« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

12 Haz

2012

Dündar Taşer ve Ülkücü Gençlik

Mehmet Türker TAKCI 01 Ocak 1970

“MİLLİYETÇİ HAREKETİN TEMEL VASFI: TÜRK'E ZARAR VERMEYENE MÜSAMAHA, TÜRK'E FAYDA VERENİ HİMAYEDİR.”
Dündar Taşer’in kalemine ait bu söz, hem kendi düşüncelerinin, hem de Türk Milliyetçiliği hareketinin karakterini ortaya koyan bir vecizedir. Bütün varlığını Türk Milleti’nin menfaatine adamış olan, düşüncelerinde ve önerilerinde Türk Milleti’ne en uygun fikirleri ifade eden ve bu özelliği ile bütün meselelerde çözümü Türk Milleti’nin kendisinde bulan bir dava adamı olarak Dündar Taşer; hareket düsturunu “Türk’e zarar vermeyen, Türk’e fayda veren veya tam tersi” diye kategorilendirmiştir.
İslam'a, Türklüğe, Türk'ün teşkilatçılığına ve büyük devlet kurma kabiliyetine hayran, Türk tarihine oldukça hakim, keskin görüşlü olan Taşer: 1925 yılında Gaziantep’te doğmuştur. Çocukluk dönemini ve okul hayatını Gaziantep’te geçiren Taşer; Kara Harp Okuluna girmiş ve buradan tank sınıfından teğmen olarak mezun olmuştur. Askeriye içerisinde üstün hizmetler ve başarılar göstererek kurmay binbaşılığa kadar yükselmiştir.
27 Mayıs 1960’a gelindiğinde ise ilk olarak 3 Mayıs 1944 Türkçülük-Turancılık davası ile yolları kesişen ve ölümüne kadar fikir ve kader birliği yaptığı, lider kabul ettiği Alparslan Türkeş ile “27 Mayıs Darbesi” içerisinde yer alır. Öyle ki bu kader birliği; 13 Kasım’da meydana gelen, Milli Birlik Komitesi içerisindeki ikinci bir darbe ile devam etmiş ve Alparslan Türkeş’in de aralarında bulunduğu yurt dışına sürgüne gönderilen 14’lerin arasında yer almıştır. Sürgün hayatını iki yıl boyunca Fas’ta “görevli diplomat” olarak geçirmiş ve 1963 senesinde hasreti ile yanıp tutuştuğu vatan toprağına kavuşmuştur. 1965 senesinde Alparslan Türkeş’le birlikte Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne katılmış ve ilk kurultay ile de, partinin GİK üyeliğine seçilmiştir. 1967 Kurultayından sonra ise partinin Genel Başkan Yardımcılığı görevini üstlenmiş ve partide Alparslan Türkeş’ten sonra gelen ikinci isim olmuştur.Gerek Devlet Gazetesinde yazdığı yazılar, gerek parti sözcüsü olarak ülke ve dünya gündemine ilişkin ortaya koyduğu görüşler ile hareketin ideolojik çizgisine yön vermiştir. Ancak Taşer; siyaseti bir gaye olarak değil, milletine ve ülkesine hizmet yolunda hep bir araç olarak görmüştür.
“Ülkücü Gençler” için Dündar Taşer’in çok farklı bir yeri vardır, onu tanımayan genç ülkücü adayları için ise keşfedilmeyi bekleyen bir deryadır. Onu genç ülkücüler için özel kılan şey, Taşer’in bir siyaset adamı olmaktan çok bir fikir adamı, dava adamı olmayı tercih etmesidir. Taşer, özellikle sol hareketlerin fikri ve siyasi manada etkinliklerini hızlı bir şekilde arttırdığı, milleti ve devleti tehdit eder konumda eylemlerini sürdüğü bir dönemde, Türk Milliyetçileri'nin sessiz kalmamaları gerektiğini düşünüyordu. Bu manada gençliğin büyük öneme sahip olduğu kanaatindeydi. Bu kanaatini ise CKMP’nin bir toplantısında Alparslan Türkeş’e ve partililere şu sözlerle açıklamıştır:
"Mutlak manada millî, manevî, İslamî değerlere bağlı gençliği ülkü ve fikirler etrafında toplayacak aksiyoner bir hareketi oluşturmak zorundayız."
Taşer, bu neslin yetiştirilmesi görevini; bugünlere ulaşan milyonlarca genç ülkücünün varlığında en büyük katkı sahibi kişi olarak, parti işlerinden çok gençlik işleri ile alakadar olarak yerine getirmiştir. Üniversitelerde ve Anadolu’da “Ülkücü Hareket”in ilk tohumlarını atmış ve fidanların yetişmesinde büyük özen göstermiştir. Ortaya çıkan problemler karşısında, meselelerin çözümünde nasıl bir yol izleneceğini fikri bazda bir öğretmen gibi gençliğe öğretmiştir. Zaman içinde gücü, cesareti, şecaati milletçe takdir edilen, halk tarafından “Komandolar” olarak isimlendirilen “bozkurtları” yetiştirmiştir.
Taşer, memleketin yarınlarını teşkil edecek olan genç bozkurtların yetişmesi için üç temel esasın öğretilmesini zorunlu görmüştür: İslam ahlak ve fazileti”, “Türklük ve tarih şuuru”, “İla'y-ı Kelimetullah için Nizam-ı Alem Davası”.
Bu temeller üzerine kurulu olarak Milliyetçi Büyük Türkiye ufkunu ülkücü kadrolara aşılamıştır. Taşer’in gençlikle ilgili düşüncelerini anlamak için aşağıdaki sözlerini iyi okumak lazımdır:
“Eğer gençliğe gerekli ihtimam gösterilmezse kalkınma savaşı kazanılsa bile milletin akıbeti tehlikeli olabilir.”
“Gençlik, millet geleceğinin teminatıdır.Türk Milleti kalkınma mücadelesini, semizleyip geviş getirmek emeliyle yapmakta değildir. Bizim için, kuvvetli, haysiyetli devlet olmak , müreffeh bir cemiyet olmaktan önce ve yücedir.
Bugünkü perişan, himayesiz, her çeşit müfterinin tahrike çalıştığı gençlik yerine, en iyi şartlar içinde yaşayan, cemiyete emniyet veren bir nesil meydana getirilmesi lazımdır.
“Hippy” miskinliği ile komünist yıkıcılığı dışında terbiye edilmiş bir gençliğin milletçe özlendiği bir gerçektir.Türk Milletinin geleceğini emniyete alacak vasıftaki gençlerin yetiştirilmesi şarttır.Milliyetinden kopmuş, özünü yitirmiş, taklit için doğudan, batıdan garabetler arayan zavallılara Türkiye’nin istikbalini bırakmamak gerekir.”
İşte Taşer Türk Milleti'nin özlemle beklediği, her türlü yabancı ideolojilerden arınmış olarak maneviyatını ve milli karakterini ön plana çıkarmış ideal bir gençliğin inşaası için ömrünü adamıştır.
Dündar Taşer her türlü fikre de saygıyla bakar, her şeyden evvel “fikir sahibi insan” olmaya değer verirdi. Ülkücü gençliğin yetişmesinde öncülük görevini yapan Taşer, gençlere karşıt fikirlere düşmanca yaklaşmayı değil, her şeyden evvel saygı göstermeyi telkin etmiştir.
“Büyük mücadele adamları, hasmına küçük sıfatlar söyleyerek kendilerini tatmine giderlerse küçülmüş olurlar.”
Taşer, Türkiye’nin geçirdiği karanlık dönemlerde, aydınlığa çıkma yolu olarak gösterilenlerin; bir bozukluğu diğeri ile yer değiştirmek olduğunu anlatmış ve çözüm yolu olarak ülkücülüğü göstermiştir. Hedef ise şudur:
“Milletçe daha güçlü, daha müreffeh, daha hür bir hale gelmek, hiç bir yabancının yardımına muhtaç olmadan milli davalarımızı halletmek için yer yüzünde layık olduğumuz itibara sahip olmak”
Dündar Taşer, kendi neslinin bir önceki nesle layık olarak yetişmediğini ancak bir sonraki neslin bu eksikliği muhakkak kapatması gerektiğini düşünürdü. Taşer, ülkücülerin hangi özellikte ve karakterde olduklarını aşağıdaki cümleleri ile anlatmaktadır:
“Kendilerini cemiyetlerinden sorumlu sayıyorlar. Vazife duyguları vardır. Canları başları, istikballeri emelleri için vakıftır. Tutkuları vardır, davaları vardır. Yan yana karşı karşıya her şeyi hiçe sayarak vuruşuyorlar. Rahatça, üzülmeden ve eğilmeden ölüyorlar. Rahatçılara, makamcılara, çıkarcılara tepeden bakıyorlarsa haklıdırlar.
Milliyetçi gençlerin bir çoğunu tanırım; ifratları ile, tefritleri ile, hataları ile, sevapları ile, Türkiye’yi bütün meseleleriyle yüklenmeye gönüllü ve güçlüdürler. Munis ve terbiyelidirler, nazik ve yumuşaktırlar, bu vasıflarını görüp de böbürlenmeye kalkanları pişman ederler. Büyüklerine karşı mutlak saygılıdırlar, saygıları zillet değildir. Kanaatları sağlam, imanları bütün, fikirleri berraktır.
Serttirler ama odun gibi değil, elmas gibi pırıl pırıl. Türkiye’nin her yerinde varlığını duyuran bu gençlere biz “bozkurtlar” demiştik. Halk “Komandolar” dedi. Komandolar ipeğe sarılmış çeliktir.”
Bugün yetişen ülkücü neslin ise bu değerlerden yoksun ve bihaber olması düşünülemez. İlk günkü heyecan ve aksiyon ruhuna sahip olarak imanı tam bir ülkücü nesil yeniden yetişmektedir ve ağabeylerinden devraldıkları Türk-İslam bayrağını gururla ve kirletmeden taşıyacaklardır.
Dündar Taşer; Erol Güngör’ün tabiri ile bir kuyruklu yıldız gibidir. Dünyada çok nadir zamanlarda görülür ve pek az kimse o yıldızın ışığını görme saadetine nail olabilir. İşte pek çok kişinin de anlattığı gibi Dündar Taşer, çağının karanlık dönemlerinde bir yıldız gibi hem etrafının, hem gençliğin aydınlanmasını ve şuurlanmasını sağlamıştır. Büyük bir dava adamı olmasının yanında Türkiye’nin meselelerini çok doğru tespit edebilmesi, memleketin içinde bulunduğu durumun teşhisini ise en isabetli şekilde yapabilmesi, vakur ve asil duruşu Dündar Taşer’i, Dündar Ağa yapan hasletlerin başında gelmektedir.
Gençliğe verdiği önem sadece ideal bir gençlik yetişmesi noktasında kalmamıştır. Gençliği anlama noktasında, hele hele o dönemin üniversite gençliğinin durumu hakkındaki tespitleri, bugünün üniversite gençliğini tarif ederken bile kullanılacak ölçüdedir.
Dündar Ağa, Üniversite gençliğinin üç gruba ayrıldığını söylemektedir:
1.Grup: “ Üniversite gençliğinin görevi daha kısa zaman da daha çok bilgiler edinerek kamu hizmetine girmek değil, memleketi daha ileri cemiyet düzenine sokmak için işçi ve köylü sınıfına öncülük ederek savaşmaktır” diyen ihtilalciler. Arkalarında TKP vardır ve TKP’nin 50 yıldır hazırladığı öğretmen, profesör, yazar, sanatkar, siyasetçi kadrosu tarafından durmadan reklam edilirler ve korunurlar.
2.Grup: “Boyun eğenler”
Üniversitede en büyük kitleyi teşkil eden, baskı, tahrik gibi hareketlere mukabele etmeyen, hatta Dev-Genç’in verdiği hizmeti ifa edip tekmil verenlerdir. İşgal, boykot, miting gibi olaylarda kalabalık teşkil ederler. Muti, mıymıntı, pısırık bir çoğunluktur. Türkiye yansa reaksiyon göstermezler.
3.Grup: “ Karşı koyanlar”
Bunlar kendilerine “ülkücü” derler. Okuma, öğrenme, çalışma haklarını kimseye çiğnetmeyen, düşünce hürriyetini lütufsuz kullanan gençlerdir. Sol basın bunları elinde sopa, sakalı diken, bıyığı kirpi, gözü dönmüş bir yaratık olarak takdim eder. Bunlara göre ülkücüler gerici, yobaz, gaddar mahluklardır. Atatürkçü, devrimci, ilerici gençliğe zulmetmektedir. Halbuki, Ülkücülerin kimseye saldırdığı, kimseden haraç aldığı görülmemiştir. Türk Milliyetçisidirler. Milletlerinin hasletlerini devam ettirmek isterler. Zulme, haksızlığa eğilmezler. Kanun ve nizamlara itaatli, büyüklerine saygılıdırlar.
Dündar Taşer, bugün rahmetle andığımız ülkücü şehitlerin verilmeye başlandığı yıllarda, bu teröre dur diyemeyen bununla kalmayıp, terörü yapan taraf ile buna maruz kalan ülkücüleri aynıymış gibi göstererek, “aşırı uçlar birbirlerini kırdı” diyen hükümeti neredeyse her yazısında eleştirmiştir. Bu konuda halkı aydınlatmak için elinden geleni yapmıştır. Gazetelerde, memlekette banka soyan, diplomat kaçıran, polise, askere kurşun sıkan Dev-Genç gibi terör örgütü mahiyetinde bulunan aşırı sol gençlik teşekkülleri ile, onlara direnen, okuma haklarını kimseye verdirtmeyen, işgal altında bulunan üniversitelerine ölüm pahasına da olsa bu memleketin sahipsiz olmayacağını ispat ederek giden ülkücü gençliğin, sanki aynı kavganın iki suçlusundan biri gibi gösterilmesine karşı çıkmıştır. Yazılarında bu iki yüzlülüğü anlatmaya çalışmıştır. Aşağıda alıntı yaptığımız yazısı hükümetin ne derece yanlı olduğunu anlattığı bir yazısıdır ve Türk Ocağı’nın o dönemlerde uğradığı haksız saldırıları özetlemektedir:
“Gazeteler, Türk Ocağı silah deposu oldu, diye yazmaya başladı mı, emir Başvekil’den çıkar ve polis, Türkiye’nin en eski kültür yuvasında köşe bucak arama yapmaya gönderilir. O Türk Ocağı ki, Türk Milliyetçiliğinin başı gibidir. O Türk Ocağı ki, Türk birliğinin sembolüdür. (Dündar Taşer, Mesele, syf.149)
Merhum şehidimiz, davanın bayraklaşan isimlerinden biri olan Dursun Önkuzu’nun şehadetinden sonra kaleme aldığı yazının bir bölümü, dönemin şartlarını anlatmak açısından son derece mühimdir:
“Ülkücü gençlerden Dursun Önkuzu, okulunda solcular tarafından işkence ile öldürüp pencereden aşağı atıldı. İktidarın İçişleri Bakanı katilleri aratacağı yerde Türk Ocağı'nı basıp tarafsızlığını ispata gayret etti.
SBF’de M.Kuseyri isminde bir solcu öğrenci yine bir solcu olan Nejat Arun tarafından öldürüldü. Polis katilin kimliğini derhal tespit ettiği halde İçişleri Bakanı bunun katili falandır diyemedi. Rektör, Dekan, Prof., Asistan önde, Mustafa Kuseyri’nin katili sağcıyı(!) tel’in için yürüdüler. İktidar da bel bel bakıp durdu.”
Bu ifadeler bize o dönemde yaşanan olayları ve haksızlığı bütün çıplaklığı ile ortaya koymaktadır.
Alparslan Türkeş ile Kader Birliği
Dündar Taşer ile Alparslan Türkeş gerçek manada kader birliği yapmış, iki önemli isimdir. Taşer ile Türkeş’in kader ortaklığı 3 Mayıs 1944 olayları ile başlamaktadır. Türk Milleti'nin varlığına ve Türk Devleti'nin temeline dinamit koyanlara karşı bir başkaldırı olan, tarihe “Türkçülük-Turacılık Davası” olarak geçen, büyük Türkçü Hüseyin Nihal Atsız ve arkadaşlarının tabutluklarda işkencelerden geçirildiği dönemde; Taşer, Harp Okulu’nda okuyan diğer arkadaşları gibi tek parti diktatörlüğüne karşı çıkmış ve soruşturmalara maruz kalmıştır. Taşer, o günlerden vefat ettiği güne kadar Türkeş ile hiç ayrılmamış, her zaman Alparslan Türkeş’in en yakınındaki isim olmuştur.
Siyasetin kirli oyunlarına hiç bir dönem alet olmamıştır. Ekilmek istenen fitne ve fesat tohumlarına karşı karakterine ve savunduğu davanın icaplarına yakışan şekilde cevap vermiştir.Ülkücü Hareket için Alparslan Türkeş kadar önemli bir konumu olan, davanın çilesini Türkeş ile birlikte çeken Taşer, hiç bir zaman davadan dönmemiş, davasına ve liderine ihanet etmemiştir. Çok defa davanın başında neden kendisinin olmadığı sualleri sorulmuş ancak o, Türkeş’in liderliğini milli hafızaya perçinleyen şu sözle cevap vermiştir.

“Türkeşin yanlışı benim doğrumdan daha doğrudur”
Keza aynı şekilde, kendisi için Milliyetçi hareket içinde “müthiş bir insan” tarifi yapılan Dündar Taşer, Adana’da yapılan CKMP kongresinden önce yanına gelen bir gruba:
“Neden Alparslan Türkeş? Sen çok daha bilgilisin. Çok daha güzel konuşuyorsun. Çok daha etkileyicisin. Niçin hareketin başına sen geçmiyorsun? diye sorduklarında:
“Dedikleriniz doğru değil, ama doğru olduğunu bile kabul etsek, olmaz” cevabını vermiştir.
Taşer, “Çünkü, bir duvarın yıkılması gerekiyorsa, ben balyoz ararım. Bulamazsam, bir iki tekme atar, gövdem ile yoklarım. Olmazsa vazgeçerim. Ama, Türkeş farklı. O sonuna kadar mücadele eder. Vücuduyla yüklenir, kafasıyla vurur. Düşer bayılır, sonra tekrar devam eder. Türkeş, o duvarı yıkar.”
“İşte lider odur.” diyerek, hiç bir zaman yüreğinde fitne ve fesat tohumunun yeşermesine izin vermeyen tam bir nefis mücahidi olduğunu da göstermiştir.
Alparslan Türkeş’in de Dündar Taşer’e olan sevgisi çok derindir. Taşer’in beklenmedik ölümü üzerine Alparslan Türkeş şu cümleleri söylemiştir:

“Aziz Taşer, ömrünce Türk milletini sevmenin, büyüklüğüne inanmanın sırrına ermiş, hayatının gayesini milletine hizmette görmüş, dünya hırslarına iltifat etmemiş, biç bir mevkinin cazibesine kapılmamış, tam bir Türk Milliyetçisi olarak yaşamıştın.

Hayatının gayesi saydığın müşterek ülkümüzün zafere ulaşması uğrunda, birlikte kurduğumuz iman ocağının sönmeden yanacağına ve bir gün milletimizin kara talihinin değiştirileceğine manevi huzurunda söz veriyoruz. Seni dâva arkadaşların ve bütün memleketimiz gelecek yıllarda daha iyi anlayacak ve mânevi şahsiyetinin, takipçisi olduğumuz kutsal dâvamızda bizlere destek olacağına inancımız tamdır.”
Taşer ve 27 Mayıs Darbesi
Dündar Taşer 27 Mayıs 1960 darbesi ile ilgili olarak birçok yazı yazmıştır. Bu yazılardan varılması gereken kesin kanaat şudur ki: 27 Mayıs Darbesi’nin sonuçları Alparslan Türkeş’li , Dündar Taşer’li 13 Kasım ile sürgüne giden 14’lerin tasfiyesi olmasaydı şüphesiz çok daha farklı olacaktı. Zaten bunun içindir ki darbe içerisinde darbe ile milliyetçi subaylar sürgüne gönderilmiştir. Alparslan Türkeş birçok konuşmasında bu durumu anlatmıştır.
Onlar için 27 Mayıs darbesinin amacı hükümeti devirip kısa yoldan iktidar olarak, o güne kadar yapılanlara ve yapanlara sövüp, onları öldürmek değildir. 27 Mayıs Darbesi’ne Alparslan Türkeş ve arkadaşlarının katılmasındaki en büyük sebep; “İnönü uzun seneler muhalefette kaldı iktidar olmaya hakkı yok mu?” söylemleri ile bir darbe sonucu iktidarın İnönü CHP’sine teslim edilmemesini sağlamak ve memleketin kötü gidişatını “millet menfaati” merkezinde düzeltmeye çalışmaktır.
Dündar Taşer’in 27 Mayıs 1971 tarihli devlet gazetesinde yazdığı şu cümleler darbeye katılırken sahip oldukları düşünceleri özetlemektedir:
“Ülkenin içinde bulunduğu bunalım ve kaçınılmaz bir şekilde geliyorum sinyalleri veren askeri bir darbede, yönetimi CHP yanlısı güçlere ve zihniyete bırakmak istemiyorduk. Türkeş’le beraber ihtilal komitesinde yer alarak CHP’nin iktidar oyunlarını bozduk.”
Bugün 27 Mayıs Darbesi'nin sonuçlarını tartışan yanlı kesimler, Adnan Menderes’in ve diğer bakanların asılmaları başta olmak üzere, darbenin faturasını Türkeş ve arkadaşlarına kesmeye çalışmaktadırlar. Bu yanlı kesimlerin görmezden geldikleri gerçek ise 27 Mayıs Darbesi'nde görev almış subaylar arasında bulunan Alparslan Türkeş ve arkadaşlarının darbe sürecini yöneten insanlar olmadığıdır. Hatta bu darbe içerisinde ikinci bir darbenin mağduru olarak yurt dışına sürgüne gönderilmişlerdir.
Kıbrıs Meselesi
Taşer, yazılarında Kıbrıs konusunu da çokça ele almıştır. 1970’lerin Türkiyesi'nde Kıbrıs meselesinin nasıl değerlendirildiğini ve Milliyetçi hareketin Kıbrıs davasına ilgisini Taşer'in o dönemlerde yazmış olduğu yazılardan yola çıkarak incelemek lazımdır.
Taşer Kıbrıs meselesinin en ateşli olduğu dönemlerde yazdığı yazılarda, Türkiye’deki hali şu şekilde özetlemektedir:
“Türkiye’deki devlet adamları meseleyi iki türlü görüyorlardı:
1’inci görüş sahipleri, Misak-ı Milli sınırları dışı ile ilgilenemeyiz. Biz emperyalizme karşıyız. Salibin(Haç) girdiği yere hilal geri gelmez, bizim Kıbrıs diye bir meselemiz yoktur.
2’inci grup: Dün Hatay için meydana gelen imkan bugün Kıbrıs için vakidir-Türkiye Türklerin devletidir. İmkanları nispetinde her yerdeki Türk’ün haklarını korur.”
Kıbrıs davasının bu milletin milli bir davası olduğunu, bizzat Türk Milleti'nin kendisi, yapılan nümayişler ile kanıtlamıştır. Bütün garantilere, notalara karşın Türkiye tam olarak Kıbrıs Türkleri'nin katledilmesinin önüne geçememiştir. Konu ile ilgili Alparslan Türkeş ve arkadaşlarının belki de günümüzde çok fazla hatırlanmayan bir girişimini, 29 Eylül 1969 tarihli Devlet Gazetesinde yazmıştır Dündar Taşer.
“Alparslan Türkeş, arkadaşları ile beraber Kıbrıs’a gitmek için teşebbüse geçti; bu arzusunu bir bakan vasıtasıyla devrin başbakanına ulaştırdı, cevap çıkmadı. Londra’daki Kıbrıslı Türklerden 750 genç gönüllü, 50.000 sterlin para ile Ankara’ya geldi. Bu kafile ile beraber Türkeş ve arkadaşları Kıbrıs’a diğer yollardan gitmeye karar verdi. Ancak bu sırada heyet ile temas eden resmi bir zat şu haberi getirdi.
(Sayın İnönü diyor ki, eğer Türkeş Kıbrıs’a giderse Türkiye’nin Kıbrıs’a yaptığı yardımı keserim.) Bu haber karşısında yapılacak başka şey kalmadı ve gitmekten vaz geçildi.”
Bu tarihi anekdot ile Milliyetçi hareketin fikirlerinin, siyaset anlayışının sadece Türkiye’nin içindeki Türklerle ilgilenen değil, bütün dünya Türklüğü ile alakadar olmaya dayandığını bir kez daha anlamaktayız. Dünyanın hangi köşesinde ızdırap duyan bir Türk varsa, onların ızdıraplarını dindirmek için uğraşmak: ülkücü kadroların tarihi süreçten kaynaklanan görevleri arasındadır. Dünyanın öbür ucunda bulunan bir Türk’ün çığlıkları, Türkiye’nin merkezindeki bir ülkücünün kulaklarını sağır edercesine yakın gelir. Her nefes alış verişinde, soluğu tükenen Türk’ü düşünür. Alnını her secdeye koyuşunda, İslam olduğunu haykıramayan, ezana hasret olan kardeşleri aklına gelir.
Dündar Taşer, ülkücü gençliğe “Biz kimiz?” sorusuna karşılık olarak şu cevabın verilmesi gerektiğini anlatmıştır:
“Biz bir cihan devleti kalıntısı üstünde, cihan hakimlerinin evlatları olarak oturuyoruz. Sokaktan mektebe, kahveden fabrikaya koşmalıyız. Sanayimizi kurmalı, büyük milletin imkanlarını büyük geleceği kurmak için seferber etmeliyiz.”
Taşer, kurtuluşun ne sözde dincilikte, ne de sözde batıcılıkta olmadığını düşünmektedir.
“Dine dönüş diye, sünnet adına Kadızadeler ortaya çıktı. Çakşır haram, kavuk haram, kaftan haram bunlardan soyunursak her iş yoluna girer dediler. Batıcılık diye, Avrupacılar türedi: Pantolon giyer, pelerin taşır fes vurunursak mesele çözülür dediler. Ne Kadızadeler İslam'ı anlamıştı ne de Avrupacı’lar Batıyı.”
Bu sözleri söyleyerek, taklitten başka tedbirlerin düşünülmesinin kurtuluşu sağlayacağını belirtmekteydi.
Dündar Taşer’in millet tanımı da üzerinde durulması gereken son derece önemli bir noktadır. Çünkü, kutuplaşmanın, fikir çatışmalarının yoğun olarak yaşandığı bir dönemde, saldırgan milliyetçilik ile gençleri teşkilatlandırmak yerine, birleştirici, dirliğe ve birliğe önem veren bir millet tanımı ile gençliğin yetişmesini sağlamıştır.
Taşer’e göre: “ Millet, binlerce sene içinde kan’ın, iman’ın, duyguların birleşmesiyle yoğrulmuş ve müşterek kıymet hükümleri halinde billurlarmış, müşterek davranışlar halinde görünmekte olan haz ve elemi beraber tadan, birbirinden haberi yokken de birbiri gibi olan bir varlıktır.”
Taşer, Milliyetçi Hareketi tanımlarken ise “Milliyetçi Hareketin amacı: Türk Milleti’ni millet yapan unsurları asıl benliğine kavuşturmak, ona sonradan eklenmiş, ondan olmayan, onun öz benliğine aykırı olan yamalardan kurtarmaktır. Türk’ün cemiyet kumaşındaki yırtıkları kendi ipliği ile örmektir. Duyguda, düşüncede ve harekette milli olmaktır.” demiştir. Türk’ün eksiklerini yine cevheri aslisine dönerek kapatmak gerektiğini, Türk Milleti'nin karakterine ve yaşayışına en uygun, yüzde yüz yerli fikirlerle geleceğe hazırlanılması gerektiğini vurgulamıştır.
13 Haziran 1972 günü şüpheli bir trafik kazasında kaybettiğimiz Dündar Taşer’i, vefatının yıldönümünde rahmetle anarken, onun bugün “Ülkücü” sıfatına layık olabilmek için çalışan bizlerin yetişmesinde en büyük paya sahip olduğunu söylemek gerekmektedir.
Netice itibariyle diyebiliriz ki Dündar Taşer; ömrünü adadığı “Ülkücü Gençlerin Yetişmesi Davası”nda üç önemli esası gözetmiştir : İslam ahlak ve fazileti”, “Türklük ve tarih şuuru”, “İla'y-ı Kelimetullah için Nizam-ı Alem Davası”. Gücünü mazisinden alan, tarih bilinci kuvvetli ve imanlı bir gençlik ile Büyük Türkiye ülküsünü gerçekleştirmek için çalışmalarını sürdürmüştür. Dündar Taşer her zaman düşünceye kıymet vermiş, ancak Türkiye’nin kurtuluşunun, mayası bu topraklara ait olan, yüzde yüz yerli, Türk Milliyetçiliği şemsiyesi altında ülkücülük fikr-i davası ile sağlanacağına inanmıştı. Kurtuluşu ve Büyük Türkiye ülküsünü gerçekleştirecek olanların ise gençler olduğunu düşünerek, gençliğin yetişmesinde büyük ihtimam göstermiş ve hareketin onlara ihtiyacı olduğunu belirtmiştir.
Taşer’e göre : “Milli Şuur, Milliyetçi Hareket’i doğurmuştur. Bu hareket Şeyh Edebali gibi gönül pirleri, Çandarlı Hocapaşa gibi ilim ülkücülerini beklemektedir. Bu bekleyiş demiri eritene kadar sürecektir.”
Taşer’in işaret ettiği, emanet ettiği, miras bıraktığı bu kadro olma görevi bugün Türk Ocak’lı ülkücü gençlerin omuzlarındadır. Ülkücü gençlerin, etraflarındaki demir dağları eriterek, yeniden dirilişi sağlayağı günler ise yakındır.
Kaynakça
Taşer, Dündar; Mesele, Töre-Devlet Yayınları, 4.Baskı, 1977
Aksun, Ziya Nur, Dündar Taşer’in Büyük Türkiyesi, Ötüken Neşriyat, 10.Basım, 2010

Ziyaret -> Toplam : 125,29 M - Bugn : 49974

ulkucudunya@ulkucudunya.com