« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

03 Tem

2012

Sabri F. Ülgener

Bülent Korucu 01 Ocak 1970

Erken okuduğum birçok kitabı yıllar sonra yeniden okumak ihtiyacı hissetmişimdir, fakat nasıl olsa okudum diyerek hiç dönmediğim kitaplar da var.

İktisadî İnhitat Tarihimizin Ahlâk ve Zihniyet Meseleleri* elime daha önce geçmediği için 1981'de yapılan ikinci baskısından tadına vara vara okuduğum ve "İyi ki erken okumamışım!" dediğim kitaplardandır. Bu ünlü eseri bazı kitapların dipnotlarında ve bibliyografyalarında görür, merak ederdim. Henüz çocuk denecek yaştaydım ve o yıllarda okusaydım muhtemelen hiçbir şey anlamayacaktım.

İlk baskısı 1951 yılında yapılan İktisadî İnhitat Tarihimizin Ahlâk ve Zihniyet Meseleleri'nin ikinci baskısı için tam otuz yıl beklendi. Kim ne derse desin, bu otuz yıl aslında Türkiye'ye kaybettirilen altın kıymetinde bir zaman kesitidir; marksist literatür, döküntülerine varıncaya kadar Türkçe'ye aktarılırken pozitivist ve marksist tezleri zayıflatacağı düşünülen temel eserler özellikle tercüme edilmemiş, telif eserler de ısrarla gözlerden ırak tutulmuştur. Bunları söylerken, elbette Ülgener'i ve onun gibi önemli ilim ve fikir adamlarını devamlı gündemde tutup ortaya koydukları meseleleri tartışmak yerine kısır bir ideolojik kavganın içinde kendilerini tüketen "sağ"cıları aklamak gibi bir niyetim yok.

Kudretli bir iktisatçı, büyük bir sosyolog ve bir tarih filozofu olan Sabri Ülgener'in çağdaşlarının çoğundan farkı, bir ulema ailesine mensup olduğu için yüz çizgilerimizi belirlemeye devam eden kültür ve zihniyet dünyasını çok iyi tanımasıydı. Dedesi İsmail Necati Efendi Nakşibendî silkine mensup bir şeyh, babası Mehmet Fehmi Efendi ise Bâb—ı Meşîhat'te görevli değerli bir din bilginiydi. Dünyaya gözlerini Cağaloğlu'nda, Fatma Sultan Camii'ndeki Gümüşhanevî dergâhında açtı. Evlerinde bütün bir kültür ve bir zihniyetin bütün ipuçlarını veren tarih, edebiyat ve tasavvuf kitapları okunuyor, böylece Ülgener, farkına varmadan, imparatorluğun, çok sonraları Weber adesesinden geçireceği zengin birikimini elde ediyordu. Klasik kültürümüzün estetik dünyasına nüfuz etmesini sağlayan anahtarlara da sahipti; divan şiiriyle haşir neşir olmuş, babasından meşkettiği ta'lik hattında hatırı sayılır bir ustalığa ulaşmıştı. Ülgener, eğer bu birikimi elde etmemiş olsaydı, eminim, bugün her biri bizim için bir hazine değeri taşıyan kitaplarını ve makalelerini yazamazdı.

Ülgener, Weber sosyolojisinin eksiklerini tamamlayan büyük bir temsilcisiydi ve ekonomik meselelerin bütün yönleriyle kavranabilmesi için önce iktisadî zihniyeti tanımak, bunun için de manevî yapıyı bilmek gerektiğine inanırdı. İktisat zihniyeti üzerine şüphesiz daha önce ciddi tartışmalar yapılmıştı; fakat İslam dünyasına yeterince eğilen yoktu. Yalnız Max Weber, sisteminde boşluk bırakmamış olmak için İslâm iktisat zihniyetini de tahlil etmeyi denemiş, fakat meseleye aceleyle ve eksik bilgilerle yaklaştığı için yanlış sonuçlara varmıştı. Bu bakımdan Ülgener'in kitapları ve makaleleri, iktisat zihniyeti üzerindeki çalışmaları tamamlayan, hataları düzelten ve bütünlük kazanmalarını sağlayan çalışmalar olarak büyük bir değer taşımaktadır. İktisat Fakültesi'nde Ülgener'in hocası olan Fritz Neumark da onun bu misyonu üzerinde durmuş ve başarısını Şeyhülislâmlık'ta görevli Mehmed Fehmi Efendi'nin oğlu olmasına bağlamıştır.

Kısa bir yazı çerçevesinde hiç şüphesiz Sabri Ülgener'in hayatını ve bütün görüşlerini anlatmak mümkün değil; esasen böyle bir çaba artık gereksiz; çünkü akademik hayatına onun asistanı olarak başlayan Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar, büyük bir vefa örneği göstermiş ve kısa bir süre önce çıkan Bir İktisatçının Entellektüel Portresi** adlı eserinde, hocasının ailesini, yetiştiği çevreyi ve yetişme tarzını, şahsiyetinin ve fikirlerinin oluşumunu, akademik hayatını, dost çevresini, fikir dünyasını büyük bir vukufla anlatmıştır. Bu kitaptan sonra, katkı niteliği taşımayan bir söz —eskilerin tabiriyle— zâittir. Ben sadece Ahmet Güner Bey'in kitabından yararlanarak Ülgener'in mensup olduğu aileden kısaca söz etmek istiyorum.

Baba tarafından bir ulema ailesine mensup olan Sabri Ülgener'in anne tarafı kelimenin tam mânâsıyla bir "Osmanlı terkibi"dir. Emine Behice Hanım, Hasan Sabri Paşa'nın kızı, bu zâtın kardeşi Ahmed Efendi ise Kâzım Karabekir Paşa'nın dedesiydi. Buna göre Kâzım Karabekir'le Sabri Ülgener kardeş torunlarıdır. Fatma Behice Hanım'ın anne tarafından soyu da Şeyh Şamil'e uzanmaktadır. Dağıstan'dan gelerek askeriyeye intisab eden ve serasker paşalığa kadar yükselen Hafız Mehmed'in iki kızı vardır: Ayşe Sıdıka ve Hatice (Ülgener'in anneannesi). Ayşe Sıdıka, Müşir Mehmet Ali Paşa'yla, Hatice Hanım da Hasan Sabri Paşa'yla evlenir. Ayşe Sıdıka Hanım'ın Müşir Mehmed Ali Paşa'yla evliliğinin meyvesi dört kızdır: Zekiye, Hayriye, Leyla ve Adeviye. Zekiye Hanım İsmail Fâzıl Paşa'yla evlenir; çocuklarından biri Ali Fuat Cebesoy'dur. Hayriye Hanım Hüseyin Hüsnü Paşa'yla evlenir, Nimet, Muhsin ve Tahsin adlarında üç çocukları olur. Tahsin Bey'in bir oğlu vardır: Mehmet Ali Aybar. Leyla Hanım da Hasan Enver Paşa'yla evlenecek ve bu evlilikten beş çocuğu olacaktır ki, biri Celile Hanım'dır. Celile Hanım'ın oğlu Mustafa Celâleddin Bey'in de Münevver adında bir kızı vardır ve bu kız halasının oğlu Nâzım Hikmet'le evlenmiştir.

Weber sosyolojisinin bizdeki en güçlü temsilcisi, dolayısıyla sonuna kadar kararlı bir antikomünist olan Sabri Ülgener'in Türkiye'nin en ünlü komünistleri olan kuzenleriyle ilişkileri nasıldı? Ahmet Güner Sayar bu soruyu "Bilmiyoruz" diye cevaplandırıyor. Ancak Ülgener özellikle marksist aydınları salvo ateşine tutarken bundan kuzenlerinin de yara alması kaçınılmazdı. Sadece kendisi gibi akademik kariyer yapan ve farklı yaklaşımıyla Türk solunun tarihinde özel bir yeri bulunan Mehmet Ali Aybar'ı ciddiye alıyor, beğeniyordu.

Ülgener, 1977 yılında yayımlanan Aydınlar Sosyolojisi ve Çağımızın Aydını başlıklı nefis makalesinde, o tarihlerde konjonktürün sağladığı imkânlardan yararlanarak âdeta entellüktüel bir terör estiren marksist aydınları teşhir masasına yatırmıştır. Aydınlar diye ayrı, homojen bir sınıf olmamakla beraber, toplumun değişik kesimlerinden ve değişik meslek gruplarından gelen, statüleri, gelirleri birbirinden tamamen farklı kişilerden oluşan bu grup, Ülgener'e göre, toplumu etkilemede lider fonksiyona sahip olduklarına kendilerini ve başkalarını inandırmış kişilerin dağınık ve gevşek gruplanışıdır. Kitlelere iletmek istediği mesajı soyut, genel ifade ve sembollere gizleyerek konuşan aydın, herkesin harcı olmayan kapalı, soyut ve rumuzlu sözleri arka arkaya dizerek kitleyi kendisine hayran etmeye çalışan adamdır; özellikle sonuna "izm" takılmış klişeleri çok sever. Fikir onun için gerçeğe varmada bir araç değil, doğrudan doğruya amaçtır.

Tanzimat öncesi Osmanlı aydınını da adamakıllı hırpalayan Ülgener, Tanzimat'tan sonraki aydını, kafasında soğuk Batılılaşma modeli, anlaşılmaz bir dil ve davranış biçimiyle halka sürekli yabancılaşmış, bürokrat—aydın karışımı acayip bir mahluk olarak görüyordu. Öyle bir aydın tipi ki, bir yüzüyle devamlı hikmetler savuran ve her şeyin doğrusunu yalnız kendisinin bildiğini zanneden bir akl—ı evveldir; öbür yüzüyle yetki ve uygulama alanında her şeye gücü yeten ceberut bir iktidar odağı... Halbuki Batı'da aydın hiçbir zaman, bizde olduğu gibi haddini bildirme cihazı haline gelmemiştir. Gerçi demokratlaşma sürecinde kitle ve bürokrat—aydın ilişkisi gerginliğini yavaş yavaş yitirmiştir; fakat çok geçmeden bürokrat aydının bıraktığı boşluğu sol aydın dolduruverir. Tanzimat aydını ve bürokrat aydın gibi, günümüzün sol aydını da, dil ve davranışıyla kitle karşısında kendini yabancı kalmaya mahkûm etmiştir. Giyim kuşamından saçına sakalına, çetrefil Türkçesine kadar, her şeyiyle farklı ve yabancıdır.

Sözünü ettiğim makalesinde çok çarpıcı bir marksist aydın portresi çizen Ülgener'i okurken, dillerinde özellikle anlaşılmaz hâle getirildiği izlemini veren bir Türkçe, ellerinde sihirli bir anahtar, bütün problemlere diyalektiğin değişmez "tarihsel gelişimi" ve "toplumun tersyüz edilemez yasaları" açısından "bilimsel" çözümler üreten, şekli şemâili bir başka aydınların geçit resmi yaptıklarını görürsünüz. Önlerine geleni burjuvazinin çıkarlarına hizmet etmekle suçlayan, fakat ilk fırsatta burjuvazinin kendilerine sağladığı geniş imkânlara sarılan, her biri bir köşe başını kapmış tanıdık simalardır bunlar.

Sabri Ülgener ne yazık ki soğuk savaşın sona erişine, yeni bir dünya düzeni kurma iddiasına, küreselleşme tartışmalarına, Turgut Özal döneminde Türkiye'de yaşanan büyük değişime, marksist aydınlardan çoğunun eski iddialarından vazgeçip holdinglerde köşe başlarını tutarak eski ceberut bürokrat—aydınlara rahmet okutur birer haddini bildirme cihazı haline geldiklerine şahit olamadı.

Onun hakkındaki eski bir yazımı şöyle bitirmiştim: "Ah, yaşasaydı neler yazardı kimbilir!" Evet, yaşasaydı kimbilir neler yazardı!

Ölümünün on beşinci yılında rahmetle anıyorum.

* Merhum Ülgener, bu eseri ikinci baskıya hazırlarken bazı değişiklikler yapmış, adını da İktisadî Çözülmenin Ahlâk ve Zihniyet Dünyası (Der Yayınları, İstanbul 1881) şekline dönüştürmüştür.

** Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar'ın Eren Yayınları arasında çıkan eserinin tam adı şöyle: Bir İktisatçının Entellektüel Portresi/Sabri F. Ülgener, İstanbul 1998, 416 s.

Ziyaret -> Toplam : 125,27 M - Bugn : 28973

ulkucudunya@ulkucudunya.com