« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

08 Kas

2006

EN SIHHATLİ CEMİYET

Yümni SEZEN 08 Kasım 2006

En âhenkli cemiyet millettir. En sıhhatli cemiyetin millet olduğunu tarihin akışı ispat etmiştir. Eski devirlerin milleti demek olan kavmi, tarih, yüzyılımızda millet seviyesine çıkarmış, ama kökünden koparmamıştır.

Aşiretler, toprağa yerleşme olayı, şehirler, imparatorluklar, bilhassa 19. asır sonrası, kısacası insanlık tarihi incelenirse, milletlerin, gelişmiş, en sağlam, değişmez bir cemiyet olduğu meydana çıkar.

Millet, ne fazla yakın temasın doğurduğu durgunluğu, sıkıcılığı ihtiva eden dar bir cemiyet, ne de genişlik ve kozmopolitlik içinde kendini kaybeden, şahsiyetsiz bir cemiyet değildir. En âhenkli, gelişmeye açık, şahsiyetli bir cemiyettir. Millet, ırk, dil, din, ahlâk, örf ve âdetler, ülkü gibi kendini meydana getiren unsurların âhengiyle, tabii olarak meydana gelmiş bir gerçektir. Tabii olarak derken, onun meydana gelişinde, tabiatla ve birbirleriyle olan mücadelelerini, maceralarını, bir tarafa bırakmıyoruz. Bu mücadeleler, tabiiliğin içinde yer almaktadır. Millet öyle sağlam, öyle tabii ve mükemmel bir cemiyettir ki, bunu görememek, ne cemiyeti, ne onun ilmini (sosyolojiyi), ne tarihi, ne insanı tanımamak, bu konular hakkında yeterli bilgi sahibi olmamak demektir.

Durkheim milleti şöyle tarif eder: Millet, etnolojik veyahut tarihî esaslara istinaden, aynı kanunlar altında, ayrı bir devlet olarak yaşamak arzu ve iradesini besleyen fertlerden mürekkep bir beşerî zümredir. Yalnız Durkheim’a şunu ilâve etmek gerekir ki, bu iradeye, fertlerin tek tek iradesi değil, tarih ve sosyal şuur hâkimdir.

Milletin temelinde ırk hâkim bir rol oynamakla beraber, milleti tek başına meydana getiren bir unsur değildir. Milliyet’e, buradan milliyetçiliğe geçerken ırk, bir dâva unsuru olamaz.

Milliyet, antropolojik manâda ırk birliğinin mahsulü değildir. İlmî araştırmalar, ırk meselesinde bir dâva gütmenin imkânsızlığını ortaya koymuştur. Antropolojik ırk, zoolojik bir meseledir. Buna bir de felsefe hazırlayarak emperyalizme yol açan bir kavganın kötü sonuçlarını dünya görmüştür.

Millet, sosyolojik, psikolojik ve tarihî bir varlıktır. O bakımdan milliyetçilik ırkçılık değildir. Ancak, “Bir milletin kendini etnolojik bakımdan muayyen bir zümreye, ırka mensup olduğunu idrak ve kabul etmesi, başka memleketlerde yaşadıkları halde kendi dilini konuşan zümreleri kendi ırkından sayması” da ırkçılık değildir.

Milliyette, ırkî maya fazlalık teşkil edebilir. Fakat diğer unsurları ezici hükmü altına alamaz.

Milliyette dil de önemli bir yer işgal eder. Ancak, sadece bunu esas almak yine bizi hataya düşürebilir. Aynı etnolojik zümrenin, birbirinden farklı lehçelerle konuşan zümreleri olduğu gibi, tarihî maceralarla, başka dillerin etkisiyle, başka bir dil konuşan bir zümre olarak da karşımıza çıkabilir. Çoğunlukla İran tesiri ile Doğu Anadolu’muzun bir kısım halkı böyledir. Bütün bunlar ana zümreden olmaya mâni değildir. Bütünleşmiş olan bir sosyal tip ve bir temel şahsiyet yoksa, yalnızca yazı veya Pazar dilinin müşterekliği, bir milletin mevcut olması için kâfi değildir.

Ancak uygun bir dil politikasıyla, milletin kendi dilinin bozulması, farklılaşması önlenebilir ve birlik temin edilebilir. Yazı hayatı olmayan dilleri ayrı bir dil imiş gibi almak da yanlış olur.

İsviçre’de de bir dil meselesi vardır. Üç dil bir aradadır. Gerçi bazıları, İsviçre’yi bir millet değil, bir federasyon sayarlar. Bu, münakaşa götürür bir konudur.

Batılı kaynaklara dayalı olarak milleti çok geniş bir şekilde tarif etmek isteyenler olmuştur: Millet demek, herhangi bir esas etrafında toplanmış, mütesanit bir insan kütledi demektir. (İ. Hâmi Danişmend)

Burada, herhangi bir esas, bazı cemiyetlerde ırk (Almanya), bazılarında dil (Slav, Arap), bazılarında kültür (Fransa), bazılarında tâbiyet (Amerika), bazılarında vatan (İsviçre) olarak iddia edilmektedir. Bu tarif çok genel bir tarif olarak alınabilir. Fakat kötüye kullanılabileceği gibi, belirsizlik de getirebilir. Ayrıca Millet ve Milliyet kavramlarının arasını açmaktadır. Halbuki millet ve milliyet arasında bir ilgi, hatta ayniyet kurulması zarurîdir.

Milleti meydana getiren unsurlar bir değil, birden fazladır. Dikkatli davranacağımız husus, bu unsurlardan bir tanesinin yalnız başına bırakılmamasıdır. Yine Birliği meydana getiren esaslar bir idrak ve şuur halini almamışlarsa, milletten milliyete geçilmemiş olur.

Unsurların birleşmesi belli bir tip meydana getirir. Le Play ve Henri Tourville’e göre her cemiyet ayrı bir tipe girer ve her tipin kendi içersinde göz önüne alınması gerekir. Her biri kendi yapısına göre tekamül eder. Her cemiyet kendine göre bir sentez ve bütün meydana getirmiştir. Bu bütün, başka bir cemiyette aynı ile bulunamaz.

Millet bütünlüğü, unsurlardan birine bağlanamayacağı gibi, siyasî bir yapıda da aranamaz. Siyasî bir yapıya bağlarsak,ü geçici bir zaman için istiklâlini kaybeden bir cemiyeti, millet saymamak lâzım gelir ki, bu, millet gerçeğine aykırıdır.

İçinde yaşamakta olduğumuz ve dışına çıkmamız mümkün olmayan millet, medeniyet şartlarını da kendinde toplar.

Milletin teşekkülü hakkında, ilim adamları, felsefeciler, çeşitli görüşler getirmişlerdir. Tarihî münasebetler, etnik organizasyon, şehirleşme, şehirler arası münasebetler, tarihî merkezleşme, siyasî parçalanma, yani imparatorlukların parçalanmasıyla zaten mevcut olan kavmî tabanın meydana çıkması, büyük endüstriden doğan emperyalizmin parçalanması demek olan ekonomik parçalanma, milletin teşekkülü ve tarihî macerasında sözü edilen görüşlerdir.

Millet ve milliyet teorileri de çeşitlidir: Onun karakterinde coğrafî temel, nüfus ve işleyiş tarzı ile kültür birliği arama, ırkçı veya maneviyatçı ya da ideolojik görüşler, siyasî veya ekonomik milliyet teorileri, bunlar arasındadır. Teorilerden herhangi birini seçmek zarureti yoktur. Mühim olan şudur: Milletler bir gerçek midir, değil midir? Bu teoriler, gerçeğin birer yüzünü ifade etmekten başka bir şey yapmıyorlar. Bunlar gerçeğin izah yollarıdır.

Millet ve milliyetçilik çok macera atlatmıştır ve bu macera devam etmektedir. Ama bu macera hiçbir zaman milletin zararına olmamıştır ve bu, olamayacağı için de bir delildir.

Bu bakımlardan, milleti tekrar tekrar tarif etmek gerekir: Millet, kavim özelliğini muhafaza eden, kavim bağlarından kopmamak şartıyla onu aşan, ona yeni şeyler katabilen, tarihin meydana getirdiği, unsurlar arasındaki âhenkle bütünlüğü olan, ayrı bir devlet kuran, fertlerin ve devletin iradesi arasında bir birlik olan, gelişmeye ve en büyük evrensel hakikate açık, bu hakikati sinesinde barındıran ve onu yaşayan, medeniyetçi, içte âhenkli, dışa karşı şahsiyetli, hür ve demokratik bir cemiyettir.

Bu cemiyete mensup olma şuuru, milliyet, bunu anlamayan veya bozmaya çalışanlara karşı bu şuuru muhafaza ve müdafaa da milliyetçiliktir.

Milleti vasıflandırmada, tarihin derinliğinden gelen ana unsurdan koparmamalı, antropolojik bir ırk dâvası gütmemeli, geriye doğru değil, ileriye doğru götürmeli, ona katılan unsurların âhengini belirtmeli, yalnızca birini almamalıdır. Gelişmeye, medeniyete açık tutulmalıdır. Kendi içine kapalı ve yalnız değil, evrensel hakikate açık bırakılmalıdır. Fertlerde olduğu gibi cemiyetlerde de şahsiyet vardır. Milleti vasıflandırmada bu şahsiyeti belirtmekten vazgeçilemez. Yine milletin, hür, demokratik bir nizamın dışında görülmesi, millet vasfına uygun düşmez.

Milleti tarifte hem realist, hem idealist davranılmalıdır. Yalnız fotoğraf makinesi gibi hareket edilmemeli, gerçeklere sırtını çevirip hayal kurmak yoluna da gidilmemelidir.

Millet, binlerce sene boğuşmalar, çekilen çileler sonucu meydana gelmiştir. Bir milleti millet yapan şeyler arasında, yalnız kahramanlıklar değil, çekilen çileler, hazin ve ızdıraplı devirler de vardır. Hatta bazen bu ızdıraplar ne kadar fazla ise, milliyet ve milliyetçilik o kadar kuvvetli olur.

İnsanın gelişmesine imkân veren, insanı insanlaştıran sıcak bir muhittir. Fertler arasında karşılıklı sevgi, itimat ve emniyettir. Ferdin cemiyete sadakatidir. Sosyologlar ve hukuk tarihçileri ispat etmişlerdir ki, teşekkül etmiş insan topluluklarının, milletlerin yaşayabilmelerinde, devam ve bekasında, payidar olmasında, en önemli, en kuvvetli sebep, fertlerin bağlı oldukları kütleye sadakati olmuştur.

Bu sıcak muhit çok önemlidir. İnsanı sıkıca sarar. Meselâ: Anadolu’dan kalkıp, İstanbul’a gelen bir insan, bu şehrin kozmopolitliği içinde kendini garip hisseder. Bunca cami ve minarelere, Müslüman bir Türk, başka bir Müslüman ülkeye gittiği zaman, diğer ülkelere nazaran rahatlık hissetmekle beraber, gariplik ve iç sızısından kurtulamaz. Aynı din muhiti olmasına rağmen, sevgi, itimat, emniyet bağları değişmiş, muhit sıcaklığı kaybolmuştur.

Kendi içimizde bile yabancılaşma başlayınca, huzursuzluk duymaktayız. Bunun en güzel misali, kendi öz vatanında garip ve öksüz bırakılmış Türk Milleti’nin duygularıdır.

Milletin, inkârı imkânsız gerçekliği, çeşitli misallerle, tarihî ve günlük olaylarla anlaşılmaktadır.


Günümüzde İslâmiyet ve Milliyetçilik, sh: 11-17

Ziyaret -> Toplam : 125,07 M - Bugn : 89855

ulkucudunya@ulkucudunya.com