de karşı çıkar. Nitekim I. Meş-rutiyet'in ilânı ve Meclis-i Meb'ûsan'ın kapatılması sırasında Sultan Abdülha¬mid'in siyasetini desteklemiş ve Adli¬ye nâzın sıfatıyla Midhat Paşa'nın Yıl¬dız Mahkemesi "ndeki yargılanmasında önemli rol oynamıştır.
Cevdet Paşa iktisadî hayatta liberaliz¬mi benimsemekle birlikte devletin kal¬kınması için kapitülasyonların kaldırıl¬ması gerektiğini savunmuş, iş hayatın¬da müslümanların da anonim şirketler kurmasını teklif etmiştir.
Tarihçiliği. Cevdet Paşa, pek çok vasfı yanında özellikle tarihe dair eserleriyle klasik Osmanlı tarihçiliğine yeni bir ba¬kış açısı getirmiş; tarihçilik, tarih felse¬fesi ve metodolojisi bakımından da eski vak'anüvis tarihlerinden farklı yeni bir anlayışın yolunu açmıştır. Osmanlı tarih¬çiliğinin klasik geleneğine şeklen bağlı görünmek ve İslâm tarihçiliğinin "ilmî tarihçilik" ekolünü takip etmekle birlik¬te bunun belagata önem veren İran tar¬zı edebî tarihçilikle ahenkli bir terkibini gerçekleştirmiştir. Böylece bir bakıma Kâtib Çelebi ve Müneccimbaşı gibi aynı terkibi yapmış olan tarihçi neslin son temsilcisi olmuş, eski ile yeni tarihçilik anlayışı arasında bir köprü vazifesi gör-müştür. Cevdet Paşa tarih felsefesi ve metodolojisinde geniş ölçüde, bir kısmı¬nın tercümesini yaptığı İbn Haldun'un Mukaddime 'sinin tesirinde kalmıştır. Bundan dolayı A. Hamdi Tanpınar onu İbn Haldun'un son şakirdi" sayar. Ayrıca talebesi Selim Sâbit'e, fikri dünyasının gelişmesinde Michelet, Taine, İbn Haldun, İbn Teymiyye, Zehebî, Alman tarihçisi Hammer, İngiliz tarihçisi Buckle ve Ma-caulay, Fransız âlimi Montesqieu'nun et¬kisi olduğunu belirtmiştir. Cevdet Paşa-nın Batılı müelliflerden ne ölçüde fayda¬landığı tartışmalı ise de İbn Haldun'un görüşlerinin onun tarihçilik anlayışında önemli bir yer tuttuğu söylenebilir. Nite¬kim İbn Haldun'un asabiyet prensibini Osmanlı Devleti'ne uygulayarak bu devle¬ti "Türklüğe mahsus olan sıfât-ı sâbite-i memdûha ile şecaat ve diyânet-i Arabiy-yeyi cem' etmiş bir cem'İyyet-i cemîle" şeklinde tanımlar[320]. Cevdet Pa¬şa, İbn Haldun'un "beş tavır" nazariye¬sini Kâtib Çelebi, Müneccimbaşı, Naîmâ gibi Osmanlı tarihçilerine benzer bir an¬layışla nakletmiş ve her devlet gibi Os¬manlı Devleti'nin de kuruluş, yükseliş, duraklama, gerileme ve çöküş safhala¬rından geçeceğini, ancak beşinci tavnn tıpkı diğer Osmanlı tarihçilerinin söyle¬diği gibi değiştirilebileceğini belirtmiş¬tir. Böylece tarihte mutlak bir determi¬nizme inanmamakla İbn Haldun'dan ay¬rılmıştır. Osmanlı Devleti'nin gerileme¬sini yükseliş döneminde sınırların fazla genişlemiş olmasına bağlamış, tıpkı Naî¬mâ gibi, uzağı gören devlet adamları sa¬yesinde devletin ömrünün uzatılabilece¬ği, hatta yeniden canlandinlabileceği fik¬rini benimsemiş, "değişmez muayyeniyet" yerine "iradeci" görüşe taraftar olmuş¬tur. Bir bakıma Mukaddime 'den düşün¬me mantığı alan Cevdet Paşa'nın telif modeli olarak da İbn Haldun'un eserle¬rinden etkilendiği, Tezâkirlle et-Ta'rîf arasındaki muhteva benzerliğinden an¬laşılmaktadır.
Cevdet Paşa tarihini yazarken kaynak eserleri ve diğer tarih malzemelerini topladıktan sonra bunları titizlikle değerlendirmiş, yeri geldikçe eski tarihleri ve tarihçileri ciddi şekilde tenkit etmiştir. Meselâ tarihçi Edîb'i hükümlerinde süb¬jektif davranmak ve ölçüsüz tahminler¬de bulunmakla, Enverî ve Âsim Efendi'yi yeteri kadar ilmî titizlik göstermemek ve çelişkili bilgiler vermekle suçlamış, Şânîzâde'nin taraflı davrandığına ve doğ¬ru olmayan nakiller yaptığına işaret et-miştir. Kaynak seçimi ve bunları kullan¬madaki titizliği yanında olayların sade¬ce cereyan şekillerini aktarmakla yetin¬meyip aralarındaki sebep-sonuç bağla¬rını ortaya koyarak anlatmaya çalışmış¬tır. Özellikle kurumların bozuluş sebep¬lerine önem verip bu bozulmanın tahli¬line girişmiştir. Böylece müessese tari¬hine dair ilk denemeyi gerçekleştirdiği gibi olayların meydana gelişinde farklı bir yaklaşımı yakalamaya çalışmıştır.
Tarihin her şeyden önce bir merak ko¬nusu olduğunu belirten Cevdet Paşa, ta¬rihi mütalaa etmenin faydasının bir ola¬yın şu tarihte şöyle olduğunu bilmekten ibaret olmadığını belirtir. Ona göre ta¬rih, büyük ve önemli olayların meydana geldiği gibi güçtü bir muhakeme ile ifa¬de edilmesinden ibarettir. Bu İse eği¬tim ve telkin bakımından önem kazan¬maktadır. Ancak küçük olaylar ve önem-siz gibi görünen faktörler de mutlaka hesaba katılmalıdır. Çünkü olayların se¬bebini araştırmada bunlar da etkili ola¬bilir ve bu husus tarih ilminin asıl göre¬vidir. Bütün olaylar birbirini takip eden gelişmelerin birer sonucudur. Ayrıca ta¬rih devletin nizamının korunması için de önemlidir. Hatta Cevdet Paşa bazı ulemânın, geçmişteki usullerin yeni dö¬neme uygulanması açısından da tarihin öğrenilmesi gereken bir ilim olduğu fik¬rine katılır.
Cevdet Paşa'nın öncü rollerinden biri¬ni de Avrupa tarihine ait değerlendir¬meler teşkil eder. Osmanlı tarihi çerçevesinde Avrupa'nın iyi tanınması ve ha¬diseler üzerinde Batı'daki gelişmelerin etkileri onun için Önem kazanır. Avrupa'-daki olayları ve kurumlan sağlam bir şe¬kilde kavradığı, bunları ifade berraklığı ile nakletmesinden de anlaşılmaktadır. Osmanlı Devleti'nin çözülüşünü XVII. yüz¬yıldan başlatan Cevdet Paşa Tanzimat devri ideolojisiyle uyum içindedir ve dev¬letin restorasyona değil reforma ihtiyaç duyduğu fikrinde olan kesimin görüşlerini benimsemiştir. Bu bakımdan Doğu-Batı mukayesesi, medeniyet tarihçiliği yapan Cevdet Paşa için önemlidir. Hatta tarihî çağlar bile onu ilgilendirmiş, Av¬rupa'nın zamanlama ölçülerinin İslâm tarihine uymayacağını belirterek bunun Doğu için İslâm öncesi ve sonrası olarak ikiye ayrılması gerektiğini. İslâm dininin ve hukukunun tarihi kendi şartlarına göre biçimlendirdiğini yazmıştır. Fransız İhtilâli'ni tahlil eden ve sonuçları üze¬rinde duran Cevdet Paşa, anayasasız ve ihtilâlsiz gelişen İngiltere parlamentosu ve rejimi taraftarıdır. Osmanlı Devleti'¬nin başlıca hasmı durumundaki Rusya'¬yı çok iyi tanıdığı ve bu konuya özel bir ilgi duyduğu, Viyana sefiri Sadultah Pa-şa'ya yazdığı mektubundan anlaşılmak-tadır. Burada I. Petro ile II. Mahmud'un reformları arasında yaptığı mukayese, onun tahlil gücü hakkında fikir verebi¬lecek değere sahiptir. İngiltere'de inkı¬lâbın asil sınıfın zorlaması ve halkı yanı-na alması İle, Fransa'da halkın ayaklan¬ması ile gerçekleşirken Rusya'da ve Os-manlılar'da tepeden geldiğini belirtir. Bütün bunlar onun tarihi bir bütünlük içerisinde ele aldığını gösterir.[321]
Hukukçuluğu. Cevdet Paşa, devlet adam¬lığı ve tarihçiliğinin yanı sıra aynı zaman¬da Tanzimat döneminin Önemli hukukî düzenlemelerini yapan bir hukuk adamı¬dır. Bu dönemde hazırlanan kanunların ve kurulan müesseselerin önemli bir kıs¬mı onun İmzasını taşımaktadır. Bu se¬beple Bernard Levvis'in onun hakkında kullandığı "dâhi hukuk adamı" ifadesi[322] mü¬balağalı sayılmaz.
Öğrenimi sırasında İslâm hukuku ala¬nında özel olarak çalışmamışsa da üs¬tün kabiliyeti ve okumaya düşkünlüğü sayesinde fıkıh ağırlıklı medrese tahsi¬linden fazlasıyla faydalanmış, Lofça'da İken Halebî ve Mültekâ gibi Osmanlı-lar'ca büyük önem atfedilen fıkıh kitap¬larını okumuş, kendi ifadesiyle "ulûm-ı şer'iyyede biraz mümârese kesbetmiş-ti". Daha çok genç iken bir süre müsev-vidlik yapmış, Lofça müftüsünce verilen fetva müsveddelerini kaleme almıştır. Tanzimat'ın ilân edildiği yıl İstanbul'a gelerek medrese öğrenimine burada devam ederken gerek zekâsının parlaklığı gerekse çalışkanlığı sayesinde ilim mu¬hitlerinde kısa sürede tanınmıştır. Nite-kim Sadrazam Mustafa Reşid Paşa me¬şihattan, yapacağı düzenlemelerin şer'î yönünü aydınlatmak üzere bir ilim ada¬mı istediğinde, "arzuya muvafık meşi¬hattan gönderilen zat" denilerek kendisine Cevdet Efendi takdim edilmiştir. Yirmi dört yaşında Mustafa Reşid Pa-şa'nın yakın çevresine dahil olması ve bu çevrede Batılılaşma yanlılarının fikir¬lerinden istifade etmesi. İslâm-Osmanlı ve Batı kültürlerinin faydalı bir sentezi¬ni yapabilmesine uygun bir zemin hazır¬lamıştır. Şekilde kısmen Batılı, fakat Öz¬de daima İslâm'a bağlı kalarak hukuk sahasında daha sonra ortaya koyduğu çalışmalar onun gerçekten "arzuya mu¬vafık zat" olduğunun delilidir.
Cevdet Paşa'nın Tanzimat döneminde hukukla ilgili en önemli eserleri, hazır¬lamış olduğu kanun ve nizâmnâmelerle tesis ettiği hukuk kurumlandır. Bu alan¬daki ilk hizmetleri, 1850'de dârülmual-limîn müdürü ve Meclis-i Maârif âzası olmasıyla başlar. Bu görevlere geldikten sonra hem dârülmuallimîn nizâmnâme¬sini hem de bu dönemde Meciis-i Maâ¬rifçe hazırlanan bütün nizâmnâmeleri bizzat o kaleme almıştır. Bu hizmetle¬rinde göz doldurması, kanun ve nizâm¬nâme kaleme almada belirli bir tecrübe ve meleke kazanması sebebiyle, 1855'te Osmanlı medenî kanununu hazırlaması düşüncesiyle kurulan Metn-i Metîn Ko-misyonu'na üye seçilmiştir. Bu dönem¬de gerek adı geçen komisyondaki göre¬vinin icabı, gerekse bu sırada tayin edil¬diği Galata kadılığı dolayısıyla fıkıhla da¬ha yakından ilgilenmeye başlamıştır. An¬cak Metn-i Metîn teşebbüsü başarıya ulaşmamış, kurulan komisyon satım ak¬dini konu edinen ve bugün elde bulun¬mayan "Kitâbü'l-Büyû-"u kaleme aldık¬tan sonra çalışmalarına son vermiştir. Buna rağmen Cevdet Paşa'nın bu çalış¬madan daha sonra hazırlayacağı Mecel¬le için tecrübe kazanmış olduğu söyle-nebilir.
Cevdet Paşa kısa bir süre sonra he¬nüz otuz beş yaşında iken Meclis-i Tan-zîmat üyesi oldu (1857). Tanzimat dev¬rinde hazırlanması düşünülen kanun ve nizâmnâmeleri kaleme almakla görevli bu meclise Cevdet Paşa'nın üye olma¬sı, hem meclis hem de kendisi için çok verimli olmuştur. Bu dönemde Meclis-i Tanzimat'ça hazırlanan bütün kanun ve nizâmnâmeler Cevdet Paşa'nın kalemin-den çıkmıştır. Onun meclisteki ilk çalış¬ması 1274 (1858) tarihli Ceza Kanunnâ¬mesi üzerine olmuş ve kendisinden ön¬ce hazırlık çalışmaları başlayan kanunun kaleme alınmasında emeği geçmiştir.
Bu kanunnâmenin tamamlanmasından sonra Cevdet Paşa'nın bu defa Meclis-i Tanzimat tarafından hazırlanması kararlaştırılan Arazi Kanunnâmesi için ku¬rulan komisyona başkan olduğu görül¬mektedir. Onunla birlikte Tahsin, Arif ve Mehmed Rüşdü efendilerden oluşan ko¬misyonun hazırlamış olduğu 1274 (1858) tarihli Arazi Kanunnâmesi, Tanzimat dö¬neminin iki orijinal kanunundan biridir ve gerek dilinin sadeliği gerekse kanun tekniği bakımından devrinde hazırlan-mış kanunların en başarılı örneklerinden¬dir[323]. Ancak Cev¬det Paşa sadece kanunu hazırlamakla kalmamış, daha sonra bununla ilgili ola¬rak Tapu Nizâmnâmesi, Tapu Senedâtı Hakkında Talimat ve Tapu Senedâtı Hak¬kında Târifnâme'yi de kaleme almıştır. Ebü'l-Ulâ Mardin'e göre 100 yıla yakın bir süre hukuk fakültelerinde okutulan ve tenkitçi nazarla incelenen Arazi Ka¬nunnâmesi ve ilgili nizâmnâmelerin ek¬siklik kabul edilecek noktalarının yok denecek kadar az olduğu görülmüştür.[324]
Daha sonra Meclis-İ Tanzimat'ça yine o dönemde düzenlenen ve tam sayısı¬nın tesbiti hayli zor olan çok sayıda ka¬nun ve nizâmnâme de meclis adına Cev¬det Paşa tarafından kaleme alınmıştır. Ardından bütün bu kanun ve nizamna¬meleri Düstur adı altında bir kitapta top¬layan Cevdet Paşa, böylece bugün beşin¬ci tertibi yayımlanmakta olan ve hukuk mevzuatını bir araya toplayan bu eserin ortaya çıkmasında en önemli rolü oyna¬mıştır.[325]
Cevdet Paşa'nın Meclis-i Tanzimat'ta¬ki çalışmalarından sonra hukuk alanın¬da en önemli hizmeti Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliyye'nin kurulmasında görülür. 1860 tarihli Ticaret Kânunnâme-i Hümâyunu'-na eklenen bir zeyil İle İstanbul ve taş¬rada ticarî davalara bakmak üzere tica¬ret mahkemeleri, 1864 tarihli Vilâyet Ni¬zamnamesi ile de kaza, sancak ve vilâ¬yetlerde ceza ve hukuk davalanna bak¬mak üzere nizamiye mahkemeleri kurul¬muştu. 1868 yılında bu mahkemelerin temyiz mercii olarak Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliyye kuruldu. Bu tarihe kadar Mec¬lis-i Vâlâyı Ahkâm-ı Adliyye adıyla fa¬aliyet gösteren meclis Şûrâ-yı Devlet ve Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliyye olarak ikiye ay¬rıldı. Bugünkü Danıştay'ın ilk şekli olan Şûrâ-yı Devlet'in başkanlığına Midhat Paşa, Yargıtay'ın ilk şekli olan Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliyye'nin başkanlığına da Cevdet Paşa getirildi. Cevdet Paşa, bir taraftan Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliyye nizâm¬nâmesini bizzat kaleme alırken ve divanın sağlam hukukî esaslar üzerine ku¬rulması için gayret gösterirken diğer ta¬raftan divan üyelerinin bilgili ve dirayet¬li hukukçular arasından seçilmesi için çalıştı. Bu arada böyle bir mahkemenin faaliyete geçmesinin özellikle ilmiye sı¬nıfında tepki doğurabileceğini düşüne¬rek bunu önlemek maksadıyla, Celâled-din ed-Devvânfnin şer'iyye mahkemele¬ri yanında mezâlim mahkemelerinin de kurulabileceğini savunan Dîvân-ı Me-zâlim'e dair risalesini tercüme edip di¬vanın umumi bir toplantısında okudu.
Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliyye Nizâmnâme¬si, özellikle hâkimlerin azledilemeyeceği hükmünü getirmesiyle dikkati çekmek¬tedir. Bu hüküm, Osmanlı Devleti'nde asırlarca uygulanmış olan belirli süreler¬le hâkim tayini uygulamasına tam bir aykırılık teşkil etmektedir. Cevdet Paşa, mahkemelerde adaletin icrası bakımın¬dan hâkimlerin belli bir süre ile sınırlı olarak tayinlerinin mahzuru ve dolayısıy¬la hâkim teminatının lüzumu üzerinde ısrarla durmuş, 1872'de sadârete tak-dim ettiği bir lâyihada da şer'iyye ve ni¬zamiye mahkemelerindeki hâkimlerin azledilmemeleri gerektiğini önemle vur¬gulamıştan Cevdet Paşa daha sonra Dî¬vân-ı Ahkâm-ı Adliyye'nin iç nizâmnâ¬mesini de hazırladı ve bu kurumu biri temyiz diğeri İstinaf olmak üzere İki mahkeme halinde teşkilâtlandırdı. Bu dönemde, Cevdet Paşa'nın gerek mah¬kemenin düzenlenişi gerekse üyelerin seçilişinde büyük gayret ve titizlik gös¬termesi sayesinde önemli bir gelişme olarak sistematik temyiz usulü Osman¬lı hukukuna girmiştir. Cevdet Paşa çok sonraları 15 Temmuz 1887 tarihli bir ge¬çici kanunla divana bir de istida dairesi ekleyerek Osmanlı yargıtayının kurulu¬şunu tamamlamıştır.
Cevdet Paşa, yeni kurulan nizamiye mahkemeleri hâkimlerine ilâmları kale¬me almada kolaylık olmak üzere Cerî-de-i Mehâkim adıyla bir de mecmua çı¬kararak burada her derecedeki mahke¬me ilâmları için örnekler yayımlamıştır.
Bugünkü hukuk fakültelerinin nüvesi sayılabilecek Mekteb-i Hukuk 1880'de onun Adliye nazırlığı döneminde açılmış¬tır. 1286 (1869) tarihli Maârif-i Umûmiy-ye Nizamnamesi'nde İstanbul Dârülfü-nunu'nun şubelerinden birinin hukuk şu¬besi olacağı belirtilmişti[326]. Ancak o tarihlerde darülfünun açılamadığından bu proje gerçekleşmedi ve bu boşluğu doldurmak İçin Mekteb-i Hukuk'un açıl¬masına karar verildi. Hazırlıkları daha önce başlayan bu okulda ilk dersi, hem Adliye nâzın hem de mektebin hocala¬rından biri olması sıfatıyla Cevdet Paşa vermiştir. Mekteb-i Hukuk II. Meşruti-yet'in ilânından sonra darülfünunun bir fakültesi olarak öğretim faaliyetini sür-dürmüştür.
Cevdet Paşa'nm İslâm ve Osmanlı hu¬kukuna kazandırdığı en önemli eser şüp¬hesiz Meceîîe-i Ahkâm-ı Âdliyye'dir. Metn-i Metîn teşebbüsünden on üç yıl sonra ortaya çıkan eser, bütün İslâm dev¬letlerinde İslâm hukuku alanında hazır¬lanan ilk kanun olma özelliğine sahiptir. Cevdet Paşa'nın bu kanunun ortaya çık-masındaki rolü. Mecelleyi hazırlayan heyetin başkanı sıfatıyla sadece kanu-nun hazırlanmasından ibaret değildir. Bu noktaya gelmeden önce Fransız me¬denî kanununun alınmasını isteyenlere ve bu arada en başta Sadrazam Âlî Paşa ile Fransız büyükelçisi De BourĞe'ye kar¬şı vermiş olduğu mücadele sonunda Co-de Civiîe'in iktibası yerine millî bir kanu¬nun hazırlanması fikrini kabul ettirmesi ve bu fikre sonuna kadar sahip çıkarak Mecei/e'nin tamamlanmasını sağlaması en az telifindeki emeği kadar önemlidir.[327]
Mecelle her ne kadar bir heyet[328] tarafın¬dan hazırlanmışsa da gerek eserin ha¬zırlanmaya başlanmasında ve tamam¬lanmasında gerekse maddelerinin kale¬me alınmasında en büyük pay Cevdet Pa-şa'ya aittir. Kendisine karşı oluşan mu¬halefetin etkisiyle dördüncü kitabın ta-mamlanmasından sonra bir süre cemi¬yetten uzaklaştırılmış ve "Kitâbüt-Vedîa" onun yokluğunda hazırlanmışsa da bu kitabın hem kanun tekniği hem de ge¬tirmiş olduğu hükümler bakımından bü-yük eksiklikler taşıdığı görülmüştür. Bu¬nun üzerine tekrar Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye Cemiyeti'nin başına getirilen Cev¬det Paşa, "Kitâbü'l-Vedîa'yı toplatarak yerine "Kitâbü'l-Emânât'ı kaleme almıştır. İki kitabın karşılaştırılması, Cevdet Paşa'nın Mecelle'ye katkısını ortaya çı¬karması bakımından önemlidir.
Mustafa Reşid Paşa'nın etkisiyle el¬den geldiğince sade bir dil kullanmayı tercih eden Cevdet Paşa, gerek Arazi Ka¬nunnâmesi ve MeceJfe, gerekse kaleme almış olduğu diğer kanun ve nizamna¬melerle Türk hukuk dilinin oluşmasında önemli bir role sahiptir.
Mecelle'nin hazırlanmasından sonra Cevdet Paşa'nın başkanlığındaki Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye Cemiyeti bir de Usûl-i Muhâkemât-ı Hukukıyye kanun tasarısı hazırlamışsa da Adliye Nezâreti tarafın¬dan kanun üzerinde bütünlüğünü boza¬cak ölçüde değişiklik yapıldığından cemi¬yet bununla daha sonraki safhalarda il¬gilenmemiştir. Meceîle'nin eksik kitapla¬rını tamamlamayı hedefleyen cemiyet bu hedefe ulaşmadan kapatılmıştır. Cevdet Paşa'nın bundan sonra hukuk alanında dikkate değer bir çalışması olmamıştır.
Yanya'da vali iken Mecelle çalışmala¬rına katkıda bulunmak için kaleme al¬dığı ve "bey' bi'l-vefâ"yı konu edinen Ri-sâle-i Ve/d bir yana bırakılırsa Cevdet Paşa'nın hukuk alanında yazılmış müs¬takil eseri yoktur. Âli Ölmezoğlu. Cevdet Paşa'nın Şerh-i Kitâbü'l-Emânât adlı bir çalışmasından bahsediyorsa da[329] bu eser Ahmed Cevdet Paşa'ya de¬ğil İkdam gazetesi sahibi Ahmed Cev-det'e aittir.[330] Hayatının en verimli dönemlerini müfettişlik, vali¬lik, meclis üyelikleri ve muhtelif nezâret¬lerde nazırlık gibi çok çeşitli devlet gö¬revlerini ifa etmek, tarih, edebiyat man¬tık, matematik alanlarında muhtelif eser¬ler yazmakla geçiren, kurduğu mahke¬meler ve kaleme aldığı kanunlarla Os¬manlı hukukuna yeni bir yapı kazandı¬ran Tanzimat döneminin bu dâhi hukuk¬çusu, hukuk alanındaki mesaisini kanun ve nizamname yazmaya hasretmiş, bu yoğun çalışmalar içerisinde ayrıca hukuk kitabı yazmaya fırsat bulamamıştır.
Eserleri:
1- Târîh-i Cevdet'. Osmanlı tarihinin 1774 Küçük Kaynarca Antlaş-ması'ndan 1826'da Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasına kadar olan dönemini ih¬tiva etmektedir. On iki cilt olan eserin kaynaklan arasında vak'anüvis tarihleri, sefâretnâmeler, özel tarihler, arşiv ka¬yıtlan, resm? tezkireler ve kendi hâtırala¬rı bulunmaktadır. Eserde diğer vak'anü¬vis tarihlerinden farklı olarak Avrupa ta¬rihine de önemli bir yer ayrılmıştır. Otuz yılda tamamlanan Târîh-i Cevdet'in çe¬şitli tertip ve baskıları vardır. Bunlardan birincisi, ilk üç cildi 1270-1273'te (1854-1857) basılmış ve 1301 de (1884) tamam-lanmış olanıdır. İkincisi. Cevdet Paşa'nın bazı ekler ve düzeltmeler yapmak sure¬tiyle Matbaa-i Osmâniyye'de 1309'da (1891) yapılan baskısıdır ki buna "ter-tîb-i cedîd" adı verilmektedir.
2- Tezâ-kir. Cevdet Paşa'nın vak'anüvisliği zama¬nında (1855-1865) bizzat kendisinin de içinde bulunduğu olaylara dair tuttuğu notlardan teşekkül eden bir hatırat ni¬teliği taşımaktadır. Cevdet Paşa bu not¬lan kendisinden sonra vak'anüvis olan Ahmed Lutfi Efendi'ye tezkireler halin¬de yollamıştır. Bu sebepten dolayı da esere Tezâkir-i Cevdet adını vermiştir. Kırk tezkireden meydana gelen eserin ilk tezkiresi daha önceki vak'anüvislerin durumları hakkındadır; ardından gelen dört tezkire Ahmed Lutfi Efendi'ye ba¬zı vesikalar gönderdiğine dairdir. 6 ile 39. tezkirelerde ise Cevdet Paşa'nın biz¬zat yaşadığı Tanzimat devrinin bir kı¬sım olayları ile bu dönemin hemen hiç¬bir eserde bulunmayan siyasî, sosyal ve ahlâkî durumu yer almaktadır. Eserde Bosna - Hersek teftişi. Kozan ıslahatı gi¬bi kendisinin katıldığı olaylarla devlet ve saray adamlarının birbirleriyle olan çe¬kişmeleri, türlü menfaat çatışmaları, İs¬tanbul'un o zamanki iç yüzü samimi ve sade bir dille anlatılmıştır. Son tezkire¬de kendi biyografisi yer almaktadır. Ese¬rin ilk tezkireleri Târih-İ Osmânî Encü¬meni Mecmuası"nın 44[331] ve 47.[332] sayılarında "Vak'a-nüvis Cevdet Paşa'nın Evrakı" adı altın¬da yayımlanmıştır. Yeni harflerle tam bir neşri ise Mehmet Cavit Baysun tarafın¬dan dört cilt halinde yapılmış olup 1-12. tezkireler 1. kitap[333], 13-20. tezkireler 2. kitap[334], 21-39. tezkireler 3. kitap[335] ve 40. tezkire 4. kitap[336] olarak Türk Tarih Kurumu tarafından basılmıştır. Eserin 1986'da yine Türk Tarih Kurumu tarafından aynı tertip üzere ikinci bas¬kısı da yapılmıştır. Tezâkir-i Cevdet'in Cevdet Paşa'nın el yazısıyla olan müs¬veddeleri yirmi bir defter halinde İstan¬bul Belediyesi Atatürk Kitaplığı'nda bu¬lunmaktadır. [337]
3- Marûzât. 12SS-1293 (1839-1876) yıl¬ları arasındaki tarihî ve siyasî olayların özet halinde yazılmasını şifahî olarak is¬teyen Sultan II. Abdülhamid'in emriyle kaleme alınmıştır. Padişaha sunulması dolayısıyla müellifin "Ma'rûzât" adını ver¬diği bu eser "cüzdan" denilen kısımlara ayrılmıştır. Devrine göre sade bir dille ve beş cüzdan halinde kaleme alınan Ma'rû-zdf'ın, Cevdet Paşa'nın arîzalanndan an¬laşıldığına göre, halen mevcut olmayan birinci cüzdanı Tanzimat'tan Abdülme-cid'in saltanatının sonlarına (1273/1856), ikinci cüzdanı Sultan Abdülaziz'in ilk de-virlerine (1279/1863), üçüncü cüzdanı Sultan Abdülaziz'in aynı yılda Mısır se¬yahatinden 1281 (1864) yılında Fırka-i Islâhiyye'nin İskenderun'a çıkışına, dör¬düncü cüzdanı 1283 (1866) yılına, beşin¬ci cüzdanı İse aynı tarihte Halep zabti-yesinin tanziminden II. Abdülhamid'in saltanatının ilk devirlerine (1293/1876) kadar gelmektedir. Eser Tezâkir'le ayın zamanlara ait olup aynı kalemden çık¬mış olmasına rağmen takdim şekli, ga¬yesi ve muhtevası bakımından önemli farklılıklar taşır. Nitekim Ma'rûzât'm, Abdülhamid'in isteği doğrultusunda ve onun mizacına uygun bir dille yazıldığı ve yer yer dedikodulara bile yer verilme¬si sebebiyle Tezâkir'den ayrıldığı dikka¬ti çeker. Bu bakımdan her İki eser bir¬birini tamamlar mahiyettedir. Ma'rû¬zât'm cüzdanları II. Abdülhamid'in taht¬tan indirilişine kadar onun yanında kal¬mış, daha sonra Yıldız evrakı arasında ele geçmiştir. Bu arada birinci cüzdan kaybolmuştur. Eserin Cevdet Paşa"nın el yazısı ile olan müsveddeleri İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı'nda bulun¬maktadır[338]. Sultan Abdülhamid'e takdim edilen üç ve dördüncü cüzdanlar ise Türk Tarih Kurumu Kütüphanesindedir. İki, üç ve dördüncü cüzdanlar bazı atlamalarla Ah-med Refik (Altınay) tarafından Türk Ta¬rih Encümeni Mecmuası'nm XIV-XV1. (1924-1925) ciltlerinde neşredilmiş, ayrı¬ca eserin tamamı yeni harflerle yayım¬lanmıştır.[339]
4- Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârih-İ Hulefâ. Hayatının son yıllarına doğru yaz¬dığı bir eserdir. Hz. Âdem'den Hz. Mu-hammed'e kadar gelip geçen peygam¬berlerin kıssalarından, İslâm dininin or-taya çıkışı, Hz. Peygamber'in hayatı ve Hulefâ-yi Râşidîn ile Emevî, Abbasî ha¬lifelerinden, diğer Türk-İslâm devletle¬rinden ve Osmanlı tarihinin 1439 yılına kadar olan ilk devirlerinden bahseder. Daha çok eğitim ve öğretim gayesiyle kaleme alınan eserin tamamı on iki cüz¬dür. İlk altı cüzü Cevdet Paşa'nın sağlı¬ğında basılmıştır. Tam ve yanlışsız şek¬li ise kızı Fatma Âliye Hanım tarafından 1331'de (1915) on iki cüz halinde neşre¬dilmiştir. Bu baskı, bazı kelimelerin kar¬şılıktan parantez içinde verilerek aynen Latin harflerine aktarıldığı gibi[340] sadeleştirilmek sure¬tiyle de yayımlanmıştır[341]. Eser ayrıca Kazan Türkçe-si'ne de çevrilerek iki defa basılmıştır.[342] Bu eserinde yer yer üslûp şaheseri denebilecek örnekler or¬taya koyan Cevdet Paşa'nın dili daha son¬ra birçok yazar tarafından takdirle karşılanmıştır.
5- Kırım ve Kafkas Tarih¬çesi[343]. Halim Giray'ın Gül-bün-i /fdjıdn'ından istifade ederek ka¬leme aldığı küçük bir eserdir. Kafkas¬ya'nın tarihî coğrafyası ite buralarda ya¬şayan toplulukların etnografyasının yer aldığı kitap, İngiliz elçisi Lord Stratford Canning'in isteği üzerine Paris Konfe-ransı'nın toplanmasından önce yazılıp Mustafa Reşid Paşa'ya sunulmuştur. Re-şid Paşa eseri Fransızca'ya çevirterek Canning'e vermiştir. Kırım ve Kafkas Tarihçesi Kütübhâne-i Ebüzziyâ arasın¬da basılmış, 1918'de de Yeni Mecmua'-nın 49. sayısında neşredilmiştir.
6- Mukaddime-i İbn Haldün. İbn Haldun'un eî-cİber adlı Arapça genel tarihinin gi¬rişi olan I. cildin altıncı faslının tercüme¬sidir. Tarih felsefesinden, tarihin fayda¬larından ve tarihçilik mesleğinden bah¬seden mukaddimenin tercümesine ilk olarak I. Mahmud devri şeyhülislâmla-rından Pîrîzâde Mehmed Sâhib Efendi başlamış ve beş faslını tercüme etmiş, onun eksik bıraktığı son bölümü de Cev¬det Paşa tamamlamıştır. Eser, iki cildi Pîrîzâde'ye[344], son cildi Cevdet Paşa'ya[345] ait olmak üzere üç cilt halinde basılmıştır.
7- Belagat-1 Osmâniyye.[346] Cevdet Paşa'nın Mekteb-i Hukuk'ta okut¬tuğu edebiyat dersi notlarından meyda¬na gelmiştir. Klasik İslâm belagat anla¬yışına göre düzenlenmiş edebiyat kural-larını ve bunlara uygulanan Türkçe mi¬salleri ihtiva eder. Bu alanda yazılmış ilk Türkçe eser olup çeşitli baskıları yapıl¬mıştır.
8- Kavûid-i Osmörüyye. Eser Türkçe'de yayımlanan ilk gramer kitabı olarak önem taşıdığı gibi Cevdet Paşa'-nın hayatının sonuna kadar ilgileneceği dil konusundaki çalışmalarının da ilk adı¬mını teşkil eder. Kitabın ilk tertibi[347] Cevdet Paşa ile Keçecizâde Fu-ad Paşa'ya aittir. Ancak daha sonra Cev¬det Paşa eseri Tertîb-i Cedîd Kavâid-i Osmâniyye adıyla yenilemiş ve kendi is¬miyle bastırmıştır[348]. Kitap Cevdet Paşa tarafından ayrıca muhtasar olarak tertip edilmiş ve değişik adlarla otuzdan fazla baskısı yapılmıştır[349]. Eserin ilk tertibini H. Kelgran Almanca'ya tercüme etmiştir.[350]
9- Medhal-i Kavâid.[351] İlkokul talebelerini kavâid-i Osmâniyye'-ye hazırlamak üzere yazılmıştır.
10- Ka-vâid-İ Türkiyye. Sıbyan mektepleri için kaleme alınan bu eser ilk defa 1292'de (1875) basılmış olup Medhal-i Kavâ-id'in basitleştirilmiş şeklidir.
11- Dîvân-ı Sâib Şerhi'nin Teümmesi. İranlı şair Sâ-ib-i Tebrîzî'nin divanı Süleyman Fehîm Efendi tarafından şerhedilmekte iken onun 1845'te ölümü üzerine eksik kalan kısım Cevdet Paşa tarafından tamam¬lanmıştır.
12- Mi'yâr-ı Sedâd[352]. Oğlu Ali Sedad için yazdığı man¬tığa dair bir eser olup zamanına göre sade bir dille yazılmış ilk Türkçe mantık kitabıdır.
13- Âdâb-ı Sedâd fî ilmi'l-âdâb[353]. Tartışma usul ve kurallarını ihtiva eden eser Mi'yâr-ı Se-dâd'm bir eki mahiyetindedir.
14- Beyd-nü'1-unvân[354]. Henüz öğrenci iken Türkçe olarak yaz¬dığı bu eser İslâm ilimleri metodolojisi¬ne dairdir. 15- Takvîmü'l-edvar[355]. Şemsî-hicrî tarih esas¬larını anlatan bir eserdir.
16- Mecmûa-i Ahmed Cevdet. İslâm dinini kabul eden iki kişiye, bazı sorularının karşılığı ola¬rak Cevdet Paşa tarafından yazılıp Bâb-ı Meşihatça gönderilen cevaplan ve eski Şam müftüsü Mahmud Hamza Efendi ile dinî meselelere dair aralarında geçen yazışmaları ihtiva eder. Yazma halinde olan eser İstanbul Belediyesi Atatürk Ki¬taplığı'nda bulunmaktadı[356].
17- Hulâşatü'l-beyân fî te'lî-fil-Kur'ân[357]. Kur'an'ın cem'İni anlatan Arapça bir eserdir. Ali Os-man Yüksel tarafından Muhtasar Kur'an Tarihi adıyla tercüme edilerek Cevdet Paşa'nın hayatı ve eserlerine dair bir giriş¬le birlikte yayımlanmıştır.[358]
18- Mecmûa-i Âliye. Kızı Fatma Âliye Hanım'a okuttuğu hikmet, felsefe, ilm-i ruh, matematik, geometri, astronomi ve çeşitli İslâmî ilimlere dair dersleri bu eserde toplanmıştır. Tek nüshası İstan¬bul Belediyesi Atatürk Kitaplığı'ndadır.[359]
19- Ma'lûmât-ı Nâfıa.[360] Rüşdiye mekteplerinde okutulmak üzere yazdığı bir eseridir.
20- Hilye-i Saadet.[361]
21- Eser-i Ahd-i Hamîdî[362] İbtidâî mektepleri için kaleme aldığı bir il¬mihal kitabıdır.
Cevdet Paşa'nın bazı eserlere yazdığı ta'likatları da vardır. Ayrıca şiirlerini Sul¬tan Abdülhamid'in isteği üzerine haya¬tının sonlarına doğru bir divanda topla¬mıştır. Müellif hattıyla yazılmış nüsha¬ları İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplı-ğı'nda bulunan[363] divandaki şiirlerin çoğu kaside ve ga¬zel tarzında olup içlerinde şarkı, rubâî, tarih ve müfredier de bulunmaktadır. Cevdet Paşa'nın şiirleri, kuvvetli bir dil ve teknik bilgi ile geniş bir kültürün beslediği parlak bir zekânın ürünüdür. Ge-nellikle sade ve temiz bir Türkçe ile ya¬zılmış olmalarına karşılık şiiriyet ve li¬rizmden mahrum olan bu manzumeler, gençlik heyecanı ve muhitinin teşvikle-riyle kaleme alınmış samimi parçalar vasfını taşımaktan öteye geçmez.