(ö. 1149/1736) Osmanlı padişahı (1703-1730).
IV. Mehmed'in oğlu ve II. Mustafa'nın kardeşi olup annesi Râbia Emetullah Gülnûş Sultan'dır. 22 Ramazan 1084 (31 Aralık 1673) Pazar günü dünyaya geldi. İlk hocası Şeyh-i Sultanî Mehmed Efendi'dir. Daha sonra Seyyid Feyzullah Efendi'nin talebesi oldu. On dört yaşın¬da iken, II. Süleyman'ın tahta çıkarılma¬sı üzerine, babası IV. Mehmed ve ağa¬beyi Mustafa ile birlikte Topkapı Sarayı'ndaki Çimşirlik (Şimşirlik) dairesine kapatıldı. Daha sonra Edirne'ye nakle¬dilerek amcaları II. Süleyman. II. Ahmed ve ağabeyi II. Mustafa'nın padişahlıkla¬rı süresince burada kaldı. Nihayet 1703 Edirne Vak'ası sırasında, II. Mustafa'yı tahttan İndirmek için Edirne'ye yürüyen cebecilerin kendi aralarında müftü ta¬yin ettikleri Mehmed Efendi'nin ısrarı ile, 17 Ağustos 1703 günü âsiler tara¬fından tahta çıkarılmasına karar verildi ve bir gün sonra Çorlu'da adına hutbe okundu. 22 Ağustosta, âsilerin sadra¬zam tayin ettikleri Kavanoz Ahmed Pa¬şa tarafından Edirne Sarayı'ndan alın¬dı ve ertesi gün kendisine biat mera¬simi yapıldı. Böylece fiilen tahta geçen III. Ahmed, ilk iş olarak, eski padişah 11. Mustafa ve çocuklarının Edirne Sara¬yına kapatılmasına dair hattı çıkarttı ve Dârüssaâde ağası Nezir Ağayı azletti. Bu arada, Kavanoz Ahmed Paşanın sad¬razamlığı ile İmam Mehmed Efendi'nin şeyhülislâmlığını resmen tasdik etti ve âsi reislerinden Çalık Ahmed Ağa'yı ve¬zirlik rütbesiyle yeniçeri ağası yaptı. Edirne Bayezid Camii'nde adına okunan hutbeyi dinledikten sonra, askerin cü¬lus bahşişi ve aylıkları hususunda çıkan hadiseleri para dağıtmak suretiyle ya¬tıştırdı. Eski şeyhülislâm Feyzullah Efendi'nin katli, çocuklarının ve damatları¬nın yakalanması, eski vezirlerin uzak¬laştırılması gibi olaylardan sonra İstan¬bul'a hareket etti. 16 Eylül Pazar gü¬nü İstanbul'a varan yeni padişah, Edir¬ne'den gelenlerle İstanbul'u bekleyen âsiler arasındaki anlaşmayı müteakip alay ile doğruca Eyüp Sultan'a giderek Hz. Hâlid'in türbesini ziyaret etti ve ge¬lenekler uyarınca Hz. Peygamber'in kılı¬cını kuşandı; daha sonra törenle Edir-nekapı yolundan Topkapı Sarayına ha¬reket etti. III. Ahmed'in İstanbul'da ilk karşılaştığı hadise, cebecileri örnek alan yeniçeriler ile bostancıların ayaklanma teşebbüsü olmuş, fakat bu hadise kısa zamanda bastırılmıştır. Bu arada, eski şeyhülislâm Feyzullah Efendinin yakını otan devlet adamlarını sürgüne gönde¬ren III. Ahmed, daha sonra kız kardeşi Hatice Sultan ile kocası Morali Enişte Hasan Paşa'nın yardımlarıyla, tahta çıkarılırken mevki verdiği âsilerin elebaşılarından yeniçeri ağası Vezir Çalık Ah¬med Paşa, Sadrazam Kavanoz Ahmed Paşa ve Şeyhülislâm Mehmed Efendi'yi bertaraf ederek bunların tahakkümün¬den kurtulmuştur. Böylece devlet ida¬resine tam manasıyla hâkim olan pa¬dişah, etrafa dağılmış veya gizlenmiş âlimlerle eski vezirlerden birçoğuna ye¬ni vazifeler vermiş ve iş başına getirdiği sadrazamlardan Morali Enişte Hasan Paşa, Kalaylıkoz Ahmed Paşa ve Baltacı Mehmed Paşa'nın ilk sadâreti döne¬minde daha ziyade devletin iç meselele¬riyle meşgul olmuştur.
XVIII. yüzyılın başından itibaren Avru¬pa'da başlayan Veraset savaşları ile bil¬hassa Lehistan Krallığı meselesinden do¬layı İsveç İle Rusya arasında çıkan mu¬harebelere katılmayarak Osmanlı Devleti'nin tarafsızlığını korumaya çalışan III. Ahmed, doğuda İranlılar'la da dost¬ça münasebetler kurdu. Fakat Rus Çarı Büyük Petro'ya mağlûp olan İsveç Kralı XII. Şarl'ın (Demirbaş Sari) padişahın ha¬beri olmaksızın Sadrazam Çorlulu Ali Paşanın aracılığı ile Osmanlı Devleti'ne sığınması. Rusya'nın Osmanlı toprakla¬rına saldırmasına sebep oldu. Sonuçta, bu saldın ve Çar Petro'nun 1700 İstan¬bul Antlaşması hükümlerine riayet et¬memesi ve ayrıca Kırım Hanı Devlet Giray'ın teşvik ve tahrikleri, III. Ahmed'in Rusya'ya savaş ilân etmesine yol açtı. Böylece ileride Prut Seferi adını alacak otan Osmanlı-Rus harbi, ordunun 9 Ni¬san 1711 günü İstanbul'dan hareketiy¬le başlamış oldu. Baltacı Mehmed Paşa idaresindeki Osmanlı ordusu Kırım kuv¬vetleriyle birleştikten sonra, Prut nehri üzerinde Falcı mevkiinde Çar Petro ku¬mandasındaki Rus ordusu ile karşılaştı ve büyük bir zafer kazandı. Ancak 23 Temmuz 1711'de imzalanan Prut Antlaşması’nın bilhassa Ruslar tarafından uygulanmaması. Baltacı Mehmed Pa¬şa'nın sadâretten uzaklaştırılmasına ve III. Ahmed'in yeni bir Rus seferi için ha¬zırlattığı ordu ile birlikte Edirne'ye ka¬dar gitmesine yol açtı. Fakat İngiliz el¬çisi Sutton ve Hollanda elçisi Gallier'in aracılığı ile Prut Antlaşması'nın bir kısım maddeleri uygulama alanına girdiği için yeni bir Rus seferinden vazgeçildi. İsveç Kralı XII. Şarl'ın Osmanlı Devleti'ndeki faaliyetleri, Rusya ile zaman zaman ger-ginliğe sebep olmuşsa da Silâhtar Ali Paşa'nın sadrazamlığı döneminde Edir¬ne'de Ruslar'la yapılan yeni bir antlaş¬ma [109], İki taraf arasında¬ki anlaşmazlıklara bir süre için de olsa son verdi.
Böylece Rusya'dan Azak ve çevresini geri alan Osmanlı Devleti, 1699 Karlofça Antlaşması'yla Venedik Cumhuriye-ti'ne bırakılan Mora yarımadasını da ge¬ri almak arzusunu beslemeye ve savaş açmak için uygun bir zaman kollamaya başladı. Bu arada Karadağlıların, Ve-nedikliler'in tahriki ile isyan etmesi ve 1714'te üzerlerine gönderilen Köprülüzâde Nûman Paşa'nın kesin bir sonuç alamaması, ayrıca Enişte Hasan Paşa'ya ait eşyanın Akdeniz'de Venedikliler ta¬rafından yağma edilmesi, savaşın çık¬masını daha da çabuklaştırdı. Nitekim III. Ahmed, Sadrazam Ali Paşa'yı Mora yarımadası ile Akdeniz'deki Venedikliler'in elinde bulunan diğer bazı adaların alınmasına memur etti [110] ve Kaptanıderyâ Canım Hoca Mehmed Paşa'yı deniz kuvvetlerini idare etmekle görevlendirdi. Bizzat padişahın Edirne'ye kadar uğurladığı Osmanlı ordusu, Sadrazam Ali Paşa kumandasında, Mo¬ra yarımadası üzerindeki şehirleri fethe başladı. Böylece Mora yarımadası Venedikliler'den geri alındığı gibi. Girit'te henüz fethedilmemiş olan Sperlanka, Granbosa. Suda gibi bazı kaleler de ele geçirildi. Bu başarı üzerine, Edirne'de bulunan III. Ahmed 23 Kasım 1715'te İstanbul'a dönmek üzere hareket etti ve İstanbul'da büyük bir merasimle kar¬şılandı. Ancak 1716'da başlayan Körfez (Korfu) Seferi, Avusturyalıların müda-haleleri ve Türk kuvvetlerinin iki cephe¬ye ayrılması yüzünden başarılı olamadı. Sadrazam Damad Ali Paşa'nın Petervaradin'de şehid düşmesi de Osmanlı or¬dusunun dağılmasına ve IH. Ahmed'in Korfu kuşatmasını kaldırmasına yol aç¬tı. Avusturyalılar karşısında, arka arka¬ya sadârete getirilen Arnavut Halil Paşa ve Kayserili Mehmed Paşa zamanların¬da da başarı elde edilemedi. Hatta Ma¬car milliyetçilerinden Erdel Kralı François Rakoczi'nin Avusturya İmparatorlu-ğu'na karşı Macaristan'da bir iç isyan çıkarmak üzere Fransa'dan getirilip Ef¬lak'a gönderilmesi de bir fayda sağla¬madı. İli Ahmed bu seferler sırasında Edirne'ye, hatta Sofya'ya kadar gidiyor, kış mevsiminde İstanbul'a geri dönü¬yordu. Nihayet Avusturyalılar’ın Niş yö¬resine kadar inmeleri üzerine, Nevşehir¬li Damad İbrahim Paşa'nın sadâreti dö¬neminde Pasarofça Antlaşması imzalan¬dı 0l Temmuz I718. Bu antlaşma ile bir yandan Osmanlı İmparatorluğu'nun Sır¬bistan'da daha fazla toprak kaybetmesi önlenmiş, bir yandan da Osmanlı Venedik münasebetleri normal şekle sokul¬muş oluyordu. Ayrıca Ruslar'a Lehistan meselesinde ve mukaddes yerler konu¬sunda yeni haklar tanındı. Böylece Sad¬razam İbrahim Paşa'nın çabalarıyla ba¬tıda ve kuzeyde sükûnet sağlanmış oldu.
Doğuda İran ve Afganlılar'la olan mü¬nasebetler, saltanatının son senelerin¬de III. Ahmed'i en çok meşgul eden si¬yasî meseleyi teşkil etti. Rusya'nın Ha¬zar denizi sahilleri boyunca İran'a gir¬mek ve Basra körfezine inmek isteme¬si, Şirvan ve Dağıstan bölgesindeki müs-lümanların Rus baskısı karşısında III. Ahmed'den himaye talebinde bulunma¬ları ve İran'ın karışık iç vaziyeti gibi se-beplerle, Osmanlı ordusu doğu sınırında emniyeti sağlamak maksadıyla Batı İran şehirlerine girmek mecburiyetinde kal¬dı. Hatta Derbent ve Baku meselelerin¬den dolayı Osmanlılar'la Ruslar Kafkaslar'ın doğusunda karşı karşıya geldiler. Fakat Fransız elçisi Marquis de Bonnac'ın aracılığı ile 23 Haziran 1724'te İstanbul'da İran Mu kâseme nâmesi adı verilen antlaşma imzalandı ve bu ant¬laşma sonunda Osmanlılar'la Ruslar bir kısım İran şehirlerini aralarında payla¬şarak gergin duruma son verdiler. Hare¬kete geçen Osmanlı ordusu Gence, Nah-cıvan. Hoy, Revan. Merend, Selmas. Sîne, Kirmanşah, Nihâvend ve Hemedan'ı ele geçirdi. Bu mücadelede yenik dü¬şen 11. Tahmasb, İran Mukâsemenâmesi'nin şartlarını kabule mecbur oldu. An¬cak antlaşma formalitesi tamamlanma¬dan İran'ın doğusunda ortaya çıkan Mîr Üveysoğullan. II. Tahmasb'ı tahttan in¬direrek idareyi ele geçirdiler. Antlaşma şartlarını kabul etmeyen yeni İran hâki¬mi Eşref Han, İran'ın batı şehirlerinin kendilerine bırakılmasını istiyordu. Bu¬nun üzerine, Kasım 1726'da Nihâvend civarında Osmanlı ordusu ile İran Afgan kuvvetleri karşı karşıya geldi ve bu mu¬harebede Osmanlılar mağlûp oldu. Eşref Han İle imzalanan 4 Ekim 1727 tarihli Hemedan Mukâsemenâmesi'ne, İran'da vaziyetin karışması ve Osmanlı ordusu¬nun yeni bir sefer hazırlığına başladığı haberinin Hemedan'a ulaşması üzerine, Osmanlılar'ın lehine hükümler konul¬muş ise de bu mesele III. Ahmed'in sal¬tanatı için bir dönüm noktası olmuştur.
Doğudaki bu kanlı savaşlar. III. Ah¬med ve bilhassa Sadrazam İbrahim Paşa'ya karşı düşmanlığı arttırmıştı. Nihayet II. Tahmasb'ı himayesi altına alan Afganlı Nâdir Ali Şah'ın ortaya çıkışı ve İran'ın batısındaki şehirlerin bazılarını Osmanlılar'dan geri alıp muhafızlarını öldürmesi. İstanbul'da hükümet ve pa¬dişaha karşı olan güvensizliği daha da arttırdı. Ayrıca seferler dolayısıyla ardarda yeni vergilerin konulması, taşra¬daki asayişsizlik, bilhassa levent eşkıyası ve doğudaki aşiretlerin soygunculuğu neticesi halkın İstanbul'a akını ve şehir¬de işsizliğin yaygınlaşması, İstanbul es¬nafının içinde bulunduğu zorluklar gi¬bi daha bazı iktisadî ve sosyal sebep¬ler, devlet idarecilerine karşı umumi bir hoşnutsuzluk doğurdu. Bu sıkıntılı gün¬lerde padişah ve devlet adamlarının ise İstanbul'un çeşitli mesirelerinde eğlen¬meleri halkın infialine sebep oldu. Ay¬rıca, yüksek makamlara devamlı şekil¬de sadrazam ve şeyhülislâmla bazı ve¬zirlerin yakınlarının getirilmesi, devlet erkânı ve ilmiye ricali arasında mem¬nuniyetsizliklere yol açtı. Bütün bu ha¬diselerin ardından Nâdir Ali Şah'ın do¬ğuda başarı elde etmesi, buna karşılık III Ahmed'in yeni bir sefere taraftar ol¬maması ve Sadrazam İbrahim Paşa'ntn da sefer işini ağırdan alması üzerine, 1730'da Patrona Halil İsyanı patlak ver¬di. Bu sırada ordu Haydarpaşa sahrasın¬da bulunduğu İçin padişah da Üsküdar'¬da Hatice Sultan'ın konağındaydı. Hadi¬seyi duyunca. 28 Eylül 1730 gününün gecesi gizlice Topkapı Sarayı'na döndü. III. Ahmed, âsilere karşı başarı elde edi-lemeyince ertesi gün onların isteklerini kabul etmeye ve damadı Sadrazam Nev¬şehirli İbrahim Paşa ile onun damatları Kethüda Mehmed Paşa ve Kaptanıderyâ Kaymak Mustafa Paşayı boğdura¬rak âsilere teslim etmeye mecbur ol¬du. Bir gün sonra ise tahttan zorla fe¬ragat ettirilip yerine II. Mustafa'nın oğ¬lu I. Mahmud getirildi ve 1 Ekim 1730 günü, yanında oğullan Mustafa ile Abdülhamid olduğu halde, Topkapı Sarayı'nın tahttan indirilmiş padişahlara mah¬sus dairesine gönderildi. Hayatının son altı yılını burada geçiren III. Ahmed, 14 Safer 1149'da [111] altmış üç yaşında vefat etti. Naaşı. Bahçekapı'da (Eminönü) Yenicami yanında bulu¬nan babaannesi Valide Turhan Sultan'ın türbesine defnedildi.
III. Ahmed, yirmi yedi yıllık saltanatı süresince ve bilhassa damadı İbrahim Paşa'nın sadâreti döneminde, iktisadî ve sosyal meselelerle yenilik hareketle¬rine büyük ölçüde önem vermiştir. Dev¬rin önde gelen devlet adamlarından Yİrmisekiz Çelebi Mehmed Efendi'nin Paris sefaretini müteakip saraya sun¬duğu raporla Türkiye'de Batılılaşma ha¬reketleri fiilen başlamış bulunuyordu. Her şeyden önce İstanbul'da hayat tarzı geniş ölçüde değişmiş, Paris'ten getiri¬len planlara göre Kâğıthane çevresiyle Haliç ve Boğaziçi sahillerinde, Üsküdar civarında padişahın hoşuna giden ye¬ni yeni binaların inşasına başlanmıştı. Kâğıthane (Sâdâbâd) arazisi. III. Ahmed devri vezirleri arasında taksim edilmiş ve her vezir kendisine verilen sahada çiçekler ve ağaçlar arasında yeni yeni köşkler yaptırmıştı. III. Ahmed, bahçeyi ve çiçeği seven bir padişah olduğu için “Şükûfecilik” denen çiçekçilik onun za¬manında bir meslek halini aldı. Sonrala¬rı, sembolleşerek o yıllara Lâle Devri denilmesine sebep olan lâle gayet kıy¬metli bir çiçek haline geldi ve çeşitleri, yetiştirilme usulleri hakkında kitaplar yazıldı. III. Ahmed'in katıldığı Çırağan âlemleri de bu değerli lâlelerle süslü bahçelerde yapıldı. Yalnız Sâdâbâd'da bu nevi yerlerin sayısı 120'yi geçiyordu. Üsküdar'da Şerefâbâd Kasrı, III. Ahmed adına inşa edilmiş ve Kayışdağfndan getirilen sular, bu kasrın bahçesinden geçirildikten sonra Üsküdar çeşmeleri¬ne dağıtılmıştı.
Deniz yoluyla taşradan gelen yolcula¬rı sağlık bakımından kontrol etmek, ya¬ni karantina usulünü uygulamak şek¬li de Yİrmisekiz Çelebi Mehmed Efen¬di'nin sefaretnâmeşinde görüldükten sonra önem kazanmıştı. Diğer taraftan Fransız mühtedisi Gerçek Dâvud Ağa ilk olarak bu devirde Şehzadebaşfnda Es¬ki Odalar dahilinde Tulumbacı Ocağfnı kurdu (1722). Bunlardan daha önemlisi, ilk defa Türkçe kitaplar basan bir mat¬baanın açılmasıdır. İstanbul'da. Selanik'¬te, İzmir'de, Halep'te gayri müslimlere ait matbaalar bulunuyor, fakat bun¬lar Türkçe kitap basmıyorlardı. Ancak Macar mühtedilerinden İbrahim Müteferrika'nın Yİrmisekiz Çelebi Mehmed Efendi'nin oğlu Said Efendi ile birlikte gösterdiği büyük gayret ve Sadrazam İbrahim Paşa'nın himayesi, Şeyhülislâm Yenişehirli Abdullah Efendi'nin fetvası sonucu III. Ahmed'den alınan fermanla, 1727 yılında, ilk defa Türkçe kitap ba¬san bir matbaa kuruldu. Rockfort adın¬daki bir mühendis subay da Osmanlı ordusunda bazı yenilikler yapmak üze¬re Üsküdar'da yeni bir ocak kurma te¬şebbüsünde bulundu. Uzun yıllar Os¬manlı ordusuna hizmet eden ve mezarı İstanbul'da bulunan Comte de Bonneval (Humbaracı Ahmed Paşa), Humbaracı Ocağı'nı ıslah için yine bu devirde davet olunmuştu. Yalova'da kâğıt imaline baş¬lanmış. İstanbul'da Tekfur Sarayı'nda 1725'te bir çini fabrikası kurulmuş ve İznik'teki çini ustalarından bazılarının buraya gelerek çalışmaları temin edil¬mişti. Ayrıca, İstanbul'da mevcut çuha fabrikasının yanında Hatâyı ismi veri¬len kumaşı dokumak üzere bir başka fabrika daha inşa edilmişti.
III. Ahmed sanata meraklı ve sanat¬kârı koruyan bir padişahtı. Kendisi dev¬rin meşhur hattatı Hafız Osman'dan sülüs ve nesih. Veliyyüddin Efendi'den de talik meşketmiş iyi bir hattat olduğu gibi. zamanının hat üstatlarını da hima¬ye ve teşvik etmiştir. Sütlüce'de bulunan sarayın harem kapısı üzerindeki kitabe, Sultanahmet'te Bâb-ı Hümâyun önünde mevcut meşhur çeşme ile Üsküdar mey¬danında inşa edilen çeşmenin kitabeleri ve Sarâyı Hümâyun'da Arz Odası üze¬rindeki besmele III. Ahmed'in kendi el yazılarıdır. Ağustos 1729'da yanan Drağ-man (Tercüman Yunus) Tekkesi'ni yeni¬den yaptırıp tevhidhanesi içine kendine ait olan bir beyti, dışına da bizzat ken¬di kalemi ile yazdığı [112] âyetini koydurmuş¬tur. Celî hat ile yazdığı ve Tozkondurmaz Mustafa Ağa'nın tezhip ettiği lev¬haları da bazı selâtin camilerine asıl¬mış, yine kendisinin yazdığı iki mushaf Ravza-i Mutahhara'ya gönderilmiştir. Topkapı Sarayı'nda kendi yaptırdığı ki¬taplıkta bulunan on dört sayfalık sülüs celîsi ile kaleme alınmış murakka da onun eseridir.
III. Ahmed. damadı Sadrazam İbra¬him Paşa ile birlikte, başta Nedîm ol¬mak üzere Seyyid Vehbî. İzzet Ali. Neylî Ahmed, Vak'anüvis Râşid Mehmed. Kü¬çük Çelebizâde İsmail Âsim. Nahîfî, Sa¬mi gibi bu devrin birçok şairini himaye ve taltif ederken kendisi de Necîb mah¬lası ile şiirler yazıyordu. Yanyalı Esad Efendi, Heratlı Kâbızî Efendi, Mansûrîzâde müderris Fasîhî Efendi, İshak Efen¬di, Şam kadısı Medhî Efendi. Halep ka¬dısı İlmî Efendi, Selanik kadısı Müstecirzâde Abdullah Efendi, Kara Halilzâde Mehmed Said Efendi ve şair Nedîm gibi ilim. fikir ve edebiyat adamlarından ku¬rulu bir heyet devamlı olarak toplanı¬yor. Doğu ve Batı dillerindeki eserler¬den tercümeler yapıyorcûj. Fransızca'dan bazı eserler ilk defa bu devirde Türk¬çe'ye çevrildiği gibi Türkçe'den Fransız¬ca'ya tercüme edilerek basılan edebî ki¬taplar da vardır. Henüz Avrupa'da çi-çek aşısının keşfedilmediği o devirde, İstanbul'da çiçek hastalığını tedavi ede¬bilecek bilgili doktorlar bulunuyordu. Ni¬tekim çiçeğe yakalanmış olan padişahı, devrin doktorlarından Seretıbbâ Meh¬med Efendi. Tabip Süleyman Efendi ve Ömer Efendi, Reîsületıbbâ Müneccimbaşı Mehmed Efendi ile diğer müslüman ve hıristiyan bazı doktorlar tedavi etmişlerdi.
111. Ahmed ayrıca. Sarây-ı Hümâyun'da, iç hazine ve Has Oda hazinesi ile Ha¬rem Dairesi'nde dağınık vaziyette bulu¬nan kıymetli kitapları bir araya topla¬tarak bunları koymak üzere, Arz Odası'nın arkasındaki 11. Selim'e ait beyaz mermer havuzlu bahçenin yerine müs¬takil bir kütüphane inşa ettirdi. Bundan başka annesi Râbia Emetullah Gülnûş Sultan için Üsküdar'da Yeni Valide Camii ile bunun yanında bir sebil, çeşme, sıbyan mektebi ve bir imarethane yaptırdı. İstanbul'da Bahçekapı'da Büyük Valide Turhan Hatice Sultan Türbesi yanında ikinci bir kütüphane, Ayasofya meyda¬nında, bugün III. Ahmed Çeşmesi diye meşhur olan dört cepheli ve süslü çeşmeyi. Üsküdar'da İskele Meydanı'ndaki büyük çeşmeyi ve Kâğıthane'de Çağla¬yan önünde, şair Nedim'in “Çeşme-i nevpeydâ” adını verdiği üçüncü bir çeşme yaptırdı. Ayrıca, Galata Sarayı'nın tamiri ve vakıf şartlarının değiştirilmesiyle bu sarayın dışında bir cami, Boğaziçi'nde Bebek'te diğer bir cami ve altında bir mektep ile çeşme. Hasköy-Kasımpaşa arasında, Aynalıkavakta köprü başın¬da ve annesine ait olan Galata Yenicamü'nin güney cephesindeki avlu kapısı¬nın dışında yine bir çeşme yaptırdı. Okmeydanı'nda, Fâtih Sultan Mehmed adı¬na yapılmış olan caminin minberinin, Kızkulesi fenerinin ve 1720'de yanan Ci¬hangir Çamii'nin tamirleri. Dolmabahçe'de sahil yolunun kapatılarak Fındıklı-Beşiktaş yolunun arkadan geçirilmesi işleri de yine bu padişahın emriyle yapıl¬mıştır.
Osmanlı padişahları arasında en fazla evlenenlerden biri de 111. Ahmed'dir. Hanımlarından birçok oğlu olmuşsa da bunların büyük bir kısmı küçük yaşta ölmüştür. Oğullarından sadece Musta¬fa (III. Mustafa) ile Abdülhamid (I. Abdülhamid) padişah olmuşlardır. III. Ah¬med kızları vasıtasıyla Silâhtar Ali Paşa. Nevşehirli İbrahim Paşa, Şehid Ali Paşa. Kaptanıderyâ Küçük Mustafa Paşa, İs¬tanbullu Mehmed Paşa, Sarı Mustafa Paşa, Nevşehirlizâde Mehmed Paşa gibi vezirleriyle de akrabalık kurmuştur.
III. Ahmed aynı zamanda iyi bir nişan¬cı idi: seksen beş adımdan tek atışta bir altın dinarı tüfekle vurduğu, dokuz yüz geze (arşın) ok atıp Okmeydanı'nda adı¬na taş diktirdiği bilinmektedir.