« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

12 Haz

2012

BUGÜNÜ ANLAMAK İÇİN MAX WEBER’İ YENİDEN OKUMAK

Dr. Hülya EŞKİ 01 Ocak 1970

ÖZET
Ondokuzuncu yüzyıl Almanya’sının özgüllüğünden hareketle içinde bulunduğu
dünyayı anlamlandırmaya çalışan Weber, bizlere sadece yaşadığı dönemi değil bugünü
dahi anlamamıza yardımcı olan pek çok anlamlandırma aracı sunar. Onun, o dönemde
ele aldığı otorite tipolojisi, karizmanın rutinleşmesi, dünyanın büyüsünün bozulması,
rasyonalizasyon, bürokrasi, kapitalizm gibi kavramlar bugün yönetim ve siyaset
alanında çalışanların hala Weber’e atıfla kullandıkları kavramlardır. Dolayısıyla
Weber’i anlamak; modernite, rasyonalizasyon, kapitalizm, bürokrasi gibi kökü geçmişte
yatan fakat bugün bile hala tartıştığımız pek çok kavramı anlayabilmek adına önem
taşımaktadır. Bu çalışma, az dahi olsa, bu anlamlandırma sürecine katkıda bulunmayı
amaçlamaktadır.
1. GİRİŞ
Sosyal analizlerin liberal geleneğinde önemli düşünürlerden biri olarak
değerlendirilen Max Weber bu çalışmanın konusunu oluşturmaktadır. Hayli geniş bir
alanda bilgi üretimine katkıda bulunan Weber'in görüşlerinin tümüne bu çalışmada yer
verilmesinin imkansızlığı aşikardır. Bu yüzden burada Weber'in tüm siyaseti indirgediği
alan, yani iktidar mücadelesi ile bu mücadeleyi anlamlandırma aracı olarak sunduğu
otorite tipolojisi çalışmanın ana konusu olarak belirlenmiştir. Bu ana konu da,
karizmatik akımlarla rasyonel kurumsallaşma arasında var olduğu düşünülen bir zıtlar
dengesi üzerinde yapılandırılmakta, karizmanın rutinleşmesi, dünyanın büyüsünün
bozulması, rosyonalizasyon, bürokrasi, kapitalizm gibi kavramlar Weber’i anlamak için
onun kavramlaştırmaları arasından seçilerek kullanılmaktadır.
Ana temalar bunlar olmakla birlikte Weberyen düşüncenin tam olarak
anlaşılabilmesi için, bu düşünceyi biçimlendiren iklime yani içinde yaşadığı dönemde
Almanya'nın siyasi ve ekonomik yapısına, o dönemin düşünce ufkuna, Alman
özgüllüğü diye adlandırılan olguya da yer verilmektedir. Yine aynı kaygıyla yer verilen
bir başka konu da Max Weber'in bilim anlayışıdır. Onun hem bir pozitivist hem de
tinselci olduğunu söylemeden ya da temel kaygısının Almanya'nın özgül sorunlarına
yanıt ararken evrensele ulaşmak olduğunu belirtmeden geçmek Weberyen düşüncenin
net olarak anlaşılmasını engelleyecektir.
Oysaki Weber’i anlamak; modernite, rasyonalizasyon, kapitalizm, bürokrasi gibi
kökü geçmişte yatan fakat bugün bile hala tartıştığımız, belki de yerlerini yenileri ikame
etmeye çalıştığımız pek çok kavramı anlayabilmek adına önemlidir. Bu çalışma, azıcık
da olsa, bu anlamlandırma sürecine katkıda bulunmayı amaçlamaktadır.
2. ONDOKUZUNCU YÜZYILDA ALMANYA'NIN SİYASİ-EKONOMİK
ÖZGÜLLÜĞÜ VE WEBERYEN DÜŞÜNCE ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
Alman modelinin, Weber'in hem siyaset hem de sosyoloji alanındaki düşünceleri
üzerindeki etkisi çok derin olmuş, neredeyse bütün önemli düşünsel ilgileri bu model
tarafından biçimlendirilmiştir. Weber'in içinde yaşadığı dönemde -ondokuzuncu
yüzyılın başı- Almanya birbirleriyle rekabet halindeki otuzdokuz prenslikten
oluşmaktaydı. Bu otuzdokuz prenslikten ikisi, yani Prusya ve Avusturya, diğer
eyaletlere nazaran daha büyük güçlerdi ve bunlar arasındaki husumet Almanya'nın
birleşmesini engelleyen en önemli faktörlerden bir tanesiydi. Weber'e göre, bu
husumetin yanı sıra, ülkenin toplumsal ve ekonomik yapısının temel özellikleri
Almanya'nın siyasi olarak birleşmesini engelleyen daha önemli bir faktör olarak ortaya
çıkmaktaydı. Almanya, en ileri kapitalist ülke olan İngiltere ile kıyaslandığında, hem
ekonomik gelişme düzeyi bakımından, hem de çeşitli Alman eyaletlerindeki siyasi
liberalleşmenin düşük olması bakımından neredeyse hala Ortaçağı yaşamaktaydı
(Giddens, 2000:66).
Bütünleşmiş bir Alman devleti ortaya çıktığında bu devlet, gücünü eski büyük
Slav arazilerine sahip olmalarından alan toprak sahibi aristokrasi Junkerlerin
öncülüğünde, Prusya'nın liderliği altında gerçekleşmişti (Giddens, 1999:48). Almanya'yı
ilk kez Orta Avrupa'daki önemli bir güç devleti haline getiren bu siyasi bütünleşme,
Weber'e göre bundan böyle yalnızca sanayileşmenin ilerlemesi ile korunabilirdi.
Yalnızca sanayileşmiş bir devlet, diğer Avrupa ülkelerinin gücüne denk bir güce sahip
olmayı umabilirdi (Giddens, 2000:38). Ancak ne var ki, kapitalist sanayileşmeciliğe
geçiş Almanya'da ancak ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında yaşanmış; kapitalizm
yoluna, "başarılı" bir burjuva devrimi ortaya çıkmadan ve Prusya askeri
emperyalizminin güvence altına aldığı bir siyasi merkezileşme süreci çerçevesi içinde
devam etmiştir. Sonuçta erken modernizasyonun taşıyıcıları olan burjuvazi ve burjuva
kültürü Alman kültüründe yerleşik bir güce sahip olamamıştır (Çiğdem, 2004:88). Bu
durum, Almanya'nın geleceğini etkileyen temel sorunu, "ekonomik refaha ulaşmış
burjuvazinin, ülkenin liderliğini üstlenmeye yeterli bir siyasi bilinç geliştirip
geliştiremeyeceği" sorununu ortaya çıkarmaktaydı ki bu tarihten sonra yazdığı yazılarda
Weber, genel olarak Almanya'da bu liberal siyasi bilincin nasıl üretilebileceğinin
cevabını aramaktadır. Giddens'e göre; Weber'in yazılarında kapitalizmle, kapitalizmin
öngerekleri ve sonuçlarıyla ilgilenmesi, büyük ölçüde sanayi gelişiminin ilk aşamalarını
yaşamakta olan Alman toplumunun karşı karşıya kaldığı özgül sorunların özelliklerini
kendine takıntı ölçüsünde dert edinmesinin bir sonucu olarak anlaşılmalıdır (Giddens,
2000:38).
Weber Alman toplumunun karşıkarşıya kaldığı bu özgül sorunlardan hareketle,
yazılarında daha sonra genel bilgilere ulaşmaktadır. Mesela Almanya özelindeki
"geleneksel olarak kurulmuş feodal Junker toprak sahiplerinin konumu", "devlet
memurları sınıfının, denetim dışı bürokratik tahakküm kurma eğilimleri" ve bu
faktörlerle bağlantılı olarak ortaya çıkan "siyasi liderlik kıtlığı” gibi sorunlar, Weber'in
siyaset sosyolojisinde ve yaptığı otorite tipolojisinde (geleneksel, yasal ve karizmatik)
daha genel bir düzeyde yeniden ortaya çıkmaktadır (Giddens, 1999:45).
3. İDEAL TİP, SEÇİCİ YAKINLIK VE WEBERYEN DÜŞÜNCEDE
BİLİMSEL YÖNTEM
Max Weber büyük ölçüde Alman felsefe geleneğinde ağır basan tinselci bir bilim
anlayışına bağlıdır. Ancak belirtilmelidir ki Weber, tinselci anlayışın yanısıra bilimin
genelleştirici/açıklayıcı bir etkinlik olmasını talep eden pozitivist bilim anlayışının da
etkisindedir. Onun bilim anlayışı bu iki kaynaktan beslenir ve pozitivist etkiler tinselci
bir bilim anlayışının içinde eritilmiş de olsalar, kendilerini gösterirler (Özlem, 2001:18).
Yani Weber toplumsal olayları bir taraftan, tarihsel tikellikleri ile kavrayıp
genellemeler yaparak, diğer taraftan görgül veriler ile söz konusu genellemelerin içini
doldurmaya çalışarak açıklamaktadır. Weber'in tarihsel olayları kendi tikel varoluşları
içinde kavraması, tarihsel olayların bir defalığı düşüncesine dayanmaktadır. Weber, her
ne kadar tarihsel tikellikler düşüncesine sahip olsa da, bu tikelliklerden yola çıkarak
toplumsal genellemelere gitmekten de kaçınmamaktadır. Mesela Weber'in yasa benzeri
bir niteliğe yakın duran "ideal tip" kurgusu böyledir. Weber bir çok ideal tip kullanarak,
belli bir tarihsel durumu kavramsal olarak inşa eder. Weber, ideal tip kurgusu ile bir
taraftan Avrupa'nın tarihsel "özgüllüğüne" vurgu yapmakta, diğer taraftan da
kapitalizmin "evrensel" yapılarının yaygınlığının alt yapısını inşa etmektedir. Weber'in
"bürokrasiyi" kavrayışı da aynı ikilemin etkisi altındadır. Weber bürokrasinin çeşitli
toplum tiplerinde, değişik tarihsel dönemlerde ortaya çıkan bir olgu olduğunu kabul
etmekle birlikte; yazılı kurallara dayanması, sorumluluk ve yetki dağılımı ile hiyerarşik
düzeni bakımından, tüm tarihsel gerçeklik içinde benzerliğe sahip, tekrar eden bir olgu
olarak görmekten de geri kalmaz (Akbulut, 2005:67-71).
Toplumu organik bir bütün olarak kabul eden Weber, topluma büyük bir işlev
toplamı olarak bakar. Bu anlamda Weber organizmacı görüşe bağlıdır. İşlevselcilik,
organik bir bütün içindeki tek tek parçaların, gördükleri iş ve yaptıkları etki bakımından
diğer parçalarla karşılıklı bağlılık ve etkileşim içinde olduğunu varsayar. Ancak Weber
işlevselciliği, toplumu tam ve eksiksiz bir nesnel ilişkiler bağlamı olarak görmez. Weber
işlevselciliği, tümel/açıklayıcı değil betimsel/yorumlayıcı bir tarzda kullanır. Weber'in
işlevselciliği, karmaşık kültürel "motifler" topluluğundan önemli görünenleri seçerek
başat kılma yoluyla, gerçekliği kısmen de olsa açıklayacak olasılıkçı bir nedensel
düşünme biçimi olmakla sınırlıdır (Akbulut, 2005:72-73).
Weber'in bu işlevselcilik anlayışı bizlere tarihi anlayabilmemiz ve
yorumlayabilmemiz için "seçici yakınlık" olarak kavramlaştırılan yeni bir araç sunar.
Weber’in temel tarihsel yorumlama araçlarından birisi olan seçici yakınlık kavramı,
karşılıklı çekiciliğe, karşılıklı etkiye ve karşılıklı güçlenmeye yol açan iki toplumsal ya
da kültürel konfigürasyon arasındaki etkin ilişki türünü ifade eder. Bu nedenle içsel
dünyevi çilecilik biçimleri olan “Protestan etiği” ile “kapitalist ruh” arasında seçici bir
yakınlık vardır. Benzer biçimde, iki rasyonel araçsal toplumsal örgütlenme türü olan
kapitalizm ve bürokrasi birbirine seçici bir yakınlık ile bağlıdır. Bir yandan, modern
gelişim aşamasında kapitalizm bürokrasiyi gerektirir ama her ikisi de farklı tarihsel
kaynaklardan doğmuşlardır. Öte yandan, bürokratik yönetim için kapitalizm en rasyonel
ekonomik temeldir ve onun en rasyonel biçimde gelişmesini sağlar, çünkü mali bir
bakış açısından bakıldığında, gerekli parasal araçları sunar (Callicinos, 2004:248).
4. WEBERYEN DÜŞÜNCEDE SİYASETİN EKONOMİYE
GÖRELİ ÜSTÜNLÜĞÜ VE DEVLET
Weberyen düşüncede ekonomik olana karşıt olarak siyasi olanın bağımsız etkisi
üzerinde durulur ve Weber politik olandan ekonomik olana geneller (Giddens,
1999:43). Onun düşüncesinde ekonomik yönelimli davranış, yarar sağlama isteklerinin
doyurulmasına yönelik davranıştır. Eğer ekonomik davranışa “akılcı” sıfatı eklenirse,
çağdaş toplumların niteliği olan ekonomik davranışa ulaşılır. Weber’e göre işte burada
siyasal düzenle ekonomik düzen arasındaki ilk ayrım ortaya çıkar. Ekonomi,
gereksinimlerin karşılanmasını ve davranışın akılcı örgütlenmesini belirleyen amaç
olarak kalır. Oysa siyaset bir ya da daha fazla kişinin öteki insanlar üzerindeki
egemenliği ile belirginleşir (Aron, 2006:507-508).
Bu tanımlar arasındaki ayrım gerçek değil, kavramsal olan ekonomik davranışla
siyasal davranış arasındaki birbirine geçmeyi anlama olanağı verir. Somutta kimyasal
bir bileşimin iki maddesinin ayrılması gibi ekonomik davranışı siyasal davranıştan
ayırmak olanaksızdır. Ekonomik davranış kuvvet yöntemlerine başvurmayı içerebilir ve
böylece siyasal bir boyut kazanabilir. Öte yandan, her siyasal davranış, yani bir ya da
daha fazla kişinin diğerleri üzerindeki sürekli egemenliği ekonomik bir davranışı, yani
gereksinimleri karşılamak için zorunlu araçların sahipliğini ya da kullanımını zorunlu
kılar. Bir siyasetin ekonomisi, ekonominin de bir siyaseti vardır. İki terim arasındaki
zıtlık, kuvvet yönteminin ekonomik davranıştan ayrıldığı ve aynı zamanda ekonomik
davranışa özgü akılcılığın, araçların kıtlığına ve akılcı seçimine mal edildiği ölçüde
kavramsal olarak kesin hale gelir. Weber’de de siyaset bu bağlamda anlamını bulur ve
insanın insana egemenliğini içeren davranışların bütünü olarak tanımlanır (Aron,
2006:508-509).
Weberyen düşüncede siyasetin anlamını kavrayabilmek için onun, ekonomi
karşısındaki durumuna ilaveten, devlet ile ilişkisini de değerlendirmek gerekir. Weber
siyasetten, yalnızca "devlet" olarak adlandırılan siyasal kümenin yönetilmesini ya da bu
yönetme üzerinde yapılan etkiyi anlamaktadır. Bu durumda, "Weberyen düşüncede
devlet kavramı ile neyin kastedildiği" sorusu önem kazanmaktadır. Weber devleti
yaptıklarının yani görevlerinin içeriği ile değil fakat sosyolojik yönden özgül bir araç
olarak nitelendirdiği "fiziksel şiddet" yoluyla tanımlamaktadır. Weber'e göre devletin
belirlenmiş bir ülkenin sınırları içinde kendi adına meşru fiziksel şiddet ve baskı tekelini
elinde tutan ve uygulayan beşeri bir topluluk olarak tasarlanması gerekir. Bir egemenlik
kümesinin siyasal bir kümeye dönüşebilmesi, kendi varlığının ve koyduğu kuralların
geçerliliğinin coğrafya yönünden belirlenebilir bir bölge içinde fiziksel baskının sürekli
olarak uygulanması yoluyla güvence altına alınmasıyla olur. Tüm siyasal kümeler gibi,
devlet de meşru şiddet hakkının tek kaynağı olarak insanın insan üzerindeki egemenliği
ilişkisinden ibarettir. Devletin varlığından söz edebilmek için egemen olanlar tarafından
öne sürülen otoriteye egemen olmayanların itaat etmeleri gerekir (Gülmez, 1975:57).
Çabasını devletin tarihsel yapısının irdelenmesinden çok siyaset olgusunun
genel olarak anlaşılmasına yönelten Weber, tüm siyasal egemenliklerin temelinde
emretme ve itaat etme ilişkisinin varlığından söz ederek itaat edenlerin neden ve hangi
koşullarda itaat ettiklerini sorgulamaktadır. Ona göre bütün siyaset bir iktidar
mücadelesinden ibarettir (Giddens, 1999:33) ve iktidar mücadelesi zamanla toplumun
her alanına yayılarak toplumun içkin bir özelliği haline gelmektedir (Swingewood,
1998:225). Weberin iktidar-itaat etme kavramlarını bu derece merkeze alması onun
düşüncesinde bu yapıların ne anlama geldiğinin anlaşılmasını daha da önemli
kılmaktadır. Weber iktidar olma-itaati sağlama ilişkisini geliştirdiği tipoloji ile
açıklamaktadır. Yazının geri kalan kısmı bu tipoloji etrafında şekillenmektedir.
5. WEBERYEN SİYASETTE BİR YORUMLAMA-ANLAMLANDIRMA
ARACI: OTORİTE TİPOLOJİSİ
Weber otorite türlerini, her birinin meşruluk tezini ifade biçimine göre
sınıflandırmaktadır. Buna göre meşru otoritenin üç saf türü vardır: rasyonel, geleneksel
ve karizmatik. Bu otorite türlerinden her biri, Weber'e göre belli şartlar altında hüküm
sürme eğilimi gösteren, iktidar ilişkileri ve idare biçimleriyle bağlantılı olan ve bu
ilişkileri ve biçimleri açıklayıcı alenen söylenmiş itaat nedenlerinin veya
"gerekçeleri"nin tiplerini temsil eder (Lukes, 2006:932-933).
Yazında yasal otorite, otoritenin diğer türleri ile kıyaslanabilmek için genellikle
bir çıkış noktası olarak kabul edilmektedir. Ancak ne var ki Weberci düşüncede asıl
olan "karizma" kavramıdır ve Weber, otorite tiplerini açıklamada "karizmayı" analitik
bir kategori olarak kullanmaktadır. Her ne kadar Weber'in kapitalist toplumlara ilişkin
analizleri Batı'yı köklü bir biçimde dönüştüren gücün "rasyonalizsyon süreci" olduğunu
ortaya koysa da, Weber, tarihteki tüm yaratıcı hareketlerin kendi içinde karizmatik bir
devrimle başladığını ısrarla vurgulamaktadır (Pfaff, 2002:8).
Burada da karizma kavramı çıkış noktası olarak ele alınacak, karizmanın
rutinleşmesi ya da kurumsallaşması bizi otoritenin diğer iki türüne götürecektir (Bkz.
Şekil 1). Ancak unutulmamalıdır ki, bu ideal türden bir tipolojidir ve bu biçimlerin biri
ya da diğerleri asıl haliyle neredeyse hiçbir zaman tarihte bulunmamaktadır (Freund,
2006:261). Tarihsel gerçekte olan hakimiyet biçimleri, bu "katıksız" tiplerin bileşimleri,
karışımları, uyarlamaları ve değişkeleridir (Lukes, 2006:933).
Şekil 1: Weber’in Otorite Tipolojisi
Kaynak: Örsan Ö. Akbulut, Birkan Uysal Sezer’in 08.12. 2006 tarihli Küreselleşme ve Siyaset Doktora
Dersinde Tutulan Notlar, TODAİE, Ankara, 2006.
5.1. Karizma, Karizmanın Rutinleşmesi ya da Kurumsallaşması
Weberci yaklaşımda, karizmatik otorite hem tarihsel bir dönem, hem de bütün
bir tarihi değiştirici güç anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, Weber'i kavramak
bakımından karizmatik otorite soyutlaması önemli bir köşe taşıdır. Weber'e göre
karizma, kollektif bir varlığın ürünü değildir, sınıfa ya da tabakaya bağımlı değildir,
bireylere özgüdür (Çiğdem, 2004:161). Karizmatik otoritedeki bu bireye özgülük ve
birey odaklı tarih ve toplum düşüncesine yapılan vurgu Weber'in bir liberal olarak
etiketlenmesinin de önemli dayanağını oluşturmaktadır (Akbulut, 2005:144).
KARİZMA
- Devrimci,
olağanüstü ve rutin
dışıdır.
- Tarihsel değişim
bununla başlar.
- Tarihsel olanı
değiştirdikten sonra
rutinleşir.
Tarihsel olanın değişimi/Rutinleşme
Yasal/Ussal
Otorite
Geleneksel/Olağan
Otorite
RUTİN
Patrimonyalizm
Feodalizm
Weber görüşlerini açıklamada temel hareket noktası olarak ele aldığı "karizma"
kavramını, "bireysel olarak bir şahsı sıradan insanlardan ayıran ve onun doğaüstü,
insanüstü ya da en azından bazı özel istisnai güçlere ya da niteliklere sahip sayılmasına
yol açan belli bir nitelik" anlamında kullanmaktadır. Bu anlamda karizmatik kişinin
çoğunlukla sihirli bir güce sahip olduğu düşünülür. Söz konusu niteliğin etik, estetik ya
da buna benzer daha başka açılardan uygun sayılıp sayılmayacağı, bu kavram açısından
önem taşımaz. Önemli olan tek şey, söz konusu bireyin karizmatik güce konu olanlar ve
"izleyiciler" ya da "taraftarlarca" nasıl görüldüğüdür. Yani karizmatik gücün geçerliği
açısından belirleyici olan şey, güce bağımlı olanların kabulüdür (Weber, 2005:76).
Karizmatik güç, bu kabulü sağlayamaz ya da zamanla kabul görmekten uzaklaşırsa,
meşruluğunu yitirir. Kabul gördüğü, kendini "kanıtlayarak" yerini koruyabildiği sürece
ise "efendi" olmaya devam eder (Weber, 2000:325-327).
Weber'e göre, günlük rutinin dışına taşan her türlü talebin karşılanması kural
olarak karizmatik temele dayanır. Karizmatik otorite, hiçbir düzenli atama prosedürü ya
da sistemi tanımaz. Kurallara bağlanmış "kariyer", "yükselme", "aylık" ya da karizmatik
önderin veya yardımcılarının "uzmanlık" sahibi olmaları gibi kavramlara yer vermez.
Denetim, ya da temyiz organı, yerel ya da işlevsel yetki alanları tanımaz, kişilerden ve
kişisel karizmalardan bağımsız, kalıcı kurumlara yer vermez (Weber, 2000:327). Bu
açıdan, rasyonel -özellikle bürokratik- güce kesin olarak zıttır. Bürokratik otorite,
zihinsel yolla çözümlenebilir kurallara bağlı olmak anlamında özellikle rasyoneldir,
karizmatik güç ise her türlü kurala yabancı olması anlamında özellikle rasyonel değildir.
Karizmatik otorite, aynı zamanda geleneksel otoriteye de zıttır. Geleneksel otorite,
eskiden kalma örneklere bağlıdır ve bu açıdan kurallara da bağlıdır. Karizmatik otorite
ise, kendi egemenlik sınırları içinde geçmişi reddetmekte ve bu anlamda özel bir
devrimci güç niteliği taşımaktadır. Ne lidere, ne de toplumsal bakımdan ayrıcalıklı
gruplara mülkiyet sahipliğine dayalı hiçbir mevki tahsisi tanımaz (Weber, 2005:79).
Yani Weberci yaklaşımda karizma, bütün kurumsal rutinlerin, gelenekten
kaynaklanan ve rasyonel yönetime bağlı olan tüm tekdüze işleyişlerin karşısında bir
yere konumlandırılır. Bu, ekonomik yaşam için de geçerlidir. Karizma, metodolojik ve
rasyonel olan her türlü parasal kazancı yakışıksız sayar, rasyonel olan tüm ekonomik
davranışları reddeder. Doğası gereği kurumsal ve kalıcı bir yapı olmayan karizma böyle
davranabilir, çünkü, özellikle saf tipinin bulunduğu yerlerde, kurumsal kalıcılığın tam
tersini simgeler (Weber, 2000:328-329). Karizmatik otoritenin bu niteliği, yani
kurumsal ve kalıcı bir yapı olmaması, aksine doğası gereği değişime ve dönüşüme yol
açan bir niteliğinin olması onun geleneksel olarak sıradanlaşmış dönemlerde en büyük
devrimci güç olarak ortaya çıkmasına neden olur (Weber, 1995:356). Giddens'a göre
karizmayı en büyük devrimci güç haline getiren şey, kurumsal kalıcılığının olmamasına
ilaveten, karizmanın bütün kurallara yabancı ve özgül olarak irrasyonel bir güç
olmasında aranmalıdır. Tüm kurallara karşı oluş karizmatik hareketleri, hem tarihteki en
önemli devrimci unsur, hem de yeni rasyonalizasyon biçimlerinin en kudretli kaynağı
haline getirmektedir (Giddens, 2000:50).
Ancak ne var ki tarihi değiştirici bir güç olan karizmanın kendisi de değişmeye,
dönüşmeye mahkumdur. Saf bir karizmatik otoritenin istikrar içinde sürmesi
imkansızdır. Yani karizmanın yazgısı, ne zaman bir topluluğun kalıcı kurumları arasına
girse, sonunda ya geleneğin ya da rasyonel sosyalizasyonun gücüne boyun eğmektir
(Weber, 2005:331-335). Bu kaçınılmazdır, çünkü insanlar sürekli olarak gündeliğin
dışında yaşayamazlar. Alışılmışın dışında olan her şey kaçınılmaz olarak yıpranır
(Aron, 2006:512).
Karizmanın bu zayıflayışı genellikle bireysel eylemin öneminin azaldığını
gösterir. Bireysel eylemin önemini azaltan güçler arasında en karşı konulmazı da
rasyonel disiplindir. Disiplinin genişlemesi, karizmanın ve farklılaşmış bireysel
davranışın önemini zayıflatır. Bu da, karizmayı kalıcı kurumsallaşmaya iter (Weber,
2000:331-335). Karizmanın sıradanlaşması durumlarının tamamındaki belirleyici
faktörlerden biri de, disiplinin genişlemesi olgusuna ilaveten, doğal olarak güvenlik
arayışıdır. Bunun anlamı, bir yandan mevkiler ve sosyal saygınlığın, diğer yandan da
liderin taraftarlarının ve sempatizanlarının ekonomik çıkarlarının yasallaştırılmasıdır.
Ancak, bir diğer önemli faktör de düzeni ve idari memurların örgütlenişini, yönetimin
günlük ihtiyaç ve şartlarına uydurması gereğidir. Ayrıca, idari memurların ve tüm idari
faaliyetlerin gündelik ekonomik şartlara uyarlanması gerekliliği de vardır. Yani
karizmatik gücün sürekli ve standart bir yapıya kavuşması için, ekonomi karşıtı
özelliğinin değiştirilmesi gerekir. Süreklilik kazanıp sıradanlaşmış bir idarenin
giderlerini, saf biçimiyle askeri ve dini karizmatik durumlara özgü; ganimet, bağış ya da
katkı gibi yolarla karşılamak mümkün değildir. Karizmatik otoritenin, topluluğun
ihtiyaçlarını karşılayabilmek üzere belli bir mali örgütlenme biçimine, dolayısıyla da
vergi ve benzeri katkıları elde etmek için gereken ekonomik şartlara uyarlanması
gereklidir (Weber, 2005:90).
Özetle karizmatik akımın hangi yönde kurumsallaşacağı -gelenekselleşme ya da
bürokratikleşme- esas olarak izleyicilerin ya da önderin öznel niyetlerine göre
belirlenmez; değişimin yönü akımın kurumsal çerçevesine özellikle de ekonomik alana
bağlıdır. Burada, ekonomi belirler, belirlenmez (Weber, 2000:100). Dolayısıyla
rutinleşme süreci sadece güç konumuna kimin geçeceği konusuyla sınırlı kalan, bu
sorunun çözülmesiyle sona eren bir süreç değildir. Aksine en temel sorun, karizmatik
bir idari memurluk sisteminden ve buna bağlı idare ilkelerinden günlük koşullara
uyarlanabilen bir yapıya geçebilmektir. Yine de, güç konumuna kimin oturacağı sorusu
hayati derecede önemlidir, çünkü yapının karizmatik odağının sıradanlaşması bu şekilde
gerçekleşir. Burada liderin de, meşruluk iddiasının da niteliği değişime uğrar. Bu süreç,
kural olarak çatışmasız olamaz. İlk aşamalarda, liderin şahsi karizmatik güç iddiaları
kolayca unutulmaz, bu yüzden birçok tarihsel durumda bu tipik süreç, makamın ya da
patrimonyal konumun karizması ile şahsi karizma arasındaki çatışma şeklinde ortaya
çıkar (Weber, 2005:88-90).
5.2. Karizmanın Kurumsallaşmış Bir Görünümü Olarak Geleneksel Otorite
Geçmişten gelen -daima var olan- kural ve güçlerin kutsallığını öne sürerek
meşruluk tezinde bulunan ve kendisine inanılan egemenlik türünü Weber, geleneksel
otorite olarak adlandırmaktadır. Burada otoriteyi icra eden kişi ya da kişiler geleneksel
kurallar tarafından belirlenir. Bireyin kişisel otoritesine uyulması gereği de kendisinin
geleneksel konumundan kaynaklanmaktadır. En basit halinde, bu tür örgütlü otorite,
esasında genel bir ortak eğitimden kaynaklanan şahsi bağlılık duygusudur. Gücü elinde
bulunduran kişi, bir "üst- amir" değil, kişisel anlamda bir "efendi"dir. İdari görevlilileri
"memurlar" değil, şahsi hizmetçileridir. Yönetilenler de topluluğun "üyeleri" değil, güç
sahibinin ya geleneksel olarak "arkadaşları" ya da "tebası"dır. İdari memurlar ile
yöneticiler arasındaki ilişkileri belirleyen şey, memurun gayrişahsi yükümlülükleri
değil, yöneticiye şahsi bağlılıktır. Uyulan şey de kurallar değil, gelenekle belirlenmiş
güç konumunda bulunan ya da o konum için geleneksel sebeplerle güç sahibince
seçilmiş olan kişidir (Weber, 2005:55).
Güç kullanımı, egemen ve memurlarının, tebaanın geleneksel itaat alışkanlıkları
içinde, onların direncine yol açmadan nereye kadar gidebileceklerine ilişkin
değerlendirmeleri eşliğinde olur. Direniş ortaya çıktığında, şefin bir personeli ya da
idari ekibin bir üyesine yönelir. Suçlama da, şefin gücünün geleneksel sınırları
gözetmede yetersiz kaldığı şeklindedir. Muhalefet sisteme karşı değildir (Weber,
2005:56).
Temel karakteristiklerini bu şekilde ortaya koyabileceğimiz geleneksel otorite
yapısında değişimin nedeni olarak ekonomik etmenlere dayalı bir iktidar mücadelesi
gösterilmektedir. Bu Weberci düşüncede siyasi olanın belirleyici olması yönündeki
eğilimin de bir istisnasını teşkil eder. Burada ekonomik koşullar belirleyici olmakta,
karizmanın kurumsallaşması ekonominin koşullarına sağlanan uyumla
gerçekleşmektedir. Bu uyumun sağlanması patriyarkal şefin malvarlığının büyüme
süreci ile ilgilidir. Bu süreç aynı zamanda, bu otorite tipinde meşruluk sorununu ön
plana çıkarır. Çünkü malvarlığındaki büyümenin, geleneksel otorite yapısını oluşturan
güçler arasında bir çatışmaya yol açtığı düşünülmektedir (Akbulut, 2005:147).
Otoritenin bu türü de kendi içerisinde ikiye ayrılmaktadır: patrimonyalizm ve
feodalizm (Akbulut, 2005:147). Otoritenin temelde geleneksel olduğu, ancak güç
sahibinin şahsi özerkliği yoluyla otorite uyguladığı durumlarda söz konusu olan otorite
patrimonyal otoritedir. Bir dizi yönetim güç ve yetkisi, belli özelliklere sahip kişilere
sözleşmeyle verilmişse ve söz konusu olan hak ve yükümlülükler asıl olarak, özellikle
askeri anlamda, yerleşik statü saygınlığı ölçülerine yönelik ise bu durumda da feodalizm
söz konudur. Yani feodalizm, idari memurların asıl olarak tımarlarla beslendiği
durumları ifade etmektedir (Weber, 2005:63-67).
5.3. Rasyonalizyon, Yasal Otorite, Yasal Otoritenin Örgütleniş Şekli
Olarak Bürokrasi ve Kapitalizm
Bu otorite türünde otoriteye itaat eden kişi bunu sadece ilgili kurumun "üyesi"
olduğu için yapar ve sadece "kanuna" itaat eder. Bu bağlamda üyelerin, otorite sahibi
kişiye itaat ederken, o kişiye değil kişilerden ayrı olan düzene itaat ettikleri kabul
edilmektedir. Buna göre, ancak düzen gereğince güç sahibine tanınmış olan ve sınırları
rasyonel olarak belirtilmiş alan içinde kendisine boyun eğilmesi bir yükümlülük haline
gelmektedir (Weber, 2005:42-43). Otoritenin bu görünümünde de toplumsal hayatın
hem rutinleşmesinden hem de büyüsünün bozulmasından oluşan bir rasyonelleşme
süreci söz konudur (Çiğdem, 2004:53). Geleneksel otoritenin büyüsünü yitirmesine ve
kurumsallaşmasına neden olan şey yani ekonominin belirleyiciliği burada söz konusu
değildir.
Bu otorite şekli, Weber’in kapitalizme ilişkin çözümlemelerinde anahtar
kavramlardan birisidir ve Weber rasyonalite kavramına, “kapitalist ekonomik etkinliği,
özel mülkiyeti ve bürokratik otoriteyi” tanımlama amacıyla başvurur (Çiğdem,
2004:155). Bu bağlamda, Weber kapitalizme ilişkin çözümlemelerini, yasal otoritenin
örgütleniş biçimi olan bürokrasi kavramı ile ilişkilendirerek yapar. Weber'e göre
bürokrasiye yalnızca teknik açıdan bakıldığında onun, yüksek bir verimlilik düzeyine
ulaşmanın ve bu anlamda insanlar üzerinde otorite kurup uygulamanın bilinen en
rasyonel aracı olduğu görülür. Kesinlik, istikrar, disiplin ve güvenilirlik temeli üzerinde
yapılanması, teknik bilgiyi kullanması ve bilgi temeline dayalı denetim anlayışı, onu, en
rasyonel araç haline getirmektedir. Bu rasyonel araç, örgütün yönetimi ve örgütle ilgili
faaliyette bulunanlar açısından sonuçları büyük ölçüde hesaplanabilir hale getirmekte
(Weber, 2005:50), bu da bürokrasiyi vazgeçilemeyen bir yönetim şekline sokmaktadır
(Weber, 1995:326).
Weber işte bu noktada kapitalizm ile bürokrasi arasında bağlantı kurar.
Weberyen düşüncede toplumun kapitalistleşerek ussallaşması ile bürokratikleşmesi
birbirlerine paralel süreçler olarak konumlandırılır. Weber'e göre kapitalizmi yaratan
şey, Batı toplumuna özgü ussallıktır. Kapitalizmin kapsadığı ussal toplum da, o
toplumda kabul edilmiş olan değerleri başarmada en etkili araçların sistematik olarak
kullanılmasına olanak veren bir tarzda örgütlenmiş toplumdur (Akbulut, 2005:150-151).
Söz konusu örgütlenme şekli, batı kapitalizminin tarihsel olarak temel özelliğini
oluşturan kâr isteği ile rasyonel disiplinin birleşmesini mümkün kılan bir yapılanmadır.
Kapitalizm için bunu olası kılan yapılanma da kişilik dışılık ve hesaplanabilirlik
niteliklerini bünyesinde barındıran bürokratik örgütlenmeden başkası değildir (Aron,
2006:367-368).
Kapitalizmin gelişmesi için söylenen şeyler, bürokrasinin gelişim süreci için de
pek hala söylenebilir.
Bürokrasinin gelişmesinde de kapitalist sistem, tek başına
olmamakla beraber, hiç kuşkusuz en önemli rolü oynamıştır. Bir anlamda Weber'e göre
bürokrasi, kapitalist üretim sisteminin devam koşullarından birisi olduğu gibi, kapitalist
sistem de bürokrasinin varoluş koşullarından birisidir. Kapitalizm, bürokratik yönetim
için en rasyonel ekonomik temeli oluşturmakta ve özellikle finansal açından gerekli
para kaynaklarını temin etmekle, bürokratik yönetimin en rasyonel biçimiyle
gelişmesini mümkün kılmaktadır (Weber, 2005:52).
Kapitalizm ile uyum içinde işleyen bürokrasinin ne var ki demokrasi ile Weber'e
göre sorunları vardır. Weber'e göre, demokrasi ve bürokrasi arasındaki iktidar
mücadelesi yasal otorite tipinin meşruluğunu tartışmalı hale getirir. Bürokrasi siyasetin
denetiminden kaçınarak, yasama ve yürütme organlarına ait olan siyasal karar yetkisini
kullandığı oranda, yasal otorite meşruluğunu kaybetmeye başlar (Akbulut, 2005:155).
Bürokratik yönetim zamanla bireyi, rasyonel, uzmanlaşmış bir işbölümüne ve toplumsal
yaşamın tüm alanlarının giderek rasyonelleştiği bir demir kafese, büyüsü bozulmuş bir
dünyaya hapseder (Swingewood, 1998:224). Rasyonalite ruhu, modern insanlığın yasal,
yönetimsel, sosyal ve ekonomik yaşamını olduğu kadar, sanata ve bilime de hükmeder.
Yaşam bu evrensel rasyonalizasyonu, “çoğul bağımlılıklar sistemini”, itaatin demir
kafesini kaçınılmaz kılar (Löwith, 1999:99-100). Bu durumu engelleyecek güç, modern
bürokratik düzenin “demir kafesi”nden olanaklı tek kurtulma yolu, buna benzer bir
diğer harekettir (Dawe, 2006:572). Rasyonalitenin tahakkümü, irrasyonaliteyle ortadan
kaldırılabilir (Çiğdem, 2004:161). Bu görev de Weber'in tarih düşüncesinin
dinamikliğinin ana mantığını oluşturan karizmatik önderlere düşmektedir. Yani
karizmatik unsur olmaksızın tutarlı bir politika izlenmesi -günümüzde de- mümkün
değildir ve onun yokluğunda devlet, çağrısız profesyonel politikacıların egemenliğine,
lidersiz demokrasiye sürüklenir (Giddens, 1999:48). Weber bir anlamda, siyasi parti
liderlerinin karizmatik özelliklere sahip olmaları gerektiğini ifade ederek, karizma
sorununu siyasal parti liderleri ölçeğinde çözmektedir (Akbulut, 2005:155).
6. SONUÇ
Ondokuzuncu yüzyıl Almanyasının özgüllüğünden hareketle içinde bulunduğu
dünyayı anlamlandırmaya çalışan Weber, bizlere sadece yaşadığı dönemi değil bugünü
dahi anlamamıza yardımcı olan pek çok anlamlandırma aracı sunar. Bu yüzden
Weber'in fikirlerinin büyük ölçüde çağdaşımız olduğunu söylemek yanlış olmasa
gerektir.
Son dönemlerde sıklıkla dillendirilen "modernite/postmodernite" tartışmalarında
Weber'in modernitenin tarihsel oluşumuna ilişkin -ki bu oluşum Weber'e göre
toplumsal-iktisadi düzeyde kapitalizmle, kültürel düzeyde ise rasyonalizmle
tamamlanmıştı- fikirlerine yer vermeden geçmek imkansızdır. Aynı imkansızlık
bürokrasi ile ilgili olarak yapılan günümüz tartışmaları için de geçerlidir. Weber'in
rasyonalizasyon sürecine, karizmanın sıradanlaşması olgusuna ve dünyanın büyüsünün
bozulması imgelemine yer vermeden bürokrasinin demir kafesini anlamak mümkün
gözükmemektedir. Yine otorite, itaat etme, meşruluk üzerine yapılan tüm tartışmalar da
Weber'e atıfla sonuçlanır. Aynı şey demokrasi/bürokrasi çatışması, kapitalizmin
kökenleri, kapitalizmin örgütlenişi (geleneksel örüntüler/yatay ilişkiler), verimlilik
arayışları, toplumsal tabakalaşma (sınıf/statü), ekonomi/siyaset öncelliği gibi konular
için de geçerlidir. Küreselleşme süreci, bu konuları daha tartışmalı hale getirmekte bu
da kaçınılmaz bir biçimde Weber'in ve Weber'i anlamanın önemini artırmaktadır.
KAYNAKÇA
Akbulut, Örsan Ö. (2005), Siyaset ve Yönetim İlişkisi Kuramsal ve Eleştirel Bir
Yaklaşım, TODAİE, Ankara.
Akbulut, Örsan Ö. (2006), Doç. Dr. Birkan Uysal Sezer’in 08.12. 2006 tarihli
Küreselleşme ve Siyaset Doktora Dersinde Tutulan Notlar, TODAİE, Ankara.
Aron, Raymond (2006), Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, (Çev. Korkmaz Alemdar),
Bilgi Yayınevi, Ankara.
Callicinos, Alex (2004), Toplum Kuramı Tarihsel Bir Bakış, (Çev. Yasemin Tezgiden),
İletişim Yayınları, İstanbul.
Çiğdem, Ahmet (2004), Bir İmkan Olarak Modernite Weber ve Habermas, İletişim
Yayınları, İstanbul.
Dawe, Alan (2006), “Toplumsal Eylem Kuramları”, Sosyolojik Çözümlemenin Kısa
Tarihi-II, (Ed. Tom Bottomore ve Robert Nisbet), (Çev. Füsun Akatlı ve Arda
Uykur), Kırmızı Yayınları, İstanbul, ss. 525-599.
Freund, Julien (2006), “Max Weber Zamanında Alman Sosyolojisi”, Sosyolojik
Çözümlemenin Kısa Tarihi-I, (Ed. Tom Bottomore ve Robert Nisbet), (Çev.
Kubilay Tuncer), Kırmızı Yayınları, İstanbul, ss. 225-273.
Giddens, Anthony (1999), Max Weber Düşüncesinde Siyaset ve Sosyoloji, (Çev. Ahmet
Çiğdem), Vadi Yayınları, Ankara.
Giddens, Anthony (2000), Siyaset, Sosyoloji ve Toplumsal Teori, (Çev. Tuncay
Birkan), Metis Yayınları, İstanbul.
Gülmez, Mesut (1975), "Weber ve İdeal Tip Bürokrasi Anlayışı", Amme İdaresi
Dergisi, 8(1) Mart, ss. 47-75.
Löwith, Karl (1999), Max Weber ve Karl Marx, (Çev. Nilüfer Yılmaz), Doruk
Yayınları, Ankara.
Lukes, Steven (2006), "İktidar ve Otorite", Sosyolojik Çözümlemenin Kısa Tarihi-II,
(Ed. Tom Bottomore ve Robert Nisbet), (Çev. Sabri Tekay), Kırmızı Yayınları,
İstanbul, ss. 885-944.
Özlem, Doğan (2001), Max Weber'de Bilim ve Sosyoloji, İnkılap Kitabevi, İstanbul.
Pfaff, Steven (2002), "Nationalism, Charisma, and Plebiscitary Leadership: The
Problem of Democratization in Max Weber's Political Sociology", Sociological
Inquiry, (72)1, pp. 81-107.
Swingewood, Alan (1998), Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi, (Çev. Osman Akınhay),
Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara.
Weber, Max (1995), Toplumsal ve Ekonomik Örgütlenme Kuramı, (Çev. Özer
Ozankaya), İmge Kitabevi, Ankara.
Weber, Max (2000), Sosyoloji Yazıları, (Çev. Taha Parla), İletişim Yayınları, İstanbul.
Weber, Max (2005), Bürokrasi ve Otorite, (Çev. Bahadır Akın), Adres Yayınları,
Ankara.

Ziyaret -> Toplam : 125,29 M - Bugn : 47066

ulkucudunya@ulkucudunya.com