« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

29 May

2012

Seyyah-ı Fakir Evliya Çelebi - Dilaver Cebeci

Sinan KÜÇÜKLER 01 Ocak 1970

Ne de zor iştir, kalemine ruh üflenmiş büyük mütefekkirleri kaleme almak. Onları yazmak için onların ruhlarında nefes bulmak gerekir. Ön yargılarınızı yıkıp, kendi doğrularınızdan arınıp yazdığınız sanatçının canından bir parça olmalısınız. Ele aldığınız kalemin gözünden dünyaya bakmaktan öte, gözü olmalısınız. Ama öyle yazarlar vardır ki onların dünyayı gören gözü olsanız da yine başaramazsınız, o yazarların gönül dünyasında sürüklenmeyi ve onları anlatmayı. Bu yüzden ne kadar çabalasanız da yazdıklarınızın bir yanı eksiktir ve yazdıklarınız bu münevver yazarları tam manasıyla anlatmaktan aciz, yoksun bir o kadar da yayımlanmaya ürkek kalır. Bu noktada bir çare yazarı anlatmayı kendisine bırakır, onun her kelimesinde onun dünyasına yelken açarsınız da o zaman anlam bulur anlattıklarınız.
İşte Dilaver Cebeci böyle bir yazardır. Anlatılmaz, anlatıldığında da eksik kalır. Ne zaman ki Dilaver Cebeci’yi, O’nun kaleminden dinlerseniz o zaman anlarsınız. Ama ilk adımı siz atmalısınız. Siz başlarsınız söze; O, sözüyle tamamlar kendini anlatmayı. Sözümüzün ardını getirmesi dileğiyle başlayalım söze.
Dilaver Cebeci, 1944’e bir kala Gümüşhane-Kelkit’ de dünyaya gelmiştir. Bir kaç il değiştirmiş, birkaç fakülte bitirmiş, birkaç kurumda çalışmıştır. Aldığı eğitimler, statüler elbette önemli ama eminiz ki o mütevazi insan kendi hayatını anlatırken aldığı eğitimleri, bulunduğu statüleri anca böyle anlatırdı asıl konuya geçelim der gibi… Dilaver Cebeci her Müslüman-Türk genci gibi maneviyat pınarlarından beslenmiş, bunu aldığı eğitimlerle tamamlayarak ruhuna Türk-İslam Ülküsü’nü; ilimle aklına, aşkla ruhuna ilmek ilmek işlemiştir. Bizim sözümüzün ardından Dilaver Cebeci alır sazı, şu mısralar dökülür kaleminden aşk ve dua ile:
Tesbihim ülkümün doğum sancısı,
Tesbihim alnımda otuz üç damla ter,
Allahu Ekber Allahu Ekber Allahu Ekber…

Şairimiz başka bir şiirinde Türk İslam Ülküsü motifini böyle işler:
Dokuz ışık kör zulmeti yaranda
Dokuz sene şölen olur Turan’da
Ol Yezdan'ın va'di Kur' an' da.
İşte bizler onu anlatmak için cümle üstüne cümle sıralarken o kendini birkaç mısra ile
anlatıverir. Biz yeteneksizliğimize yanarken, onu hayran hayran dinlemekte çare buluruz.

Dilaver Cebeci; yüksek katlı binalarda oturan, Hakk’tan ve halktan kopmuş bir aydın değildi. O, Türk Tarihi’ni, Cumhuriyet Tarihi’nden ibaret sayan Kemalist aydınlara benzemez, Türk Tarihi’ni sadece Osmanlı İmparatorluğu’nun zaferleri üzerine inşa etmiş bir kesim aydına hiç benzemezdi. O’nun için Türk’ün tarihi bir çınar ağacıdır. Bu çınar beş bin senelik maziye sahip her anında bozulmadan ama büyüyerek yaşamış, yaşayan ve ebediyen yaşayacak, dalları gür ve her dalında ayrı bir güzellik sergileyen büyük bir çınar ağacıdır. Dilaver Cebeci bu düşüncelerimizi teyit etmek istercesine girer hemen söze, bizi daha fazla yormaz ve iki mısrayla Türk Tarihi’nin bütünlüğünü betimlerken O; biz O’nun bu üstatlığı karşısında hayranlıkla kalakalırız:
Dağları Tanrı'ydı, Süphan'dı, Nur'du,
Göklerin sesini duya geldiler.
Bu büyük şairimiz gerçek bir Türk’ün aydınıydı. Toplum meseleleri üzerine kafa yorar, çıkış yolunu öze dönmekte bulurdu. Türk toplumunun sözde çağdaşlaşma anlayışını, Avrupa yaşam tarzının benimsenmesine karşı çıkmıştır. Bizim olmayan kültüre sarılan nesli lirik bir anlatımla hicvetmiştir. Tam da burada Dilaver Cebeci heyecanla giriyor sözümüze ve bakın öze dönüşte neler söylüyor:
Dinleyin hele dinleyin çağdaş kadınlar!
Gamzesiz, zülüfsüz, yorgun kadınlar!
Mor mor halkalarda tutsak kadınlar!
Birer bıçak vermedi mi ellerinize Züleyha?
Çizdirmedi mi güzelliği avuçlarınıza?
Bilemiyoruz ki Dilaver Cebeci’nin hangi güzel vasfını anlatalım. O, büyük mütefekkirliğinin yanında samimi bir Türk İslam ülkücüsüydü. Ülküsünü bilen, bildiğini yaşayan ve Türk Milleti’ne, Türk İslam Ülküsü’nü öğreterek yaşatma gayretine hayatını vakfetmiş bir dava neferiydi. Başbuğ Alparslan Türkeş’i her ülkücü gibi gönlünde ölümsüzleştirmiş, yolunu yolu saymış, onun ilminde ve ruhunda nefes bulmuştur. Başbuğ’a olan sevgisini aşağıdaki mısralarda ne de güzel anlatmış. Belki bu sevgi O’nun ama bu ifade bizim Başbuğ’a olan sevgimizin de ifadesi olarak onun kaleminde ruh bulmuştur:
Sevgimi üç bin yıl sonra doğacak torunuma yolluyorum.
Trahomlu şairler doğruluyorlar masaların altından,
Elleri fahişelerin karanlık saçlarında,
Benim kalemimden kan değil süt damlıyor.
Geceler boyu böyle geleceği emziriyorum.
Kahrolayım sevmedim ülküden başkasını,
Bir de seni çok seviyorum.
Kaleminden süt damlayan yazarımız, Dündar Taşer’i ağabey saymış; Dündar Taşer ile gönül köprüsünü kurarak ruhunun en derinlerinde ağabeyini yaşamış, yaşatmıştır. Dündar Taşer’in davasına erken vedasından kendisine pay çıkarmıştır. O’nun kaldığı yerden davaya hizmeti görev bellemiş, erken gidişine de bir sagu tutturmuştur. Buyrun bakın Dilaver Cebeci yine bizi alt ederek Dündar Taşer’e karşı hissettikleri için, son sözü Azerbaycan Türkçesi ile nasıl da güzel söylemiş:
Dündar Ağam, çoh görestim hardasan?
Eller sanir bir karanluk gordasan
Mene göre Tanrı nerde ordasan
Bahar gelür, mökkem buzlar çözülür,
Gözelerden duru sular sözülür
Durmak olmaz! Dündar Ağam üzülür.
Dilaver Cebeci, ülkücü neslin şerefli mücadelesini ve çağa inat Hakk’ı, hakikati ve özü yaşamalarını ruhunun derinliklerinde hissetmiş ve yaşamıştır. Bu şerefli neslin ülkülerini benimsemiş, şahadet şerbeti içmeyi şeref saymış ve bu şerefe nail olmuş ülkü erlerini şiirlerinde hep anmış ve onları gelecek nesillere anlatma noktasında önemli bir görev üstlenmiştir. Onların dünyaya bakış açılarını, yaşam tarzlarını, çağdaşlaşma sevdasında boğulan nesiller içinde özünden kopmadan din, töre, kültür ve ortak ülkü etrafında birleşmiş bu pırlanta neslin bir neferi olarak bizlere en iyi şekilde aktarmıştır. İlk şehidimiz Ruhi Kılıçkıran için yazdığı şu mısraları unutmak mümkün değil. Hele şehidimizi bu şekilde tasvir etmek bizim açımızdan hiç mümkün değil:
Bir cemresin şehidim, toprağıma düştün.
Gözleri dolu bulutların, bulutlar boşalacak,
Yağmurlarda, berekette ellerin.
Şehitlerimizi şiirlerinde yaşatan şairimiz bu kutlu mücadelenin erlerini yine ruhumuza dokunacak şekilde ifade ettiği şu mısralar gönlümüzü okşarken, bedenimizi bir titreme alır ve tüylerimiz diken diken olur:
Onlar, Oğuz mayası gök ışığın erleri,
Onlar, ülkü çağının bahadır melekleri...
Mor dağların göğsünde kaldı pençe izleri,
Hacerü'l Esved gözlerini gönlümüze resmettiler...

Ülkücü Hareket’in Türkiye sevdası, bitmez ve tükenmez coşkun ırmaklar misali gönül diyarından akarken döküldüğü yer; Türk ve Türkiye sevdalısı Dilaver Cebeci’nin, “Türkiye’m” şiirinde en iyi şekilde yer bulmuştur. En son sözü Türkiye’m ile yine Dilaver Cebeci alırken, O’nu minnet ve saygıyla anıyoruz:
Türkiye’m
Baş koymuşum Türkiye’min yoluna
Düzlüğüne yokuşuna ölürüm
Asırlardır kır atımı suladım
Irmağının akışına ölürüm…

Sevdalıyım yangın yeri bu sinem
Doksan yıldır çile çekmiş hep ninem
Pınarlardan su doldurur Eminem
Mavi boncuk takışına ölürüm…

Düğünüm, derneğim, halayım, barım,
Toprağım, ekmeğim, namusum, arım
Kilimlerde çizgi çizgi efkarım,
Heybelerin nakışına ölürüm…

Ziyaret -> Toplam : 125,29 M - Bugn : 48124

ulkucudunya@ulkucudunya.com