« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

19 Haz

2012

FATİN EFENDİ

01 Ocak 1970

(1814-1866) Şair ve Hâtimetü'l-eş'âr aüh son klasik Osmanlı şuarâ tezkiresinin müellifi.
Drama ayanından Hacı Halici Beyin oğlu ve Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın damadı Mehmed Hüsrev Bey'in yeğenidir. Hayatı hakkında başlıca bilgi¬ler, divanının başına oğlunun koyduğu hal tercümesinde mevcut olanlardan iba¬ret kalmış olan Fatîn Efendi orada belir¬tildiğine göre 1229'da (1814) Drama'da doğdu. Asıl adı Dâvud'dur. Kur'an oku¬makla başladığı ilk öğrenimini burada gördükten sonra 1243'te (1827-28) yetiş¬mesi için amcası Mehmed Hüsrev Bey'in yanına Kahire'ye gönderildi. Girdiği bu yeni ve farklı kültür merkezinin elveriş¬li şartları içinde tahsilini ilerleterek eli kalem tutacak dereceye gelen Fatîn, ay¬nı çevrede bulunan şairlerle tanıştığı gi¬bi ilk şiir denemelerini de burada orta¬ya koymaya başladı. Kendisinden bir yıl sonra Bulak Matbaası'nda görevli ola¬rak Kahire'ye gelen Kandiyeli Salih Râ-cih Efendi ile tanışmasının edebî kültü¬rünün gelişmesinde mühim bir tesiri ol¬du. Yazdıklarını düzelten, ona edebiyat¬ta yol gösteren bu şair hocasından faydalandığını kendisi açıkça ifade etmek¬tedir.
Amcasının 1249'da (1833-34) ölümünden sonra Mı¬sır'da üç yıl daha kalan Fatîn 1836'da oradan ayrılıp İstanbul'a geldi. Mısırlı Fâ¬zıl Mustafa Paşa'ya, kendisine içinde bu¬lunduğu sıkıntıdan kurtulmasına yardım¬cı olması dileğiyle takdim ettiği kaside¬de, orada amcasından kalan yüksek de¬ğerde bir gayri menkulün zorla elinden alındığını haber verir.
II. Mahmud'un son yıllarında ve Mısır ile olan meselelerin düzelir gibi gözük¬tüğü bir devrede geldiği İstanbul'da ye¬ni bir hayata başlayan Fatîn'in devlet hiz¬metine girmesi zor olmadı. Dergâh-ı âlî kapıcıbaşılarından Halil İbrahim Ağa'nın torunu olması sebebiyle Önce Dîvân-ı Hü¬mâyun Kalemi'ne alındı. Yazıda göster¬diği kabiliyet ve zekâsı sayesinde kısa bir müddet sonra, buranın gözde ve li¬yakat isteyen bir şubesi olan Mühimme Kalemi'ne geçerek mühimmenüvîsân sı¬nıfına yükseldi. O zamanlar Babıâli ka¬lem hayatının geleneğine uyularak ken¬disine Fatîn mahlası verildi. Bundan böy¬le adı yerine, kabiliyet ve zekâsı dolayı¬sıyla kendisi için uygun görülen, Türk edebiyatında da tek kalan Fatîn mahla¬sı ile şöhret buldu. 1265 (1849) tarihli bir tebrik manzumesinden, zamanın ma¬arif dünyasının ünlü ismi, Mekteb-i Ma-ârif-i Adliyye hocası, sonraları Dârülma-ârif Rüşdiyesi'nde Nâmık Kemalin de kendisine öğrenci olduğu Hoca Şâkir'in meclisine girerek kültürce ondan çok şeyler kazanmış olduğu öğrenilmekte¬dir. Resmî yazıları kaleme almaktaki kabiliyeti çok geçmeden Fatîn'e Mektûbî-i Sadâret-i Âlî Kalemi'nin yolunu açtı. Mensubu ol¬makla iftihar ettiği bu dairede 1264 (1848) yılına kadar hizmet gören Fatîn bilinmeyen bir sebeple buradan ayrılmak zorunda kaldı ve o yıldan itibaren Ticârethâne-i Âmire İ'lâmât Odası'na devam etmeye başladı. Fatîn, Mektûbî-i Sadâ¬ret-i Âlî Kalemi'ndeki memuriyetinden ayrılışını kendisi için bir düşüş saymış, oraya yeniden dönmeye çalışmıştır. Bu teşebbüslerden biriyle ilgili bir kasidesi bunu ortaya koymaktadır. Ancak bütün arzusuna rağmen bir daha oraya dönemedi ve öm¬rünün sonuna kadar Ticarethane-i Âmi-re'deki memuriyetini sürdürdü. Onun bir kısım şiirlerinde ifadesini bulan bedbin ve talihinden şikâyetçi ruh hali duydu¬ğu bu üzüntünün tesirini aksettirir. Ca¬hiller ve değersiz kimseler arasında kal¬dığından şikâyet eden Fatîn Efendi, daha Mektûbî-i Sadâret-i Âlî'de iken ken¬dini hakettiği yeri bulamamış saymak¬ta, Mustafa Reşid Paşa'ya ikinci defa Hariciye nâzın olduğu sırada yazdığı bir kaside ile ondan kendisine hâcelik rütbesini sağlaması ve içinde bulunduğu "çâh-ı mezellet'ten kurtulması için yardımcı ol¬masını dilemekteydi. Man¬zumede Fatîn'in ona kendisi için "eski çerâğındır" demesi. Mısır'da bulunduğu 1830lu yıllarda oraya iki defa vazife ile gitmiş, daha sonra da Mektûbî-i Sadâ¬ret-i Âlî Kalemi'nde bulunmuş olan Re¬şid Paşa ile arasında o devrelere çıkan bir tanışıklığa işaret etmektedir. "Elem ki hâtıra gelmezdi mısr-ı Kâhirede/ Çü¬rüttü eyledi ifna beni bu dâirede" diyen şairin, hayatının sonraki yıl¬larında zamanın Abdurrahman Sami, Su¬riye Valisi Râşid Paşa, Dârüssaâde ağa¬sı Hayreddin Ağa gibi nüfuz sahibi si¬malarından daima bir yardım beklemiş olduğu görülür. 25 Receb 1262'de İstanbul'a gelişi münase¬betiyle kaleme alıp sunduğu tarih man¬zumesinde "bir abd-i kadîmi olmak sı¬fatıyla Mehmed Ali Paşa'dan lütuf diler. Manzumelerinin birin¬de, "Tahsîl-i hüner kûy-i cehalette ne mümkin / İstanbul-ı irfana efendi se¬fer ister" demesine mukabil ümitlerini bulamamaktan doğan bir ruh hali Fatîn'i, "Görmedim şehr-i Sitanbul'da nevâzişten eser / Kalk¬mış âlemde Fatîn var ise nâm-ı iltifat"; "Etme ümmîd-i vefa asrın ricalinden vefa" (a.y., s. 13); "Merhametten yok eser tab'-ı ricâl-i asr-da / Sedd olundu var ise dünyada insa¬fın yolu" gibi şi-kâyetlere sevketmiştir. Fatîn, divanında Abdurrahman Sami Paşa İle Şeyhülislâm Arif Hikmet Efendi'yi velinimetleri ola¬rak anar. Abdurrahman Sâmİ Paşa'nın Mısır'dan ayrılıp Osmanlı Devleti hizme¬tine girmek üzere 1848'de İstanbul'a gelişi hakkında söylediği manzumede Fatîn onu ken¬disi için bir kurtarıcı olarak karşılar. Meh¬med Ali Paşa zamanında Mısır'da Vekâ-yi' nazırlığı gibi mühim mevkilerde bu¬lunmuş olan Abdurrahman Sami'ye ve¬zirlik rütbesi verilmesi (1257/1841) mü¬nasebetiyle yazdığı tebrik manzumesi, onunla daha Mısır'dan başlayan bir ilgi ve tanışıklığın bulunduğunu göstermek¬tedir.
İstanbul'da zamanın şöhret sahibi şair-leriyle kurduğu dostluk halkası gittikçe genişlerken çevresinden gelen telkin so¬nucu. Salim tezkiresi sonrasından ken¬disine kadar uzanan devre için bir şuarâ tezkiresi yazma fikri peşine düşen Fatîn Efendi, 1269"da (1853) eserini tamam¬ladığında henüz baskısı yapılmamış iken bu çalışmasından dolayı kendisini rical sınıfına geçiren râbia rütbesiyle mükâ¬fatlandırıldı. Yeni yeni şiirler kaleme al¬maktan da geri kalmayan Fatih'in dev¬rin basınında zaman zaman manzume¬leri görülmekteydi. Onun Recâizâde Celâl'e yaptığı bu nazire ölümün¬den az önce beraberinde bir akis getirir. Bîr süredir göğüs dar¬lığı çekmekte olan Patîn Efendi divanını düzenleyip bastırmaya, tezkiresinin çok arzuladığı yeni baskısını gerçekleştirme¬ye imkân bulamadan 8 Safer 1283'te vefat etti. Son yıllarında Anadoluhisan'na yerleşmiş olan şairin mezarı Göksu sırtındaki kabristandadır, ölümünü basın az zaman sonra haber alarak duyurdu. Devrin müverrihi o yılın "vefeyât-ı a'yân" sayfasına onun da kaydını düşer.
Devri Fatîn Efendi'yi bir şöhret olarak tanımış, edebiyat dünyasının önde ge¬len simaları arasında görmüştür. Onun şöhretinin yaygın olduğu devrede Ziya Paşa 1262'de (1846) girdiği Mektübî-i Sadâret-i Âlî Kalemi'nde kendisiyle ta¬nıştıktan sonra ondan gördüğü yardım¬la şiirinin kuvvet kazandığını, o zamana kadar dünyası Âşık Ömer'in temsil ettiği âşık tarzından İbaret iken şiirin ne olduğunu Fatîn Efendi vasıtasıyla an¬lamış olduğunu belirtir[171]. Gibb de Fa¬tîn Efendi'nin Ziya Paşa'ya bu tesiri üze¬rinde ısrarla durur (HOP, 1905, V, 51, 54). Başta Şinâsi olmak üzere çağdaşlarınca kendisinden "şâir-i meşhur, şâir-i nâdi-regû, münşî-i bî-misl. şuarâ-yı benâm-dan, meşâhîr-i kudemâ-yı şuarâdan" di¬ye bahsedilmekle beraber aslında sanat bakımından kuvvetli bir şair olduğu söy¬lenemez. Ortaya koyduğu manzumeler, XVIII. asrın sonundan bu yana eski şiirin estetik disiplininin bozuluşunu aksetti¬ren şair kalabalığında olduğu gibi orta seviyeyi bile güçlükle bulabilen Fatîn'in, şairliğinin farklı kronolojik devrelerin-deki mahsullerini bir araya getiren di-vanında bazıları vezinli, kafiyeli alelade sözler olmaktan öteye geçmeyen şiirler yanında divan şiiri geleneğinin sağladı¬ğı, onlardan farklı ustaca söyleyişler de görülür. Kasideleri çok basit ve yavan olan Fatîn ancak bir kısım gazellerinde varlık gösterebilmiştir. Fatîn'in şiir faali¬yetinde dost çevresinden şairlere nazî-reler söylemesi önde bir yer tutar. "Çok mudur peyrev olursam şuarâ-yı asra" di¬yen Fatîn, geçmişteki üstatlardan ziya¬de çağdaşı şairlere nazîreler yapmaya değer vermiştir. Senîh, Fehîm, Lebîb, Feh-mî, Kanlıcalı Nihad, Kâzım Paşa, İsmail Paşazade Hakkı, Ziya Paşa, Ceride-i Ha¬vadis muharriri Âlî Bey ve Şeyhülislâm Arif Hikmet gibi o devrin İsim sahibi şair¬lerine olan çeşitli ve bazıları ile de kar¬şılıklı nazîreleri. üstat saydığı Senîh ve Ziya Paşa ile müşterek gazelleriyle adı¬nı zamanının edebiyat aktüalitesi içinde canlı tutmayı bilmiştir. XIX. asrın ilk ya¬rısında divan şiirinin, klasik mükemme¬liyetin dışında başka şeyler arayan çö¬zülüş çağının bir şairi olan Fatîn sade, külfetsiz söyleyişler yanında Sünbülzâ-de Vehbî, Enderunlu Fâzıl ve Vâsıfta ol¬duğu gibi zaman zaman yerliliğe yönel¬miş, alışılmamış redifler peşinde yenilik aramıştır. Bulduğu redifler çok defa şi-irindeki alelâdeliği örten sürükleyici bir tesir yaratır. Gazelde kendisini mahir bir şair sayan Fatîn'in divanındaki birtakım yavan mısralar arasında, "Gülistân-ı ci¬handa bunca demler figân eyler / Aceb büy-i vefa bulmuş mudur sor bülbüle gülde" yolunda kuvvetli söyleyişlerinin de parıldadığı olur. Geleneğe uyarak, "İşte meydân-ı suhan da'vâ eden gelsin Fatîn / Şi'ri öğrensin bu nazm-ı dil-ni-şînimden benim" kabilinden öğünmele-ri olsa da Fatîn, "Ben her ne kadar şâir-i mahir değilsem / Akranıma nisbetle be¬nim de hünerim var"; "Tab'ı nâ-hemvâr ile arz-ı kemâl etme Fatîn / Kuvvet İs¬ter şâiri üstâd-ı kâmil etmeğe" demek suretiyle kendi hakkında gerçek bir hük¬me varmak İstemiştir.
Bestelenmiş bazı şarkıları da olan Fa¬tîn, düşürdüğü ve divanında en fazla yer tutan tarih manzumeleriyle devrinin ak¬tüalitesini kollamıştır. Bu tarih manzu¬meleri onun adını, yaşadığı çağın günde¬minde tutar. Bunların yanında bazı man¬zumeleri de memuriyet çevresinden akis¬ler taşımaktadır. Hanende Seyyid Ali hakkında yazdığı şar¬kı (a.e., s 52), onun Enderunlu Fâzıl ve Vâsıf'ın çizgisini devam ettiren bir ta¬rafını verir. Tarih manzumeleri ve kıta¬ları Fatîn'in aynı zamanda mizaha olan eğilimini de aksettirmektedir. Fatîn'in bir mesnevi, bir na't. hepsi de küçük ha¬cimde sekiz kaside, 244 tarih, 168 ga¬zel, iki müstezad. iki tahmis, bir lugaz, on yedi kıta, yirmi bir müfred ve iki mıs-ra-ı azadesini bir araya toplayan divanı, ölümünden beş sene sonra 1871'de oğ¬lu tarafından başına konulan hal tercü¬mesiyle birlikte bastırılmıştır.
Fatîn'İn ismini günümüze getiren şair¬likteki bir devirlik şöhreti değil Tezkire-i Hâtimeîü'l-eş'âr adıyla ortaya koydu¬ğu şairler tezkiresidir. 18S3'te tamam¬lanan eseri onu daha basılmadan önce görenlerde büyük bir takdir uyandırmış¬tı. Hakkında takriz yazanlardan Maârif-i Umûmiyye Nâzın Kemal Efendi (Paşa), bir sairler hazinesi dediği tezkirenin geç¬mişin şairlerine yeniden hayat verdiğini söylerken Meclis-i Vâlâ âzası Subhi Bey (Paşa), edebiyat tarihi bakımından İsa¬betli bir kavrayışla çok uzun zamandan beri lâyıkıyla şuarâ tezkiresi tertip edil¬mez olduğundan bu ihmal neticesinde son devir şairlerinden çoğunun kendi¬leri gibi hayat hikâyelerinin de unutul-muşluğa gömüldüğüne, yazılarının şu¬raya buraya dağılıp gitmiş olduğuna dik¬kat çekerek Hötimetü'l-eş'âr'm bu ba¬kımdan göreceği hizmet ve değeri be¬lirtmek ister. Ahmed Cevdet de (Paşa) onun Sâlim'i devam ettiren eserinin geç¬mişin ve günün şairlerini bir araya geti¬rerek "eslâf" ile "ahlat" arasında bir bağ kurmakla eskiler kadar yenilerin de te¬şekkürünü hakeden bir başarıya erişti¬ğini söyleyerek bütün şairler adına ken¬disini tebrik eder.
Baskısı 1855 yılı Ocak ayı sonlarında bitip ilân edilen eser kısa za¬manda Batı şarkiyat âleminin de ilgisini çekti. Aynı yıl Schlechta-VVssehrd tara¬fından Sitzungsberichte der philoso-phisch historischen Closse der Wiener Academieile (XX/1), s. 467 vd.İyine ay¬nı yerde "Osmanische Geschichtschrei-ber der neueren Zeit" adlı yazıda (s. 19) tanıtımı yapılırken A. D. Mordtmann da Augsburger Allgemeine Zeitung'da bu yeni eser üzerinde durmaktaydı.
Hâtimetü'l-eş'âr, ortaya çıkışından iti¬baren XVIII. asır sonrası Türk edebiyatı tarihi için başlıca bir kaynak hizmeti gör¬müştür. Fatîn Efendi bu tezkiresinde Salim tezkiresinin bıraktığı 1134 (1721-22) yılından 1269'a (1853) uzanan zaman içinde Osmanlı ülkesinde gelmiş geçmiş şairleri tesbit edip bunlar hakkında bil¬gi verir. Sâlim'den sonra kendisine gele¬ne kadar arada başta Râmiz olmak üze¬re Safvet, Silâhdarzâde Mehmed Emin, Akif, Şefkat, Bağçe-i Safâ-endûz'u ile Sahaflar Şeyhizâde Mehmed Esad Efen¬di ve Arif Hikmet'in tezkireleri mevcut¬sa da eserini hazırladığı zamanda bun¬ların hiçbiri umumi kütüphanelere inti¬kal etmemiş olduğu için Fatîn bu eserlerin varlığından haberdar değildi. Hep¬si müsvedde veya tamamlanmamış tek nüsha halinde duran bu tezkirelerin is¬tifadeye açılışı, hususi ellerde tek nüs¬ha olarak kalmaktan çıkıp yapılan istin¬sahlarla gün ışığına kavuşması hep onun tezkiresini tamamlamasından sonraki devrededir. Eserinde bu müelliflerin ba¬zılarının hal tercümesini yazarken ter¬tipledikleri tezkirelerden söz etmedik¬ten başka onlardaki bilgilerden de uzak kalmış olması Fatîn'in bunları göreme¬diğinin en açık delilidir.
Fatîn Hâtimetü'I-eş'âr'ı ne zaman ve ne şekilde hazırladığını açıklamamakta-dır. Bu hususta yalnız, bazı kişilerce ken¬disinden. Sâlim'in bıraktığı 1134 (1721-22) yılından başlayarak son zamana ka-dar gelmiş eski ve yeni şairler hakkında bir tezkire tertip etmesinin istendiğini, eserini bu istek üzerine ortaya koydu¬ğunu söylemekle yetinir. Bu kayıt, eseri yazma düşüncesinin kendisinden gelme¬yip tavsiye üzerine doğmuş olduğunu ifade etse bile tanıyanların onu. böyle bir işi gerçekleştirebilecek bir ehliyet ve hazırlığa sahip bir kimse olarak kabul ettiğini gösterir. Zamanının şair çevre¬siyle geniş bir teması ve tanışıklığı oldu¬ğu anlaşılan Fatîn'in, tezkiresinin mal-zemesini esas itibariyle haklarında ken¬dilerinden bilgi istediği şairlerden anket Fatîn tezkiresinin ilk iki sayfası yoluyla aldığı yazılı cevaplara dayanarak tertip ettiği söylenebilir. Nitekim sonra¬ları onun gözden geçirilmiş bir baskısını yapmayı düşünürken gerek duyduğu ye¬ni malzemeyi, gazeteye verdiği ilân va¬sıtasıyla bu yoldan elde etmek İstediği görülür. Şair Mehmed Şem'î'nin, Fatîn'-den gelen istek üzerine ona gönderil¬mek üzere yazdığını kaydettiği hal ter¬cümesi ise bu hususu gösteren bir vesi¬ka olarak ortadadır. 1266 yılının Recebini takip eden bir za¬manda yazıldığı görülen bu hal tercü¬mesi, eserini 1269'da (1853) tamamla¬yan Fatîn'in çalışmasının ne kadar Ön¬ceye gittiğini göstermektedir. Tezkire¬sinin basılmasından beş yıl önce kendi¬sine gönderilmiş olan bu vesika, aynı za¬manda elindeki malzemeyi Fatîn'in ne şekilde işlediğini ortaya koymaktadır. Fatîn, bu hal tercümesindeki bilgileri ol¬duğu gibi aktarmak yerine bir kısmını çıkararak onu daha Öz bir hale sokmuş, öte yandan şairin hayatının 1266'dan (1850} sonraki seyrini ve bazı faaliyetle¬rini de buna ilâve etmiştir. Fatîn Efendi, eserinin 1854 yılı içinde baskısı devam ederken henüz basılmamış formalarda mevcud hal tercümelerinde, telifinin 1853'te ta-mamlanışından bu yana meydana gelen son değişmeleri de, haberdar olabildi¬ği nisbette kaydetmekten geri kalma¬mıştır.
Hayattaki hal tercümesi sahiplerinin hemen hepsinin doğum tarihlerinin tes-bit edilmesinden başka azımsanmayacak bir kısmının da sadece yıllan göste¬rilmekle kalınmayarak ayı ve gününe kadar belirtilmesi, bunların doğdukları yer ve baba adlarının yanı sıra memuri¬yet ve vazifeleri, ayrıca hayat seyirlerin-deki diğer değişikliklerin tarihleriyle bir¬likte kaydedilebilmesi, tezkiresinde yer ayırdığı çağdaşı şairlerin doğrudan doğ¬ruya kendilerinden gelen bilgilerin ese¬rindeki payı hakkında bir fikir vermek¬tedir. Gönderilmiş hal tercümesi bilgile¬ri ve şiir örnekleri Hâtimetü'l-eş'âr'm temelini teşkil eder. Fatîn, her şairi için¬de bulunduğu zamana yerli yerince yer¬leştirmek için, tesbiti daha güç olan do¬ğum tarihlerinden çok öiüm tarihleriyle göstermeye özellikle dikkat eder. Tez¬kiresinin 672 şairi içine alan geniş kad¬rosunda ölüm tarihi verilmemiş sadece on beş şairin bulunduğu göz önüne alı¬nırsa onun bu hususa verdiği ehemmi¬yet iyice belli olur. Fatîn'in bazan ayı ve günü ite verdiği doğum ve ölüm tarihle¬rinden bir kısmı yalnız onda olup başka tezkire ve hal tercümesi eserlerinde görülmez.
Varlıklarını uzaktan haber alabildiği ölmüş veya imparatorluğun uzak köşe¬lerinde yaşayan şairler hakkında, onları tanıyanlar vasıtasıyla şifahî yoldan edi¬nilmiş bilgiler de eserde kendisini his-settirir. Bizzat kendilerinden yahut ya¬kınlarından bilgi alabilmiş olduğu çağ¬daşları dışında geçmişteki şairler hak¬kında tarih kitapları ile Devhatü'l-meşâyih, Tuhfetü'l-hattâtîn gibi hal tercümesi kaynaklarından başka divan¬lar ve eski şiir mecmualarından, özellik¬te de tarih manzumelerinden faydalan¬mak istemiştir. Ancak araştırdığı hal tercümelerinde onun her zaman gerekli titizliği gösterdiği söylenemez. Aceleci bir davranışla tahkiklerini çok defa de¬rinleştirmem iştir. Bu sebeple çağdaşla¬rından önceki şairlerden bir kısmının hal tercümeleri bilgice zayıf kaldığı gibi za¬man zaman hatalı da olmuştur.
Fatîn tezkiresinin şair çerçevesini çok geniş tutmuş, tek manzumesini, hatta bir beytini görebildiklerine dahi eserin¬de yer vermiştir. Sanatça değerleri yö¬nünden bir seçim gözetip değersiz gör¬düklerini eserlerinin kadrosuna almayan bazı eski tezkire müelliflerinin tutumla¬rından tamamen farklı olarak şiir namı¬na kalem oynatmış herkesi hiçbir eleme¬den geçirmeden, kabiliyetleri ve yazdık¬larının miktarı ne olursa olsun kendile¬rinden haberdar olabildiği nisbette tez-kiresinde göstermek istemiştir. Kitabı¬nın önsözünde belirttiği üzere her şeyin daima olumlu ve olumsuzu ile bir arada bulunduğu düşüncesinden hareketle "as-hâb-ı maârif" ve "belâgat-pîrâ" şairle¬rin yanında şair geçinen birtakım "her-ze-tırâzlar"ı dahi tezkiresine dahil etti¬ğini âdeta meydan okurcasına söylemek¬ten çekinmemiştir.
Fatîn'in eseri bu bakımdan, verdiği bil¬gilerin mahiyet ve derecesi ne olursa ol¬sun. Salim tezkiresinden bu yana mey¬dana gelmiş kadroyu mümkün olduğu kadar tesbite yönelik bir şairler kütüğü¬nü teşkil eder. Salim ile kendisi arasın¬daki tezkirelerin kadrolarının belirli bir zaman sınırı İçinde kalmalarına muka¬bil Fatîn tezkiresinin zaman çerçevesini onların hepsinden geniş tutmuştur. Böy¬lece içindeki 672 şairle Hâtimetü'l-eş'âr, mevcut şuarâ tezkirelerinin şair sayısı bakımından en zengin ve en genişi ol¬ma özelliğini kazanır.
Fatîn teskıresının Şinâsi baskısındaki tertip şeklinden bir örnek (S. 47) Râmiz tezkiresinin çerçevesini teşkil eden 1132-1198 (1720-1784) yılları ara¬sındaki devreden Fatîn tezkiresine 1134'-ten (1721-22) başlayarak 159 şair gir¬miştir. Eser, ayrıca bu devrenin şairi ol¬dukları halde Râmiz'de bulunmayan yet¬miş tanesini daha tesbit ederek bu kad¬royu zenginleştirir. Nâyî Osman Dede. Seyyid Vehbî, Mirzâzâde Ahmed Neylî, Süleyman Nahîfî, Sezâî-yi Gülşenî, Ab-dürrezzak Nevres, Fıtnat Hanım gibi ta¬nınmış simalar Râmiz'de bulunmayanlar arasındadır. Yaptığı bazı atıflar, meselâ Nâyî Osman Dede, Süleyman Nahifî'nin hal tercümelerinin tezkirede yer alacağı¬nı haber vermekle beraber Râmiz'in hak¬larında yeterince bilgi toplayıp bunları yazma fırsatını bulamadığı belli olmak¬tadır. Salim den sonrasını devam etti¬ren tezkirelerin varlığından haberdar ol¬maksızın doğrudan doğruya ona zeyil olarak hazırlanmış bulunan Hâtimetü'l-eş'âr'a Salim tezkiresine hayatta iken girmiş şairler de alınarak bunların hal tercümelerinde ondan daha sonra mey¬dana gelen değişmeler ayrıca gösteril¬miştir. Râmiz ile Fatîn'de müşterek ola¬rak yer alan şairler hakkındaki madde¬ler Râmiz'de daha etraflı oldukları ka¬dar daha da sağlamdır. Bu devreden şa-irlerle ilgi maddeleri çoğunlukla Râmiz'in-kiler yanında sathî kalan Fatîn'in yazdık¬ları bazan da Râmiz'inkilerden çok da¬ha ihatalı ve tatmin edici olmuştur[181]. Râ-miz'e ve sırasıyla birbirlerine zeyil ma¬hiyetindeki diğer bütün tezkirelere nisbetle Fatîn Efendİ'nin verdiği hal tercü¬meleri, onların birkaç satırda kalan çer¬çevelerinden daima çok daha geniş ve daha etraflı olmuştur.
Ortaya konulması başlangıçta takdir¬le karşılanan Hâtimetü'l-eş'âr'm belir¬tilen müsbet yönlerine, uzun zamandan beri duyulan bir ihtiyaca cevap vermesi¬ne mukabil hal tercümelerinde düşül¬müş bazı hataları, hüküm ve değerlen¬dirmelerinde zaman zaman bazılarını yersiz olarak yüceltici, bazılarının ise meziyet ve liyakatlerini teslim etmek¬ten uzak oluşu dolayısıyla çok geçmeden birtakım tenkitleri de beraberinde geti¬rir. Bizzat kendisi, iyiyi kötüden ayırt et¬meye kabiliyeti olmadığı halde tezkire tertibine kalkışıp şair diye birtakım ca¬hil ve değersiz kimselere orada yer ver¬miş olduğu yolunda uğradığı tenkidi bir şiirinde bahis konusu eder. Meselâ Bayburtlu Zihnî'nin, vezirlere divan kâtipliği yaptığı halde kendisini voyvoda kâtibi diye gösterdi¬ği, üstelik bir divan sahibi iken hakkın¬da "bir miktar eş'ârı vardır" dediği için Fatîn'i Sergüzeştnâme adlı eserinde şid¬detle hicvettiği görülmektedir. Hemen be¬lirtmek gerekir ki kendisiyle İstanbul'¬da tanışıp görüşmüş olan Sahaflar Şey-hizâde Mehmed Esad Efendi de onu Fa-tîn'den evvel kaleme aldığı tezkiresinde voyvoda kâtibi olarak zikreder.
Eserinin eksiklerini, düzeltilmesi ge¬reken noktalarını farkeden Fatfn Efen¬di, herhalde yapılmış tenkitlerin de te¬siriyle, okunaksız ve kusurlu taş baskısı yerine onun gözden geçirilmiş, matbaa dizgisiyle yeni baskısını yapma ihtiyacı¬nı duyar. Basılışı üzerinden henüz on do¬kuz ay kadar bir zaman geçtiği sırada bununla ilgili olarak verdiği bir ilânla, eserini hazırlarken haber ve bilgisi dı-şında kaldıklarından tezkiresine gire¬memiş eski veya hayattaki şairlerin hal tercümelerinde onun telif ve yayınından sonraki değişikliklerin, bunlarda düşül¬müş bilgi hatalarının, alınmış ilk şiir ör-neklerinden yenileri veya daha başkala¬rı ile değiştirilmek istenenlerin kendisi¬ne bildirilmesini duyurur.
Bir sonuç vermeyen bu teşebbüs, tez¬kirenin değer ve ehemmiyetini takdir ettiğinden, kendisi gibi, yeni ve gözden geçirilmiş bir baskının yapılmasını iste¬yen Şinâsi tarafından yedi sene sonra 1863 yılında tekrar ele alınarak bu hu¬susa dair yazdığı bir başmakalede tez¬kireye yeni ve daha ileri bir hüviyet ve¬recek bir programla İlân edilir. Belir¬tilen esaslar dairesinde üzerinde deği¬şiklik yapılmak suretiyle, yahut ilk defa olmak üzere tezkirede yer alması iste¬nen hal tercümeleriyle yeni şiir örneklerinin gazete idarehanesine acele olarak gönderilmesi duyurulur. O zamandan bu yana en küçük bir izine rastlanmadığın¬dan bu teşebbüsün de ötekisi gibi hiç gerçekleşmediği sanılagelmiştir. Bir asır süresince meçhul kaldıktan sonra baş tarafından baskısı yapılmış elli iki say¬falık bir kısmının varlığı Ömer Faruk Akün tarafından meydana konulmakla Şinâsi baskısının sadece tasavvurdan iba¬ret kalmadığı artık belli olmuştur. Bütünüyle neden tamamlanmadığı bilin-meyen bu yeni baskıda Şinâsi'nin işaret ettiği hususların çoğunun yerine getiril¬diği görülmektedir. İfadesinin lüzum¬suz süs ve unsurlardan arındırılarak da¬ha öz ve sade bir hale konulması, şair¬lerin edebî şahsiyet ve değerleri hak¬kındaki mübalağalı hüküm ve ifadelerin tamamen kaldırılması yanında her iki teşebbüse ait ilânlarda istendiği şekil¬de önceki şiir örneklerinin bazılarının ye¬rine daha başkaları konulmuş, ilk bas¬kının yapıldığı 1855 yılından bu tarihe kadar oradaki hal tercümelerinde mey¬dana gelen değişiklikler gösterilmiş, ev¬velce haklarında bilgi edinilememiş olan¬larla arada geçen zaman içinde edebi¬yat âlemine yeni çıkan şairlerin de hal tercümeleri ilâve edilmiş bulunmakta¬dır.
Hatimetü'l-eş'âr, gerektiği gibi bir iç tetkikten geçirilmeden ve emsali kay¬naklarla arasında esaslı bir mukayese yapılmadan, sadece birtakım kusurları¬na bakılarak birbirlerini tekrarlamakla yetinen zamanımız müelüflerince bütü¬nüyle fazla ehemmiyet ve değeri olma¬yan bir eser olarak görülmüştür. Ancak kendi çağdaşları hakkında verdiği bilgi¬ler bakımından faydalı olacağı kabul edi¬len tezkirenin kusurları üzerinde duru¬lurken taşıdığı meziyetler ise tamamen gözden kaçmıştır. Eser, yukarıda işaret edildiği gibi Râmiz'deki kadronun boş¬luklarını tamamlamak, Sâlim'in bıraktı-ğı yerden kendisine kadar divan şiirinin son 130 yıllık şair mevcudunun, bu devreye ait başka eski kaynakların herhan¬gi birinde görülmeyen şekilde tek başı¬na toplu bir envanterini vermek, en azın-dan her derece ve her sınıftan tesbit et¬tiği şairler ve onlardan seçtiği örnekler¬le divan şiirinin XIX. yüzyılın ilk yansın¬da varmış olduğu geniş yayılımı ve kim¬ler tarafından temsil edildiğini gözler önüne koyan bir malzemeyi edebiyat ta¬rihine mal etmek gibi bir hizmeti yeri¬ne getirmektedir. Ayrıca Mısır ve Trak¬ya havalisinde bulunup isim ve hayat¬ları başka kaynaklara geçmemiş şairle¬rin varlığını öğrenmek onun vasıtasıyla mümkün olmaktadır. Kendi çağdaşı şair¬lere dair hal tercümeleri çoğunlukla on¬ların bizzat kendilerinden alınmış olduğundan her kaynakta rastlanmayan ba¬kir bilgiler getirirler. XIX. yüzyılın ilk ya¬rısında yetişmiş şairlerin hayatları hususunda Sicili-i Osmânî'nm başlıca kay¬nağı oluşu kadar bıraktığı yerden Fatîn'e yapılmış büyük bir zeyil olan Son Asır Türk Şairien'nde İbnulemin devamlı on¬dan istifade ettiği gibi, ayrıca şiirlerine başka yerlerde örnek bulunamayan şa¬irler için de onun verdiği metinlere mü¬racaat etmiştir.
Fatîn'in eserini sırf râbia rütbesine nail olmak maksadıyla tertip ettiğine dair Hersekli Arif Hikmetten gelen rivayet, onun acele hazırlanmış olduğu kanaatini destekler görünse bile vesikaları zaptedilmemiş bir alanda getirdiği hizmet ve edebiyat tarihine kazandırdıkları kar¬şısında fazla bir şey ifade etmemek¬tedir.
Fatîn Efendi'nin bütün bunlardan baş¬ka, doğrudan doğruya kendi eliyle aldı¬ğı metinlerde ince zevk sahibi bir seçici olduğunu ortaya koyan tezkiresinin Dâ-rülmaârif. Mekteb-i Maârif-i Adliyye, Be¬yazıt Rüşdiyesi gibi devrin getirdiği yeni eğitim müesseselerinden yetişmiş seç¬kinleri gösteren kayıtları ile, yenileşme devri maarif tarihimize dair hazır mal¬zeme sakladığını ilâve etmek yerinde olur.

Ziyaret -> Toplam : 125,27 M - Bugn : 28289

ulkucudunya@ulkucudunya.com