« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

12 Haz

2012

Peyami Safa’nın “Fatih-Harbiye” Adlı Romanında Simgesel Değerler

Veysel Şahin 01 Ocak 1970

Özet: Peyami Safa, kendi değerlerimizden kopmadan dünyanın işle-
yişine katılmak ve kendi değerlerimizi millî refleks haline dönüştürmek
arzusundadır. “Fatih-Harbiye” adlı roman da bu düşünceler üzerine
kurulmuş, simgesel bir çatışmalar evrenidir. Simgelerin diliyle, gelenek-
sel ve evrensel değerlerin bir araya geldiği Fatih-Harbiye, Türk ruhu-
nun ve geleneklerinin yansıtıldığı bir aynadır. Neriman’ın tinsel anlam-
da yaşadığı değişim ve dönüşümler, simge ve çağrışımların diliyle, za-
manın ve mekânın akışkanlığı içinde ele alınır. Böylece yazar, var ola-
nın ve görünenin ötesinde aradığını, ifadenin kavramsal değerlerinde
bulur ve görüneni sembollerin diliyle tekrardan anlamlandırarak gele-
neksel semboller haline getirir.
Anahtar Kelimeler: Neriman, Şinasi, ev-yuva, gelenek, Fatih-
Harbiye, musiki, Şark-Garp, ruh.
Giriş
Cumhuriyet dönemi fikir, edebiyat ve sanat dünyasının tanınmış simaların-
dan olan Peyami Safa, gazeteci, yazar, (fıkra, makale, başyazı), hikâyeci,
romancı ve dergici kişiliğiyle birçok eser ortaya koymuştur.
Peyami Safa, Fatih-Harbiye adlı romanında, geleneğin salt aktarım olarak
dirilmesi için bütün değerleri o yönde tekrardan canlandırır. Ona göre bu
diriliş, büyük bir kopuşun dizginlenmesiyle mümkündür. Nan A Lee, “Fatih-
Harbiye romanı, Türkiye’nin toplumsal değişmelerinden doğan bunalımlarını
konu almaktadır. Doğu ile batı arasında değerleri ve bütün bir yaşayış tarzıy-
la seçim yapmak zorunluluğundan doğan bunalımlar, dengesizlikler kadın
kahraman Neriman’ın aracılığı ile yansıtılmaktadır.” (A Lee 1997: 102) diye-
rek, romanın içerik düzlemini dile getirir.
Fatih-Harbiye, bir milletin mekâna yansıyan ruhunu ele alır ve mekânlar
arasındaki farklılıklar bu ruhun hayatı alımlama estetiğine göre şekillenir.
Mekânlar ve insanlar arasındaki uzaklıklar, bir taşınmanın bir kopuşun ardın-
dan ortaya çıkar. Bu yüzden Fatih-Harbiye adlı eser, insanın mekânda be-
nimsediği değerlerden koparak, yeni değerler dünyasına taşınması, yola
çıkmasıdır.
Her yola çıkış, bir ayrılışın, bir sınavın başlangıcıdır. Bu yüzden Neriman,
tramvaya her binişinde kendi geleneksel değerlerini demirden bir vagonun
içine hapseder. Metayla kuşatılan gelenekler, metanın hükmediciliği karşısın-
da kendilik değerlerini yitirir. Semtler arasındaki eylemsel ve düşünsel taşın-
ma, kayboluşu, bilinmezliği simgelerken toplumsal anlamda, bir milletin ken-
di kökünden kopuşunu ifade eder. Bu yönüyle eser, bireysel anlamda kökten
ayrılış, kökle kavga ve kökene dönüşü ortaya koyarken, toplumsal anlamda
ise değişen dünyanın köksüzlüğünden bahseder. Köksüzlük, Faiz Bey’in,
Şinasi’nin, Ferit’in ve Fatih’in ölümünü simgelerken, Macit, Beyoğlu ve Har-
biye, insanın değişime ayak uydurmak için kurdukları dünyayı simgeler. Bu
açıdan roman, simgesel anlamda ülküdeğerler ile karşıtdeğerler arasındaki
dramatik aksiyonu devamlı yükseltir. Bu gerilim, udun tellerinin kopması,
geleneğin sesinin kısılması ve kültürel değerlerin sığlaşmasına sebep olur. Bu
yönüyle roman geleneğin direnen değerlerinin bir sembolüdür.
Fatih Harbiye’de başkişi Neriman’ın yaşamış olduğu değişim, dönüşüm ve
çatışmalar, romanın temel dokusunu oluşturur. Neriman’ın roman boyunca
yaşadığı çatışmalar, onu ilk olarak kendi kökeninden ve yuvasından uzaklaş-
tırır. Kendi kökeni ve değerler dünyasından uzaklaşan Neriman, artık baba-
sıyla, eviyle, gelenekleri ve kökeniyle büyük bir çatışma içindedir. Bu çatışma
sırasında Neriman, hem kendini hem de kökensel ve geleneksel değerlerini
tahrip eden bir kimlik savaşı içindedir. Ancak insan ne kadar ötekile-
re/ötekileşen değerlere sürü halinde koşsa da içinde hep kanın sesi-
ni/geleneksel değerlerin sesini duyar. Bu yüzden tahrip edilen değerler, içteki
kendiliğin olması gerek diyen sesiyle Neriman’ı tekrardan kendine davet
eder. Bunun sonucunda Neriman, gerçeği ve huzuru kendi kökü, evi, yuvası,
geleneklerinde bularak kendi içtenlik değerlerine döner.
Roman bu yönüyle şu üç izlekten meydana gelir:
A. Evden /Gelenekten Kopuş
B. Ev/ Köken ve Gelenekle Savaş
C. Yuvaya/ Geleneğe Dönüş
Bu bağlamda eser, kişi, kavram ve simge düzeyinde kendi içeriksel düzlemini
kurar. Eserdeki simgesel değerlerin, kişi ve kavramların oluşmasında merkez-
de olduğu da unutulmamalıdır. Bu yönüyle eserde dramatik aksiyonu sağla-
yan değerler, aşağıdaki “KORA” (Korkmaz 2002: 273) şemasındaki gibidir.
Romandaki entrik kurgunun şekillenmesinde doğrudan etkisi olan Neriman,
ülkü ve karşıtdeğerlerden oluşan ikili şematik sınıflandırmamızda ülkü-
değerleri temsil eder. Neriman, bu iki değerler dünyasında kendi yerini ara-
yarak bulmaya çalışan kişi olarak belirir. Nitekim kendini ve değerlerini sor-
guladıktan sonra insanlığın benimsediği değer dünyası olan ülküdeğerler
ikliminde yer edinir. Korkmaz’a göre; “Ülküdeğer: sanat eserlerinde kişi kav-
ram ve simge düzeyinde görülen ve sanatçının benimsenmiş değerlerini,
doğrularını içeren ibarelerdir. Eserdeki entrik kurgu, ülkü değerler ve karşı
değerler çatışması sonucunda ortaya çıkar.” (Korkmaz 2000: 311).
Bu iki değerler dünyasında, kahraman ve diğer karakterler hem kavram hem
de simge düzeyinde, görülenin arkasına geçmeyi arzular. Nitekim eşyanın
ruhuna sinen tarih ve gelenek, nesneler dünyasının keşfedilmesi veya keşfe-
dilmeye zorlanması ile kavramların üst bir dili olan simgenin diliyle verilir.
Neriman da kavramlar dünyasını simgelerin diliyle ortaya koyar. Böylece
hem tarihi geçmişi hem de geleneklerini simgeler dünyasında şekillendirmiş
olur. Romanda her simgeye dönüşen değer, kahramanın dünyayı anlaması-
na, anlamlandırmasına ve kendini tanımasına yardımcı olur. Çünkü gelenek-
sel değerler, “Bizce, kültürün kendini koruma refleksi ve varlığını sürekli bir
yenileme bilinciyle “hal”de devam ettirme gücüdür.” (Ayvazoğlu 1996: 13)
ve bu güç geleneksel simgelerin içinde saklıdır. Onu keşfetmek demek, gele-
neğe, kökene ve geçmişe yeniden hâkim olmak demektir.
ÜLKÜDEĞER
(Tematik Güç)
KARŞITDEĞER
(Karşıt Güç)
KİŞİ
Neriman, Şinasi, Faiz Bey,
Gülten, Ferit, Büyükanne,
Anne, Gitarcı Rus Genci
Macit, Fahriye, Zengin Rum,
Genç Rus Kızı
KAVRAM
İçtenlik, Sevgi, Huzur, Mazi,
Sükûnet, Dürüstlük, Fedakârlık,
Ruh, Muhabbet, Gelenek,
Köken, Kendilik, Maneviyat
Ötekileşme, Yalancılık, Çıkarcılık,
Sergüzeştlik, Zevk, Eğlence,
Sığlık, Duygusuzluk, Samimiyet-
sizlik, Maddiyatçılık, Köksüzlük,
Ötekileşme
SİMGE
Şinasi, Faiz Bey, Fatih, Musiki,
Alaturka, Ev-Anne- Konak, Saz,
Ruh, Mesnevi, Alaturka Müzik,
Alaturka Eşyalar, Ut, Şark,
Ruh, Kedi, Ney
Macit, Harbiye, Beyoğlu, Balo,
Maksim Gazinosu, Piyano, Vü-
cut, Alafranga Müzik, Alafranga
Eşyalar, Araba, Köpek, Tramvay,
Keman
Romanda dramatik aksiyon, Neriman’ın kendi geleneksel değerleriyle çatışıp
kendi geleneksel değerlerinden uzaklaşması ve en sonunda geleneksel değer-
lerine dönmesi ve dönüşmesi sorunsalı üzerine kurulur.
A. Evden /Gelenekten Kopuş
Romanda geleneğin yaşamdan kovulması, ev-kökenden kopuş anlamına
gelir. Yazar, ev-kökenden kopuşu, kavram ve simgeler düzeyinde, nesnenin
ruhunun insanda kendini bulması yönünde ele alır. Nitekim “İnsan, simgeler
ormanında kaybolmuş bir çocuktur.” (Kundera 2005: 77). Bu açıdan ev-kök,
geleneksel değerlerin içinde korunduğu bir kaledir. Neriman da bu kalenin
kuşatılmışlığından, sıkılmıştır ve evden, kökten dışarı çıkmak ister. Onun arzusu,
geleneğin elinden kurtulup yeni bir dünya bulma arzusudur. Bu kopuş onu,
Şinasi’den, aşktan, babadan, evden-aileden, kökten, ut ve sazdan uzaklaştırır.
Şinasi’yle yedi yıldan beri arkadaş olan Neriman, içinde duyduğu kanın sesiyle
gelenek ve sevginin dünyasından sıyrılarak kendine yeni bir dünya kurmak
ister. Bu yüzden Şinasi’yle arasına yavaş yavaş bir set çeker. Neriman bu seti,
içinde yaşadığı ve büyüdüğü bütün geleneksel değerler dünyasına karşı çeker.
Bundan dolayı Şinasi ile arasında görünmez bir ayrılık ve kopuş oluşur.
Beyazıt’a kadar çıkmak istemedi, eski Darülfünun binasının önünde dur-
du; ayrılmak arzusuna benzer bir hareket yaptı. Neriman da hemen dur-
muş, elini uzatmıştı; fakat onun gizli bir sevinçle karışan bu acelesi, Şina-
si’yi tereddüde düşürdü ve ayrılmak azabını arttırdı. Neriman’ın elini bı-
rakmıyor, ayrılığı geciktirmek için lüzumsuz şeyler söylüyordu. Sabırsızla-
şan genç kız, biraz şiddetle elini çekti, kurtardı, koşarak uzaklaştı (Safa
1999: 7-8).
Neriman’ın Şinasi’den koşarak uzaklaşması, Neriman’ın ruhsal olarak Şina-
si’den kopması anlamına gelir. Aralarındaki kopuş, hem bedensel hem de
ruhsaldır. Neriman’ın elini Şinasi’den şiddet ve aceleyle çekişi, iki insan arasın-
daki uzaklığın şiddetli bir çatışmaya dönüşeceğini de gösterir. “Tam bastırılma-
yan el kol hareketlerinin Öteki’nin kendine sakladığı şeyler hakkında ne kadar
çok ipucu verdiğini hiç unutmayalım.” (Gasset 1995: 121) diyen Gasset, el ve
kol hareketlerinin insan yaşamındaki simgesel açılımını ortaya koyar. Bu yö-
nüyle “Elini çekmek, kurtarmak” ibareleri, kopuşun, ayrılışın, uzaklaşmanın ve
öteki oluşun işaretidir. El, insanları fiziksel olarak birbirine bağlar. Neriman’ın,
Şinasi’nin elini bırakması veya ondan çekmesi/ kurtarması, ilişkinin sığlaştığını
ve kopuşun yaşanmak üzere olduğunu gösterir. Nitekim arkadaşına gitmek
üzere Şinasi’nin elini bırakan Neriman, bütün arzusuyla keşfedilmeyi bekleyen
yeni değerler dünyasına, arzulanan cennete koşar.
Beyazıt meydanına gelince tramvay bekleme yerinde Neriman’ı gördü,
şaşırarak birden bire durakladı. Evvela Neriman’ın tramvay bekleyip bek-
lemediğini anlamamıştı. Adımlarını hızlaştırarak ona doğru yürüdü. Fakat
Neriman’ın hem kol saatine hem de tramvayın geleceği tarafa sabırsızlıkla
baktığını görünce, arkadaşına gitmediğini anladı, ona görünmek isteme-
yerek sıra kahvelerin arasına çekildi ve onu uzaktan seyretti. Neriman ilk
gelen Fatih-Harbiye tramvayına herkesten evvel atlamaya muvaffak ol-
muştu (Safa 1999: 8-9).
Neriman’ın Şinasi’ye karşı işlediği bu ilk günah, roman boyunca Neriman’ın
acı çekmesine neden olur. Şinasi’yi bu yalanla zamanın gerisinde bırakan
Neriman, tramvay aracılığı ile Harbiye ve Beyoğlu’nun değerlerine yönelir.
Burada tramvay ve saat simgesi önemlidir. Saat, zamanı ve hayatı simgeler.
Neriman’ın aceleyle kol saatine bakması, onun geçmişe ve geleceğe de bakı-
şını ortaya koyar. Bunun nedeni, saatin hep ileriye dönük olması ve “zaman
okunun” (Carriere 2000: 146) kişi ve olayları ileriye sürüklemesidir. Bu nok-
tada Neriman’ın geçmişi ve değerleriyle hiçbir ilgi ve alakası kalmaz. Zira bu
zaman dilimi, onun işlemiş olduğu ilk günahla hem aşkı hem de değerleri
geride bıraktığı andır.
Tramvay simgesi, Neriman’ı geleneklerinden uzaklara taşıyan, modern ya-
şamın bir temsilcisidir. Neriman, tramvayla hem fiziksel hem de bilinçsel bir
yolculuk yapar. Onun yapmış olduğu bu yolculuk, Fatih ile Harbiye-Beyoğlu
arasındaki değerler dünyasına yapılır. A Lee’ye göre, “Burada Fatih semti
doğu toplumunu, Beyoğlu (Harbiye) ise batı toplumunu simgelemektedir.”
(A Lee 1997: 79). Tramvay’ın gidiş istikametinin Harbiye oluşu, yolculuğun
sonunda varılacak değerler dünyasını gösterir. Neriman’ın da tramvayla
çıkmış olduğu yolculuk, onu “öteki”nin ötekileşen değerler dünyasına taşır.
Bu yönüyle tramvay, ötekileşen değerlerin bir temsilcisi olarak, Neriman’ı
Fatih’ten ve değerlerinden ayırır. Şinasi’nin, “Mademki ben Neriman’ın de-
ğiştiğini çoktandır fark ediyorum.” (Safa 1999: 11) demesi bu ayrılış ve deği-
şimi kanıtlar niteliktedir.
Romandaki yol simgesi de önemlidir. Neriman’ın, roman boyunca yaşadığı
yolculuk, onun kendiliğe ulaşmak için kat ettiği mesafeyi gösterir. Aynı zaman-
da “Yol ve yolculuk en ilkelinden semavilerine kadar bütün dinlerde ve bütün
mistik akımlarda önemli bir semboldür ve manevi gelişmeyi temsil eder.”
(Ayvazoğlu 1996: 207) Yol, birleştirici, ulaştırıcı, uzaklaşmacı, ayrılmayı ve
kopuşu içinde barındırır. Korkmaz, “Yol metaforu ayrıcı ve birleştirici niteliğiyle
öykü kahramanının kendi içine ayrı ayrı yolculukları da simgeler.” (Korkmaz
2008: 140) diyerek yol simgesinin, çağrışım değerlerini ortaya koyar.
Galatasaray’da Tünel’e doğru yürüdüler. Neriman Beyoğlu’na çıktığı va-
kit, halis Türk mahallerinde oturanların çoğu gibi, kendini büyük bir se-
yahat yapmış sanırdı. Gene Fatih uzakta, çok uzakta kaldı. Tramvayla bir
saat bile sürmeyen bu mesafe, Neriman’a Efgan yolu kadar uzun görün-
dü ve Kâbil’le New York arasındaki farkların çoğuna İstanbul’un iki semti
arasında kolayca tesadüf edilir (Safa 1999: 29).
Neriman’ın roman boyunca yaptığı yolculuk, eserin başında kopuşu, uzak-
laşmayı ve ötekine taşınmayı imler. Yol simgesinin tramvayla birleşmesi veya
özleşmesi ise yolculuğun maddeler, dünyasına yapıldığını okuyucuya iyiden
iyiye hissettirir. Neriman ile Şinasi’nin Fatih’te yan yana yürüyüşleri, onların
ontolojik olarak kendilerine dönmesini sağlayan bir unsur olarak görünse de
Neriman için bütün değerlere karşı yapılmış bir yürüyüştür.
“Kim bilir kaç defa bu yollardan beraber geçtiler…” (Safa 1999: 127) cümle-
sinden de anlaşıldığı üzere Şinasi’nin, Neriman’la bir ayrılık arifesinde olduğu
görülür.
Romanda bir diğer önemli simgesel değer, müzik ve müzik aletleridir. Neri-
man, Fatih’in temsilcisi olan alaturka müzik ve aletlerinden kopar. Onun
udunu bırakması veya eline hiç almaması, bu kopuşun en önemli delilidir.
Ut, saz, ney, kemençe alaturka musikiyi sembolize eder. Aynı zamanda gele-
neğin nesneler dünyasına taşınmış ses simgeleridir. Neriman, Fatih ve onun
değerlerinden ayrılırken, geleneği temsil eden müziksel değerlerden kopar.
Öf bu elimdeki ut da sinirime dokunuyor, kıracağım geliyor. Şunu Şam-
lı’ya bırakalım. Bu benim elime nereden musallat ettiler? Evdeki hey hey
yetişmiyormuş gibi üstelik birde Darülelhan! Şu alaturka kaldıracaklar mı
ne yapacaklar? Yapsalar da ben de kurtulsam. Hep ailenin tesiri babam
şark terbiyesi almış ney çalar, akrabam öyle. Fakat artık sinirime dokunu-
yor, bir kere şu musibetin biçimine bak, hele torbası yirmi gündür elime
almıyorum, bu gün mecbur aldım. Bırakacağım musibeti (Safa 1999: 26).
diyen Neriman, kendi geleneksel değerleri hakkındaki düşüncelerini ortaya
koyar. Geleneklerden ve evden kopuş, Neriman için artık kaçınılmazdır.
Lakin bu kopuş, Neriman için birçok çatışmayı da beraberinde getirir.
B. Ev/Köken ve Gelenekle Savaş
Neriman’ın kendi içsel değerlerini arama ve keşfetme macerası, onun gele-
nek ve evi temsil eden değerlere savaş açmasına neden olur. Genel anlamda
Neriman, ev/yuva ve geleneklerle büyük bir savaşa girer ve bu savaştan,
gelenek ve kökensel değerleri tahrip ederek ötekileşen değerlere yönelir.
Neriman, önce Fatih’le düşünsel anlamda savaşmaya başlar. Fatih, ona göre
düzensizliğin, sığlığın, sıradanlığın, kirliliğin ve yoksulluğun tek kaynağıdır.
Bu yüzden Neriman, Fatih’in temsil ettiği bütün sıcak ve samimi değerlerle
çatışır. Çatışmalar sonucunda Fatih, Neriman için yaşanmaz bir hale gelir.
Neriman “Kendimden nefret ediyorum. Oturduğum mahalle, oturduğum ev,
konuştuğum adamlar çoğu sinirime dokunuyor. O Fatih meydanın önünden
geçerken meydan kahvelerinde bir sürü işsiz güçsüz, sofa makulesi adamlar
oturuyorlar. Biraz temizce giyindin mi insanın arkasından fena fena bakıyor-
lar, kim bilir neler söylüyorlar, insan yolda bile rahat yürüyemiyor.” (Safa
1999: 26 ) der.
Neriman için ev, Fatih ve Fatih sakinleri ötekiye dönüşür. Oysa ev/yuva,
sıcak değerlerin içinde saklandığı, kutsal mekânlardır. İnsan bu gibi mekân-
larda ontolojik olarak varlığını kurar. Çünkü ev/yuva, içtenliğin mekânıdır.
Ancak Neriman, evi ve değerlerini tahrip eder ve yaşanılmaz hale getirir.
Neriman için ev ve değerleri, adeta bir zindan ve kuşatılmışlıktır. Evin gele-
neksel değerlerini silen kahraman, artık evden ve onun temsil ettiği bütün
değerlerden kaçmak, uzaklaşmak ister. Nitekim ilerleyen bölümlerde Fatih de
onun temelsiz düşmanlığından nasibini alır. Çocukluğunun geçtiği bu mahal-
le ve değerleri, onu sinirlendirir. Bunun nedeni Neriman’ın içinde yaşadığı
mekânın dilini ve kotlarını çözememiş olmasıdır. Aras, “Mekânın dilini çöz-
mek kadar sizin de onunla aynı dili konuşmanız önemlidir. O, sizi çevreler-
ken sizden gelen her şeyi sorgusuz sualsiz kabul eder. Önemli olan sizin niye-
tiniz, yaşatmaya çalıştığınız duygu ve inancınızdır.” (Aras 2005: 21) diyerek
mekân, insan ilişkisinin bağlayıcı unsurlarını dile getirir. Şinasi ile el ele gez-
diği sokakların dilini konuş(a)mayan ve değerlerini hiçe sayan Neriman,
Fatih ve sokaklarını labirent, dar ve karanlık bir yapıya dönüştürür. Orada
yaşayan insanların davranışları, düşünceleri bu yüzden Neriman’ı sıkar, teh-
dit eder. O da bundan dolayı Fatih’in sıcak yüzünü, soğuk, çekilmez ve sıkıcı
değerler bütününe dönüştürür. Bunun karşısına ise Harbiye ve Beyoğlu’nun
değerlerini koyarak kendini düşünsel yolcuğunda haklı kılmaya çalışır.
“Dün Tünel’den Galatasaray’a dükkânlara baktım. Esnaf bile zevk sahibi.
İnsan bir bahçede geziyormuş gibi oluyor. Her camekân çiçek gibi. En adi
eşyayı öyle biçime getiriyorlar ki mücevher gibi görünüyor. Sonra halkı da
bambaşka. Dönüp bakmazlar. Yürümesini giyinmesini bilirler. Her şeyi bilir-
ler canım.” (Safa 1999: 26) diyen Neriman, Harbiye’nin kendi zihninde
oluşturduğu simgesel değerleri ortaya koyar. Harbiye, Neriman’a göre düze-
nin, bilginin, şıklığın, zenginliğin ve düzenin sembolik mekânıdır. Çünkü
orada adî bir eşya dahi, bir başka anlam ve görüntü kazanır. Bu yönüyle
Neriman, Harbiye’yi ulaşılması gereken ütopik/ besleyici bir mekan haline
dönüştürür. Ütopik mekânlar, kişi, eşyayı, insanı ve diğer varlıkları kendi
arzuları doğrultusunda anlamlandırır. Romanda Harbiye, genç bir kız olarak
Neriman’ın bütün arzularına cevap veren ütopik bir mekânı sembolize eder.
Bundan dolayı kahraman ev ve Fatih’i karşıt bir değer olarak anlamlandırır.
Fatih’in gelenekçi yanı, Harbiye’nin maddeyi, çıkarı temsil eden değerleri
karşısında anlamını yitirir.
Romanda kişiler düzeyinde Şinasi, Faiz Bey, Ferit ve Macit benimsedikleri ve
temsil ettikleri değerler açısından romanda sembolik kahramanlara dönüşür.
Şinasi ve Faiz Bey, roman boyunca doğuyu, evi, geleneği ve alaturka müziği
temsil eden kişilerdir. Bu açıdan Şinasi ve Faiz Bey, gelenek, köken ve evin
kişiler seviyesinde sembole dönüşmüş halidir. Şinasi ve Faiz Bey, kültürün,
mazinin ve geleneğin kodlarını içlerinde barındırır. Bu iki sembolik karakter
aracılığıyla okuyucu, gelenek, kültür, tarih ve evin taşıdığı sembolik değerleri
kavrar. Romanda bir diğer önemli karakter Macit’tir. Macit, eserde karşıt
değerleri sembolize eden kart bir karakterdir. Bu yönüyle Macit, romanda
dramatik aksiyonun güç veren olayların çatışma düzeyine çekilmesine katkı
sağlar. Çünkü Macit, Harbiye’yi, Beyoğlu’nu, eğlence, yalan, cahillik, saygı-
sızlık, beden, arabayı, baloyu, köksüzlük ve Garp gibi karşıt değerleri temsil
eder. Moran, Peyami Safa’nın romanlarında yer alan Macit gibi kişileri, “Batı
zihniyetinin ürünü olan kişileri, dolayısıyla onları güçlü kılan yetenekleri var-
dır. Hırslı, atılgan, iradeli, tuttuğunu koparan adamlardır, ama aynı zamanda
bencil, çıkarcı, yalancı ve sahtedirler.” (Moran 2005: 222) diyerek tanımlar.
Bu açıdan romandaki karakterler, “KORA” (Korkmaz 2002: 273) şemasında
gösterilen kavramlar dünyasını simgeler.
“KORA” şemasında da görüldüğü üzere, simge düzeyindeki kişiler, benimse-
diği değerler açısından bir çatışma içindedir. Neriman bu iki değer dünyası
arasında, Macit ve sembolize ettiği değerler dünyasına taşınmayı arzular ve
bundan dolayı durmaksızın Şinasi ve babası Faiz Bey’in benimsediği değer-
lerle çatışır. Bu çatışmalar sonucunda ise Neriman, geleneği temsil eden
Şinasi ve Faiz Bey’e başkaldırarak, tiran bir kişiliğe dönüşür.
Artık Neriman, nereden gelip nereye gittiğini anlıyordu, çünkü iki zıt işti-
yakın remizlerini gözleriyle görüyor ve mukayeseler yapabiliyordu. Şinasi
Neriman’ın gözünde Aileyi, Mahalleyi, Eskiyi, Şarkı temsil ediyordu; Ma-
cit yerin, garbın, bununla beraber meçhul ve cazip sergüzeştlerin mümes-
sili ve namzediydi. Bu iki genç, Neriman’ın ruhundaki iki cepheyi bütün
ÜLKÜDEĞERLER
Tematik Güç
KARŞITDEĞERLER
Karşıt Güç
SİMGE
Şinasi, Faiz Bey
Macit
KAVRAM
Fatih, Şark, Gelenek, Mazi,
Anne, Tarih, Kök, Aile, Ev,
Kültür, Ruh, Mesnevi, Aşk,
Sevgi, Dürüstlük, Ben
Harbiye, Beyoğlu, Garp, Maksim
Gazinosu, Araba, Beden, Balo,
Sergüzeştlik, Yalan, Samimiyetsiz,
Öteki
vuzuhuyla şuura çıkardılar. Neriman Macit’i tanıdıktan sonra kendi kendi-
sini daha iyi tanımıştı (Safa 1999: 57).
Neriman’ın, Şinasi ve Macit’in temsil ettiği değerler dünyası arasında kalışı,
onun bu iki kişi için biçtiği görevi gösterir. Nitekim Neriman’ın Macit’i tanıdık-
tan sonra kendini tanıması, genç kız olarak arzularını ve beklentilerini duyum-
samasına yol açar. Şinasi ise, aşkın, samimiliğin, dürüstlüğün ve geleneğin bir
abidesi olup Neriman için doğunun ete kemiğe bürünmüş bir halidir.
Bununla beraber, her şey, an, miktar ve derece meselesi olduğuna göre, Şina-
si’nin bazı anlarda bir garplıdan daha (pasif), daha deruni olduğuna kaide ha-
linde kabul etmekte büyük bir tahmin hatası yapmak tehlikesi yoktur.
“Şinasi, bu meselede de, sukutlarını zırh olarak kullandı ve müdafaalarıyla
taarruz etti” (Safa 1999: 89).
Şinasi, doğulu bir ruh, doğulu bir kalptir ve onun olaylar karşısındaki tutumu
ve sükûta sarılışı, tam bir gelenekçi olduğunu gösterir. Bir atasözümüze göre
“Söz gümüşse sükût altındır.” Bu söz, Şinasi nezdinde, bütün Şark toplumu-
nun hayata bakışını gösterir. Şinasi bu özelliği ile tam bir Şarklıdır. Bunun
karşısında ise Macit, hoppa ve meçhullüğüyle Garp’ın sembolüdür. Çünkü
Macit, hayatını Beyoğlu’nun gazinolarında tüketen, günlük yaşantılar peşinde
koşan, geleceği, şimdisi ve geçmişi olmayan bir kişidir.
Faiz Bey ise Neriman’ın geçmişini, annesini, ailesini, evi ve kökenini temsil
eder. Baba Faiz Bey, devlet dairesinde memur olarak çalışır. Karısını erken
yaşta kaybetmesine rağmen daha sonra hiç evlenmemiş ve kendini kızı Ne-
riman’a adamış bir kişidir.
Neriman için baba Faiz Bey, tam bir Şarklıdır.
Şinasi masanın üstündeki siyah kapılı kitabı göstererek bildiği halde sordu:
-Ne okuyorsunuz efendim?
-Hiç oğlum, ne okurum ben, gene Mesnevi’yi karıştırıyordum. Can sıkıntısı.
Ve biraz şark edebiyatından, biraz musikiden bahsettiler. Faiz Bey ney ça-
lardı (Safa 1999: 15)… Faiz Bey’le Şinasi arasında mizaç benzeyişleri pek
çoktu ikisi de şiddetli his feveranları halinde bile sessizliklerini muhafaza
edebilen ve yalnız kendi kendilerine mahrem olmasını bilen insanlar. Baş-
kalarının tecessüsünü hissettikçe kapanan yoları içinde mahsur ve bunun
azabını şerefini duydukları için vakur ve muzdarip bir görünüşleri var. İkisi
de şarka ait birçok edebiyatı çok seviyorlardı (Safa 1999: 54).
Faiz Bey’in Şarklı kimliği, onun simgesel değerler arasında anlamını belirgin
kılar. Elinden siyah kaplı Mesnevi’yi hiçbir zaman düşürmeyen baba Faiz
Bey, “Köprünün öbür” (Safa 1999: 42) tarafındaki değerleri, Fatih’i, kökeni
ve geleneği sembolize eder.
Romanda dramatik aksiyonun zirve noktaya çıktığı yerlerden biri baba Faiz
Bey’le kızı Neriman arasındaki Doğu-Batı çatışmasıdır ve bu durum sembol-
lerin diliyle okuyucuya sunulur. Neriman, romanda babasıyla tartıştığı bir
esnasında Şark’ı kediye, Garp’ı ise köpeğe benzetir. Faiz Bey, kızının yapmış
olduğu bu benzetme karşısında Şark’ın yani kendinin temsil ettiği değerleri
bir çilingir gibi tekrar açarak Doğu’nun dünyayı kavrama, anlama ve anlam-
landırma iştiyakını ortaya koyar. Neriman bu iki değerler dünyasıyla, roma-
nın hangi simgesel değerler üzerine kurulmuş olduğunu bize gösterir.
Neriman düşündü ve bir anda şarklıların kedileri ve garplıların köpekleri
niçin bu kadar sevdiğini anladı. Hıristiyan evlerinde köpek ve Müslüman
evlerinde kedi bolluğu şundandı: Şarklılar kediye, garplılar köpeğe benzi-
yorlar! Kedi yer içer, yatar, uyur, doğurur, hayatı hep minder üstünde ve
rüya görüyormuş gibidir; lapacı tembel ve hayalperest mahlûk, çatışmayı
hiç sevmez. Köpek diri, çevik, atılgandır. İşe yarar; birçok işlere yarar.
Uyurken bile uyanıktır. En küçük sesleri bile duyar, sıçrar, bağırır.
Şark ve garbı temsil eden bu iki remiz, Neriman’ın zihninde iki zıt âlemi o
kadar müşahhas bir hale getirdi… (Safa 1999: 45).
Neriman, kedi sembolüyle Şark’ı; miskin, uyuşuk, lapacı ve durmadan rüya
gören bir varlık olarak niteler. Köpek sembolüyle ise, Garp’ı yani Batı âlemini
yüceltmeye çalışır. Neriman için Batılılar, çevik, atılgan, uyanıktır. Kedi ve
köpek simgeleriyle iki medeniyet arasındaki farkı Faiz Bey’e anlatan Neri-
man, Faiz Bey ile düşünce olarak çatışmaya girer ve bu çatışmada kedi sem-
bolü ile kendi değerlerini olumsuzlar ve geleneksel/kökensel mirasını tahrip
eder. Neriman’ın Müslümanları ve Fatih’i uyuyan bir kedi gibi görmesi, onun
düşünsel olarak kendi “tümkimliksel veri alanlarını” (Şahin 2007: 6) tahrip
ettiğinin kanıtıdır.
“Faiz Bey hafif bir acılık ilave olan tebessümüyle başını salladı. Aylardan beri
kızının zihnini işgal eden bu meseleyi seziyordu. İşte bu gece keyfiyet ap-
aşikâr meydana çıkıyordu.” (Safa 1999: 46).
Nitekim bu çatışma/tartışma, Faiz Bey’in kedi sembolüyle temsil edilen Müs-
lümanların kimyasını, değerler dünyasını açıklamasıyla Neriman’ın bilincinde
sarsıntıya neden olur. Faiz Bey’e göre kimi insan sabahtan akşama kadar
oturur ve düşünür. Kimi insan da sabahtan akşama kadar ayakta çalışır.
Ancak düşünen ve kafa yoran insan, tembel gibi görünse de yaptığı iş çok
önemlidir. Zira sabahtan akşama kadar ayaküstünde çalışan insanın yaptığı
sudandır. Faiz Bey için maneviyat ve zihinle yapılan iş, vücut ve bedenle
yapılan işten daha makbuldür. Faiz Bey’e göre maneviyat, insanın varoluşsal
değerlerini bütünler, insanı kendilik bilincine taşır. Ancak bunun karşısında
bedenen yapılan iş ise vücudun geçiciliği gibi sonludur. Beden, yani vücut,
mutlaka bir gün yok olacaktır. Maneviyat ve zihinsel olarak yapılan edimler
insanlığın tarihinde silinmez izler bırakacaktır. Bu nedenden dolayı Garplının
atikliği, devamlı ayakta olması, Faiz Bey’e göre bir anlam ifade etmez. Ancak
Neriman, bir çatışmalar dehlizinde olduğu ve bu çatışmada tüm kimliksel veri
alanları tahrip ettiği için “Ben miskin mahlûklardan nefret ediyorum.” (Safa
1999: 49) diyerek geleneklerine ve yaşam biçimine karşı tavrını belirtir.
Neriman’ın alaturka ve alafranga musiki konusundaki düşünceleri, Şark’ın
ruhu olan, udun telini ve sazın mızrabını kırar. Oysa musiki bir milletin söze,
nağmeye ve dile dönüştüğü simgesel bir değerdir. Bir millet, kendini ve değer-
lerini dünya üzerinde sembollere ve değerlere dönüştürdüğü müddetçe ayakta
durabilir. Romanda Şinasi ve Faiz Bey, kendilerini ut ve neyin sesinde nağme-
ye dönüştürdükleri için alaturka müziğin bedene ve sese büründüğü bir kimlik
haline gelir. Neriman bu safhada, alaturka musikinin karşısında bir öteki olarak
çıkar. Onun ötekiliği, alafranga musikinin Maksim ve Beyoğlu’nda ötekileştirdi-
ği değerlerle kendi ilan eder. Neriman’ın ötekileşme yolunda sembolik olarak
yaptığı bu yolculuk, dile dönüşen bir milletin dışlanması ile sonlanır. Bu yüzden
udu, onun için ağır ve taşınmaz bir nesneye dönüşür.
Öf… Bu elimdeki ut sinirime dokunuyor. Kıracağım geliyor. Şunu Şamlı’ya
bırakalım. Bu benim elime nereden musallat ettiler? Evdeki hey hey yetmi-
yormuş gibi üstelik bir de Darülelhan! Şu alaturka musikiyi kaldıracaklar mı
ne yapacaklar? Yapsalar da ben de kurtulsam. Hep ailenin tesiri babam şark
terbiyesi almış ney çalar, akrabam öyle. Fakat artık sinirime dokunuyor, bir
kere şu musibetin biçimine bak, hele torbası (Safa 1999: 26).
Ut, romanda bir milletin kültürünü, tarihini ve geçmişini sembolize eder. Bir
müzik aletinin kullanılabilir veya benimsenir hale gelmesi için yıllara meydan
okuması ve o milletin ruhunu yansıtmak gerekir. Nitekim müzik aleti, bir
milletin ruhunun, şekle ve sese dönüşmüş halidir. Neriman’ın udundan nef-
ret etmesi ve udunun şekliyle alay etmesi, onun, Şinasi, Faiz Bey, Fatih ve
Türk milletiyle alay etmesi anlamına gelir. Neriman’ın alaturka musikiye karşı
tavrı, onun kendi kökeniyle düştüğü çatışmayı kanıtlar. Bu yönüyle Neriman,
evini, sevgilisini, babasını ve geleneksel değerlerini tüm kimliksel veri alanın-
da öteler ve bir birey olarak bütün bilinç katmanlarını tahrip eder. Neri-
man’ın içine düştüğü çatışmalar dünyası, onu köprünün öbür tarafına iteler.
Bu eşikten geçerek kendi değerlerinin karşısında kurulmuş karanlık bir dün-
yaya yürüyen Neriman, bu karanlık dünyanın kendi değerlerinden çok farklı
olduğunu anlamasıyla, tekrardan evine, geleneklerine döner.
C. Yuvaya/ Geleneğe Dönüş
Yuva, insanın kendini tamamladığı değerleri içinde barındıran bir simgedir.
İnsan, yuvayla hem kendi içinde hem de kendi değerlerinin içinde oturmayı
öğrenir. Bachelard, “Yuva, kanatlı yaşamın gizemli yeridir.” (1996: 114)
diyerek yaşam ile yuva arasındaki ilişkiyi açıklar. Yuvanın gizemli olması ve
insanın tinsel yönünü içinde barındırması, insanın yuvayı, içtenlik mekânına
dönüştürmesini sağlar. İnsanlar da hayvanlar gibi, her zaman yuvaya dönen
ve yuvayı kendi ruhuna mesken edinen varlıklardır. Bu biraz da insanın yu-
vaya yüklediği anlamlarda kendini bulur. İnsanın yuvaya dönmesi, onun
geçmişte yaşadığı anılara, değerlere ve yitirdiği içtenliğe dönmesi anlamını
taşır. Yuva, bu yönüyle evrendeki en önemli “kültürel bellek” (Assmann
2001: 27) mekânıdır. İnsanlığın bütün düşlerini, anılarını ve içtenliğini içinde
taşıyan evrensel bir semboldür. “Evrensel semboller ise insanların kişisel
tecrübelerine dayanmaktadır.” (Fromm 1990: 32). Bu tür semboller, ardında
gizlenmiş olduğu değer dünyasını, bütün insanlığın ortak dili olarak kodlar.
Evrensel sembollerin anlamsal olarak genişleyip, bir geleneğin sesine dö-
nüşmesi, sembolün o medeniyetin ruhuna göre şekil alması demektir. Yuva
bu anlamıyla bütün dünyada içtenliğin, evrensel bir hali, geleneğin mabedi-
dir. Yuva kelimesi işitildiğinde “y-u-v-a” harflerinin başka bir şeyin yerinde
duran, onun yerini alan ve onu temsil eden bir sembol olduğu anlaşılır.
Sembolize edilen ile gösterilen arasındaki bağıntı, onun benzerliklerini açığa
çıkarır. Bu noktadan hareketle, yuva kelimesinin belirttiği değerler dünyası,
bu dört harfin veya ses kümesinin içine kodlanır. Her toplum, bu kodlamayı
kendi değer yargılarına göre remizler. Bu remizler ise o toplum tarafından
ortak bir referans olarak değerlendirilir. Böylece yuva gelenek ve göreneğin
mabede ve sese dönüşmüş simgesi olur.
Neriman’ın, Harbiye ve Beyoğlu’ndan Fatih’e dönüşü, yuvaya, içtenliğe ve
geleneğe dönüştür. Neriman, Harbiye ve Beyoğlu’nun yitikleşmiş değerler
dünyasından, kendi değerler dünyasına dönerek kurtulur. Nitekim Fatih,
onun yuvası, evi ve geleneksel yaşam biçimidir. Kahramanın Fatih’e dönüşü,
kendi içinde, içtenliğine ve geleneğine dönüşünü sembolize eder. “Çünkü
varlık her şeyden önce bir uyanıştır ve olağanüstü bir duyumun bilincinde
uyanır. Birey genel duyumlarının toplamı değildir, tekil duyumların toplamı-
dır.” (Bachelard 2006: 14). Neriman da zamanın dönüştürücü gücünden
nasibini alarak kendi değerlerine döner. Ancak burada dönüşün eşiği çok
önemlidir. “Çünkü eşiğin aşılması evrensel kaynağın kutsal alanına atılan ilk
adımdır.” (Campbell 2000: 98). Kutsal olan değerler dünyasına atılan ilk
adım, Neriman için, kendine dönüşü ve uyanışı sağlar. Neriman’ın uyanma-
sı, onun eşikte yaşadığı trajik bir olayla olur. Neriman, baloda giyeceği elbi-
seye karar veremediği için Şişli’de oturan dayısının kızlarının yanına gider.
Ancak orada ummadığı bir durumla karşılaşır. Ecnebi bir kadın, onun bütün
ruhunu yasa boğar. Ecnebi kadının, kızının başından geçen olaylar, tam bir
trajedidir. Çünkü aşk, hayatın insanı ötekileştiren yüzü ile karşı karşıya gelmiş
ve savaştan yenilerek çıkmıştır. Yazar bu aşk hikâyesi ile Neriman’ı kendi
değerlerine döndürme/ dönüştürme arzusundadır. Aşk, insana her zaman,
sıcaklığı, masumiyeti ve kendi olmayı emreder. Bu yüzden bütün insanlar
yaratılışta aşka meyilli olarak yaratılır ve aşk evrenselliğin ve dönüşün kendisi
olur. Romandaki genç Rus kızının başından geçen kötü olay, bu yönüyle
Neriman’ın kendine, kendi değerlerine dönüşünde bir eşik vazifesini görür.
Genç Rus kızının başından geçen olay, Neriman’ın dikkatini çeker.
Dinle bak ama seni çok alakadar eder. Ve anlattılar. Bu ihtiyar bir kadın
Rusmuş ve fevkalade güzel bir kızı varmış. Bu kız evvela, gitar çalan fakir
bir Rus artistiyle sevişir. Beraber senelerce yaşarlar. Nedense bir türlü ev-
lenemezler. Rus genci çok fakir, çok… Kızla Beyoğlu’nun küçük bir oda-
sında sefil yaşıyorlardı. Rus genci lokantalarda filan gitar çalarak biraz pa-
ra kazanıyor. Kız bu sefalete senelerce katlanır. Çünkü hisli ve münevver
bir kadın… Nihayet bu kızın karşısına zengin ve güzel bir adam çıkar. Bir
Rum. Onu sever, Rus gencinden ayrılır, Osman Bey tarafından bir
apartman alır, beraber yaşarlar (Safa 1999: 99).
Alıntı metninde de anlaşıldığı üzere genç Rus kızının aşk üçgeni, mutsuz bir
bilincin trajedisini içerir. Aradığını yeni sevgilisinde bulamayan genç Rus kızı,
tekrar eski sevgilisine dönmek ister, ancak Rus genci kızı kabul etmez ve
bunun üzerine genç Rus kızı intihar eder. Bu hikâye Neriman’ın bütün dü-
şüncelerini alt üst eder. Çünkü Rus kızıyla kendi yaşantısı arasında büyük bir
benzerlik vardır. Yazar, böyle sembolik bir öykü ile roman içinde Neriman
gibi değer yitimine uğrayanların sonunu ortaya koyar. Bu öyküde Rus gitarcı
Şinasi’yi, genç Rus kızı Neriman’ı, Rum genci Macit’i simgeler. Neriman,
genç Rus kızının başına gelenleri düşündükçe ürperir. Çünkü onun intiharı,
onun gibi olanların kaçınılmaz sonudur. Neriman bu trajik olay sonrasında
kendini eşikte hisseder. Eşik, ise insanı içeriye veya dışarıya çağıran yerdir.
Nitekim Neriman içeriye dönerek kendiliğini ve değerlerini seçer ve ölmekten
kurtulur. Onun kurtuluşu, bir uyanış, bir doğuştur. Jung, “iç dünyaya açılan
kapı dar ve gizlidir, sayısız önyargılar, yan tutmalar, düşünceler, korkular bu
girişe set çekerler.” (1997: 59) der. Neriman’ın iç dünyası, geleneğin motifle-
ri ile şekillenmiştir. Bu yüzden bilinçaltındaki bastırılan duygular, onu kor-
kutmuş ve bu eşikte uyanarak kendine dönmesini sağlamıştır.
Neriman için yolculuk yani taşınma vakti gelmiştir. Artık tramvayın yönü,
Fatih’tir, yuvadır. Onun, Harbiye ve Beyoğlu’nun değerlerinden korkarak
kaçışı, Batı’nın değerler dünyasından kurtulma arzusudur. Çünkü “Batı me-
deniyeti, gerçek bir anomali olarak yer alır tarihte: az çok bütünüyle tanıya-
bildiklerimiz arasında tamamen maddî yönde gelişmiş tek medeniyet, Batı
medeniyetidir.” (Guenon 1991: 19). Neriman da Batı medeniyetinin insanı
metalaştıran yüzünü fark eder ve onun değerlerinden kaçar. Bu yüzden
tramvaya bindikten sonra kendi iç dünyasına yönelir. Ve geleneksel değerle-
rine doğru içsel bir yolculuk yapar. Bu yolculuk A. Evden/ Gelenekten Kopuş
alt başlığında, dış dünyaya, karşıt değerlere, bastırılmış arzulara ve Harbi-
ye’ye doğru iken, bu bölümde, içtenliğin, geleneğin, annenin, kemençenin,
udun, mesnevinin ve sazın dünyasına yönelmiştir.
Tramvayda hiç kimse yoktu. Neriman oturdu ve yüzlerinin pudrasını, dudak-
larının kırmızısını tazelemek için her yalnızlığı fırsat bilen birçok kadınlar gibi
hemen çantasını açtı, aynasını çıkardı ve gözlerine yakından baktı. Ayna kar-
şısında gözlerine dolan yeni dikkate, biraz evvelden kalma derin bir hüzün
karışıyordu. Neriman buna hayret etti. Ayna, ona, kendi şuurundan daha
kuvvetli olarak, deruni hayatını aksettirmişti (Safa 1999: 103).
Neriman’ın Harbiye’deki renkli dünyası, onun için anlamını yitirir ve aynanın
içinde görünmez bir hale gelir. Dudaktaki kırmızılığın ve yüzdeki pudranın
anlamını yitirmesi, Harbiye’nin, Neriman’ın düşünsel evreninden kovulması,
uzaklaşması anlamına gelir. Romanda “ayna” Neriman’ın tümkimliksel veri
alanındaki değerler dünyasını dışa yansıtan bir semboldür. Neriman,
tümkimliksel veri alanındaki geleneksel değerleri “ayna” ile yüzeye çıkarır.
Ayna bu yönüyle onun bilinçaltının dışa yansıyan yüzüdür. Korkmaz “ayna”
metaforunu, “Narkissos gibi suje ve obje arasındaki mesafeyi kendi üzerinde
sıfırlayan aracı bir faktör” (2002: 186) olarak tanımlar. Neriman’ın aynadaki
görüntüsü, onun neye dönüştüğünü gösterir. Neriman, ayna karşısında
fenomolojik olarak kendini tanımlamaya çalışır. Neriman’ın kendini bulma
veya tanıma çabası, aynanın bilinçaltındaki verileri yansıtmasıyla sağlanır.
Ayna, gizli dünyanın ışıkla yüzeye çıkmasıdır. Gücü kendi sırrı ve karanlık
dünyasındadır. Yani bakan kişinin sırları ve kapalılığı, aynanın yüzünü oluş-
turur. Bu yönüyle ayna, Neriman’ın ötelediği “öteki beni”ni açığa çıkaran
ana bir güçtür. Neriman aynaya baktığında hüzünlenir ve hayretler içinde
kalır. Onun hüzün ve hayreti, Narkissos gibi kendi yüzündeki güzelliğe değil,
onun yüzündeki silinmiş anlamlar dünyasına yöneliktir. Ayna karşısında
yitikleştirdiği, öteki saydığı dünyasını gören Neriman, tinsel olarak yeniden
doğmak için uyanışa geçer. Bu yönüyle ayna, Neriman’ın bilinç katmanları-
nın ışığa dönüşmüş bir sembolü haline gelir. Ayna vasıtasıyla Neriman, ken-
dilik bilincine yeniden kavuşur. Tramvayla çıkılan yolculuk, aynada düşünsel
bir yokluk haline dönüşür. Değerler dünyasından kopuşlar, tümkimliksel veri
alanının tahribatı, ayna simgesi ile yüzeye çıkar. Nitekim “Ayna onda kaçan,
kendisini bir türlü yakalayamadan gördüğü ve onunla arasına daraltabileceği
ama kesinlikle aşamayacağı sahte bir mesafe koyan art dünya yaratır.”
(Bachelard 2006: 31). Art dünya Neriman’ın gelenekleriyle kurduğu dünya-
nın kendisidir. Böylece Neriman aynada ve bilinç katmanlarında geleneksel
değerlerini tekrar diriltir. Geleneğin tekrardan dirilişi, Neriman’ın ontolojik
olarak yeniden doğmasıdır. Bu doğum Neriman’ın tinsel anlamda yeniden
yaratılmasıdır. Elieda, “Her yaratılış her şeyin ötesindeki bir kozmik eylemi,
dünyanın yaratılışını tekrarlar, dolayısıyla, inşa edilen her şeyin temeli dün-
yanın merkezindedir.” (1994: 32) der. Neriman’ın da tinsel olarak kendini
tekrardan yaratması, onun romandaki geleneksel ve kökensel değerler dün-
yasında yeniden doğması anlamına gelir.
Tramvay Beyazıt’tan geçiyor ve Fatih’e doğru ilerliyordu. Fatih! Fatih:
Beyoğlu arkada kalıyordu. Aylardan beri ilk defa bugün Neriman Fatih’e
bu kadar istekle gidiyordu ve Beyoğlu’nun cazibesinden kendini kurtarı-
yordu. Ne olursa olsun, kalbiyle yaşayan bir kızdı ve ilcalarına hakim de-
ğildi, bütün duygularını teşhir ettikçe rahatlayan bir mizacı vardı ve sa-
mimiyeti halis bir şey gibi seviyordu (Safa 1999: 109-110).
Neriman’ın Fatih’e dönüşü, kalbin, samimiyetin ve sevginin yüzeye çıkmasını
da sağlar. Onun “Kalbiyle yaşayan bir kız” (Safa 1999: 110) olması, köke-
ninde barındırdığı mazinin yüzeye çıkışını kolaylaştırır. Burada kalp simgesi,
bir değerler dünyasının simgesel yüzüdür. Kalp, sıcaklığı, sevgiyi, samimiyeti,
derinliği simgeler, aynı zamanda insani değerlerin, insan bedeninde sembole
dönüşen halidir. Neriman’ın kalpli bir kız olması, kalbin simgesel açılımlarını
kendinde içermesindendir. Neriman’ın Fatih’e dönüşü de bu yüzdendir.
İnsan acıyı, korkuyu, yalnızlığı kalbiyle hissettikçe insanlaşır. Neriman da
“Aylardan beri kendi kendiyle çok dövüşmüştü. Kendi kendiyle sulha ihtiyacı
var. Bunun için evvela onu, onları, babasını, Şinasi’yi tatmin etmek lazım
geldiğini anlıyordu.” (Safa 1999: 111). Yuvaya ve geleneğe dönüş, kalp
ülkesindeki değerleri de canlandırır. Baba Faiz Bey ve nişanlısı-sevgilisi Şina-
si, eski anlamlarını tekrardan kazanır. Ferit’in evindeki toplantıda Neriman
yuvasına döndüğünü herkese gösterir.
“Kucağına udu ilk yerleştirdiği anda, geçirdiği buhranların amilleri arasında
mücessem bir varlığı olan bu sazı kinle muhabbetle kendisine çekti” (Safa
1999: 125). Böylece gelenek ve kökenin Neriman’da dirilişi tamamlanmış olur.
Sonuç
Fatih-Harbiye adlı roman, simgesel değerler üzerinde kurulmuş bir eserdir.
Bu tür eserler ne kadar simgesel yapıya sahipse içerik düzlemi o kadar zen-
gindir. Simgelerin diliyle, evrensel ve geleneksel değerlerin bir araya toplan-
dığı Fatih-Harbiye, Türk ruhu ve geleneklerinin yansıtıldığı bir ayna vazifesi
görmektedir. Yazar, romandaki simgeler dünyasıyla insanı ve değerlerini
algılama biçimini ortaya koyar. Neriman’ın tinsel olarak yaşadığı değişim ve
dönüşümler, simgelerin ve çağrışımların diliyle, zamanın ve mekânın akışkan-
lığı içinde ele alınır. Böylece yazar, var olanın ve görünenin ötesinde aradığını,
ifadenin kavramsal değerlerinde bulur ve görünen canlıyı ve nesneyi sembolle-
rin diliyle tekrardan anlamlandırarak geleneksel semboller haline dönüştürür.
Neriman’ın tümkimliksel veri alanındaki değerler dünyasının dışa sızması,
Türk milletinin tarihsel olarak kendini bulması anlamına gelir. Nitekim insan
ve toplum, kendi yarattığı semboller evreninin merkezindedir. Yazarın Neri-
man merkezli kurduğu bu itibarî âlem, onun geleneksel değerleri ile girdiği
çatışmaları ele alır.
Kaynaklar
A Lee, Nan (1997). Peyami Safa’nın Eserlerinde Doğu-Batı Meselesi. İstan-
bul: Ötüken Yay.
Aras, Lerzan (2005). Mekânın Ruhu. İstanbul: Kozmik Kitaplar.
Assmann, Jan (2001). Kültürel Bellek. Çev. Ayşe Tekin. İstanbul: Ayrıntı Yay.
Ayvazoğlu, Beşir (1996). Geleneğin Direnişi. İstanbul: Ötüken Yay.
Bachelard, Gaston (1996). Mekânın Poetikası. Çev. Aykut Derman. İstanbul: Kesit.
Bachelard, Gaston (2006). Su ve Düşler. Çev. Olcay Kunof. İstanbul: YKY.
Campbell, Joseph (2000). Kahramanın Sonsuz Yolculuğu. Çev. Sabri
Gürses. İstanbul: Kabalcı Yay.
Carriere, Jean Claude vd. (2000). Zamanlar Sonu Üstüne Söyleşiler. Çev.
Necmettin Kâmil Sevil. İstanbul: YKY.
Elieda, Mircea (1994). Ebedî Dönüş Mitosu. Çev. Ümit Alyuğ. Ankara: İmge.
Fromm, Erich (1990). Rüyalar Masallar Mitoslar. Çev. Aydın Arıtan ve Kaan
H. Ökten. İstanbul: Arıtan Yay.
Gasset, Y Ortega (1995). İnsan ve Herkes. Çev. Nuriye Gül Işık. İstanbul: Metis.
Guenon, Rene (1991). Doğu ve Batı. Çev. Fahrettin Arslan. İstanbul: Ağaç Yay.
Jung, Carl Gustav (1997). Bilinç ve Bilinçaltının İşlevi. Çev. Engin
Büyükinal. İstanbul: Say Yay.
Korkmaz, Ramazan (2000). “Kara Kitap’taki Simgesel Dönüş İmgelerinin
Postmodernist Açıdan Yorumu”. Türk Yurdu: 311–317.
-------- (2002). İkaros’un Yeni Yüzü. Ankara: Akçağ Yay.
-------- (2002). “Romanda Dramatik Aksiyonu Sağlayan Değerlerin Görüntü
Seviyeleri Üzerine Bazı Öneriler”. Scholarly Depth and Acuracy- Lars
Johanson Armağanı. Yay. Haz. Nurettin Demir, Fikret Turan Ankara:
Grafiker Yay.
-------- (2008). Aytmatov Anlatılarında Ötekileşme Sorunu ve Dönüş İzlekleri.
Ankara: Grafiker Yay.
Kundera, Milan (2005). Roman Sanatı. Çev. Aysel Bora. İstanbul: Can Yay.
Moran, Berna (2005). Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1. İstanbul: İletişim Yay.
Safa, Peyami (1999). Fatih-Harbiye. İstanbul: Ötüken Yay.
Şahin, Veysel (2007). “Tahsin Yücel’in “Kumru İle Kumru” Romanında
Metanın Tabulaşması”. e-Journal of New World Sciences Academy 4
(October): 398–409.

Ziyaret -> Toplam : 125,29 M - Bugn : 46597

ulkucudunya@ulkucudunya.com