« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

04 Haz

2012

Hz. Muhammed’in Kabile Reislerini İslam Toplumuna Kazandırma Çabaları: Durumun Ebû Sufyân İbn Harb Örneğinden Yola Çıkılarak Tahlili

MİZRAP POLAT 01 Ocak 1970

Ebû Sufyân’ın (d. takriben 565, ö. 652) asıl ismi Sahr İbn Harb’dir. Ama o
daha çok Ebû Sufyân künyesiyle bilinir.1 O zengin bir tüccar ve Mekke’nin en
sözü geçer kabilesi olan Kureyş kabilesinin İslamın ilk tebliğ dönemindeki en
etkin boyu olan Ümeyyeoğulları’nın en muktedir reislerindendi. Hz. Muham-
med’le akraba olmasına rağmen, Mekke’nin 630 yılında Müslümanlar tarafın-
dan fethine kadarki 21 yıllık dönemde İslam karşıtı cahiliyye duruşunun lide-
ri konumunda bir kişiydi. Hz. Muhammed’in Peygamberlik döneminin tama-

1 Araplarda saygın kişiler genelde kendi ismiyle çağrılmayıp, kendilerine ilk doğan çocuklarının
ismine nisbeten verilen künyeleriyle hitap olunurlardı.
AÜİFD XLIX (2008), sayı II, s. 185-196
mının 23 yıl olduğu göz önüne alınırsa, bu 21 yıllık sürecin ne denli önemeli
olduğu yakinen anlaşılır. Bu ilk dönem İslamın varoluş süreci olup Müşriklere
karşı verilen hayati mücadelenin en ağır ve en kritik dönemidir. Bu dönemde
Hz. Muhammed’in, Mekke’de İslam öncesi inancın ve toplum düzeninin esas
taşıyıcısı rolündeki kabile ileri gelenleri ve tüccarlar ile sürekli bir mücadele
içinde olduğu gözlemlenmektedir. Bu toplum düzeni sosyal, kültürel ve dinî
yönden önemli iki unsuru ihtiva etmekteydi. Bunlar putperestlik ve kabileci-
lik idiler ki, bunlar sayesinde sözü geçen kabile başları ile tüccarlar İslamiyet
öncesi Mekke toplumunda etkin statülerini koruya gelmişlerdi.
Mekke önemli bir ticaret yolu üzerinde olan bir şehir olması ve Kaabe’ye
yapılan hac ziyareti vesilesiyle Kuzey Arabistan’ın önemli bir ticaret ve seya-
hat merkezi konumundaydı. Mekkeli ve civardaki diğer tüccarlar şehrin hem
dinî ve hem de ticarî yönden önemli olan bu coğrafî konumundan maksimum
düzeyda yararlanma yönüne gitmişlerdir. Hac mevsiminde Mekke civarların-
da kurulan panayırlarda ticarî mallarını pazarlamış ve hatta kendi mallarının
pazara hazır olma zamanlarına göre Hacc’ın belirlli olan ifa edilme tarihlerini
bile değiştirme yoluna baş vurmuşlardır. Bu anlamda din de tüccar sınıfının
yararlandığı sosyo-ekonomik bir araça dönüşmüştür. Putperest Mekke toplu-
munda aslî anlamda din ve devlet otoritesi olmadığından, kabile başları ile
tüccarlar şehirde tek güç sahibi konumunda idiler. Mekke’de putperest bir
inançtan ve buna has dini tazim şekillerinden bahs etmemize rağmen bir inanç,
ibadet ve yaşam biçimlerinin bütünlüğünü ifade eden sistemleşmiş ve kurum-
laşmış bir dinden bahsettmek kanımca mümkün değildir.
İslamiyet M.S. 613’de açık ve yoğun olarak tebliğ edildiğinde2 Hz. Pey-
gamber diğer kabile önderleri ver tüccarların yanısıra Ebû Sufyân’ı da İslam’a
davet etmişti.3 O da diğer tüccarlar gibi İslamı kabul etmeyi reddetmişti. Hz.
Ebû Bakr ile Hz. Osman ise, İslamiyetin zorluklarla dolu bu ilk zamanlarında
tüccarlar arasında İslam’ı kabul etmiş olan birkaç istisna isimdendir.
Ebû Sufyân Ümeyyeoğullarının uhdesinde bulunan ve babası Harb’ten
devr aldığı Mekke’deki en önemli geleneksel görevlerden biri olan Kureyş‘in
silahlı güçlerine savaş zamanlarında kumuta görevini de elinde tutmaktay-
dı.4 Kiyâde (el-qiyâda)5 olarak adlandırılan bu askerî kumanda görevi, Ku-
2 610 yılında Hz. Muhammed Allah tarafından ilahi vahye elçi kılınmış ve yaklasik 3 yıl sonrada
vahyi açık şekilde tebliğle emr olunmuştu. Bkz. Kur’ân-Kerim, 26: 214, 74: 2-4, 15: 94.
3 Ahmed İbn Yahyâ el-Balâzurî, Ansâb el-Eşrâf. c. 1, Ed. M. Hamîdullâh, Kahire 1959; c. 4/1, Ed.
İhsân Abbâs, Bibliotheca Islamica 28d, 1979 Wiesbaden; c. 4/B, Ed. Max Schloessinger ve
diğerleri; c. 5, Ed. S. D. F. Goitein, 1938 Kudüs, s. 8 (No 14).
4 Ebû-l-Cafer Muhammed İbn Habîb, Kitâb el-Muhabbar. Ed. Ilse Lichtenstädter, Haydarabad, 1942
(1361 h.), s. 165.
5 El-Kiyâda görevi hakkında daha geniş bilgi için bkz. el-Belâdurî, a.g.e., s. 6; el-Musab İbn Abdil-
reyş’in Mekke’de en güçlü kabile olması hasebiyle, taşıyıcısına bu şehirde
önemli bir liderlik konumu kazandırıyordu.
Ümeyyeoğulları uluslararası ticaretle meşguldü ve isim babası Umayya
el-Ekber’den beri en önemli sermaye sahiplerindendi. Mekke’de sözü geçen
etkili bir boy olarak sahip oldukları dikkate değer sosyal konumlarından
dolayı Ebû Sufyân’ın boyu diğer önemli komşu ve akraba boylar ile sosyal,
politik ve ekonomik rekabet içerisindeydi.6 Bu boylardan biride yine Ümey-
yeoğulları gibi Kureyş kabilesinin bir alt boyu olan Hz. Peygamberin ait ol-
duğu Haşimoğulları boyu idi. İslamiyetin 613’de alanen tebliği ile birlikte
Ümeyyeoğulları ve diğer sözü gecer boyların rekabet isteği yeni bir boyut
kazandı.7 İslamiyetin önemli kabile önderlerince kabul edilmemesinde Mek-
ke’deki boylar arası bu rekabetin rolünü putperest kabile başı Ebû Cehil’in
şu sözleri çok iyi açıklamaktadır: Hz. Peygamberin amcası Abbâs Mekke’de
Mekke kuvvetlerinin Bedir’e yürümelerinden birkaç gün önce kız kardeşi
Atike’nin Kureyş için endişe verici rüyasını Ebû Cehil’e nakl edince, Ebû Ce-
hil ona Hz. Muhammed'in ataları ile kendi atalarının önceden beri Siqâya,
Hicâba, Nadwa ve Rifâda olarak adlandırılan Hac ile de ilgili onure edici
görevlerin8 kim tarafından yerine getirileceği konuları da dahil olmak üze-
re pek çok konuda mücadele içerisinde olduğunu söyleyip, şimdi de Haşi-
moğulları bizim boynumuza, içlerinden Peygamber çıktğını iddia ederek üs-
tün gelmek istiyorlar diyerek Lât ve Uzza putları üzerine yemin edip buna
asla izin vermeyeceğini söylemişti.9
Zengin aileler İslam’ı içtimai ve dinî açıdan mevcut toplum düzenine
yabancı bir hareket olarak değerlendirip, onu politik ve ekonomik açıdan
tehlike unsuru olarak görmüşler ve yok etme yönünde bir tepki ortaya koy-
muşlardı. İslam sadece yeni bir inanç şekli değil, ayrıca kabile yapılarına
dayanmayan yeni bir sosyal ve politik sistem istiyordu. Bu sistem içerisinde
kabile esasına dayanan geleneksel önderlik unsurlarına rol biçilmediği gibi,
lah Ez-Zubeyrî, Kitâb Nasab Kureyş. Ed. E. Levi-Provencal. Kahire, 1953, s. 122; Muhammed
Hamidullah, İslam Anayasa Hukuku. Ed. Vecdi Akyüz, İstanbul, 1995, s. 20.
6 Ebû-l-Cafer Muhammed İbn Habîb, Kitâb el-Muhabbar, s. 166 vd.; İbn Habîb, Kitâb el-Munam-
maq. Ed. A. Farıq, Beyrut, 1964, s. 42 vd.
7 Emeviler ile Hâşimiler arasında geçen İslamiyet öncesi mücadeleler hakkında ayrıntılı bilgi için
bkz. Taqîy ed-Dîn Ahmed İbn Alî El-Maqrîzî, An-Nizâ wa-t-tahâsûm fîmâ bayna Banî Hâşim wa
Banî Umayya. Deutscher Neb. Tit: Die Kämpfe und Streitigkeiten zwischen den Banû Umayya
und Banû Hâşim. Eine Abhandlung von Taqijj ad-Dîn El-Maqrîzijj. Hrsg. G. Voss, Diss., Leiden,
1888; İbrahim Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlîşkileri (İslam Öncesinden Abbâsîlere Kadar). Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları No: 252, İlmî Eserler Serisi 50, Ankara, 1997.
8 Bu görevler Mekke’de liderlik ve şerefi temsil ettikleri için, onları deruhte edenlere toplumda
önemli bir itibar kazandırmaktaydılar. İbni Habîb, Kitâb el-Muhabbar, s. 164 vd.
9 Muhammed İbn Ömer el-Vakidî, Kitâb el-Mağâzî. Ed. Marsden Jones, c. 1-3, London, 1966, c. 1,
s. 29 vd.
Hz. Muhammed'in Kabile Reislerini İslam Toplumuna Kazandırma Çabaları
zenginlere zakat, sadaka ve kurban gibi önemli mali yükümlükler yükleni-
yor ve hiç kimseye doğuştan gelen dokunulmazlıklar ve imtiyazlar sağlan-
mıyordu. İslamın getirdiği dinî, siyasî, sosyal ve ekonomik kurallar ve yü-
kümlülükler, Peygamberlik gibi hem dinî ve hem de siyasî otorite merciine
itaat etme gereği, devlet geleneği, bağlayıcı ve köklü kuralları olan bir dine
sahip olmayan Kuzey Arabistan Araplarının geleneksel kabile önderleri ve
tüccarları için oldukca zordu.10 Bunlar asırlarca kendi üzerlerinde bir hü-
kümran ve kanun koyucu olmadan örfe ve adetlere göre hayatlarını düzen-
leyen toplumun önderleriydiler. Yani, kabile şefleri İslamın bu şart ve hü-
kümlerini toplum içerisindeki kontrolsüz ve sınırsız iktidarlarının ve ticaret-
lerinin devamı önünde bir engel olarak görüyorlardı ve İslama dinî olmak-
tan çok siyasî, ekonomik ve sosyal açıdan tereddütle yaklaşıyorlardı. Tered-
dütlerinin bu gerçek nedelerini ise çoğu kere açıklamayıp, İslam karşıtı tutum
ve eylemlerini atalarının dinine bağlılık bağlamında kendi kamu oylarına açık-
lamayı daha uygun buluyorlardı.11 Aslında Mekkeli kabile önderlerinin bir
çoğu zaten ahiret inancı olmayan12 ve hatta putperestliğe de inanmayan ate-
istlerdi.13 İbni Habib, bizatihi Ebû Sufyân'ın da dahil olduğu bir çok kabile
reisinin Müslüman olmadan önce zındık olduklarını beyan eder.14 Ayrıca ilk
Müslümanların çoğunluğunu o günkü toplumun madden zayıf kesiminden
insanlar oluşturuyordu. Bu nedenle Mekke'nin Cahiliyye toplumunda önemli
bir statüye sahip olan şahısların bir kısmı İslam'ı kabul etmeyi ve böylece fakir
Müslümanlar ile aynı seviyede olmayı bir statü kaybı olarak değerlendiriyor-
du.15 Örneğin: Ebû Sufyân İslam'ı kabul ettikten sonra, Peygamber ona, İs-
lam'ı neden daha önce kabul etmediğini sormuştu. O da buna kendisinin Ku-
reyş içerisindeki mevkiinin engel olduğunu ifade etmişti.16
Ebû Sufyân ve diğer Mekkeli tüccarlar ile kabile reisleri Suriye, Anado-
lu, Irak gibi Bizans ve Sasani bölgelerine sık sık seyahat edip oralardaki
yüksek kültürleri ve dinleri tanıma imkanı bulmuşlardı.17 Bundan dolayı
onların Kuzey Arabistan’nın hem dinî ve kültürel, hem de ekonomik ve po-
litik yönden daha da geri kalmış olduğunu bildikleri söylenebilir. İslamın
buradaki toplumun gelişmesi ve yenilenmesi açısından bir şans olduğu ger-
çeğine rağmen kervan tacirleri ile kabile önderleri çoğunlukla İslam’a karşı
10 Kuran-ı Kerim, 36: 47.
11 Kuran-ı Kerim, 2: 170.
12 Kuran-ı Kerim, 36: 78-79; 30: 7.
13 Kuran-ı Kerim, 6: 29.
14 Ibni Habîb, Kitâb el-Muhabbar, s. 161.
15 Kuran-ı Kerim, 2: 13.
16 El-Belâzurî, Ansâb el-Eşrâf, c. 4/1, S. 10 (No 24).
17 Ibni Habîb, Kitâb el-Muhabbar, s. 162 vd.
putperestliği savunuyorlar, İslam’ı gönüllü olarak kabul etmek istemiyorlardı.
Bunun sebeplerinin neler olduğunu buraya kadar açıklamaya çalıştım. Bura-
da cevabı iki cümle ile özetlemem gerekirse şunu söyleyebilirim: Bir yandan
sosyal ve politik yönden statü kaybetmekten, finansal ve dinî yükümlülükler
altına girmekten korkuyor olmaları, diğer yandan da kendi boyları ile Hz.
Peygamberin boyu arasındaki çekişmeler Mekkeli üst düzey insanları İslam’a
karşı çıkmaya sevk etmişti. Bu bağlamda birçok kabile önderinin Hz. Peygam-
bere karşı direnmelerini sadece ve sadece putperestliğin monoteist bir dine
karşı çaresizce bir karşı koyuşu değil, sosyal, siyasal ve ekonomik açıdan eski-
nin yeniye, zamanı geçmiş olan sutatikonun geleceğe karşı son bir engelleme
çabası olarak da tefsir etmek gerekir kanaatindeyim.
Mekkeli putperestlerin İslamiyet ile ilk ciddi askerî çatışmalarında, Bedir
Muharebesinde (2 h. / M.S. 624) putperestler beklenmedik bir yenilgiye
uğramışlardı. Bu savaşta Ebû Sufyân’ın Hanzala adında bir oğlu ölmüş, di-
ğer oğlu Amr da esir alınmıştı.18 Daha sonra gerçi Amr Ebû Sufyân tarafın-
dan Mekke’de esir alınan bir Müslümana karşı serbest bırakılmıştı.19 Ayrıca
kayınpederi Utbe ile kayınbiraderi Welîd de bu savaşta ölmüşlerdi.20
Medineli Müslümanlar askerî eylemleriyle Mekkelilerin ticaret yollarını
bloke etmeye, böylece onların en önemli geçim kaynakları olan kervan tica-
retini felce uğratmaya çalışıyorlardı. Hatta bunu Bedir Muharebesinin en
önemli amaçlarından biri olarak görmek gerekir.21 Bedir Muharebesi ayrıca
Mekke’nin ticaret ile uğraşan ailelerinin ve kabile başlarının İslam’a karşı
düşmanca tavırlarına bir cevap niteliği taşımakla birlikte onların toplum
nezdindeki konumlarını da zedelemiş ve burada alınan zafer Müslümanlar-
da kabileler üstü bir aidiyet ve kimlik bilincinin gelişmesine katkıda bulun-
muştur. Çünkü ilk olarak bu savaşta Kuzey Arabistan insanı kendi kabile
reislerine ve dahası yakın en akrabalarına karşı inanç ve fikir bazında bilinç-
lenerek savaşmışlar ve bunu da, kabile asabiyetine dayanmayan bir kimlik
ve aidiyette organize olarak yapmılardı. İslam bir kabile dini, Hz. Peygam-
ber de bir kabile reisi ve Müslüman toplumu da bir kabile veya bir kabileler
konfederasyonu olmadığı bu savaşla belirgin olarak ortaya çıkmıştır.
Bedir Savaşında aile fertlerinin kaybı, Ebû Cehl, Utbe ve Şeybe22 gibi
önemli Kureyşli liderlerin ölümü, ayrıca Ebû Sufyân’ın muharebelere eko-
18 Ebû Muhammed Abd ul-Malik İbn Hişâm, Es-Sîra an-Nabawiyya. Ed. Mustafâ as-Sakâ, Ibrâhîm
Abyârî, Abd ul-Hafîz Şiblî, c. 1-4, Beyrut, 1995, cilt 3, s. 6.
19 El-Belâzurî, Ansâb el-Eşrâf, c. 4/1, s. 6.
20 İbni Hişâm, Kitâb el-Muhabbar, c. 2, s. 321 vd.
21 İbni Hişâm, a.g.e., c. 2, s. 218 vd.
22 Bu şahısların soy ağacları için bkz. Werner Caskel, Camharat an-Nasab. Das genealogische Werk
des Hişâm İbni Muhammad el-Kalbî. c. 1-2, Leiden, 1966, c. 2, Tablo 8.
Hz. Muhammed'in Kabile Reislerini İslam Toplumuna Kazandırma Çabaları
nomik desteği ile Kureyşin en yetkili kumandanı ve kabile reisi sıfatıyla İsla-
ma karşı yürüttüğü mücadele onun Kureyş’teki ve hatta tüm Mekke’deki
liderlik rolünü kuvvetlendirmişti. Fakat Mekke’nin fethi ile Ebû Sufyân bu
önder konumunu kaybetmişti. Bundan dolayı Mekke’nin fehti onun için bir
askerî yenilgiden daha da öteydi. Onun diğer Mekkelilere göre daha derin-
den yaşanan bu yenilgi hissini hafifletmek için Hz. Peygamber Mekke’nin
fethi sırasında Ebû Sufyân’ın evine sığınmış olanların emniyet içerisinde ola-
caklarını ilan ettirmişti.23 Mekke’nin kabile aristokratisinin bir üyesi olarak
Ebû Sufyân, İslam putperest kabilecilik arasındaki varlık mücadelesini bü-
tün yönleriyle yaşamıştı. O Mekkeli putperest güçlerin Müslümanlara karşı
gerçekleştirdikleri bütün savaşlarda mali kaynak sağlayıcı ve savaş kamuo-
yu oluşturucu olarak en etkili kişi olarak öne çıkmaktadır. Ebû Sufyân Ku-
reyş kervanlarının başında bulunması hasebiyle Bedir Şavaşına bizzat katı-
lamamış, ama Mekke'nin fethine kadar Kureyş'in ve müttefiklerinin Müslü-
manlara karşı yaptığı önemli askerî harakatların tümünde komutanlık dü-
zeyinde rol almıştır. Diğer yakın aile fertleri de sadece Bedir, Uhud ve Hen-
dek gibi en önemli muharebelere katılmakla kalmamış,24
aynı zamanda
müslümanlara karşı yapılan diğer küçük eylemlerde de yer almışlardır.25 Ebû
Sufyân 'ın karısı Hind de Mekkelilerin Uhud muharebesi için motive ve or-
ganize edilmelerinde önemli bir rol oynamıştı. Hind bizzat aktif olarakta bu
sefere katılmış ve Peygamberin amcası Hz. Hamza'yı şehit ettirip naaşına da
fiziki tecavüzde bulunmuştur. Hind çok belirgin bir kabileci ruha ve putpe-
rest toplumun önemli özelliklerinden biri olan güçlü bir öç alma iradesine
sahipti. Hatta onun Mekke'nin fethinden kısa bir süre önce Mekkelileri bo-
şuna savunmaya geçmekten kurtarmak için teslim olmaya çağıran kocası
Ebû Sufyân'a karşı reaksiyonu da çok saldırgan olmuştu. Hind, kendini İs-
lam'a karşı savaşamayacak konumda gören kocası Ebû Sufyân'ı sakalından
kavramış ve onun ölümünü dilemişti.27 Hind'in çeşitli askerî ve politik an-
gajmanları bize onun İslam öncesi Arap toplumunda alışık olunanın ötesin-
de bir kadın rolü üstlendiğini göstermektedir.
Ebû Sufyân ve aile fertleri 630 tarihinde Mekke’nin fethi ile birlikte başka
hiç bir çıkış yolu görememiş ve İslam’ı kabul ettiklerini beyan etmek zorunda
23 İbni Hişâm, Es-Sîra an-Nabawiyya, c. 4, s. 53.
24 İbni Hişâm, a.g.e., c. 3, s. 243, dipnot 2.
25 İbni Hişâm, a.g.e., c. 3, s. 192; ayrıca s. 186 vd.
26 İbni Hişâm a.g.e., c. 3, s. 76, 80.
27 Ebû Bakr İbn Abdillâh İbn ad-Dawâdârî, Kanz ad-Durar wa Cami‘ al-Gurar. Deutscher Neb.-Tit.:
Die Chronik des İbni Dawâdârî. Ed. Bernd Radtke u.a., c. 1-9, Deutsches Archäologisches Insti-
tut Kairo, Quellen zur Geschichte des islamischen Ägyptens, c. 3, Kahire, Wiesbaden ve diğer-
leri, 1960 -1982, s. 74.
kalmışlardı. Fethi müteakiben gerçekleşen ve kadınların da katıdığı Hz. Pey-
gambere biat sırasında kendi biatini sunan Sufyân’ın İslam’a henüz yeni ihti-
da etmiş karısı Hind bir kez daha Hz. Muhammed’e olan öfkesini bizzatihi
onun huzurunda açıkça göstermişti.28 Ebû Sufyân Mekke’nin Müslümanlarca
fethinden sonra geçmişinden dolayı izlenme korkusu taşımadan olayların
bundan sonraki gelişmesini takip edip Müslümanların zayıf bir anını kollu-
yordu. O İslam’ı kabul etmiş görünmesine rağmen, bu dinin yok olup gitmesi-
ni temenni edebilmişti. Bu temennisini Müslümanların zor zamanlarında yanlış
anlamaya imkan bırakmaksızın dile getirmiştir.29 Ebû Sufyân’ın, kendisinin de
bizzat müslümanların saffında katıldığı Hunayn savaşında, Müslüman ordu-
sunun başlangıçtaki kısa süreli panik ile kaçması esnasında sevinerek, bu ka-
çışın artık denize kadar durdurulamayacağını söylediği rivayet edilir.30
Mekke’nin fethinde askerî kaşullar altında İslam’a ihtida etmiş olan Mek-
keli önde gelenler Tulekâ (et-tulakâ), yani serbest bırakılanlar olarak adlan-
dırılırlar.31 Ümeyyeoğulları'nın çoğunluğu, bunların içerisinde Ebû Sufyân’ın
ailesi de, bu Tulekâ’dandır. Bunlardan bazılarının İslam’a teslim olmalarına
rağmen bu dine karşı tavırları güncel politik, askerî ve hatta ekonomik duru-
ma bağlı olarak değişiklikler gösterir. Mesela Ebû Sufyân’ın bir din olarak İs-
lam’la olan ilişkisinin onun İslamdan maddî beklentisine göre değiştiği her
fırsatta gözlemlenmektedir. O, Peygamberin kendisine olan maddî ve kişisel
tutumuna göre İslam’a olan tavırlarını ya barışçıl ya da hasmani olarak değiş-
tirebiliyordu. Bundan dolayı Hz. Muhammed onu ve diğer bazı aile fertlerini
maddî anlamda taltif ederek onları İslam toplumuna kazandırmaya çalışmış-
tır. Bir keresinde Peygamber kendisinin Ebû Sufyân’a karşı gösterdiği bu kadar
ilgi ve itinaya rağmen onun hiç de tatminkar davranmadığından yakınmıştı.32
Hz. Muhammed bu bahsedilen maddî taltifin yanısıra eski Mekkeli put-
perest kumandan Ebû Sufyân’ı ve Ümeyyeoğullarından diğer bazı şahısları
resmi görevlere de atamıştı.33 Belâdurî’ye göre Ebû Sufyân Hz. Peygamber
tarafından Tâif ve Nağrân’ın vergi memuriyetiyle vazifelendirilmişti.34 Oğlu
Mu‘âviye ise Peygamberin yanında idari katip olarak görev almıştı.35
28 İbni ed-Davâdârî, a.g.e., c. 3, s. 78.
29 El-Belâzurî, Ansâb el-Eşrâf, c. 4/1, s. 12 vd. (no 36 ve 38).
30 El-Belâzurî, a.g.e., c. 4/1, s. 12 (no 36).
31 Bunlar Mekke’nin fethiyle müslümanlara boyun eğen Mekkeli putperestlerdir. Onlar esir edil-
memiş ve cezalandırılmamışlar, tam tersine serbest bırakılmışlardır, ve bundan dolayı da bağış-
lanıp serbest bırakılanlar anlamına gelen Tulekâ ismiyle bilinirler.
32 El-Belâzurî, a.g.e., c. 4/1, s. 12 (no 30).
33 Halîfe İbni Hayyât, Târîh. Ed. Akram Diyâ El-Umerî, 1. baskı, c. 1-2, Necef., 1967, c. 1, s. 61 vd.
34 El-Belâzurî, a.g.e., c. 4/1, s. 6 vd. (no 10) ve 12 (no 34).
35 Muhammed İbn Ahmed Ez-Zehebî, Tarîh el-Islâm wa Tabaqât el-Maşhûr el-Alâm. Ed.: Maktabat
el-Kudsî, c. 1-4, Kahire, 1367-69 h., c. 1/2, s. 318.
Hz. Muhammed'in Kabile Reislerini İslam Toplumuna Kazandırma Çabaları
Ebû Sufyân’ın adına Peygamberin vergi memurları ve valileri arasında
rastlanmasına karşın, o, Hz. Muhammed zamanında ön plandaki askerî gö-
revlerde yer alamamıştır. Hz. Peygamber belki de onu askerî görevlerden
uzak tutarak, onun İslamiyet öncesi geleneksel olarak sahip olduğu komu-
tanlık rolünün Müslüman olduktan sonra da devam ettiği hissine kapılması-
na engel olmak istemişti.
İbni Habîb, Hz. Muhammed’in Ebû Sufyân ile Muğîre İbni Şu‘be es-
Sakafi’yi Lât (al-Lât) olarak anılan ve Sakif kabilesi tarafından tapılan putu
yok etmeyle görevlendirdiğini ve onların da bu görevi yerine getirdiklerini
yazmaktadır.36 Sözü geçen putun İslam öncesi toplumun bu iki eski meşhur
temsilcisinin eliyle yok edilmiş olması sosyo-psikolojik bir mesaj içermekte-
dir.
Sâbikûn (as-Sâbiqûn) olarak anılan ilk müslümanlara kıyasla, sonradan
İslam’a ihtida etmiş Mekkelilerden oluşan Tulekâ kesimi yeni İslam toplu-
munda pek de itibarlı değildi. Çünkü onlar İslamiyeti kabullerinden önce,
İslama ve Müslümanlara karşı gerçekleşen eylemlerin önemli aktörleriydiler.
İhtidalarından önce düşmanca tavırlarıyla tanınmış ve ilk Sahabiler gibi İslam
adına henüz önemli hizmetler gerçekleştirememiş olan Ebû Sufyân ve diğer
Tulekâ kesiminin İslam’a sadakatlerini sağlamlaştırma yolunda görevlere ih-
tiyaçları vardı. Hz. Peygamber onlara yönetimde görevler vermek suretiyle
sosyal, politik ve dinî hoşgörüsünü gösteriyor ve onlara karşı yumuşak tavır
sergiliyordu. Bu tavır bizzat, Kuran’ın da beyan buyurduğu gibi, henüz yeni
ihtida eden insanların İslama ümmetine entegrasyonu için gerekliydi.37
Ebû Sufyân’ın İslam’a ihtida ettikten sonra askerî eylemlere katılımı üze-
rine kaynaklarda şu rivayet yer alır: Ebû Sufyân ile oğulları Mu‘âviye ve
Yezîd Mekke’nin fethinden sonraki günlerde Hunayn savaşına katılmış (Şev-
val 8 h./ M. S. 630), üçü de diğer önemli Kureyşli liderler gibi savaş ganime-
ti olarak 100’er deve ile 40’ar Ukiye38 almışlardır. Bu miktar diğer savaşan
Müslümanların aldıkları ganimet payının çok üzerindedir. Hunayn savaşı-
nın hemen akabinde, Ebû Sufyân’ın bir gözünü kaybettiği Tâif savaşına da
katılmış olduğu söylenir.39 Bunun yanında Hz. Peygamber’in Ebû Sufyân’a
36 İbni Habîb, Kitâb el-Muhabbar, s. 315.
37 Kuran-ı Kerim, 3: 159.
38 İbni Saad 1919, c. 7/2, S. 127 vd.; es-Suyûtî 1952, s. 194 vd. Arabistan’da bir Ukiya normal
olarak 40 dirhem = 125 gram gümüşe eşit olmaktadır. Fakat Mısır’da bir Ukiye sadece 12 dir-
hem, yani 37, 5 gram gümüş demektir. Bu konuda bkz. Ahmed İbn Yahyâ el-Balâzurî, Kitâb
Futûh el-Buldân. Kahire,1901, s. 471; Walter Hinz, İslamische Masse und Gewichte. Umgerechent
ins metrische System. Leiden, 1955, s. 34 vd.
39 Muhammed İbn Saad, Kitâb et-Tabakât el-Kabîr. Ed. E. Sachau u.a., c. 1-9, Leiden, 1919, c. 7/2,
s. 128; İbni Habîb, Kitâb el-Muhabbar, s. 261; el-Belâzurî, Ansâb el-Eşrâf, c. 4/1, s. 8 (no 15).
Hunayn savaşının esirlerini ve ganimetlerini emanet ettiği de rivayet edilir.40
Eğer o Hunayn savaşının esirlerinin müşahadesinden sorumlu idi ise, aynı
zamanda Tâif savaşına aktif katılmış olması çok zayıf bir ihtimaldir, çünkü
Hunayn savaşının ganimetlerinin paylaşımı Tâif savaşının bitiminden sonra
gerçekleşmiştir.41 Ensar eski düşmanlarına ganimet paylaşımında gösterilen
bu özel muameleye itiraz etmiş, fakat Hz. Peygamber bu davranışını, bu
insanların özel askerî şartlar altında müslümanlara katıldıklarını ve kalple-
rinin İslam adına kazanılması için maddî olarak eski müslümanlardan daha
iyi desteklenmeleri gerektiğini belirterek bu farklı muameleyi izah etmiştir.
Bundan dolayı bu insanlar Muellefe-i Kulûb (al-muallafa qulûbuhum: kalp-
leri İslam'a ısındırılması gerekenler) olarak adlandırılmışlardır. 42
Ebû Sufyân'ın, oğullarının ve İslam'a yeni ihtida etmiş diğer kabile ön-
derlerinin Peygamber tarafından yüksek ganimetlerle taltif edilmeleri ko-
nusunda buraya kadar ifade edilen fikirlere şunları da ilave etmek müm-
kündür: Bu itibarlı insanlar 20 yıl boyunca ellerindeki bütün im-kanlarla
İslam'a karşı savaşmış fakat Mekke'nin fethi ile teslim olmak zorunda kal-
mışlardı. İslam'ı savaş şartlarının baskısı altında kabul etmelerine rağmen,
onu dinî ve siyasî bir otorite olarak ruhen kabul etmemişlerdi. İslam'ı ilk
zamanlar kendi sosyal ve dinî kültürlerini ortadan kaldıran, kendilerine ya-
bancı bir güç olarak görmüşlerdi.
Hz. Peygamberin eski putperest liderlere karşı tutumu eğitici idi. Onlara,
İslamiyetten önce olduğu gibi sürekli özel bir statü vermeden onları İslam
toplumunun bünyesine dahil etmeye çalışmıştı. Onlara, hem mağlubiyet ve
bundan dolayı bilinçaltında yer eden öç alma duygularını, hem de kabile
önderleri olarak yönetimde yer alma düşüncelerini yenmelerinde yardımcı
olmak için maddî ve politik taltiflerde bulunmuştu. Böylece kendilerini daha
iyi ve hızlı bir şekilde İslamla özdeşleştirebileceklerdi. Bu özel lutuflar saye-
sinde Hz. Peygamber tüccarların Müslümanlarla savaş zamanlarında uğra-
dıkları ve Müslümanlara karşı nefret duymalarında büyük rol oynayan maddî
kayıplarını da bu vesileyle gidermek istiyordu. Yavaş yavaş hala devam ede-
gelen İslam öncesi hayat ve düşünce alışkanlıklarını düzeltiyor, onlara karşı
geçmişlerinden dolayı herhangi bir öç alma politikası uygulamıyordu.
Yukarıda anılan bu özel muamelenin dinî ve toplumsal arka planına iliş-
kin şunları söylemek mümkündür: Hz. Peygamber böylece İslam’a yeni ihti-
da etmiş eski elit kesimin istidatlarından İslam’ın askerî başarısında ve yeni
oluşan devletin idareci ihtiyaçların giderilmesinde yararlanmak istiyordu.
40 El-Belâzurî, a.g.e., c. 4/1, s. 11 (no 30).
41 İbni Hayyât, Târîh, c. 1, s. 52.
42 İbni Hayyât, a.g.e., c. 1, s. 5 vd.; ayrıca Kuran-ı Kerim, 9: 60.
Hz. Muhammed'in Kabile Reislerini İslam Toplumuna Kazandırma Çabaları
Yetenekli memurlara duyulan ihtiyaç uluslararası ticarette ve kabile yöneti-
minde tecrübe kazanmış olan bu insanlarla kapatılabilirdi. Yeni kurulan İs-
lam devletine fayda sağlanması için bu zengin tüccarlar ve kabile başları
kendilerini maddî ve politik açıdan ihmal edilmiş hissetmemeli bundan dolayı
da İslam içi gizli bir muhalefet, ya da asi eğilimli güçler oluşturmamalıydılar.
Mekke’nin fethinden hemen sonra yeni Müslümanlar, hatta henüz İslam’ı ka-
bul etmemiş olan Mekkeli önderler Hz. Peygamberin yanında Hunayn ve Tâif
savaşlarına katılmışlardır. Bu katılım, Hz. Peygamberin yumuşak ve aynı za-
manda kine ve duygusallığa yer vermeyen tutumunun ilk ürünüydü.
Ebû Sufyân’ın Hz. Peygamberin irtihalinden sonra Hz. Ebû Bakir zama-
nında Mekke ve Medine dışındaki Araplarda baş gösteren irtida hareketinde
(ridde) eski dinin, yani putperestliğin galibiyetini arzu ettiği rivayet edilir.43
Şüphesiz, eğer Ebû Sufyân kendisi ve ailesi için İslam’da herhangi bir gele-
cek sezmiş olmasa idi, Mekke ve Medine’de de bir irtida hareketinin ortaya
çıkmasına öncülük edebilirdi. Ridda savaşları esnasında Kureyşli ve diğer
Mekkeli kabile önderlerinin ilk Müslümanlarla olan geniş ölçüdeki birlikte-
liği dine ve ilk halifenin otoritesine karşı isyan hareketinin bertaraf edilme-
sinde Müslümanları kesin bir başarıya götürmüştür. Yoksa dinden ayrılmış
kabilelerin İslama kısa bir süre içerisinde ve başarıyla tekrar iltihakı tamam-
lanamazdı. İslam’a yeni ihtida eden Mekkeliler henüz İslam’a tam olarak
bağlı olmadıkları halde Ridde Hareketini de desteklememişlerdir. Bu Pey-
gamberin farklı grupları İslam toplumuna entegrasyonunun pozitif bir so-
nucu olarak görülmelidir.
Yukarıda sözü edilen Muellefe-i Kulûb’a özellikle Kureyş’in önemli boy-
ların liderleri dahildi.44 Hz. Peygamber Mekke şehrinin coğrafî, dinî, gele-
neksel ve ekonomik konumunun yanısıra Kureyş kabilesinin sosyal ve po-
litik öneminin çok farkındaydı. Bu çekirdek kabilede yaşanan çekişmeler,
daha sonra ortaya çıkan iç savaşlarda da görüleceği üzere, bütün ümmetin
istikrarını etkileyebilirdi. Bundan dolayı Kureyş ile Ansâr’ın işbirliği hayati
önemi haiz bir mesele olarak kabul edildi. Bu bağlamda Kureyş’e Hz. Pey-
gamber tarafından maddî imkanların yanısıra, ayrıca politik olarak da
imtiyaz tanınmasını kendi kabilesini diğerlerine tercihi olarak algılama-
mak gerekir. Hz. Peygamber bu gerçeği kendisinin Muellefe-i Kulûb’a ga-
nimet taksimiyle ilgili olarak özel muamelesinden dolayı gayri memnun
olan Ansar’a bu şekilde izah etmişti. Hz. Ömer de Kureyş’in Ansar’a karşı
olan liderliğini, Kureyş’in Arap toplumunda kabul gören dinî, sosyal ve
politik ağırlığıyla izah etmeye çalışmıştır. Hz. Ömer'in bu açıklaması "Saki-
43 El-Belâzurî, a.g.e., c. 4/1, s. 13 (no 38).
44 İbni Habîb, Kitâb el-Muhabbar, s. 473.
fe Hadisesi" olarak anılan, Sâidaoğulları Sofasindaki Hz. Ebû Bekire yapı-
lan biat öncesinde hilafet üzerine yapılan tartışmaların olduğu sırada ger-
çekleşmiştir.45 Kureyş'in en etkili boylarından biri olan Ümeyyeoğullarının
İslamın ilk dönemindeki rölünün, bütün olarak Kureyş'in bu dönemde top-
lumdaki yukarıda tesbit etmeye çalıştığım öneminin bilinmesiyle daha da
iyi anlaşılacağı kanaatindeyim.
Hz. Peygamberin, Ümeyyeoğulları Ailesi, yani Mekke’deki İslam öncesi
düzenin en önemli temsilcileri üzerinde yürüttüğü sosyal, siyasal ve dinî
terbiye çabaları emsali olmayan bir yoğunluk göstermektedir. Hz. Peygam-
berin amacı bu aileyi yönetici aile olarak tercih etmek değil, ondan gelebile-
cek tehlikeleri azaltmaktı. Ümeyyeoğullarından bazılarının Hz. Peygam-
berce idarî makamlara getirilmeleri, onların İslam ümmetiyle kendilerini
özdeşleştirmelerini, İslama karşı sorumluluk duymalarını sağlamak içindi.
Onların siyasî, dinî ve soysal hayata katılımlarını teşvik ederek ümmete en-
tegre olmaları ve kendilerini bütünün bir parçası olarak görmeleri mutlaka
sağlanmalı ve böylece muhtemel bir putperestliğe tekrar dönme hareketin-
de çekirdek ve yönlendirici bir kadro rolü oynama ihtimalleri şimdiden ön-
lenmeliydi. Hz. Peygamberin bu meyanda yaptığıklarını bir anlamda önle-
yici bir tedbir, bir sedd-i zerai olarak da görebiliriz.
Hz. Peygamberin memurları arasında ayrıca dinî ve sosyal yönden saygı
duyulan Hz. Alî İbni Abî Tâlib ve Hz. Adî İbni Hâtim gibi şahsiyetler de
bulunuyordu. Hz. Peygamber İslam içerisinde oligarşinin oluşmaması için
özel haklara sahip aristokratik bir toplum kesiminin gelişmesine de engel
olmak istemiştir. Bu bağlamda, hatta İslam öncesi toplumsal değer anlayışı-
nın tüm kalıntılarından azade olma sürecini henüz tamamlamamış, olan
bazı Müslümanların itirazlarına da karşı çıkmak suretiyle Usâma İbni Zeyd,
Bilâl el-Habeşî, Sâhib ar-Rûmî, Salmân el-Fârisî, Ammâr İbni Yâsir gibi her-
hangi bir yerli kabileye mensup olmayan kişileri de önemli toplumsal ve
askerî işlerle görevlendirmişti. O aynı zamanda İslama büyük fedakarlıklar-
la hizmet etmiş olan ilk Müslümanların değerine sıklıkla dikkat çekmiş, bu-
nun yanında da bütün toplumsal kesimler ve ırklar arasında dengeyi sağla-
maya çalışmıştır. Ona göre belli bir etnik ya da sosyal grubun hegemonyası,
ya da belli bir kesimin imtiyaz kazanması gibi bir gelişme olmamalıydı. Hz.
Peygamberin Veda Hutbesinde Kuran'dan okuduğu şu ayetlerle de insanla-
rın dikkatini çektiği üzere, sadece yapılan yararlı işler ve takva bir fazilet
olabilirdi: "Şüphesiz, Allah katında en üstün olanınız, O'na karşı derin bir
45 Muhammed İbn Carîr Et-Taberî, Târîh ar-Rusul wa-l-Mulûk. Ed. Muhammed Ebû l-Fadl İbrâhîm,
c. 1-15, Kahire, 1962, c 3, s. 203 vd.; Sakîfe Hadisesi hakkında detaylı bilgi için bkz. al-Vâkidî,
Kitâb ar-Ridda wa Nabda min Futûh el-Irâk. Ed. Muhammed Hamîdullâh, Paris, 1989, s. 21 vd.
Hz. Muhammed'in Kabile Reislerini İslam Toplumuna Kazandırma Çabaları
sorumluluk bilincine sahip olanınızdır (en muttaki olanınızdır)."46 Hz. Pey-
gamber ardından sözlerine şu şekilde devam etmiştir: "Bir Arap bir Farslı'-
dan (Arap olmayandan) sadece takva açısından faziletli olabilir"47.
Kabile toplumunda kabile başlarının otoritesini tam olarak ortadan kal-
dırmak zordu. Hatta zayıf kabile üyeleri bile kendilerini reisleri ile özdeşleş-
tiriyorlar, onu kabile onurunun bir timsali olarak görüyorlardı. Reislerini
atalarıyla duydukları gurur ve kabilelerine bağlılıklarından dolayı diğer re-
isler arasında imtiyazlı görmek istiyorlardı. Büyük bir aile olarak kabile üye-
leri ekonomik askerî ve sosyal yönden birbirine bağımlı, akrabalık ve ahlaki
yönden birbirine bağlı en önemli sosyal organizasyondu. Kabilevî esasa da-
yanan, bölgesel ve geleneksel siyasî bağlılık yerine, kan bağına ve geleneğe
dayanmadığı gibi, bunları da aşan bir otoriteyi geçerli kılmak optimal bir
devlet organizasyonu, uzun vadeli politik ve kültürel dizayn ve de nesiller
boyu süren bir dinî eğitim süreci gerektiriyordu. Hz. Peygamber'in en önemli
başarılarından biri ise, İslam devleti henüz tam olarak organize olmamış ve
toplum içinde kabilevî yapılar henüz mevcut olmasına rağmen, kabilecilere
karşı dinî ve politik otoriteyi ve bağlılığı yerleştirmiş olmasıdır. Bir dinin
tebliğcisi, müminlerinin önder ve örneği bir Peygamber olan Hz. Muham-
med'in toplum dizayn eden bir eğimci olarak en güzel sünneti onun top-
lumları değiştirme, farklı etnik, sosyal ve dinî gurupları (mesela ehli zimme-
yi) entegre etmede kullandığı metod ve araçlarıdır ki, bundan her zaman
olduğu gibi bu günkü zamanda da çok şey öğrenilebilir. Resulullah'ın top-
lumsal sorunları önleme ve çözmede kullandığı metod, yöntem ve araçları
belki de onun en az baş vurulan sünnetidir, halbuki bu sünnet zaman ve
mekan bakımından çok kuşatıcı bir karakter taşır.
46 Kuran-ı Kerim, 49: 13.
47 Ahmed İbn Muhammed İbni Abdi Rabbih, El-Ikd el-Farîd. Ed. Muhammed Saîd El-Aryân, c. 1-8,
1. Baskı, Kahire, 1940, c. 4, s. 143.

Ziyaret -> Toplam : 125,29 M - Bugn : 51226

ulkucudunya@ulkucudunya.com